02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 5 AĞUSTOS 2008 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Montaigne’in Amerikası... “Dünyamız az önce bir başka dünya buldu. Bunun sonuncu kardeş olduğunu kim söyleyebilir... Bugüne kadar inlerin cinlerin bile bildiği yoktu bu yeni dünyayı. Bizimki kadar büyük, insan dolu, kan- lı canlı bir dünya bu.. ama o kadar yeni, o kadar çocuk ki, abc öğreniyor henüz! Elli yıl öncesine kadar ne yazı biliyordu, ne tartı, ne ölçü, ne giysi, ne buğday, ne üzüm! Doğanın kucağında çırılçı- plaktı, anası ne verirse onunla besleniyordu.” Michel de Montaigne bu satırları 1579’da yazmış... Amerika kıtasının Kolomb tarafından keşfinden (1492) 87 yıl sonra!.. Yeni bir dünya, yeni bir umut! Ama Avrupa’dan gelen insanlar oraya uygarlık, kültür, sanat, bilgi götüreceklerine.. bir hırsız, bir zalim, bir çıkarcı gibi gelmişler... Montaigne şöyle sürdürüyor: “Bizim oraya götürdüğümüz ilk örnekler, davranışlar o halkları erdeme hayran etse ve özendirse, onlarla bizim aramızda kardeşçe bir toplaşma, anlaşma kurabilse.. bütün o yeni ülkede ne yaman bir evrim, bir ilerleme sağlanabilirdi! Doğal başlangıçları bu kadar güzel olan o yepyeni, o öğrenime susamış ruhları kazanmak ne kadar ko- lay olurdu! Biz, tam tersine, bilgisizliklerinden, görgüsüzlüklerinden yararlanıp onları bizdeki kötü örnekleriyle kalleşliğe, sefihliğe, cimriliğe, her türlü insanlık dışı davranışlara, işkencelere alıştırdık. Bunca şehir dibinden yıkılıyor, bunca milletin kökü kurutuluyor, milyonlarca insan kılıçtan geçiriliyor, dünyanın en zengin, en güzel ülkesinin altı üstüne getiriliyor. Aşağılık makine zaferleri bunlar!..” Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirdiği Mon- taigne’in Denemeler’ini okurken “Amerika’nın Bulunuşu” parçasına takılıp kaldım... Montaigne seksen yıl önce keşfedilmiş yeni kıtaya Avrupa’nın en kötü, en çirkin yönlerinin, insanlarının uygar- lık adına zulüm, ölüm ve işkence götürüldüğünü yazıyor!.. “Bari, bu soylu ülkeyi Büyük İskender, Eski Yu- nanlılar, Romalılar fethetmiş olsaydı, bunca kral- lıkları, halkları böylesine büyük değişikliğe uğrat- acak yerde, onların vahşi yanını törpüleseler, doğanın orada ürettiği güzel tohumları güçlendirip geliştirseler, toprakların işletilmesi, şehirlerin do- natılması, gerekli olduğu ölçüde kendi dünyalarının sanatlarını katmakla kalmayarak Yunan ve Roma erdemlerini o ülkenin yerli erdemleriyle karıştır- salardı!” Ama Montaigne’in istediği olmamış! Avrupa, yeni keşfettiği dünyanın kendine özgü uygarlığıyla k- endi uygarlığının bileşimini yapmak yerine.. ezmek, sömürmek, yakıp yıkmak, daha çok altın toplamak, yerlileri kendi dinine bağlamak yolunu seçmiş... Kısa sürede tüm Amerika kıtasını bir yangın yerine çevirmiş... Avrupa’nın ne kadar hırsızı hırlısı varsa gön- derilmiş; sömürüye, soykırıma dayanan bir tutumla Amerika kıtası bambaşka bir yönde gelişmiş!.. Önce 13 koloninin oluşturulması, ardından 4 Temmuz 1776’da ABD’nin kuruluşu!.. Şunun şurasında beş yüz yıl! ABD’nin bağım- sız bir devlet olarak ortaya çıkmasından bu yana üç yüz yıl!.. Montaigne, bu yeni topraklara Avrupa’nın insan değerlerini, sanatını, kültürünü götürmesini istemiş, ama tam tersi olmuş!.. O gün bugün!.. Uygarlık mı? Nasıl bir uygarlıksa bu! PENCERE Huyumuz Kurusun... Yazı, Süleyman Bey’den kalma bir sevimli de- yişle, “türlü çeşitli” olur; kimi zaman alengirlidir, kimi zaman söyleyeceğini söylemek için lafı dö- nüp dolaştırırsın, kimi zaman da konu saydam- laşır, fazla zahmete gerek kalmaz, her şey zaten tabaklaşmıştır... Ne demek tabaklaşmıştır... Belleğimde bir deyiş var, Adana’daki gençlik yıl- larımdan müdevver... Derler ki: - Her şey tabak gibi meydanda... Ne meydanda?.. Vaktiyle bir “NATO gladyosu” vardı, tezgâhın- dan ben de geçmiştim; zaten bu örgüt Cumhu- riyet gazetesine karşıttı... Niçin?.. Çünkü tevatüre bakılırsa Cumhuriyet komü- nistti... Nasıl komünist?.. Gizli komünist... Devlet Cumhuriyet’e iyi gözle bakmıyordu... Okullara sokmuyordu, Cumhuriyet alan öğ- retmenleri fişliyordu, memurların iflahını kesiyordu, bürokraside terfi mi etmek istiyorsun Cumhuri- yet’le selamı sabahı keseceksin... Gladyonun kafayı bozup yazarlarıyla, çizerle- riyle gazete hakkında savcılıkların açtığı davanın bini bir paraydı... Doğruları yazmak, gerçekleri dile getirmek komünist sayılmak için bire birdi... Her neyse... Sovyetler yıkıldı... Biz komünist sayılmak karabasanından kur- tulduk... Ama, ne oldu?.. Yeni bir karabasan mı başlıyor?... “Antikomünist devlet gladyosu” tam işsiz ka- lacakken yeni bir numara çıktı ortaya... ‘Ilımlı İslam Devleti gladyosu...’ Nam-ı diğer: Ergenekon... Amerika’nın desteğiyle önce iktidara geçen, sonra devleti de ele geçiren, polis teşkilatını is- tediği gibi çekip çeviren AKP’ye bir gladyo ge- rekmez miydi?.. Amerika yaman bir güç... Türkiye’yi antikomünist gladyodan, İslamcı gladyo karabasanına dönüştürmek kolay iş de- ğildir... Şimdi bu süreç yaşanıyor... Ergenekon saçma sapan görünen, ama dı- şardan tezgâhlanan ideoloji ve eylem planında devlet içinde devlet oluşturmakta... Peki, bu arada Cumhuriyet’in “durum vaziye- ti” ne?.. Ayvayı yine biz yiyoruz... Geçmişte NATO’nun antikomünist gladyosu ca- nımıza okumuştu... Şimdi de yine NATO’nun İslamcı gladyosu üs- tümüze geliyor... Ne yapalım?.. Bir türlü “devlet gazetesi” olamadık gitti... Bilmem ki ne yapsak?.. Liberal mi olsak?.. Liboş mu?.. İslamcılara mı yanaşalım?.. Feto’ya mı göz kırpalım?.. Ergenekon’un hedef olarak Cumhuriyet’i seç- mesi boşuna mı?.. ‘Antikomünist gladyo’ya yaranamamıştık... Sanırım ‘Ilımlı İslam Devleti Projesi’nin Erge- nekoncularına da yaranamayacağız... Cumhuriyet işte böyle bir gazete... Huyumuz kurusun... Ç ok ağõr suçlardan dolayõ, 13 yõl- dõr aranan Karaciç, temmuz ayõ sonlarõnda Bel-grad’da yaka- landõ ve yargõlanmak üzere La- hey’e gönderildi. Bu durum kar- şõsõnda, konuyu yakõn tarih ve uluslarara- sõ hukuk açõsõndan kõsaca değerlendirme- nin yararlõ olacağõnõ düşündüm. Bosna Hersek, İkinci Dünya Savaşõ’nda, işgalci Nazi Almanyasõ’na karşõ yürütülen silahlõ direnişin önderi olan Mareşal Ti- to’nun başkanlõğõndaki Yugoslavya Fede- rasyonu’nun bir federe cumhuriyeti idi. Ti- to’nun yönetimi, oldukça baskõcõ sayõlabi- lecek yöntemlerle yürütüldü ise de, o dö- nemde Yugoslavya, çeşitli dini ve etnik kö- kenden insanlarõn, barõş içinde yan yana ya- şadõklarõ bir ülke görünümündeydi ve ulus- lararasõ düzeyde “Bağlantısızlar” denilen grubun liderlerindendi. 1980 yõlõnda Tito’nun ölümüyle açõlan dönemde ise bu görünüm bütünüyle de- ğişmeye başladõ ve sonuçta, 1992’de baş- layan kanlõ bir iç savaşõn ardõndan Yu- goslavya fiilen ve hukuken dağõldõ. Üç et- nik topluluktan (Boşnak Müslümanlar, Hõrvatlar ve Sõrplar) oluşan Bosna Hersek, bu iç savaşõn en kanlõ sahnelerinin yaşan- dõğõ bir alandõ. Bu savaşta Bosnalõ Hõrvat- lar, komşu Hõrvatistan’dan, Sõrplar da Sõr- bistan’dan doğrudan destek ve yardõm ala- biliyordu. Oysa Müslüman Boşnaklar için böyle bir olanak yoktu; bu kanlõ savaşta en büyük kayõplarõ veren ve sõkõntõlarõ çeken onlar oldu. Bosna’daki savaşa son veren hu- kuk belgesi, 21 Kasõm 1995 tarihinde ABD’nin Ohio Eyaleti’nin Dayton kentin- deki hava üssünde imzalanan barõş antlaş- masõdõr. Bu antlaşmayõ o zamanki Yugos- lavya adõna imzalayan da, daha sonra şim- di Karaciç’i yargõlayan Eski Yugoslavya Uluslararasõ Ceza Mahkemesi’nde yargõ- lanmakta iken ölen Miloseviç olmuştu. Srebreniça’da 10-19 Temmuz 1995 ta- rihlerinde binlerce Boşnak Müslümanõn Sõrp askerlerince topluca öldürülmesi, Ka- raciç’e yöneltilen suçlamalar arasõnda özel bir önem taşõyor. Bosna Hersek İnsan Hakları Mah- kemesi’nin tarihi kararı Osmanlõ döneminin madeni para basõlan birkaç yerinden biri olan Srebreniça 10-19 Temmuz 1995 tarihlerinde binlerce Müs- lüman erkeğin öldürülmesine sahne ol- muştur. Avrupa kõtasõ üzerinde, İkinci Dünya Savaşõ’ndan bu yana görülmüş bu en büyük toplu kõyõmda öldürülenlerin sayõsõ, en ihtiyatlõ tahminlere göre 7 bindir. Ger- çek sayõ, büyük bir olasõlõkla bunun çok üze- rindedir ama, toplu kõyõmõ düzenleyenler, suçlarõnõn izlerinin silinmesi için türlü ön- lemi almõşlar, cesetleri önce bir yere gömüp, sonra başka mezarlara dağõtmõşlardõr. Bu korkunç planõ yapõp uygulayanlarõn başõnda, iç savaş sõrasõnda ilan edilmiş söz- de Bosna Sõrp Devleti’nin başkanõ olan Ka- raciç ve onun askeri yardõmcõsõ -halen ka- çak olan- Mladiç vardõr. Bosna Sõrp Cumhuriyeti, önceleri bu olayõ tümüyle yadsõmõş; daha sonra ulus- lararasõ toplumun baskõlarõ karşõsõnda “gös- termelik” bir soruşturma yaparak, bunun çok küçük çaplõ bir olay olduğunu, ölenle- rin de sivil değil, Sõrplara karşõ savaşan as- kerler olduğunu, uluslararasõ toplumun ko- nuyu abarttõğõnõ ileri sürmüştü. Ancak, Bosna’da olanlarõ bilenler için bu “gös- termelik” soruşturma ve yapõlan açõkla- malar elbette hiç inandõrõcõ olmamõştõ. Dayton Barõş Antlaşmasõ’nõn Altõncõ Eki uyarõnca oluşturulan Bosna Hersek İnsan Haklarõ Mahkemesi, 1996 yõlõnda 5 yõllõk bir süre için göreve başlamõş; bu süre da- ha sonra 3 yõl daha uzatõlmõştõr. Bu mah- kemenin, 7 Mart 2003 tarihinde açõklanan kararõ, Srebreniça toplu kõyõmõ konusun- da dünyada verilmiş ilk yargõ hükmü ol- muştur. Ancak, bu kararõ veren mahkeme bir ceza mahkemesi olmadõğõ için yargõ- lanan, sorumlu gerçek kişiler değil, Bosna Sõrp Cumhuriyeti olmuş, sonuç olarak bu Cumhuriyet insan hakkõ ihlallerinde bu- lunmaktan mahkûm edilmiştir. (The “Sreb- reniça Cases” Case nos CH/01/8365,CH/01/8397 ……against The Republica Srpska; karar metnine şu elektronik adresten ulaşõlabilir: www.hrc.ba/database/results.asp ). Mah- kemeye başvuranlar, toplu kõyõmda ya- şamlarõnõ yitirmiş olduklarõ ileri sürülen “kayıp” kişilerin yakõnlarõydõ ve kayõpla- rõn akõbetiyle ilgili, ciddi ve güvenilir bil- gi verilmesini, sorumlularõn yargõ önüne çõ- karõlmasõnõ ve kendilerine maddi-manevi ödence (tazminat) verilmesini istiyorlardõ. Mahkemenin ayrõntõlõ kararõnda sonuç olarak, kayõplarla ilgili güvenilir bilgilere ulaşmak için ciddi inceleme ve araştõrma- lar yapmasõ gereken devlet makamlarõnõn bu yükümlülüğü yerine getirmemiş ol- maktan dolayõ, kõsaca “işkence yasağı” maddesi denilen Avrupa İnsan Haklarõ Sözleşmesi m.3 açõsõndan kusurlu olduk- larõnõ saptamõştõr. AİHM içtihatlarõna gö- re, 3. maddede yasaklanmõş olan durumlar işkence ve maddi eza verme uygulamala- rõyla sõnõrlõ olmayõp, her türlü insanlõk dõ- şõ ve aşağõlayõcõ muameleyi kapsar nite- liktedir. Bu nenle, “kayıplar”õn yakõnlarõ- na ciddi ve güvenilir bilgi verilmemesi de onlar üzerinde 3. maddeye aykõrõ bir etki ya- ratmõştõr. Bosna Hersek İnsan Haklarõ Mahkemesi, “aile yaşamı”nõ koruyan AİHS m.8’e de aykõrõlõk saptamõştõr. Öte yandan, “kayıp”larõn hepsinin Müslüman Boşnaklar olmasõ açõsõndan, konunun “ay- rımcılık” kapsamõna girdiği de belirtilmiştir. Başvurucular tek tek ödence verilmesi ye- rine, Srebreniça’da katledilenlerin anõsõna, masraflarõ Bosna Sõrp Cumhuriyeti’nce ödenmek üzere büyük bir anõt-mezar ya- põlmasõ kararda belirtilen hususlar arasõn- daydõ. Sonuç Karaciç’i yargõlayan mahkeme, kõsaca “Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi” denilen mahkemedir (ICTY). BM Gü- venlik Konseyi’nin 25 Mayõs 1993 tarihli (res. 827) kararõ ile kurulmuştur. Bu mah- keme, 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlü- ğe giren Roma Sözleşmesi’yle kurulan Uluslararasõ Ceza Mahkemesi ile karõştõ- rõlmamalõdõr. Görevi, Yugoslavya’da ve özellikle Bos- na Hersek’teki “etnik temizlik” ve benzeri suçlarla ilgili olarak suçlanan kişileri yar- gõlamak olan bu mahkemenin daha önce yargõladõğõ Miloseviç ve benzerleri gibi Ka- raciç’i de yargõlamasõ doğal görünmektedir. Ancak, bazõ sorunlu noktalar da yok de- ğildir. Örneğin, bu mahkemeyi kuran BM Güvenlik Konseyi’nin, gerçek kişileri yar- gõlamak üzere mahkeme kurmaya yetkili ol- duğu tartõşmalõdõr. Güvenlik Konseyi’nin, bu mahkemeyi kurmakla, uluslararasõ ba- rõşõ ve güvenliği korumak üzere BM Ana- yasasõ (m.39-42) uyarõnca devletler üzerinde etkili kararlar alma yetkisinin sõnõrlarõnõ aş- tõğõ ileri sürülmektedir. Öte yandan mah- kemenin, önündeki davalarõ bu yõlõn sonuna kadar sonuçlandõrmasõ ve temyiz türünden işleri de en geç 2010’da tamamlamasõ ge- rekmektedir. Bu sürenin uzatõlmasõ için Gü- venlik Konseyi’nde Rusya’nõn engelleme- sinin aşõlmasõnõ gerektirir. Sõrp-Rus ya- kõnlõğõ ve Ortodoks mezhebi kardeşliği gibi nedenler, bu engelin aşõlmasõnõ güç- leştirir; bunu sağlamak için Rusya’ya bir- takõm ödünler verilmesi söz konusu olabi- lir. Bu sürenin uzatõlmamasõ halinde ise, ko- nuyla ilgili ulusal mahkemelerin yetkisi ge- ri gelecektir. Srebreniça İçin İlk Yargõ Kararõ Dayton Barõş Antlaşmasõ’nõn Altõncõ Eki uyarõnca oluşturulan Bosna Hersek İnsan Haklarõ Mahkemesi, 1996 yõlõnda 5 yõllõk bir süre için göreve başlamõş; bu süre daha sonra 3 yõl daha uzatõlmõştõr. Bu mahkemenin, 7 Mart 2003 tarihinde açõklanan kararõ, Srebreniça toplu kõyõmõ konusunda dünyada verilmiş ilk yargõ hükmü olmuştur. Prof. Dr. Rona AYBAY İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Eski Bosna Hersek İnsan Haklarõ Mahkemesi Yargõcõ Balcõlar’da Çöken Ulusal Eğitim E ğitim, toplumsal ilerleme ve çağõ ya- kalamanõn pusula- sõdõr. Pusula bozulduğun- da yolu tutturamazsõnõz. Yolunu bilmeyen toplum- lar karanlõkta ne yapaca- ğõnõ bilemez. Eğitimde çö- küş, toplumda çürümeye yol açar. Öğretmenler yõllardõr oyalanmakta, hak ettiği maaşõ alamamakta ve öğ- retmenlik mesleğini ve onurunu yerine getirebi- lecek devlet desteğine sa- hip olamamaktadõrlar. İlk ve ortaöğretimdeki öğret- menler, özel ders vermez- lerse geçinememekte, yük- sekokul ve üniversiteler- deki öğretmenler de san- larõnõ ve makamlarõnõ al- dõktan sonra kapağõ özel üniversitelere atmaktadõr- lar. Üniversitelerde okuyan çocuklarõmõz, bilim ve fen- den uzaklaştõrõlmakta, bir meslek sahibi yapõlma- makta, okul bittiğinde bu vahşi anamalcõ düzende işsiz kalmakta, iş bulabilen mühendisler bile yabancõ şirketlerin satõş ve pazar- lama bölümlerinden başka bölümlerde çalõştõrõlma- maktadõr. Üretime katõla- mayan gençlerimize de, üretim araçlarõnõ yaban- cõlara kaptõrmõş milleti- mize de yazõk olmakta- dõr. Tam bağõmsõzlõk artõk hayal olmaktadõr. Nere- den nereye gelinmiştir? Bu noktaya nasõl ve ne- den gelinmiştir? Ne isten- miş, neler olmuştur? Kim- ler, nasõl bizi bu noktaya getirmiştir? Neyin ucu kaçmõş, neyin ucu bağ- lanmamõştõr? Gelinen bu durumda kimlerin günahõ ve sorumluluğu vardõr? Sorularõn yanõtlarõ taraf- sõzca ve irdelenerek veril- melidir. Ancak cesur, ça- lõşkan ve yetenekli olan yöneticiler, bu tür bir öze- leştiriyi yapabilirler ve ta- rihten ders alõrlar. Cum- huriyeti kuranlar, halkõn gücünü, milliyetçiliğin er- demini, kamuculuk ve devletçiliğin vazgeçil- mezliğini, laikliğin öne- mini ve devrimciliğin hõ- zõnõ önemsemişlerdi. Ku- racaklarõ milli eğitim sis- teminin çağdaş olmasõ için çok düşünmüş, çok ince- lemiş ve çok çalõşmõşlar- dõr. Onlar, hizmet etmeye yemin etmiş devlet adam- larõydõ. Onlarõn hedefleri iktidar olmak ya da iktidarõ sürdürmek değildi. Çünkü onlar biliyorlardõ ki iktidar halkõndõ. Yani hem en ha- kiki mürşit ilimdi, fendi hem de egemenlik kayõtsõz şartsõz milletindi. Türk milli eğitimi, 1980’lerden sonra birbir- leriyle kafa tokuşturan Türkçü bozkurtlarõn elle- rinden, çağdaşlaşma adõ altõnda bugün Avrupacõ, Amerikancõ ve tarikatçõ zihniyetin eline geçmiş- tir. Konuyu abarttõğõmõzõ söyleyenler, 2008 yõlõnõn Ağustos ayõnõn ikinci gü- nü 18 kõz çocuğunun ne- den topluca öldüğünü bil- melidirler. Din öğretmek uğruna çocukluklarõndan uzaklaştõrõlmõş, iki kap bedava yemek verilerek aklõ ve zihni satõn alõn- maya çalõşõlmõş fukara çocuklarõna bir yaz günü Konya’nõn Balcõlar kö- yünde elli kişilik Kuran kursunda neler öğretildi- ğini bilmek gerekmekte- dir. Bunun için de Mus- tafa Kemal Atatürk’ü ve onun fikir fedailerini tanõmak gerekmektedir. Mustafa Necati Bey’lerin çabalarõnõn nasõl yarõm kaldõğõnõ göremeyenler, cemaatlere teslim edilmiş çocuklarõn, kontrolsüz, kaçak ve çürük yapõnõn al- tõnda kaldõğõ Konya’nõn milli eğitim müdürünün ve valisinin kişilik özel- liklerini inceleyebilirler. ‘Nerden, nereye!’ de- meden önce, ‘Biz neden bu hallerdeyiz’ diye sor- mak doğru değil mi? Aca- ba üç yõl Maarif Vekilliği yapmõş Mustafa Neca- ti’nin ve altõ yõl Milli Eği- tim Bakanlõğõ yapmõş Hü- seyin Çelik’in icraatlarõnõ karşõlaştõran bir cetvel ha- zõrlanmalõ mõdõr? Bu cet- velde nerden nereye gel- diğimizin matematiksel sonucu görülebilir mi? Kimler yapõcõ, kimler yõ- kõcõ belli eder mi bu çi- zelge? Elbette 1926’lar- daki müfredat (belirtke) ve programlar 2008’lerde aynen uygulanamaz. Çağ- daşlaşma devam ettiğine göre müfredat ve prog- ramlar da geliştirilmeli ve değiştirilmelidir. Değişti- rilip geliştirilmiştir de. Çünkü eğitim ve öğretim- de program geliştirme esastõr. Ne yazõk ki bu ge- lişme ve bu değişmeler Türk devriminin devamõ niteliğinde olmamõştõr. Devrimci öğretmen ve eğitmenler yoksa devri- min devamõ olan çağdaş eğitimin istediği gelişme- ler ve değişmeler de yok- tur. Gidin Ankara’nõn Ce- beci Asri Mezarlõğõ’na ba- kõn! Mustafa Necati, Va- sıf Çınar ve Reşit Ga- lip’le birlikte yan yana yatmaktadõr. Onlarõn ya- şamlarõ bütün eğitimcilere örnek olmalõdõr. Onlarõn çabalarõ 1950’lere kadar devam etti. Bir devrimin ivmesiydi… Sonra karşõ- devrim adõm adõm geldi. Her olay da gelişini ko- laylaştõrdõ. Şimdi neden hâlâ okullarda din dersi bi- le zorunluyken binlerce kuran Kursu var diye dü- şünmekteyiz. Biz düşüne dururken Cumhuriyet hâ- lâ yõkõlmadõysa, Mustafa Kemal Paşa’nõn ve onun fikir fedailerinin icraatla- rõndandõr. Cumhur UTKU
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle