02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 29 AĞUSTOS 2008 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Karadeniz Çırpınıyor!.. TÜRKİYE, Rusya Federasyonu ya da Amerika Birleşik Devletleri gibi bir süper devlet değil; dün- ya çapında uluslararası sorunları yok. Ama jeost- ratejik açıdan karşılaştığı sorunlar büyük devlet- lerin sorunlarından çok daha kritik. Bu ülke öyle bir coğrafyada ki, çevresinde yer- yüzünün en çapraşık sorunlarını yaşayan üç bü- yük bölge var: Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu. Üstelik, bu devlet öyle bir tarihsel sürecin ürünü ki, halkının geçmişinde koca Avrasya toprakları- nı kapsayan uzun bir yolculuk ve Osmanlı Dev- leti gibi imparatorluk adını kullanmadan üç kıta- ya hükmetmiş koca bir imparatorluk var. Böyle bir coğrafya ile tarihin, çevremizdeki devletlerle iliş- kilerde her zaman kendisini hissettiren birtakım özellikler taşımaması düşünülebilir mi? Türk dış po- litikasını yürütmenin, bırakın dünya çapındaki so- runları, bölgesel sorunlar açısından bile derin bir bilgi hazinesi ve titiz bir özen gerektirdiği açıktır. Şu günlerde iki devin bu çevredeki kapışmala- rından bir yenisi yaşanıyor. Çevremizdeki ül- kelerle mevcut olan duyarlılıklara şimdi bu ka- pışmanın eklediği sorunlar var ve Türkiye bütün bunların merkezinde yer alıyor. ABD, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Pu- tin’in ustalıkla yürüttüğü politikalar sonucu ken- disini toparlayan ve yeryüzünü ABD’nin oyunla- rına terk etme niyetinde olmayan bir Rusya’yla kar- şı karşıya. Washington, bu yeni devi “çemberle- me” politikasını bu kez Karadeniz’de ve Kafkas- lar’da deneme peşinde. Gürcistan’ın acemice çı- kışlarla ABD’nin hesaplarına âlet olma izlenimi ver- miş olması, sonucu düşünülmeden Rusya’ya sunulmuş mükemmel bir fırsat oldu. Moskova da, haklı olarak, Batı’nın eski Yugoslavya federe devletleri konusunda yaptıklarına benzer adımlar atmayı neredeyse bir hak saydığını göstermeyi bil- di. Haksız mı? Ankara’da Türk dış politikasına yön vermek is- teyen ve herhalde profesyonel diplomatların uyarılarını kulak ardı etmiş olan siyasiler, bu ko- nuların çocuk oyuncağı olmadığını artık anlamış olmalıdırlar. Tarih, tıpkı İstiklal Harbi’nde ve Montreux’de ol- duğu gibi, iki komşuyu birlikte davranma zorun- luluğuna itmiş oluyor. Ankara, bu zorunluluğu akıl- lıca yerine getirmeli ve Türkiye’nin durumunu he- saba katmadan çevresinde birtakım oyunlara kal- kışanlara unutamayacakları bir ders vermelidir. Montreux kurallarına uygunluk görüntüsüyle be- lirli toplam tonaj ve belirli süre için Karadeniz’e ge- mi sokmuş olanlara o süre dolmadan geri gitme gereğini anımsatmak, NATO’da sözünü dinlete- cek bir devlet olarak, en başta Türkiye’nin ödevidir. Karadeniz, kendi dışındakilerin karanlık niyet- leri önünde çırpınıyor. Ama, “en uzun kıyı sahi- bi” Türkiye’nin “orada bayrağı var” ve şimdi o bay- rağı bütün bir deniz için dalgalandırmanın tam sı- rasıdır. [email protected] PENCERE İşimiz Allah’a Kaldı... Ak sakallı Tarih Baba’dan son günlerde sık sık söz açıyoruz; üstelik okul kitaplarında öğrencilere belletilen sıradan bilgiler bile kimi zaman altın de- ğeri taşır... Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’na nasıl girdi?.. Osmanlı çöküş sürecinde İngilizin şamar oğ- lanına dönüşmüştü; sonunda İttihat ve Terakki ik- tidarı Almanya ile sıkı fıkı ilişkilere girdi... Al birini vur ötekine... İngiliz donanmasından kaçan Goeben ve Bres- lau adlı Alman savaş gemileri Marmara’ya girdi- ler, Yavuz ve Midilli adlarıyla Osmanlı donan- masına katıldılar... Osmanlı adına Karadeniz’e çıkarılan bu gemi- lerin kimi Rus limanlarını topa tutması, Türkiye’nin savaşa girmesi için neden sayıldı... İngiltere’nin başını çektiği ‘İtilaf Devletleri’ Os- manlı’ya savaş ilan ettiler... Kendi irademizin dışında harbe sürüklenmiştik... Savaş Osmanlı’nın sonu oldu... Çöküş döneminde yabancı devletlerin oyuncağı olan Türkiye az kalsın Sevr ile paylaşılıyordu... Bugün 29 Ağustos... Yarın 30 Ağustos... Birinci Dünya Savaşı sonunda Mustafa Kemal Paşa liderliğinde direnişe geçen Anadolu’nun yaz- gısı 30 Ağustos’la değişmiştir... En başta İstanbul olmak üzere İzmir ve tüm Ba- tı Anadolu işgalden kurtuldu... Atatürk’ün önderliğinde laik Türkiye Cumhuri- yeti kuruldu... Bağımsız bir ülke.. Borçsuz harçsız.. Yoksul.. Ama onurlu.. Barışçı.. Türkiye bu kimliğiyle İkinci Dünya Savaşı’na gir- mekten daha doğrusu sürüklenmekten kurtuldu... Dünya yanıp yıkılırken ve savaşta yaklaşık 50 milyon insan yok olurken, Türkiye Cumhuriyeti bu cehennemin dışında kalabilmesini kime borçlu- dur?.. Atatürk’e.. Ve İnönü’ye.. Türkiye bugün gırtlağına dek borçlu.. Bağımsızlık lafta kaldı.. Çevremizde savaş rüzgârları esiyor.. Karadeniz’de Amerikan savaş gemileri dolaşı- yor... Peki, Türkiye’nin iradesi kendi elinde mi?.. Yoksa bağımsızlık iradesi çoktan beri “uçtu uç- tu, kuş uçtu” oyunu mu oynuyor?.. Üstelik ne oluyor?.. Tarih tekerrür mü ediyor?.. Döndük dolaştık 1914’e mi geldik?.. Karadeniz’de Türkiye müttefiklerinin savaş gemileri ne yapıyorlar?.. Tarih Baba’dan ders alabilseydik bu duruma düşmezdik... Yabancı bir devletin egemenliğine iradesini tes- lim etmiş bir Türkiye, savaş tehlikesi karşısında bile İslamcılık oynuyor... Allah cümlemize akıl fikir ihsan eylesin... Allah Türkiye’yi savaştan korusun... Amin... P rof. Bessam Tibi’nin ilk baskõ- sõ 2005 ve ikinci baskõsõ 2007 yõ- lõnda (Mit dem Kopftuch nach Europa) “Türbanla Avrupa’ya” adõ ile yayõmlanan kitabõ Türki- ye’nin Adalet ve Kalkõnma Partisi’nin (AKP) kuruluşundan sonra Amerika’nõn AB’ye yoğun baskõsõ ile nasõl entsekülari- ze edildiğini analiz etmektedir. Prof. Tibi, 1944 Suriye, Şam doğumlu olup ünlü filo- zof ve uluslararasõ ilişkiler hocalarõndan olan Max Horkheimer’in öğrencisidir. Kendi- si de onun gibi aynõ konularda ABD ve AB’de değişik üniversitelerde dersler ver- mekte olup halen Götingen Üniversite- si’nde bulunmaktadõr. Prof. Tibi defalarca Türkiye’ye gelmiş ve bazõ seminerlere ka- tõlmõştõr. Yayõmladõğõ çok sayõda makale ve kitaplarda uluslararasõ ilişkiler ve tolerans, mültikültürel ilişkiler ve özellikle İslam ile Batõ kültürünün karşõlõklõ etkileşimlerini analiz eder. Son yayõmladõğõ yukarda ismini başlõk olarak kullandõğõm kitabõnda Mus- tafa Kemal’in Türkiye’yi modernize ede- rek ve laisizmi temel doktrin yaparak Av- rupa yolunu nasõl açtõğõnõ değişik bölüm- lerde belirtmektedir. Kitabõn birçok bö- lümlerinde õlõmlõ İslamõn demokrasi ile ilişkisinin ne olabileceği, türbanõn gele- neksel Anadolu kültüründen farkõ ve gene türbanõn politik İslamdaki yeri ve şeriat ile ilişkisi analiz edilmektedir. Atatürk’ün önderliğinde tüm diğer İslam ülkelerinden çok farklõ, Batõ’ya yönelik modernizasyo- nu uzun süredir kendine hedef edinmiş la- ik Türkiye’nin kõrk yõl AB’ye girmek için verdiği mücadeleye rağmen belirli bir yol alamamõştõr. Buna karşõn politik İslamist bir parti olarak belirtilen AKP’nin pozitif bir yaklaşõm görmesi adeta paradoksal bir du- rum gibi görülebilir. ‘Avrupa’nın sonu olur’ Yazar, kitabõnõn birinci bölümünde AKP tarafõndan idare edilen Türkiye’nin AB’ye girmesinin olanaksõz olduğunu örnekler vererek açõklamaya çalõşmaktadõr. Aca- demie Française onur üyesi olan Giscard d’Estaing Türkiye’nin asla AB’ye gire- meyeceğini hatta daha ileri giderek şayet gi- rerse bunun Avrupa’nõn sonu olacağõnõ al- dõğõ Kari ödülü töreninde belirtmişti. Bu dö- nemde Chirac ve Sarkozy de benzer ifa- deler kullanmõşlardõr. O dönemde Ameri- ka, AB’nin önde gelen ülkelerine Türki- ye’nin AB’ye alõnmasõ için yoğun baskõ uy- gulamaktaydõ. Almanya’da ise Hõristiyan Demokratlar başta olmak üzere AB’nin bir Hõristiyan kulübü olduğu yönünde beyan- lar devam ediyordu. Buna karşõn Kanzler Schröder 2004 yõlõnda Anõtkabir ziyareti- nin ardõndan AKP yönetimine Alman- ya’nõn desteğini açõkça belirtmişti. Ama ay- nõ Kanzler, 2002 yõlõnda giderek politik İs- lama yönelen bir ülkenin sonu belli olma- yan bir köktendincilik ile asla giremeye- ceğini söyledi ve ayrõca Almanya’da ya- şayan Türklerin entegrasyon sorununu ör- nek olarak gösterdi. Kitabõn ana konusu ise politik türbandõr. Yazar doğum yeri olan ve 18 yaşõna kadar yaşadõğõ Şam’dan bahse- derken kendi annesinin inançlõ bir kadõn ol- duğunu ve onun da türban taktõğõnõ ama po- litika ile hiçbir ilgisinin olmadõğõnõ anlatõr. Annesi sayesinde öğrendiği İslamõn, teva- zu, şefkat ve diğer insanlara sevgi ve say- gõyõ öğrettiğini belirtir. İslam üniforması Böyle bir hayat hikâyesine rağmen ken- disinde neden bir türban karşõtlõğõnõn ge- liştiğini kitabõn 3’üncü bölümünde ayrõntõlõ olarak anlatõr. O zamanlar tõpkõ Türki- ye’de olduğu gibi Suriye’de köylerden ge- len kadõnlarõn şehirde yaşayanlara göre geleneksel bir başörtüsü taktõklarõnõ ama sonralarõ adeta bir üniformaya benzeyen tür- ban ile uzun manto giyen kadõnlarõn İslam üniformasõ dediği giyim tarzõ ile tanõşma- sõnõ anlatõr. Almanya’ya ilk gelen kuşaklarõn Anadolu tarzõ geleneksel başörtüsü taktõk- larõnõ, İslami bir giyim tarzõnõn sonralarõ ge- liştiğini ve bu gelişmenin 70’li yõllarõn so- nunda 80’li yõllarda tamamlandõğõnõ yaz- maktadõr. Avrupalõlarõn anlamadõğõ ama bilmeleri gereken şeyin türbanõn masum bir örtü ol- madõğõ, şeriatõn önerdiği bir giyim tarzõ ol- duğudur (sayfa 11l). Dinsel yaşam ser- bestliği adõ altõnda şeriata müsaade edilir- se, şeriatõn diğer şartlarõnõn da yerine geti- rilmesi gerekir. Bu şartlarõn bazõlarõ kam- çõlama, el kesme veya taşlayarak öldür- medir. Kuran’da bunlar belirtilmekte ol- masõna rağmen türbandan söz edilmemek- tedir. Avrupa’nõn medeniyet kimliğinde ki- lisenin politika ile ilgisi artõk yoktur. Hiç- bir ülkede din adamlarõ devlet yönetme- mektedir. Avrupa’nõn tamamõna yakõn ül- keleri seküler bir idare tarzõnda yönetilir. Türban ile en çok uğraşan ülke Fransa’dõr. Türkiye gibi katõ laik bir düzeni olan Fran- sa’da okullarda türbanõn İslami bir simge ol- masõ nedeni ile yasaklanmasõ Chirac dö- neminde kurulan 20 kişilik uzman komis- yon tarafõndan önerilmişti. Fransa’da ade- ta laiklik (laicite) mi yoksa şeriat mõ tar- tõşmasõ bile yaşanmõştõ. Kitapta laikliğin Av- rupa medeniyetinin temel kuralõ olduğu ve Fransõz revolüsyonunun ana direği olduğu belirtilir. Bu nedenle “Code de la laicite” adõ altõnda çõkarõlan yasa ile 2004 yõlõndan sonra okullarda herhangi bir dini simge ta- şõnmasõ, sadece İslami değil diğer dinler için de yasaklanmõştõr. Şeriat düzeni isteniyor Türkiye’de türban son zamanlarda tar- tõşmalarõn merkezinde en başta gelmekte- dir. Bu durum sanki modern bir dönem gi- bi görülmekte, bir gelenekmiş gibi göste- rilmeye çalõşõlmaktadõr. Yetersiz sosyal bilgi sahibi bazõlarõ “Re-tradisyonizm”den bahsetmektedir. Türkiye’nin iç politikasõ- na dönen türban tartõşmasõ AKP tarafõndan õsrarla devam ettirilmekte ve adeta öze yö- nelik bir etnisite olayõ olmak üzeredir. Avrupa solcu gruplarõ türbanõ savunurken türbanõn neyi simgelediğini Avrupa’daki- lerden çok daha iyi bilen Türkiye’deki solcular bunun tam aksini savunurlar. Tür- ban takmak nihayet öyle bir durum aldõ ki adeta İslamcõlar ve laikçiler gibi bir ayrõşõm gelişti. Türkiye’ye ibadet serbestliği adõ al- tõnda sinsi bir şeriat düzeni getirilmek is- tenmektedir. Entsekülarize olmuş Türkiye AB için daha cazip bir hale gelir mi? Bu sorunun cevabõnõ Prof. Tibi hayõr ola- rak veriyor ve AB’nin nihai sonuçta laisi- tenin (laiklik veya laisizm) tam yerleştiği, demokrat bir Türkiye’yi tercih edeceğini id- dia ediyor. Sonuç olarak imtiyazlõ ortaklõk mõ (Special Relationship) gerçekleşecek yoksa Avrupa Türkiye’den ve Türkiye de Avrupa’dan vazgeçemeyecek varsayõmõn- dan yola çõkarak ortaklõk müzakereleri her halükârda devam edecek diye düşünüyor. Türkiye’nin tahmini nüfusu, AB’ye tam üyelik olarak düşünülen 2020 yõlõnda yak- laşõk 90 milyon olacaktõr. Bu kadar kalabalõk ve belki de İslamcõ bir parti tarafõndan yönetilen Türkiye’ye ser- best dolaşõm hakkõ verilmese bile AB üye- si ülkelerin çoğunun bunu içine sindirip ka- bul etmesinin olanaksõzlõğõ yazarõn temel düşüncelerinden birini oluşturuyor. Türbanla Avrupa’ya... Prof. Dr. Selçuk APAK Emekli öğretim üyesi Bu kadar kalabalõk ve belki de İslamcõ bir parti tarafõndan yönetilen Türkiye’ye serbest dolaşõm hakkõ verilmese bile AB üyesi ülkelerin çoğunun bunu içine sindirip kabul etmesinin olanaksõzlõğõ yazarõn temel düşüncelerinden birini oluşturuyor. K atõldõklarõ bir televiz- yon programõnda, iki genç kõzõn söylediği sözler tartõşma yarattõ. Aslõnda o sözler, ülkemizdeki pek çok kişinin paylaştõğõ sözlerdir. Özellikle de Türkiye’deki ge- niş sağ-muhafazakâr kesim benzer duygu ve düşünceler içindedir. Peki neden? Bu so- ruya verilebilecek en doğru ya- nõt; yetiştirilme biçimlerinde- dir, yani eğitim sistemimizden kaynaklanmaktadõr... Aslõnda tek başõna eğitim sistemimiz de suçlanamaz. Eğitim tüm bo- yutlarõ ile bu sonuca hizmet eder bir görünüm almõştõr. Yaşadõklarõ çevrede, oku- duklarõ gazetede, izledikleri tel- evizyonlarda, bu sonuca hizmet etmektedir. Yani o iki genç kõz, “Ata- türk’ü sevmiyoruz. Humey- ni’yi seviyoruz” derken, bizlere bu eğitim sürecinin sonucunu göstermektedirler. Beyinlere ekilen tohumlardan nasõl bir ürün meydana getirildiğini gös- termektedirler. Cumhuriyetin ilk yõllarõnda başlayan Atatürk aydõnlanma- sõ ve karşõtlarõnõn mücadele- sinde, ne yazõk ki yõllardõr eği- tim sistemimiz beyinlere ay- dõnlanma devrimlerinin to- humlarõnõ ekmekten uzak bõra- kõlmõştõr. “Gelincik tarlası” ayrõk otlarõ ile dolmuştur! Bu sonucun tek sorumlusu şu anda görev yapan iktidar da de- ğildir. Aslõnda şu anda görev yapan iktidar da, o ayrõk otla- rõnõn büyümesi ve çoğalmasõ ile elde edilmiştir. Yani bir sebep değil, bir sonuçtur. Bu sonuç, siyasal gücü ile “gelincik tarlası” üzerinde et- ki alanõnõ genişletmekte ve da- ha çok ayrõk otu tohumlarõnõn atõlmasõna gayret göstermekte- dir. Mustafa Kemal Atatürk, kurduğu cumhuriyeti gençliğe emanet etti. O nedenle gençli- ğin görevini yapacak bilgi ile donatõlmasõ gerekiyordu. Ol- madõ! O gençlik büyük oranda tarikat ve cemaatlerin elinde bõ- rakõldõ. Atatürk’ü ve onun kurduğu cumhuriyet ile ilkelerini sev- meyen ama Humeyni’yi ya da başka tarikatsal ve cemaatsal önderleri seven gençler üretil- di! Hem de göz göre göre... Devletin gözetim ve deneti- minde olmasõ gereken eğitim, başkalarõnõn denetimine ve gö- zetimine bõrakõldõ. Yayõnlarõy- la, dershaneleriyle, özel okul- larõyla, yurtlarõyla, “nur evle- ri” ile bir cemaat göz göre gö- re eğitim sistemimize yön verir hale getirilmiştir. Ve bu cema- at artõk eğitim sistemimiz için- de de kadrolaşmõştõr. Suçu Eğitim Sisteminde Aramak Gerek! Hilmi TAŞKIN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle