Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 5 AĞUSTOS 2008 SALI
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
Montaigne’in
Amerikası...
“Dünyamız az önce bir başka dünya buldu.
Bunun sonuncu kardeş olduğunu kim söyleyebilir...
Bugüne kadar inlerin cinlerin bile bildiği yoktu bu
yeni dünyayı. Bizimki kadar büyük, insan dolu, kan-
lı canlı bir dünya bu.. ama o kadar yeni, o kadar
çocuk ki, abc öğreniyor henüz! Elli yıl öncesine
kadar ne yazı biliyordu, ne tartı, ne ölçü, ne giysi,
ne buğday, ne üzüm! Doğanın kucağında çırılçı-
plaktı, anası ne verirse onunla besleniyordu.”
Michel de Montaigne bu satırları 1579’da
yazmış... Amerika kıtasının Kolomb tarafından
keşfinden (1492) 87 yıl sonra!.. Yeni bir dünya, yeni
bir umut! Ama Avrupa’dan gelen insanlar oraya
uygarlık, kültür, sanat, bilgi götüreceklerine.. bir
hırsız, bir zalim, bir çıkarcı gibi gelmişler...
Montaigne şöyle sürdürüyor:
“Bizim oraya götürdüğümüz ilk örnekler,
davranışlar o halkları erdeme hayran etse ve
özendirse, onlarla bizim aramızda kardeşçe bir
toplaşma, anlaşma kurabilse.. bütün o yeni ülkede
ne yaman bir evrim, bir ilerleme sağlanabilirdi!
Doğal başlangıçları bu kadar güzel olan o yepyeni,
o öğrenime susamış ruhları kazanmak ne kadar ko-
lay olurdu! Biz, tam tersine, bilgisizliklerinden,
görgüsüzlüklerinden yararlanıp onları bizdeki kötü
örnekleriyle kalleşliğe, sefihliğe, cimriliğe, her
türlü insanlık dışı davranışlara, işkencelere alıştırdık.
Bunca şehir dibinden yıkılıyor, bunca milletin kökü
kurutuluyor, milyonlarca insan kılıçtan geçiriliyor,
dünyanın en zengin, en güzel ülkesinin altı üstüne
getiriliyor. Aşağılık makine zaferleri bunlar!..”
Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirdiği Mon-
taigne’in Denemeler’ini okurken “Amerika’nın
Bulunuşu” parçasına takılıp kaldım... Montaigne
seksen yıl önce keşfedilmiş yeni kıtaya Avrupa’nın
en kötü, en çirkin yönlerinin, insanlarının uygar-
lık adına zulüm, ölüm ve işkence götürüldüğünü
yazıyor!..
“Bari, bu soylu ülkeyi Büyük İskender, Eski Yu-
nanlılar, Romalılar fethetmiş olsaydı, bunca kral-
lıkları, halkları böylesine büyük değişikliğe uğrat-
acak yerde, onların vahşi yanını törpüleseler,
doğanın orada ürettiği güzel tohumları güçlendirip
geliştirseler, toprakların işletilmesi, şehirlerin do-
natılması, gerekli olduğu ölçüde kendi dünyalarının
sanatlarını katmakla kalmayarak Yunan ve Roma
erdemlerini o ülkenin yerli erdemleriyle karıştır-
salardı!”
Ama Montaigne’in istediği olmamış! Avrupa, yeni
keşfettiği dünyanın kendine özgü uygarlığıyla k-
endi uygarlığının bileşimini yapmak yerine..
ezmek, sömürmek, yakıp yıkmak, daha çok altın
toplamak, yerlileri kendi dinine bağlamak yolunu
seçmiş... Kısa sürede tüm Amerika kıtasını bir
yangın yerine çevirmiş...
Avrupa’nın ne kadar hırsızı hırlısı varsa gön-
derilmiş; sömürüye, soykırıma dayanan bir tutumla
Amerika kıtası bambaşka bir yönde gelişmiş!..
Önce 13 koloninin oluşturulması, ardından 4
Temmuz 1776’da ABD’nin kuruluşu!..
Şunun şurasında beş yüz yıl! ABD’nin bağım-
sız bir devlet olarak ortaya çıkmasından bu yana
üç yüz yıl!..
Montaigne, bu yeni topraklara Avrupa’nın insan
değerlerini, sanatını, kültürünü götürmesini istemiş,
ama tam tersi olmuş!.. O gün bugün!.. Uygarlık mı?
Nasıl bir uygarlıksa bu!
PENCERE
Huyumuz Kurusun...
Yazı, Süleyman Bey’den kalma bir sevimli de-
yişle, “türlü çeşitli” olur; kimi zaman alengirlidir,
kimi zaman söyleyeceğini söylemek için lafı dö-
nüp dolaştırırsın, kimi zaman da konu saydam-
laşır, fazla zahmete gerek kalmaz, her şey zaten
tabaklaşmıştır...
Ne demek tabaklaşmıştır...
Belleğimde bir deyiş var, Adana’daki gençlik yıl-
larımdan müdevver...
Derler ki:
- Her şey tabak gibi meydanda...
Ne meydanda?..
Vaktiyle bir “NATO gladyosu” vardı, tezgâhın-
dan ben de geçmiştim; zaten bu örgüt Cumhu-
riyet gazetesine karşıttı...
Niçin?..
Çünkü tevatüre bakılırsa Cumhuriyet komü-
nistti...
Nasıl komünist?..
Gizli komünist...
Devlet Cumhuriyet’e iyi gözle bakmıyordu...
Okullara sokmuyordu, Cumhuriyet alan öğ-
retmenleri fişliyordu, memurların iflahını kesiyordu,
bürokraside terfi mi etmek istiyorsun Cumhuri-
yet’le selamı sabahı keseceksin...
Gladyonun kafayı bozup yazarlarıyla, çizerle-
riyle gazete hakkında savcılıkların açtığı davanın
bini bir paraydı...
Doğruları yazmak, gerçekleri dile getirmek
komünist sayılmak için bire birdi...
Her neyse...
Sovyetler yıkıldı...
Biz komünist sayılmak karabasanından kur-
tulduk...
Ama, ne oldu?..
Yeni bir karabasan mı başlıyor?...
“Antikomünist devlet gladyosu” tam işsiz ka-
lacakken yeni bir numara çıktı ortaya...
‘Ilımlı İslam Devleti gladyosu...’
Nam-ı diğer:
Ergenekon...
Amerika’nın desteğiyle önce iktidara geçen,
sonra devleti de ele geçiren, polis teşkilatını is-
tediği gibi çekip çeviren AKP’ye bir gladyo ge-
rekmez miydi?..
Amerika yaman bir güç...
Türkiye’yi antikomünist gladyodan, İslamcı
gladyo karabasanına dönüştürmek kolay iş de-
ğildir...
Şimdi bu süreç yaşanıyor...
Ergenekon saçma sapan görünen, ama dı-
şardan tezgâhlanan ideoloji ve eylem planında
devlet içinde devlet oluşturmakta...
Peki, bu arada Cumhuriyet’in “durum vaziye-
ti” ne?..
Ayvayı yine biz yiyoruz...
Geçmişte NATO’nun antikomünist gladyosu ca-
nımıza okumuştu...
Şimdi de yine NATO’nun İslamcı gladyosu üs-
tümüze geliyor...
Ne yapalım?..
Bir türlü “devlet gazetesi” olamadık gitti...
Bilmem ki ne yapsak?..
Liberal mi olsak?..
Liboş mu?..
İslamcılara mı yanaşalım?..
Feto’ya mı göz kırpalım?..
Ergenekon’un hedef olarak Cumhuriyet’i seç-
mesi boşuna mı?..
‘Antikomünist gladyo’ya yaranamamıştık...
Sanırım ‘Ilımlı İslam Devleti Projesi’nin Erge-
nekoncularına da yaranamayacağız...
Cumhuriyet işte böyle bir gazete...
Huyumuz kurusun...
Ç
ok ağõr suçlardan dolayõ, 13 yõl-
dõr aranan Karaciç, temmuz ayõ
sonlarõnda Bel-grad’da yaka-
landõ ve yargõlanmak üzere La-
hey’e gönderildi. Bu durum kar-
şõsõnda, konuyu yakõn tarih ve uluslarara-
sõ hukuk açõsõndan kõsaca değerlendirme-
nin yararlõ olacağõnõ düşündüm.
Bosna Hersek, İkinci Dünya Savaşõ’nda,
işgalci Nazi Almanyasõ’na karşõ yürütülen
silahlõ direnişin önderi olan Mareşal Ti-
to’nun başkanlõğõndaki Yugoslavya Fede-
rasyonu’nun bir federe cumhuriyeti idi. Ti-
to’nun yönetimi, oldukça baskõcõ sayõlabi-
lecek yöntemlerle yürütüldü ise de, o dö-
nemde Yugoslavya, çeşitli dini ve etnik kö-
kenden insanlarõn, barõş içinde yan yana ya-
şadõklarõ bir ülke görünümündeydi ve ulus-
lararasõ düzeyde “Bağlantısızlar” denilen
grubun liderlerindendi.
1980 yõlõnda Tito’nun ölümüyle açõlan
dönemde ise bu görünüm bütünüyle de-
ğişmeye başladõ ve sonuçta, 1992’de baş-
layan kanlõ bir iç savaşõn ardõndan Yu-
goslavya fiilen ve hukuken dağõldõ. Üç et-
nik topluluktan (Boşnak Müslümanlar,
Hõrvatlar ve Sõrplar) oluşan Bosna Hersek,
bu iç savaşõn en kanlõ sahnelerinin yaşan-
dõğõ bir alandõ. Bu savaşta Bosnalõ Hõrvat-
lar, komşu Hõrvatistan’dan, Sõrplar da Sõr-
bistan’dan doğrudan destek ve yardõm ala-
biliyordu. Oysa Müslüman Boşnaklar için
böyle bir olanak yoktu; bu kanlõ savaşta en
büyük kayõplarõ veren ve sõkõntõlarõ çeken
onlar oldu. Bosna’daki savaşa son veren hu-
kuk belgesi, 21 Kasõm 1995 tarihinde
ABD’nin Ohio Eyaleti’nin Dayton kentin-
deki hava üssünde imzalanan barõş antlaş-
masõdõr. Bu antlaşmayõ o zamanki Yugos-
lavya adõna imzalayan da, daha sonra şim-
di Karaciç’i yargõlayan Eski Yugoslavya
Uluslararasõ Ceza Mahkemesi’nde yargõ-
lanmakta iken ölen Miloseviç olmuştu.
Srebreniça’da 10-19 Temmuz 1995 ta-
rihlerinde binlerce Boşnak Müslümanõn
Sõrp askerlerince topluca öldürülmesi, Ka-
raciç’e yöneltilen suçlamalar arasõnda özel
bir önem taşõyor.
Bosna Hersek İnsan Hakları Mah-
kemesi’nin tarihi kararı
Osmanlõ döneminin madeni para basõlan
birkaç yerinden biri olan Srebreniça 10-19
Temmuz 1995 tarihlerinde binlerce Müs-
lüman erkeğin öldürülmesine sahne ol-
muştur. Avrupa kõtasõ üzerinde, İkinci
Dünya Savaşõ’ndan bu yana görülmüş bu en
büyük toplu kõyõmda öldürülenlerin sayõsõ,
en ihtiyatlõ tahminlere göre 7 bindir. Ger-
çek sayõ, büyük bir olasõlõkla bunun çok üze-
rindedir ama, toplu kõyõmõ düzenleyenler,
suçlarõnõn izlerinin silinmesi için türlü ön-
lemi almõşlar, cesetleri önce bir yere gömüp,
sonra başka mezarlara dağõtmõşlardõr.
Bu korkunç planõ yapõp uygulayanlarõn
başõnda, iç savaş sõrasõnda ilan edilmiş söz-
de Bosna Sõrp Devleti’nin başkanõ olan Ka-
raciç ve onun askeri yardõmcõsõ -halen ka-
çak olan- Mladiç vardõr.
Bosna Sõrp Cumhuriyeti, önceleri bu
olayõ tümüyle yadsõmõş; daha sonra ulus-
lararasõ toplumun baskõlarõ karşõsõnda “gös-
termelik” bir soruşturma yaparak, bunun
çok küçük çaplõ bir olay olduğunu, ölenle-
rin de sivil değil, Sõrplara karşõ savaşan as-
kerler olduğunu, uluslararasõ toplumun ko-
nuyu abarttõğõnõ ileri sürmüştü. Ancak,
Bosna’da olanlarõ bilenler için bu “gös-
termelik” soruşturma ve yapõlan açõkla-
malar elbette hiç inandõrõcõ olmamõştõ.
Dayton Barõş Antlaşmasõ’nõn Altõncõ Eki
uyarõnca oluşturulan Bosna Hersek İnsan
Haklarõ Mahkemesi, 1996 yõlõnda 5 yõllõk
bir süre için göreve başlamõş; bu süre da-
ha sonra 3 yõl daha uzatõlmõştõr. Bu mah-
kemenin, 7 Mart 2003 tarihinde açõklanan
kararõ, Srebreniça toplu kõyõmõ konusun-
da dünyada verilmiş ilk yargõ hükmü ol-
muştur. Ancak, bu kararõ veren mahkeme
bir ceza mahkemesi olmadõğõ için yargõ-
lanan, sorumlu gerçek kişiler değil, Bosna
Sõrp Cumhuriyeti olmuş, sonuç olarak bu
Cumhuriyet insan hakkõ ihlallerinde bu-
lunmaktan mahkûm edilmiştir. (The “Sreb-
reniça Cases” Case nos
CH/01/8365,CH/01/8397 ……against
The Republica Srpska; karar metnine şu
elektronik adresten ulaşõlabilir:
www.hrc.ba/database/results.asp ). Mah-
kemeye başvuranlar, toplu kõyõmda ya-
şamlarõnõ yitirmiş olduklarõ ileri sürülen
“kayıp” kişilerin yakõnlarõydõ ve kayõpla-
rõn akõbetiyle ilgili, ciddi ve güvenilir bil-
gi verilmesini, sorumlularõn yargõ önüne çõ-
karõlmasõnõ ve kendilerine maddi-manevi
ödence (tazminat) verilmesini istiyorlardõ.
Mahkemenin ayrõntõlõ kararõnda sonuç
olarak, kayõplarla ilgili güvenilir bilgilere
ulaşmak için ciddi inceleme ve araştõrma-
lar yapmasõ gereken devlet makamlarõnõn
bu yükümlülüğü yerine getirmemiş ol-
maktan dolayõ, kõsaca “işkence yasağı”
maddesi denilen Avrupa İnsan Haklarõ
Sözleşmesi m.3 açõsõndan kusurlu olduk-
larõnõ saptamõştõr. AİHM içtihatlarõna gö-
re, 3. maddede yasaklanmõş olan durumlar
işkence ve maddi eza verme uygulamala-
rõyla sõnõrlõ olmayõp, her türlü insanlõk dõ-
şõ ve aşağõlayõcõ muameleyi kapsar nite-
liktedir. Bu nenle, “kayıplar”õn yakõnlarõ-
na ciddi ve güvenilir bilgi verilmemesi de
onlar üzerinde 3. maddeye aykõrõ bir etki ya-
ratmõştõr. Bosna Hersek İnsan Haklarõ
Mahkemesi, “aile yaşamı”nõ koruyan
AİHS m.8’e de aykõrõlõk saptamõştõr. Öte
yandan, “kayıp”larõn hepsinin Müslüman
Boşnaklar olmasõ açõsõndan, konunun “ay-
rımcılık” kapsamõna girdiği de belirtilmiştir.
Başvurucular tek tek ödence verilmesi ye-
rine, Srebreniça’da katledilenlerin anõsõna,
masraflarõ Bosna Sõrp Cumhuriyeti’nce
ödenmek üzere büyük bir anõt-mezar ya-
põlmasõ kararda belirtilen hususlar arasõn-
daydõ.
Sonuç
Karaciç’i yargõlayan mahkeme, kõsaca
“Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi”
denilen mahkemedir (ICTY). BM Gü-
venlik Konseyi’nin 25 Mayõs 1993 tarihli
(res. 827) kararõ ile kurulmuştur. Bu mah-
keme, 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlü-
ğe giren Roma Sözleşmesi’yle kurulan
Uluslararasõ Ceza Mahkemesi ile karõştõ-
rõlmamalõdõr.
Görevi, Yugoslavya’da ve özellikle Bos-
na Hersek’teki “etnik temizlik” ve benzeri
suçlarla ilgili olarak suçlanan kişileri yar-
gõlamak olan bu mahkemenin daha önce
yargõladõğõ Miloseviç ve benzerleri gibi Ka-
raciç’i de yargõlamasõ doğal görünmektedir.
Ancak, bazõ sorunlu noktalar da yok de-
ğildir. Örneğin, bu mahkemeyi kuran BM
Güvenlik Konseyi’nin, gerçek kişileri yar-
gõlamak üzere mahkeme kurmaya yetkili ol-
duğu tartõşmalõdõr. Güvenlik Konseyi’nin,
bu mahkemeyi kurmakla, uluslararasõ ba-
rõşõ ve güvenliği korumak üzere BM Ana-
yasasõ (m.39-42) uyarõnca devletler üzerinde
etkili kararlar alma yetkisinin sõnõrlarõnõ aş-
tõğõ ileri sürülmektedir. Öte yandan mah-
kemenin, önündeki davalarõ bu yõlõn sonuna
kadar sonuçlandõrmasõ ve temyiz türünden
işleri de en geç 2010’da tamamlamasõ ge-
rekmektedir. Bu sürenin uzatõlmasõ için Gü-
venlik Konseyi’nde Rusya’nõn engelleme-
sinin aşõlmasõnõ gerektirir. Sõrp-Rus ya-
kõnlõğõ ve Ortodoks mezhebi kardeşliği
gibi nedenler, bu engelin aşõlmasõnõ güç-
leştirir; bunu sağlamak için Rusya’ya bir-
takõm ödünler verilmesi söz konusu olabi-
lir. Bu sürenin uzatõlmamasõ halinde ise, ko-
nuyla ilgili ulusal mahkemelerin yetkisi ge-
ri gelecektir.
Srebreniça İçin İlk Yargõ Kararõ
Dayton Barõş Antlaşmasõ’nõn Altõncõ Eki uyarõnca oluşturulan Bosna
Hersek İnsan Haklarõ Mahkemesi, 1996 yõlõnda 5 yõllõk bir süre için göreve
başlamõş; bu süre daha sonra 3 yõl daha uzatõlmõştõr. Bu mahkemenin, 7
Mart 2003 tarihinde açõklanan kararõ, Srebreniça toplu kõyõmõ konusunda
dünyada verilmiş ilk yargõ hükmü olmuştur.
Prof. Dr. Rona AYBAY İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Öğretim Üyesi Eski Bosna Hersek İnsan Haklarõ Mahkemesi Yargõcõ
Balcõlar’da Çöken Ulusal Eğitim
E
ğitim, toplumsal
ilerleme ve çağõ ya-
kalamanõn pusula-
sõdõr. Pusula bozulduğun-
da yolu tutturamazsõnõz.
Yolunu bilmeyen toplum-
lar karanlõkta ne yapaca-
ğõnõ bilemez. Eğitimde çö-
küş, toplumda çürümeye
yol açar.
Öğretmenler yõllardõr
oyalanmakta, hak ettiği
maaşõ alamamakta ve öğ-
retmenlik mesleğini ve
onurunu yerine getirebi-
lecek devlet desteğine sa-
hip olamamaktadõrlar. İlk
ve ortaöğretimdeki öğret-
menler, özel ders vermez-
lerse geçinememekte, yük-
sekokul ve üniversiteler-
deki öğretmenler de san-
larõnõ ve makamlarõnõ al-
dõktan sonra kapağõ özel
üniversitelere atmaktadõr-
lar. Üniversitelerde okuyan
çocuklarõmõz, bilim ve fen-
den uzaklaştõrõlmakta, bir
meslek sahibi yapõlma-
makta, okul bittiğinde bu
vahşi anamalcõ düzende
işsiz kalmakta, iş bulabilen
mühendisler bile yabancõ
şirketlerin satõş ve pazar-
lama bölümlerinden başka
bölümlerde çalõştõrõlma-
maktadõr. Üretime katõla-
mayan gençlerimize de,
üretim araçlarõnõ yaban-
cõlara kaptõrmõş milleti-
mize de yazõk olmakta-
dõr. Tam bağõmsõzlõk artõk
hayal olmaktadõr. Nere-
den nereye gelinmiştir?
Bu noktaya nasõl ve ne-
den gelinmiştir? Ne isten-
miş, neler olmuştur? Kim-
ler, nasõl bizi bu noktaya
getirmiştir? Neyin ucu
kaçmõş, neyin ucu bağ-
lanmamõştõr? Gelinen bu
durumda kimlerin günahõ
ve sorumluluğu vardõr?
Sorularõn yanõtlarõ taraf-
sõzca ve irdelenerek veril-
melidir. Ancak cesur, ça-
lõşkan ve yetenekli olan
yöneticiler, bu tür bir öze-
leştiriyi yapabilirler ve ta-
rihten ders alõrlar. Cum-
huriyeti kuranlar, halkõn
gücünü, milliyetçiliğin er-
demini, kamuculuk ve
devletçiliğin vazgeçil-
mezliğini, laikliğin öne-
mini ve devrimciliğin hõ-
zõnõ önemsemişlerdi. Ku-
racaklarõ milli eğitim sis-
teminin çağdaş olmasõ için
çok düşünmüş, çok ince-
lemiş ve çok çalõşmõşlar-
dõr. Onlar, hizmet etmeye
yemin etmiş devlet adam-
larõydõ. Onlarõn hedefleri
iktidar olmak ya da iktidarõ
sürdürmek değildi. Çünkü
onlar biliyorlardõ ki iktidar
halkõndõ. Yani hem en ha-
kiki mürşit ilimdi, fendi
hem de egemenlik kayõtsõz
şartsõz milletindi.
Türk milli eğitimi,
1980’lerden sonra birbir-
leriyle kafa tokuşturan
Türkçü bozkurtlarõn elle-
rinden, çağdaşlaşma adõ
altõnda bugün Avrupacõ,
Amerikancõ ve tarikatçõ
zihniyetin eline geçmiş-
tir. Konuyu abarttõğõmõzõ
söyleyenler, 2008 yõlõnõn
Ağustos ayõnõn ikinci gü-
nü 18 kõz çocuğunun ne-
den topluca öldüğünü bil-
melidirler. Din öğretmek
uğruna çocukluklarõndan
uzaklaştõrõlmõş, iki kap
bedava yemek verilerek
aklõ ve zihni satõn alõn-
maya çalõşõlmõş fukara
çocuklarõna bir yaz günü
Konya’nõn Balcõlar kö-
yünde elli kişilik Kuran
kursunda neler öğretildi-
ğini bilmek gerekmekte-
dir. Bunun için de Mus-
tafa Kemal Atatürk’ü
ve onun fikir fedailerini
tanõmak gerekmektedir.
Mustafa Necati Bey’lerin
çabalarõnõn nasõl yarõm
kaldõğõnõ göremeyenler,
cemaatlere teslim edilmiş
çocuklarõn, kontrolsüz,
kaçak ve çürük yapõnõn al-
tõnda kaldõğõ Konya’nõn
milli eğitim müdürünün
ve valisinin kişilik özel-
liklerini inceleyebilirler.
‘Nerden, nereye!’ de-
meden önce, ‘Biz neden
bu hallerdeyiz’ diye sor-
mak doğru değil mi? Aca-
ba üç yõl Maarif Vekilliği
yapmõş Mustafa Neca-
ti’nin ve altõ yõl Milli Eği-
tim Bakanlõğõ yapmõş Hü-
seyin Çelik’in icraatlarõnõ
karşõlaştõran bir cetvel ha-
zõrlanmalõ mõdõr? Bu cet-
velde nerden nereye gel-
diğimizin matematiksel
sonucu görülebilir mi?
Kimler yapõcõ, kimler yõ-
kõcõ belli eder mi bu çi-
zelge? Elbette 1926’lar-
daki müfredat (belirtke)
ve programlar 2008’lerde
aynen uygulanamaz. Çağ-
daşlaşma devam ettiğine
göre müfredat ve prog-
ramlar da geliştirilmeli ve
değiştirilmelidir. Değişti-
rilip geliştirilmiştir de.
Çünkü eğitim ve öğretim-
de program geliştirme
esastõr. Ne yazõk ki bu ge-
lişme ve bu değişmeler
Türk devriminin devamõ
niteliğinde olmamõştõr.
Devrimci öğretmen ve
eğitmenler yoksa devri-
min devamõ olan çağdaş
eğitimin istediği gelişme-
ler ve değişmeler de yok-
tur. Gidin Ankara’nõn Ce-
beci Asri Mezarlõğõ’na ba-
kõn! Mustafa Necati, Va-
sıf Çınar ve Reşit Ga-
lip’le birlikte yan yana
yatmaktadõr. Onlarõn ya-
şamlarõ bütün eğitimcilere
örnek olmalõdõr. Onlarõn
çabalarõ 1950’lere kadar
devam etti. Bir devrimin
ivmesiydi… Sonra karşõ-
devrim adõm adõm geldi.
Her olay da gelişini ko-
laylaştõrdõ. Şimdi neden
hâlâ okullarda din dersi bi-
le zorunluyken binlerce
kuran Kursu var diye dü-
şünmekteyiz. Biz düşüne
dururken Cumhuriyet hâ-
lâ yõkõlmadõysa, Mustafa
Kemal Paşa’nõn ve onun
fikir fedailerinin icraatla-
rõndandõr.
Cumhur UTKU