05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 22 AĞUSTOS 2008 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Montreux de mi Kriz? KISA zamanda saygınlık kazanan Kemalist Türkiye ile eninde sonunda kendini dünyaya kabul ettiren Sovyetler Bir- liği’nin 1936’da birlikte kotardıkları Montreux Sözleşmesi, uluslararası hukukun en sağlam belgelerinden biridir. Ay- nı denize kıyıdar devletlerin haklarını koruyan, ama “zarar- sız geçiş” hakkını da benimseyerek uluslararası ticaret yol- larını açık tutan ayrıntılı hükümleriyle. Rejim değişiklikleri ne olursa olsun, kuruluşları ve dün- ya sahnesine çıkışları bakımından yaşıt iki devlet arasındaki ilişkileri perçinleyen bir metindir Montreux. Öyle olduğu için- dir ki, Boğazlardan geçişin düzenlenmesi, ödemelerin saptanması ve kılavuz alıp almama, hatta tartışmalı gemi- lere izin verilip verilmemesi gibi sorunlarda bu iki devletin uzlaşması hiç zor olmamıştır. Şu bile söylenebilir: Soğuk Savaş’tan sonra Ukrayna Rus- ya Federasyonu’ndan ayrılıp Sovyetler’in Karadeniz fi- losu paylaşılınca, sivil güvenlik konularının asıl sorumluluğu bu denizde en uzun kıyısı olan Türkiye’ye düşmüştür. Mos- kova böyle bir sonuçtan asla rahatsız olmadığını, tam ter- sine memnunluk duyduğunu çeşitli vesilelerle açıklamak- tan geri kalmadı. Türk Deniz Kuvvetleri ve özellikle genç bir ekibin yönetimindeki Sahil Güvenlik Komutanlığı da bu so- rumluluğu eksiksiz yerine getirmeyi sürdürdü. Bu açıdan bakınca, deniz haydutluğunun Malaya Boğazı ya da Somali açıkları gibi yerlerde hâlâ kol gezdiği düşünü- lürse, bugünkü Karadeniz’i dünya denizlerinin en güvenli yer- lerinden biri saymak yanlış olmaz. Gelgelelim, yeryüzünün her köşesinde borularını öttürmeye alışmış Batılı devletlerin bir kısmı, başta ABD olmak üze- re, burunlarını buraya da sokmaktan ve ara sıra Montre- ux’nün hükümlerini zorlamaktan geri kalmıyorlar. AB’ye ya- manmak ve ABD’nin hoşuna gitmek için her şeyi yapma- ya yatkın iki Karadeniz ülkesi, Romanya ile Bulgaristan da bu çabalara yardımcı olmaktalar. Gürcistan Savaşı sonra- sında Amerika’nın iki büyük askeri hastane gemisini Bo- ğazlardan geçirmek istemesiyle birlikte, Montreux’ye iliş- kin olarak “kriz” sözcüğü yeniden dillerde dolaşmaya baş- ladı. Oysa, kriz konusu edilmeyecek bir uluslararası uzlaş- ma varsa, o da hiç kuşkusuz, sağlam hukuk temellerine otur- tulmuş olan Montreux Sözleşmesi’dir. Yalnız, Türkiye bu konuda kamuoyuna hiç duyurulmayan bir sürprize hazır olmalı: Annan Planı dolayısıyla belli ol- du ki, Rum Yönetimi “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak İngiltere’nin haklarının da mirasçısı, yani “ardıl”ı olduğunu, dolayısıyla Montreux’nün taraflarından biri sayılması gerektiğini 1967’de iddia etmiş ve o yılın iyimserlik dönemlerinden bi- rinde Sözleşme’nin “depoziter”i olan Fransa kanalıyla ge- len bu isteme Ankara itiraz etmemiş. Şimdi, kriz çıkarmak isteyenlerin yanına yakında Rumlar da eklenirse şaşırmaz mısınız? [email protected] PENCERE Ülkede Barış, Güven ve Huzur İçin... Osmanlı Devleti çağdışında kalmış bir impa- ratorluktu; er-geç tasfiye edilecekti; bu süreç Bi- rinci Dünya Savaşı’yla gerçekleşti. Gerçi padişah-halife otoritesindeki devlette çağa uyak uydurmak için 2’nci Mahmut’la baş- layan Tanzimat’la süregelen yenilik çabaları ya- şanmıştır; ama derde deva olamamıştır. Sanayileşen Batı’nın neredeyse tam egemen- liği altına düşen bu İslam devletinden bir laik Cum- huriyet çıkarmak, ancak bir Ulusal Kurtuluş Sa- vaşı’yla gerçekleşebildi. Hıristiyan Avrupa, Reform, Aydınlanma, sana- yileşme, laiklik üzerinde yükselen demokrasiye geçişi aşağı yukarı 500 yıllık kanlı bir tarihi ya- şayarak başarabilmişti. İslam dünyasında ise yalnız Türkiye bu yolda elle tutulur bir adım atmış, daha sanayileşmeden laik Cumhuriyet devrimini gündeme getirmiştir. Ancak yaşadığımız günlerde karşıdevrimin yükseldiği de gerçektir, İslamcılık (dincilik), elle tutulur, gözle görülürcesine somutlaşıyor. Üstelik bu karşıdevrim sandıktan çıkıyor, ken- disine özgü insan yetiştirmeyi bir eğitim süreci- ne bağlıyor, İslamda Aydınlanma’nın özel ko- şullarını kavrayamayan -ya da istemeyen- Batı’dan da destek sağlıyor. 1923 Devrimi’ne ve Aydınlanma’ya bağlı top- lumsal ve kurumsal güçler köşeye sıkışmış gö- rünüyorlar. Peki, laik Cumhuriyet, en başta Amerika olmak üzere, Batı’nın öngördüğü gibi ılımlı İslam dev- leti (ya da islamcı demokrasi?) projesine teslim olacak mıdır?.. Bugün Türkiye’de yuvarlak rakamla AKP yüz- de 47, CHP yüzde 20 oy toplamışlardır... İktidar partisine oy verenlerin tümünün İslam- cı bir devlet özlemi içinde bulunduğunu düşün- mek yanılgıdır... Ama, CHP’ye oy veren yüzde 20’nin laik Cum- huriyeti sonuna dek savunmak eğilimini benim- sediklerine kuşku yok... Toplumda büyük bir huzursuzluk yaşanmak- tadır... Anayasa Mahkemesi’nden AKP’nin laikliğe karşı eylemlerin merkezi olduğuna ilişkin karar çık- mıştır... Bu durumda Türkiye’deki gerilime kim son ve- recek, huzur ve güven nasıl sağlanacak, laik ve demokratik Cumhuriyet yandaşları nasıl kendilerini güvence altında göreceklerdir?.. Çok kısa, demokratik, oldukça basit ve etkili bir yöntem vardır... AKP şimdiye dek CHP ile (anamuhalefet ile) te- ması ve işbirliğini kökünden reddetmiştir; bundan sonra da -Anayasa Mahkemesi kararına karşın- bildiği yolda yürüyeceğine ilişkin göstergeler pek çoktur... Eğer AKP laik Cumhuriyetin temel çıkarlarını, yasalarını, dengelerini gerçekten korumak niye- tindeyse, bundan böyle anamuhalefetle barışık bir yolu yeğler... AKP’nin üstünden takıyye kuşkusu, ancak CHP ile, daha başka deyişle anamuhalefetle te- mas, dayanışma ve karşılıklı güven sürecinde da- ğılabilir... Biz AKP’nin yüzde 47, CHP’nin yüzde 20 ağırlıkta olduklarını sanmıyoruz... AKP’nin “ben yüzde 47 oy aldım, fırsat bu fır- sattır” eğilimine girmesinin ülkeye kötülük, de- mokrasiye aykırılık olduğunu düşünüyoruz... AKP’nin elinde daha fırsat vardır; takıyye kuş- kusunu anamuhalefetin işbirliği ve desteğiyle üs- tünden atabilir; Anayasa Mahkemesi’nin kararı- na uyum sağlayabilir. 8 Ağustos 2008 günlü Cumhuri- yet’te, Sayõn Fırat Kozok’un bir haberi vardõ: “Sosyal Hizmet- lerde Manevi Bakım.” Başba- kanlõk’a bağlõ Özürlüler Yüksek Kurulu Üyesi, Prof. Dr. Ali Seyyar’õn “Sosyal Hizmetlerde Manevi Bakım” adlõ bir yapõtõnõ okumuş Sayõn Fõrat Kozok (Şefkatli Eller Yayõnlarõ). Prof. Dr. Seyyar, çocuk yuvalarõnda, cezaevlerinde, õsla- hevlerinde, sõğõnma evlerinde, kadõn ve ço- cuk mahkemelerinde, “ilahiyat” eğitimi görmüş bir “manevi bakım uzmanı” bu- lundurulmasõnõ öneriyor. Bay Seyyar, bu ku- rumlara birer ruhbilimci ya da birer ruh has- talõklarõ uzmanõ atanmasõnõ istese, kimse- nin bir diyeceği olamaz. Sayõn Kozok’un yaptõğõ alõntõlarda, beni çok rahatsõz eden salõklar (tavsiyeler) var. Temel eğitimden geçmiş her insanõ ürpertecek bilgi zavallõ- lõğõ içeriyor bu yapõt. Bay Seyyar, özürlü (ben bu kavramõ sevmiyorum, bedensel ya da ahlaksal en- gelli demeyi, daha uygun buluyorum) in- sanlarõmõzla (genellikle çocuklarõmõzla), “manevi terapistlerin” ilgilenmesini isti- yor. Ruhsal sorunlar yaşayanlarõ, imamla- rõn (ilahiyat eğitimi almõş kimseler dediği bunlar) iyileştirmesini öneriyor. “Özürlü- ler”e, “Bu durumunuz bir hediyedir. Bu şekilde ölürseniz şehit sayılırsınız, cen- nete gidersiniz. Sabırlı olun” diye öğüt ve- riyor. Kuşkusuz, önerdiği imamlar, en- gelli çocuklarõmõza, “İyi ki, böyle doğ- muşsunuz” ya da “İyi ki, bu duruma gel- diniz, sakın iyileşmeyin, doktor yardımı istemeyin, sabredin. Bu durumunuz, si- ze, yüce Tanrı’nın bir armağanıdır. Özürlü ölürseniz, şehit işlemi görürsü- nüz. Yeriniz, sorgusuz sualsiz cennettir” diyecekler. Şöyle bir düşündüm: “Bay Seyyar, ruh- sal sayrılıkları biliyor mu?” Ola ki ruh- bilimcidir! Genellikle, ruh sayrõlõklarõ iki ana dalda incelenir. Psychosis (psikoz) ve neurosis (nevroz). Psikoz, kişide anlak (zi- hin) işleyişinin büyük ölçüde bozuluşu, ki- şilik değişimi ile görünen sayrõlõklardõr. Di- yelim, beyinde organsal bozuk bir bölge (le- sion: -lezyon- sayrõlõklõ değişim gösteren do- ku bölgesi) olmadõğõ halde, gelişen bir an- lak (zihin) bozukluğu (fonktronal psycho- sis) vardõr kişide. O kişinin anlağõ, işlevsel bozukluk gösteriyor. İmam, bunu nasõl saptayacak? İşlevsel bozukluğun nedenle- rini nasõl araştõracak? Hangi yöntemleri kul- lanacak? Tanrõbilimde, böyle bozuklukla- rõ çözümleyecek tek bir söze rastlayamaz- sõnõz. İmam, Bay Seyyar’õn önerisiyle, böyle bir kişiye, “Sakın hekime gitme! İlaç falan alma! Tanrı, sana bir armağan ver- di. Böyle öl ve şehit ol. Cennet önünde. Ne mutlu sana!” diyecek, onun bir an ön- ce ölmesini sağlayacak. Ruhsal bozukluklar Bir de, “Korsakoff’s Psychosis” (Kor- sakof psikozu) var. İmgeleme dayanan anõmsamalar, sanrõlar, eski anõlarõ sürekli yinelemeyle, zaman zaman kõşkõrtmalarla belirgin, zaman zaman birkaç sinirin ilti- habõnõn (polyneuritis, polinevrit) ve kan- sõzlõğõn (anemia, anemi) eşlik ettiği ruhsal bozukluktur bu. “Manevi bakım uzmanı imam”, nasõl anlayacak Korsakof psiko- zunu? Hiçbir imam, imgeleme dayanan anõmsamalarla yinelenen anõlarõ ayõramaz. Bu da, bir öğrenim işidir. Bir imam, psikoz ile nevrozu nasõl ayõracak? Nevrozlarda, si- nir dizgesinde bozukluk görülmez, ama çev- resel gerilimler ve bilinçaltõndaki çözüme kavuşmamõş duyularõn (his), dürtülerin ve düşüncelerin yarattõğõ ruhsal bozukluklar görülür. Sinirsel bozukluklar Kişinin uğraşõna bağlõ olarak, bir organõn işlevini yapamamasõndan kaynaklanan si- nirsel bozukluklar da (occupational neu- rosis) vardõr. Örneğin, tek parmakla dakti- lo yazdõğõm için, sağ elimin işaret parma- ğõnõn birinci boğumunda fõtõk oldu. Sinir- lerim bozuldu. Saygõn dostum Operatör Dr. Mehmet Altınok, cerrahi bir işlemle sağ- lõğõmõ kazandõrdõ bana. İmam, ne yapacak bu durumda? “Keşke, bütün parmakların puç olsa! Doğru cennete gidersin!” mi di- yecek? “Traumatik neurosis” (travmatik nevroz) de vardõr. Sorumlusu, kesinlikle, Atatürk değildir! Fiziksel bir zarar gören kişide görülür bu ruhsal bozukluk. İmam, gözünü çalõ çizmiş sana ne salõk verecek? “Sakın hekime gitme! O çalı, sana Al- lah’ın armağanıdır. Sabret! Bir an önce öl ve şehit ol! Cennette yerin hazır!” mõ diyecek? Bay Seyyar’õn en korkutucu bakõmõ da şu: “Her şeyin kader planında cereyan etti- ğini esas alan model (yani manevi bakım, tanrısal örnek), bakıma muhtaç kişilere, içinde bulundukları duruma havf (kor- ku) ile reca (rica, dileyiş, dilemek, dilek) duygularıyla bakmalarını, yani Allah’ın sevgisinden ve emniyetinden (güvencin- den) mahrum (yoksun) olma korkusu ile ona tevekkül (yazgıya boyun eğme) ve teslimiyet (kendini verme, teslim olma, boyun eğme), ümit beslemenin en akıllı yol olduğunu tavsiye eder.” Eleştirileri ön- lemek için de, tõbba başvurmayõ ve dünya nimetlerini dõşlamamayõ anõmsatõyor. Dü- şünülmesi bile, çağdaş insanõ ürkütüyor bu “manevi bakım”õn. Yazgõya boyun eğe- ceksiniz, Tanrõ’ya bõrakacaksõnõz kendini- zi! Bu da “temel örnek” olacak! İyi de, Bay Seyyar’a sormak isterim: “Her şey, yazgı tasarınca akıp gidiyorsa, 19 Mayıs 1919’da, Tanrı’nın bize Mustafa Kemal’i SosyalHizmetlerve‘ManeviBakõm’ Vecihi TİMUROĞLU Bay Erdoğan ve profesörü düşünsünler bakalõm: “Atatürk’ü anlayamayanlar mõ aymaz, yoksa anlayanlar mõ?” Bir özürlü (bedensel ya da anlaksal) çocuğa, “Senin bu durumun, Tanrõ’nõn armağanõdõr” diyen insana ne denebilir? Bay Erdoğan, vermelidir yanõtõnõ. armağan ettiğini, ne- den düşünmüyorsu- nuz? Bu büyük arma- ğanın yolu size dikenli mi geliyor? Cinlerle işi- niz ne? Manevi bakı- mınızı cinler mi yapa- cak?” Bay Seyyar, Türkçeye de yabancõ. “Cinler, du- mansız ateş alevinden yapılmıştır” diyor. “Du- mansız ateş alevi” diye, Türkçe bir kavram yok- tur. “Ve’ccane halakna min kablu minen nâr”õ (Hicr suresi, ayet 27), “Ve cinleri (cinlerin ba- basını) yarattık kor ateşten” diye çeviririz. Cinlerin ne işi var top- lumsal hizmetlerde bile- mem, ama yeri olsa, bu varlõklarõn babasõnõn İb- lis (Şeytan) olduğunu “kor ateş”in de, Şey- tan’la Tanrõ’nõn Âdem üzerine tartõşmalarõnda belirtildiğini (A’râf 12, Hicr 33, Sâd 76) ayrõntõ- larõyla anlatõrdõm. Yerden amacõm da, konunun ge- reksizliğidir. Kuran’da koca bir “Cin Suresi” var. Atatürk Devrimi’ni yaşamõş Anadolu’da, 2008 yõlõnda, Süley- man’õn ordusundaki “as- ker cinler”i mi (Neml 17), Süleyman’õn türlü işlerde kullandõğõ emek- çi cinleri mi (Sebe 12) an- latalõm: Bilimsel devrimi 17. yüzyõlda yapmõş Ba- tõ’nõn karşõsõndaki duru- mumuz belli oluyor. Bir “Prof. Dr.” nelerle uğ- raşõyor? Bu cinler, “va- hiy hırsızlığı” da yap- mõşlardõr. İnsanlarla cin- lerin çoğu, “cehennem için” yaratõlmõşlardõr. Bay Recep Tayyip Er- doğan’õn, karşõtlarõnõ eleştirirken söylediği “Gözleri var ama gör- mezler, kulakları var ama işitmezler” sözleri, cinlerle insanlardan söz eden bir ayetten (A’râf 179) alõnmõştõr. Ayetin sonu şöyle: “İşte bunlar, hayvanlar gibidirler. Hayır, daha da şaşkın- dırlar. Aymaz olan da, bunların ta kendileri- dir.” Bay Erdoğan ve profesörü düşünsünler bakalõm: “Atatürk’ü anlaya- mayanlar mı aymaz, yoksa anlayanlar mı?” Bir özürlü (bedensel ya da anlaksal) çocuğa, “Se- nin bu durumun, Tan- rı’nın armağanıdır” di- yen insana ne denebilir? Bay Erdoğan, vermelidir yanõtõnõ.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle