30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 22 EYLÜL 2008 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Sürgüne giden devrim gurbetçileri B ir ülke için en tehlikeli durumlardan bi- ri şudur: Gençlerinin umudu baş- ka ülkelerde aramasõ! Bugün Türkiye’de gençlerin önemli bir dilimi, “Ne sahibi olmak istersin” soru- suna şu yanõtõ veriyor: “Vizeli bir pasaport sahibi!” Diploma sahibi olmak, meslek sahibi ol- mak artõk ikinci planda... 12 Eylül döneminde ise “ülke dışı” si- yasi hareketlerin içinde yer almõş gençler için umuttan da kurtuluş haline geldi. Ya- sal yollardan dõşarõ çõkanlarõn yanõ sõra her türlü yöntemi kullanõp Ege’nin kõyõ kasa- balarõndan Yunanistan adalarõna gidenle- rin sayõsõ da az değildi. İlk durak Yuna- nistan, burada mülteci kimliği aldõktan sonra olabilirse Almanya, İsveç, Fransa, Hollanda... 12 Eylül’de kaç kişi değişik yöntemler- le yurtdõşõna kaçtõ? Kesin bir rakam vermek zor ama kimi bilgiler õşõğõnda tahmin yürütülebilir. 12 Ey- lül yönetiminin “yurda dön” çağrõsõ yaptõğõ ki- şilerin sayõsõ 30 bindi. Bu kişiler o dönemin ko- şullarõ içinde “suç işlemiş”, “hakkında işlem ya- pılmış” kişilerdi... Bir de “hakkımda işlem ya- pılabilir” endişesiyle kaçmõş olanlar var. Onlar çok daha fazlaydõ. 30 bin rakamõndan fikir yürütmek gerekirse, en az 100 bin genç ülkeyi terk etti! Türkiye’de suç işlediğine ilişkin herhangi bir kanõt olmadõğõ halde pasaport verilmeyen 390 bin kişi vardõ. Bunlarõn da bir bölümü “mademki, yasal yollarla olanaksız, zor oyunu bozar, ben de bulduğum yolla çıkarım” diyerek kaçak yön- temler kullandõ. Ülkelerinde devrim yapmak, kendileri için hiç- bir şey istemeden, toplumu daha eşit kõlmak için yaşamlarõnõ ortaya koyan gençler artõk gurbet- teydi. Çok zor koşullarda yaşadõlar. Avrupa’nõn hemen her ülkesindeki mülteci kamplarõ ceza- evinden çok farklõ değildi. Özellikle kaçak yol- lardan gidenlerin her şeyden önce Türkiye’ye dö- nerlerse başlarõnõn derde gireceğini ispatlamalarõ gerekiyordu. Bunu nasõl yapabilirlerdi? Resmi makamlardan bilgi istense, o günün ko- şullarõ içinde çok çok zor. 12 Eylül yönetimi “suçluları” bulmak için “ih- bar mekanizmasını” da kullandõ. Aranan kişi- lerin fotoğraflarõndan afişler yapõldõ ve toplu ge- çiş yerlerine asõldõ. Tren istasyonlarõ, kent mey- danlarõnõn köşeleri, liman girişleri, otogarlar hep saman rengine yakõn afişin üzerindeki vesi- kalõk fotoğraflarla doluydu. Eğer yurtdõşõna kaçan bir kişi, bu tür bir afiş- te yer aldõğõnõ kanõtlarsa, işi yolunda demekti. He- men kimlik veriyorlar, kalacak yer sağlõyorlardõ. Pek çok genç günlerce kendisinin de arananlar lis- tesinde yer aldõğõ haberini bekledi. Güzel habe- ri alan “Hemen” diyordu, “o afişin fotoğrafını çekip yollayın!” Yazõ aramõzda, benim bu ve benzeri yöntem- lerle yurtdõşõna giden 50 kadar Ege Üniversite- li tanõdõğõm var... 80’li yõllarda İzmir’in havaalanõ Çiğli’deydi. Bu yerleşim yerinin adõyla anõlan, küçük bir ha- vaalanõydõ. Aranõyor olup olmadõğõnõ öğrene- meden yurtdõşõna giden bir genç Çiğli’den ay- rõlõşõnõ yõllar sonra şöyle anlattõ: “Uçağa biniş saati gelmek bilmedi. Ya- nımdan geçen her orta yaş grubundan bıyıklı insanın sivil polis olabileceğini düşünüyordum. Benim bulunduğum tarafa doğru gelen ol- duğunda yüreğim küt küt atıyordu. Sırat köp- rüsü, sanırım pasaport kontrol bölümü gibi bir şeydir. Oraya nasıl gittiğimi hatırlamı- yorum. Birden kendimi orada buldum... Ar- kadaşlar, ‘Polis pasaportuna damga vurdu mu, sorun yok, uçağa bineceksin, demektir’ demiş- ti... O anı bekledim. Vurdu... O küt sesini uzun süre unutamadım... Uçağa bindim. Kalkıncaya kadar bedenim havadaydı... Yıllarca Türki- ye deyince aklıma o pasaport polisinin vur- duğu damganın sesi geldi...” B alkanlar’õ gezerken uğrak yerle- rimden biri Atina yakõnlarõndaki Lavrion Kampõ oldu. 78 kuşa- ğõndan gençlerin ülkesinden kaçõp gel- diği bu kampõ buluşumu, gezişimi Bal- kanlar kitabõnda anlatmõştõm. 78’lileri an- latõrken devrim sürgünlerinin kamp ya- şamõndan bir kesit aktarmamak olmaz... Yola çõkalõm... Atina’dan Lavrion’a, dar, kõvrõmlõ yollarda zeytinlikleri yara yara, bir bu- çuk saatte ulaştõm. Bergama’nõn bir dağ köyüne gidiyor gibiydim. Doğa ay- nõ, insanlar da birbirine yakõn. 1992 yõlõnõn, güneşli ama soğuk bir kõş günü... Lavrion, ilk çağlarda gümüş maden- leriyle ünlü bir yerleşim yeri. Atina sikkesi buradan çõkarõlan gümüşle ba- sõlõyordu. Tam karşõsõnda Makronisos Adasõ var. Ada, Lavrion Limanõ’nõ ko- runaklõ kõlõyor. Lavrion adõnõ 12 Eylül sonrasõnda duy- dum. 1980’li yõllarda Türkiye’den kaçan “siyasi suçlular” Ege adalarõndan Ati- na’ya gidiyordu. Siyasi sõğõnma hakkõ is- tiyordu. Yunanistan hükümeti de önem- li bir bölümünü Lavrion’da kurulu kam- pa gönderiyordu. Burada sadece Türkiye’den değil baş- ka ülkelerden de pek çok insan barõnõ- yor. Lavrion’a girişte kenarlarõ dikenli tel- lerle çevrili büyük bir maden ocağõ var. Tel duvarõn yüksekliği üç metreyi aşkõn. 1980’li yõllarda Türkiye’den gelen ga- zetecilerin çoğu Lavrion Kampõ diye bu- ranõn fotoğrafõnõ çekmişler. Tel duvarõn önünde poz verip “Lavrion’a girdik” demişler. Otobüs geniş bir caddeye girdi, az son- ra durdu. Son durak. İndim. İnsanlarõn çoğunun yürüdüğü yöne doğru ilerledim. İçimden kimseye bir şey sormak gelmiyor. Zamanõm çok. Sokaklarda rasgele dolanõp kendim bir şeyler bulmak istiyorum. 78 kuşağõndan, orta yaşa doğru iler- leyenlerin kaldõğõ kamplarõ adõm adõm kendim bulmayõ deneyeceğim. Yürüyüşe başlayalõ daha on dakika ol- mamõştõ ki, duvarda bir afiş ilişti gözü- me: “Erdal Eren ölmedi.” “Erdal Eren’i unutmadık.” “Şaban Koç’u şehit verdik.” Tamam. Türklerin yaşadõğõ bölgeye yaklaşmõş olmalõyõm. Benzer afişlerden elektrik direklerin- de de var. Onlarõ izleyerek yoluma de- vam ettim. Birkaç dakika sonra birbirine Türkçe küfreden çocuklarõn sesini duydum. Kalõn duvarlõ, iki katlõ bir binanõn beton bahçesinde futbol oynuyorlardõ. Kampõ bulmanõn sevinciyle kendi kendime mõrõldandõm: Ne demişler, bana afişleri söyle, sana kampõnõ bulayõm. Heyecanla, ama çok sakin görünme- ye çalõşarak bahçe kapõsõndan içeri gir- dim. Soğuk bir bina. Üç-dört metre genişliğindeki girişin sağ ve sol duvarlarõnda Türkiye’de yasaklõ örgütlerin afişleri, sloganlarõ var. Kõrmõzõ renk hâkim. Duvarõn en üs- tünde şu söz yazõlõ: “Hiçbir sorun yoktur ki, içinde çö- zümü de barındırmasın.” Yan tarafta masatenisi oynayan bir genç beni karşõladõ. Gazeteci olduğumu, röportaj yapmak istediğimi söyledim. Beni salona aldõ, “Bekleyin, birkaç dakika sonra gele- ceğim” dedi. Yüksek tavanlõ, sigara dumanõndan gö- zün gözü görmediği kare şeklinde bir sa- lon. Elde sigara, yüzler asık Ortada bir masaya oturdum. Üç kül tablasõ var. Öteki masalara baktõm, ma- sa başõna düşen kül tablasõ sayõsõ dördü buluyor. Salonda yaklaşõk 15 kişi var. Çoğunun elinde sigara. Yüzler asõk... Girişin hemen sağõndaki küçük bir çay ocağõndan yükselen buhar, sigara du- manõyla birdirbir oynuyor. Çaycõ, ben istemeden bir bardak çay getirdi. Yan masadan bir genç sigara tut- tu. “İçmiyorum” demek istemedim. Zaten tutarken ateşi de hazõrlamõştõ. Yaktõ. Klasik tanõşma sorularõ... Adõmõ söylemeye kalmadan, 30-35 yaşlarõnda, yakasõnda Lenin rozeti, kõ- sa kesilmiş saçlarõndan beyazlar parla- yan bir kişi geldi. Yüzünden iyi şeyler söylemeyeceği belliydi. Yanõnda beni karşõlayan genç de vardõ. Komiteyi toplayalım Soğuk ve kesin bir ifadeyle seslendi: “Burjuvazinin gazetelerine konuş- mayız.” Israr ettim. Söyleyeceklerinin hiç de- ğiştirilmeyeceğini anlattõm. “Sen ya- zarsın ama değiştirirler” dedi. “Değiştirirlerse ben de röportajın yayımlanmamasını isterim” dedim. İkisi birbirine baktõ. Lenin rozetli bana döndü: “Komiteyi toplayalım. O karar ver- sin.” Sevindim. Ne çõkacağõ belli değil ama yeni bir umut. İkisi de ayrõldõlar. Bu arada bir çay daha geldi. On dakika sonra döndüler. Görüşecekler. Şartlarõ şu: Ben soru sormayacağõm. Onlar sade- ce kendi değerlendirmelerini anlata- caklar. Teyp de kullanmayacağõm. On- larõn önünde deftere yazacağõm. Bir de kimliğimdeki bütün bilgileri alacaklar. Tamam, dedim. 30-40 yaş grubundan altõ kişi... En yaş- lõ görüneni söze başladõ: “Emperyalizm bizim içimizi bo- şalttı. Zaten mülteciliği emperyalist ül- keler körüklüyor ve destekliyor. Tür- kiye kendi başındaki belayı atmak için buna ses çıkarmıyor. Bizim, vatanı- mızı terk etmemizi sağlıyorlar. Bizler, beyinleri boşaltılmış olarak bir işe yaramayan insanlar konumu- na düşüyoruz. Ancak buradaki mültecilerin ço- ğunluğu siyasi değil. Ekonomik nedenlerle Türki- ye’yi terk etmişler. Simsarlara büyük paralar kaptırmışlar. ‘Sizi Av- rupa’ya götüreceğiz’ deyip Yunan ada- larında bırakmışlar.” “Yaşasın devrim. Kahrolsun Tür- kiye’deki baskıcı düzen” gibi slogan- lõ sözler duyacağõmõ düşünürken bekle- mediğim sözlerle karşõlaştõm. Anlatõyorlar, ben yazõyorum: “Mültecilik yeryüzünün en kötü yaşamı. Türkiye’de, burası bir cen- netmiş gibi gösteriliyor. Ama ger- çekte hiç öyle değil. Basın da burayı bir terörist yuvası imajıyla işliyor. Bu- rada terörist yok. Hukuksal nedenlerle Türkiye’den ayrılmak durumunda kalmış insanlar var. Mültecilik, emperyalizmin dev- rimciliği yok etmek, devrimciliğin içini boşaltmak için oluşturduğu bir kurumdur. Bu konuda burjuvazinin uluslararası dayanışması var. Burası hakkında yazmanızı istedi- ğimiz üç unsur var: Birincisi, Türki- ye’dekilere hiçbir şekilde ülkeyi terk etmemelerini öneriyoruz. İkincisi, ekonomik nedenlerle mülteci olmak is- teyenlerin tatlı vaatlere kanmamala- rı gerektiğinin duyurulmasını istiyo- ruz. Üçüncü isteğimiz de burasının bir terörist yuvası olmadığını yazmanız- dır.” Atina’ya yerleştiler Görüşme burada noktalandõ. Bunun dõ- şõnda sorduğum sorulara kesik yanõtlar verdiler. Dõşarõda oynayan çocuklarõ sordum: “Burada evlenen arkadaşlar oldu. Evli gelenler oldu...” Koğuşlarõ gezebilir miyim? “Hayır” dediler, “görünmesi sakın- calı arkadaşlarımız var.” Lavrion’da uzun süre kalanlarõn ba- zõlarõ bir yolunu bulup Atina’ya yerleş- mişler, serbest meslek sahibi olmuşlar. Yunanlõlarla ortak işyeri açanlar da var- mõş. Sürekli kampta kalanlar zaman zaman narenciye bahçelerinde çalõşõyor. Çün- kü Yunanistan hükümetinin verdiği pa- ra azalmõş. 1980’lerin başõnda çok daha fazlaymõş. Sorularõ artõrõnca son yanõt şu oldu: “Burada daha fazla kalmanız sa- kıncalı...” Son bir soru: Resim çekebilir miyim? “Komiteyi yeniden toplamamız ge- rekir. Daha önce niçin söylemediniz? Ama, olmaz zaten, Türkiye’de fotoğ- rafımızın yayımlanmasını istemiyo- ruz” yanõtõnõ verdiler. İnsansız olsun Zorladõm... Lenin rozetli olan şu ko- laylõğõ gösterdi: “İnsansız olsun...” Sadece girişin fotoğrafõnõ çekip ay- rõldõm. Dõşarõ çõktõm. Çocuklar ana avrat küfürlerle futbol oynamaya devam ediyor. Denize doğru yürürken ardõmdan iki kişi çõktõ. Biri beyaz tenli, uzun boylu, öteki esmer... Deniz kenarõna gelince geri döndüm. Karşõlaştõk, merhabalaştõk, tanõştõk. İkisi de sekiz yõldõr Türkiye’den uzak- mõş. Uzun süre Lavrion Kampõ’nda kalmõşlar. Bakmõşlar kamp yaşamõ çe- kilecek gibi değil, Atina’da başka bir dü- zen kurmuşlar. Geçmişten, 12 Eylül’den konuştuk... Türkiye onlara hem uzak, hem yü- reklerinin ta içinde. En azõndan kõsa dönemde, kafalarõn- da Türkiye’ye dönüş düşüncesi yok. İkisi de 12 Eylül öncesi üniversite öğ- rencisiymiş. 12 Eylül sonrasõnda kaçak duruma düşmüşler. Yunanistan’a gel- mişler. Anlattõklarõna göre, Lavrion’da Türk- lerin kaldõğõ kampõn hemen ötesinde Ar- navutlarõnki varmõş. Onlar “komünist”, bizimkiler “faşist” rejimden kaçõp bu- raya gelmiş. Yan yana yaşõyorlar. Uzun sohbetten hafõzama çakõlõ kalan şu tümce oldu: “Türkiye’yi, arkadaşlarımızı, ai- lemizi çok özledik. Ama bütün öz- lemlerimiz nasırlaştı. Artık bizi acıtmıyor.” 12 Eylül yönetiminin yurda dön çağrõsõ yaptõğõ kişilerin sayõsõ 30 bindi. Bu kişiler o dönemin koşullarõ içinde “suç işlemiş”, “hakkõnda işlem yapõlmõş” kişilerdi... Bir de “hakkõmda işlem yapõlabilir” endişesiyle kaçmõş olanlar var. Onlar çok daha fazlaydõ Gidenlerbir süre sonra şu soruyu sormaya başladõlar: Ne olacağõz? Yõllarca “devrimci” olmuş- lardõ. Şimdi de öyleydi ama devrimi yapacaklarõ ülkelerin- den uzaktõlar. Zamanla her bi- ri başka bir yöne savruldu. Bir grup, memleket diyor başka bir şey demiyordu. Bir an önce hukuksal sorunlardan sõyrõlõp Türkiye’ye dönmenin yollarõnõ arõyordu. Bulamayan “ne olur- su olsun” dedi, Türkiye uçağõ- na bindi. Havaalanõndan ceza- evine... Bir süre ülkesini ceza- evinde tanõdõktan sonra dõşarõ çõ- kanlar bir travma daha yaşadõ... İkinci kez yurtdõşõna gidenler ol- du. Hukuksal sorunlar bittikten sonra dönenlerden bazõlarõ, yurt- dõşõnda öykülerini kitaba döktü. Ya kalanlar? Dönmeyenler... Bir bölümü, dernek, gençlik hareketleri kültürünü sürdür- dü. Zamanla, PKK çizgisi bu yapõdakilerin çoğunu teslim al- dõ. Bunun dõşõnda kalanlar, ya- şamlarõnõ sürdürme kaygõsõyla kimliklerini sürdürme çabasõnõ baş başa götürdüler. Yerleştiği ülkede tutunup oradaki siyasi partilere katõlanlar da oldu. Devrim gurbetçilerinin bü- yük çoğunluğu aradan kaç yõl geçerse geçsin Türkiye deyince “12 Eylül” dedi, başka bir şey demedi. Bazõlarõ Türkiye karşõtõ hareketlerin parçasõ olacak ka- dar uzaklaştõ. Bunlarõn en õlõm- lõlarõ bile Türkiye’nin hâlâ 12 Eylül anayasasõyla yönetildi- ğini söylemeden siyasal tartõş- maya girmiyordu. Ne olursa olsun Türkiye ile nefes alõp verenlere de el ve- renler çõkmadõ. Yurtdõşõndaki Türkler diye bir politikasõ ol- mayan Türkiye’nin, böylesi po- litik kökenli konulara eğilmesi çok daha zordu. Kimlik olarak tümüyle kay- bolanlar için bir şey söylemek zaten zor! Dünyada neden çok Türkiye karşõtõ var, sorusunu yanõtlamak için 12 Eylül günlerinin bu ya- nõnõ araştõrmak ayrõ bir bakõş açõsõ olabilir. 78 kuşağõndan yurtdõşõnõ se- çenler, 40’lõ, 50’li yaşlara ge- lince, geçmişin muhasebesini yaparken bölme-toplama çizgi- sini hem 12 Eylül’den çektiler. NASIRLAŞAN ÖZLEMLER Y A R I N : E V L A T - K A R D E Ş A C I S I N A Z A M A N A Ş I M I İ Ş L E M İ Y O R A tina’dan “Siyasi suçlular ”õn uğrak yeri olan Lavrion’a, dar, kõvrõmlõ yollarda zeytinlikleri yara yara, bir buçuk saatte ulaştõm. Mustafa Balbay Lavrion Kampı’nda. KİMLİK PARÇALANMASI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle