05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
A KP’nin, ülkemiz yöneti- minin de altõncõ yõlõnõ dol- durduğu bugünlerde, ge- nel görünüm hiç de hoş değil. İçe- ride dinci bir düzen kurmak sevdasõ ile, tüm kurumlarõ ele geçirmiş ve tüm kurumlarda görülmemiş bir kadrolaşmayõ gerçekleştirmiş olan AKP yönetimi, dõşarõda, ABD’nin dümen suyunda gitmeyi uygun görmektedir. ABD’nin BOP adõ altõnda, Or- tadoğu’nun haritasõnõ değiştirmek ve bu bölgede tümü ile kendisine bağlõ yönetimler oluşturmak ama- cõ ile yaptõğõ çalõşmalar, AKP yö- netimi tarafõndan desteklenmekte- dir. Cumhurbaşkanõ Gül, Dõşişle- ri Bakanõ olduğu dönemde, ABD Dõşişleri Bakanõ ile yaptõğõ bir gö- rüşme sonrasõnda, ABD ile, BOP konusunda, tam bir uyum içerisinde olduklarõnõ açõklamõştõ. ABD’nin, Türkiye’de õlõmlõ İslam adõ altõn- da dinci bir düzen kurmaya çalõş- tõğõ, bu görüşlerini sakõnmadan açõkladõğõ, bilinen bir gerçektir. İs- tenilen, hem İslamcõ ve hem de par- çalanmõş bir Türkiye’dir. ABD’de ve dõş ülkelerde, Türkiye’yi par- çalanmõş gösteren haritalar ya- yõmlanmaktadõr. Bugün Türkiye’yi yönetenler, ülkemizde, din kurallarõnõn geçer- li olduğu bir düzen kurmak çaba- sõ ile, bu dõş dayatmalara çanak tut- maktadõrlar. Seçimlerde yüzde kõrk yedi oy almõş olan siyasal yönetim, ulusal istenç (milli irade) diyerek her istediğini yapmaya çalõşmakta, İkinci Cumhuriyetçi olduğunu söy- leyen bir grup eski solcu, dinci ya- zar ve sözde düşünür ise demokrasi adõna bu yönetimi desteklemekte- dir. Besleme basõn diye adlandõrõ- lacak bu kesim, siyasal yönetim- den, açõk parasal destek görmek- tedir. Türkiye, kendi çõkarlarõnõ, ülke çõkarlarõnõn önünde tutan, ka- lemlerini satan, uydurma savlarla çevreye çamur sõçratmaya çalõşan bir bölüm sözde yazarõn ilgi gör- düğü, Cumhuriyetçilerin, aydõn- lanmacõlarõn, Atatürkçülerin eleş- tirildiği, kõnandõğõ bir dönemden geçiyor. Sorun, AKP’nin aldõğõ oy ne- deni ile, laik Türkiye Cumhuri- yeti’ni, ABD’nin isteği ile, õlõmlõ İslam devletine dönüştürme giri- şimidir. Bu dõş istek, ülkemizi bu- gün yönetenlerin istekleriyle uyuş- maktadõr. Bu nedenle, toplumda, bir gerginlik ve açõk bir düşün-ey- lem savaşõ vardõr. AKP oylarõ ile Cumhurbaşkanı olmuş olan Bay Gül, en çok oyu alan rektör aday- larõ yerine, sõkmabaş konusunda kendisi gibi düşünen adaylarõ rek- tör olarak atamõştõr. Anayasa Mah- kemesi üyeliklerine, gelecek dö- nemde aynõ biçimde, yandaş yar- gõçlar atanacaktõr. TBMM’nin açõ- lõşõndan sonra, anayasa değişikli- ği, Meclis gündemindedir. AKP oy çoğunluğuna dayanarak anayasayõ, kendi siyasal görüşleri doğrultu- sunda değiştirmeye çalõşacak ve toplum yeni bir gerilime itilecek- tir. Cumhuriyet tarihimizin en bü- yük yolsuzluk dönemini yaşa- maktayõz. AKP önde gelenlerinin aldõklarõ rüşvetler, belgeleri ile basõnda yer aldõğõ halde, bu durum olağan gibi karşõlanmakta, hiçbir yasal işlem yapõlmamaktadõr. Resmi bilgiler, AKP dönemin- de, yolsuzluklarõn sekize katlan- dõğõnõ göstermektedir. Bu görül- memiş bir sonuçtur. Ülkeyi bir İs- lam devleti yapmaya çalõşan, bu uğurda ABD çõkarlarõna hizmet et- mekten çekinmeyen yönetim, içe- ride en ağõr yolsuzluklara bulaş- mõştõr. Anayasa Mahkemesi, son kararõ ile, AKP yönetimini, hiçbir tartõş- maya yer vermeyecek biçimde, laikliğe karşõ bir kurum olarak ni- teledi. TC’nin temel niteliği ve ku- ruluş felsefesinin özü, laikliktir. Anayasa Mahkemesi’nin kararõ, TC’nin kuruluş felsefesi ve temel niteliklerine aykõrõ bir parti tara- fõndan yönetildiğinin kanõtõdõr. Bu karar ile, AKP’nin, TC için bir tehlike olduğu belgelenmiştir. Bu durumda tehlikenin farkõnda olmak ve AKP yönetiminin yasal yollar- dan gitmesini sağlamak bir yurt- taşlõk görevidir. Tek ve zorunlu çözüm, tüm ay- dõnlanmacõlarõn, Cumhuriyetçilerin, tehlikenin farkõna vararak el birli- ği ile, TBMM’ye girecek çoğun- lukla, yönetimi AKP’den devral- masõdõr. Yoksa, TC elden gidecek ve sõra size gelecek. CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 27 AĞUSTOS 2008 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Olimpiyatlar ve Okullar AYRICA belirtmeye gerek yok; haberciler ve y- orumcular çok vurguladılar: Son olimpiyatların en ilginç yönleri, dünya açısından Çin’in parlaması, bizim açımızdan da Türkiye’nin sönüşe geçme- si. Bizim başarı tablomuz, Atina’dakinden de sönük. Sorumluluğun mutlaka aranması ve çarelerin bu- lunması gerekiyor. Şimdi “Bu iktidar döneminde zaten her şey kötüye gitti” türünden demagoji kokan bir açık- lamayla işin içinden sıyrılmak olmaz. Elbet, ortaya çıkan sonuçta iktidardakilerin temel felsefesinin de bir payı vardır. Gençliği kurtarmanın ve koru- manın tek yolunu ibadet yuvalarını arttırmakta görenlerden spor alanında çok büyük atılımlar za- ten beklenemezdi. Ayrıca, yerel yönetimlerde başarılı olmanın ülke yönetiminde ve hele dünya çapında başarılı olmaya yetmediği de açıktır. Ülkenin en büyük kentinde de olsa bir belediyenin spor işlerini yürüteni Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne ge- tirmekle nereye varılabildiği belli oldu. Kaldı ki, s- por çevreleri, aynı kişinin yerel düzeyde de par- lak sonuçlar almadığında fikir birliği ediyor. Fakat, belediye yönetimlerinden ülke yönetimine sıçra- mak yalnız bizim ülkeye özgü bir alışkanlık değil. Dünyada böyle başarılı olan da var, olmayan da. Dolayısıyla, bu nokta üzerinde durmaktansa, başka nedenlere bakmak daha doğru olabilir. Nerelere ve nelere bakmak gerektiği, son örneklerle açıkça ortada. Parlayan iki ülke var: Biri, her zaman olduğu gibi Amerika; öbürü de, ilk kez Çin. ABD’nin hep okul ve özellikle “kolej” ya da üniversite yoluyla spor- da uluslararası başarı kazandığı bilinir. Rusya ve Çin’in Sovyetler Birliği veya Maoist Devrim dönemlerinden beri planlı ve disiplinli bir eğitim çabası içinde olduğu, sporun bu çerçevede önemli bir yer tuttuğu da. Bu nedenlerle her iki ülkenin bu seferki “olimpiy- at seferberliği”ne yine aynı yollardan hazır- landıklarını varsaymak hiç yanlış olmaz. Ya Türkiye? AKP’li Milli Eğitim Bakanlığı ile yine bir AKP’linin yönettiği Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün böyle bir ortak çabası oldu mu? Daha önemlisi, ulusal düzeyde Olimpiyat Komitesi ne yaptı? Yoksa onun görevi bu toplumu hâlâ “Olimpiyat düzenleme sırası bize de gelecek” hayaliyle oyalamak, dört yılda bir “Sıra kime gelecek?” toplantıları vesilesiyle dünyayı dolaşmak ve vaktiyle çıkarılmış ünlü yasa sayesinde kendilerine ayrılan gelir payını rahatça harcamaktan mı ibarettir? Metin Toker sağ olsaydı bu konunun üzerine daha iyi giderdi ama, komite üyelerinin böyle sıkıştırmalar olmadan da bütçelerinin ne kadarını “olimpik sporcu” yetiştirme davasına ayırdık- larını açıklamaları gerekmez mi? [email protected] PENCERE Bir Kadehin Serüveni... Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Öz- kök, gazetesindeki köşesinde bir dileğini Baş- bakan RTE’ye duyurdu... Özetle dedi ki: - Boğaz’da bir kıyı lokantasına git, sofraya otur, içinde isterse portakal suyu bulunsun eline bir ka- deh al... RTE böyle bir şey yapabilir mi?.. Geçen gün İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad Türkiye’ye geldi, cuma namazını Sultanahmet Ca- mii’nde kıldı... Namaz, gerici siyaset gösterisine dönüştürül- dü... Ahmedinejad bir kadeh şarap içer mi?.. Ağzınızdan yel alsın... Hayyam’ların, Sadi-i Şirazi’lerin, Hafız’ların İran’ı yüzlerce yıl sonra yobazlığın pençesine düşmüştür... Hayyam (1044-1123) zamanın İran’ında şu dörtlüğü söyleyebiliyordu: “Ben şarap içer iken, biri dedi yanımdan: Bırak artık şarabı, içme din düşmanından Düşmanıysa gerçekten, dinimin eğer şarap; Daha helâl bir şey yok, düşmanımın kanından.” Hayyam’dan bir dörtlük daha: “Bilir misin, yüceler yücesi Tanrı, Şarap ne zaman coşturur içenleri? Pazar, pazartesi, salı, çarşamba, Bir de cuma, cumartesi günleri.” Bin yıl önceki İran’ı bugünküyle kıyaslayalım... Ahmedinejad’ı bu tabloda nereye oturturuz?.. İran faslını Hayyam’ın bir başka dörtlüğüyle ka- patalım: “Toprak olup gitmişlere sorarsan Ha gâvur olmuşun ha Müslüman. Kimler bu dünyada eğlenmemişse Ötekinde yalnız onlar pişman.” Ne dersiniz, bin yıl önceki İran bugünkünden daha mı hoşgörülüydü? Bir dostum anlattı, Konya’da açılan Kitap Fua- rı’na çağrılı gelen bir yabancı arkadaşı demiş ki: - Haydi bir şeyler içelim... Kaldıkları otelde içki yasak... Aramışlar taramışlar, bir kadeh içecek yer bu- lamamışlar... Konya neresi?.. Mevlevi kenti... Mevlevi ayinleri yapılır Konya’da, Mevlana şehre damgasını vurmuştur... Peki, bu yasak ne?.. “Hazreti Mevlana’nın Rubaileri” kitabından (TC Kültür Bakanlığı Yayınları - Şefik Can) bir rubai alıntısı: “Haydi, kalk sabah şarabını içme vakti geldi.. Çünkü mest olmadan, ayık olarak yaşamak bir çeşit ölümdür... Sevgilim, ya bu âşığın gönül rebabının, iniltilerini, feryatlarını hoşgör... Yahut da, yanıp yakılan bu yaralı gönle acı, onu gözet...” Bir rubai (dörtlük) daha: “Sâki! Sana dedim ki, bana katıksız, duru şarap getir.. Hür olan kişiyi canlandıran dirilten içkiyi getir.. Sana dedim ki feleğin bu devrinde esen, başka bir hava vardır.. Ey sevgili, işte o hava esinceye kadar sen bana şarap getir...” 13’üncü yüzyılda yaşamış Mevlana Celalettin- i Rumi’nin kenti Konya’da 700 yıl sonraki taas- suba bakın, kentte bir kadeh içecek yer bulamı- yorsun... Türkiye nereye gidiyor?.. Taassup, irtica, yobazlık günden güne moda- laşıyor... İslamı siyasal iktidar için kullananların gözleri- ni hırs bürümüş... Gidişat korkutucu... Ülkemizin yararına, Çağdaş uygarlık düzeyine uyumlu, Kalıcı, bir rektör seçimi sistemi arıyoruz. Ü niversitelere rektör seçimlerin- de yaşanan sõkõntõlar artarak ka- muoyunu da etkilemeye devam ediyor. Rektör seçimlerinde ya- şanan sõkõntõlar, üniversitelerin iç sorunu olmaktan çõkarak toplumun aydõn ke- simini de etkilemektedir. Bizde, 1933 yõlõnda ilk üniversitenin kuru- luşunda rektör, eğitim bakanõ tarafõndan se- çiliyor, cumhurbaşkanõnõn onayõ alõnõyordu. 1946 yõlõndan itibaren rektör seçimleri özerk- liğin bir gereği olarak, üniversitede görevli pro- fesörlere bõrakõldõ. Üniversite profesörleri kendi aralarõndan bir profesörü iki yõllõğõna rek- tör olarak seçiyorlardõ. Bazõ düşünürler, devlet üniversiteleri halka ait olduğuna göre, üniversite yöneticilerinin halkõn temsilcileri tarafõndan atanmasõnõn de- mokrasi gereği olduğuna işaret etmektedirler. Bugün ülkemizde uygulanan, ‘seçim-atama’ karma sistemi, bize 12 Eylül 1980 ihtilalinin bir armağanõdõr. Son tercihin devlet başkanõ- nõn elinde olmasõnõ amaçlamaktadõr. Rektör seçim yönteminin demokratik olmayan öz yapısının dışında iki önemli fak- tör dikkatimizi çekmektedir. Birincisi, sis- temin, politikanın etkisinde kalma olasılı- ğının fazla olması, ikincisi de kanunun, rek- törün görev tanımının çok fonksiyonel ol- mamasıdır. Son tadillere göre bugün yürürlükte olan ka- nunumuz, hem seçim usullerini ve hem de rek- törün görevlerini teker teker sayarak belirle- mektedir. Kanunumuzun 13. maddesi rektö- rün görev, yetki ve sorumluluklarını altõ ay- rõ fõkrada açõklamaktadõr. Bu maddeler arasõnda ölçülebilir bir sorumluluk ve belirli hedef yok. Rektörlerin mütevelli heyetçe tayin edilmesinin gerekçesi Rektörlük uzmanlõk gerektiren bir görevdir. Cumhurbaşkanõ’nõn bu görevin inceliklerini bi- lerek atama yapmasõnõ bekleyemeyiz. Tanõdõğõ veya sevdiği veya gelen istihbarata göre ya- põlacak bir tayinin, üniversiteye yararlõ olacağõ düşünülemez. Bugün hepsi birer kamu kuruluşu olan (va- kõf ve devlet) toplam 127 üniversitemizin rek- törlerinin yüzde 31’i mütevelli heyet tarafõn- dan seçilmektedir. Halkõn halk tarafõndan, halk için yönetimin tarifine en çok uyan “mütevelli heyet” siste- minin başlangõçta Ortadoğu Teknik Üniver- sitesi’nde uygulandõğõ ve elde edilen kaza- nõmlarõ ile diğer üniversitelere fark attõğõ ve bu farkõn hâlâ kapatõlmadõğõ göz ardõ edilmeme- lidir. Aynõ şekilde kuruluşundan beri mütevelli heyetle yönetilen Bilkent Üniversitesi’nin toplumdaki saygõnlõğõ da açõkça bilinmekte ve görülmektedir. Devlet üniversitelerinde mütevelli heyetin oluşturulması Demokrasi yönünden olduğu kadar verim- lilik yönünden de mütevelli heyet sisteminin gerekli olduğu açõktõr. Üniversitelerimizin en büyük sorunu olan kaynak sõkõntõsõna, ancak mütevelli heyetler çare bulabilirler. Yükseköğretim Kurulu’nun gözetim ve de- netimi altõnda, devlet üniversiteleri ile devlet yardõmõ talep eden vakõf üniversitelerini yö- netecek “mütevelli heyetin” seçimi için oluşturulacak, seçici kurula ait genel prensipler ve temel ilkeler ile seçici kurul, mütevelli he- yet ve rektörlerin görevlerine ait temel ilkeler aşağõda özetlenmiştir. Seçici Kurul: Üniversitenin bulunduğu ilin valisi başkanlõğõnda, belediye başkanõ, baş savcõ ve kõdemli hâkimi, garnizon komutanõ, ticaret ve sanayi odalarõ başkanlarõ, vergi re- kortmenleri, meslek kuruluşlarõ temsilcileri ile sivil toplum örgütleri temsilcilerinden oluşur. Mütevelli heyet üyeleri, topluma mal ol- muş, o üniversite mensubu ile toplumun herhangi bir kesiminin temsilcisi olma- yan, üniversiteye bağış yapacak veya yap- tıracak kişiler arasından seçilir. Mütevelli Heyet: Üniversiteyi yöneten ve temsil eden en yüksek kuruldur. Üyelerin gö- rev süresi 6 yõldõr. En az yedi üyeden oluşur. Üniversitenin ilerlemesi ve fonksiyonlarõnõ ye- rine getirmesi kurulun temel görevidir. Top- lum ile üniversite arasõnda hem tampon ve hem de köprü görevi yapar. Kamuya karşõ üniver- siteyi temsil ettikleri halde, akademik konu- larla doğrudan ilgilenmezler. Rektör: Mütevelli heyet adõna sözleşme- sinde belirtilen hedefler doğrultusunda üni- versiteyi yöneten kişidir. Mütevelli heyetin oluşturacağõ bir komite adaylar ile görüşme ve araştõrmalar yaparak, birkaç adayõ yönetim ku- ruluna bildirir. Bu komitede, bazõ yönetim ku- rulu üyeleri, öğretim üyeleri ile öğrenci tem- silcileri yer alõr. Yönetim kurulu bu adaylar- la uzun süren mülakatlar yapar ve sonuçta bun- lardan biri ile sözleşme yaparak rektör olarak atar. Görevler: Genel eğitim politikasõ, müfre- dat programlarõ, işe alõnacak yeni öğretim üye- leri ve öğrenci kabulü ile ilgili konular, aka- demik personelin önerileri üzerine akademik kurulda belirlenerek mütevelli heyetin onayõna sunulur. Akademik konularda olduğu gibi, söz- leşmesinde belirtilen konularda mütevelli he- yete karşõ sorumludur. Rektör, mütevelli heyetin görüşünü alarak üniversitenin mali ve idari işlerini yürütmek, kaynak yaratmak için bir idari ve ayrõca aka- demik işlerini takip için ayrõ bir yardõmcõ se- çer. Rektör üzerine aldõğõ görevleri büyük oran- da yerine getirmeye devam ettiği sürece gö- revine devam edecektir. Verimin düşmesi veya hedeflerden büyük oranda geri kalõnacağõ belirince sözleşmesinin devam etmeyeceğini mütevelli heyet kendisine bildirir. Esasõnda rek- tör, bir rekabet ortamõnda üniversiteyi rakip- leri arasõnda ileriye götürmeye ve öne geçir- meye mecbur olduğunu bilerek görevini sür- dürecektir. Türkiye’de bugün mevcut 127 üniversitede 610 fakülte, 690 yüksekokul, 250 enstitü ve 90 bin kadar öğretim elemanõ olduğunu dü- şünürsek, bu kadar büyük bir organizasyonu tek bir merkezden yönlendirmenin veya kont- rolünün güçlüğü kendiliğinden ortaya çõk- maktadõr. İleri ve kalkõnmõş ülkelerde olduğu gibi, üni- versitelerimizin, meşru zeminde bir rekabet or- tamõnda çalõşmalarõnõ kontrol edecek birer mü- tevelli heyetin oluşturulmasõ kaçõnõlmazdõr. Rektör Seçimleri... Latif MUTLU İstanbul Bilgi Üniversitesi Kurucusu Türkiye’de bugün mevcut 127 üniversitede 610 fakülte, 690 yüksekokul, 250 enstitü ve 90 bin kadar öğretim elemanõ olduğunu düşünürsek, bu kadar büyük bir organizasyonu tek bir merkezden yönlendirmenin veya kontrolünün güçlüğü kendiliğinden ortaya çõkmaktadõr. Bir Şeyler Yapmalõ... Erol ERTUĞRUL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle