27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Üç Yüzler Listesi! Üç yüz imzalı bir bildiri yayımlanmış... Konu, Ergenekon davası!.. Bir yıldır yüze yakın insanımız bu davanın “sanık”ları olarak içerde “yatmakta...” Bu üç yüz kişi onları mı savunuyor? Neden, niçin, hangi suçtan yattıklarını bilmeyen insan- ları mı? Tam tersi!.. “Ergenekon” adı verilen olay daha da derin- leştirilsin, “içerde” yatanların daha ne gibi suçlar işledikleri ortaya çıkarılsın, içeri tıkılmayan başka aydınlar, başka insanlar varsa, onlar da toplatıl- sın diye mi?.. Altı yıldır iktidarda olan bir hükümetin yarattığı nice karışık, kördüğümleştirilmiş sorun varken onları görmemek, ille de Ergenekon konusunu işlemek!.. Kendilerine “aydın” diyen bu üç yüz kişi nere- den, nasıl gelmişler, nasıl yetişmişler, yetiştir- ilmişler, aydın olmak isteyen gençlere örnek ol- sunlar diye bilmek gerekmez mi? Nasıl da bir araya gelebilmişler? Hani “aydın- lar” bir türlü anlaşamazdı, birleşemezdi!.. Hangi amaç, hangi yarar için, hangi çıkar uğruna, bun- ca yetişkin arkadaş bir araya gelebilmiş! Eleştirmek değil övmek istiyorum, bencillikten kurtulup toplu bir dayanışma, bir direniş göster- mek kolay iş değildir! Bir arkadaş geçen gün soruyordu, “Bu üç yüz kişi, iki bin beş yüz sayfalık ‘iddianame’yi okuya- bildiler mi? İçlerinden biri çıkıp ‘ben baştan so- nuna kadar okudum, notlar aldım, işin püf nok- talarını anladım, ülkemiz için ne denli önemli olduğuna inanarak bu bildiriyi imzaladım’ diye- bilir mi?” Diyen varsa, çıksın ortaya... PENCERE Evrakta Sahtecilikten Zanlı Cumhurbaşkanı... Son günlerde bu köşede çıkan “Masal Masal Matitas” yazısından birkaç satır aktarıyorum: “... Cumhurbaşkanı Gül ‘evrakta sahtecilik’ suçundan zanlıdır... Aynı suçtan Erbakan hükümlü... Gül yargılanırsa ne olacak?.. Erbakan gibi mi olacak?.. Bir devletin cumhurbaşkanı evrakta sahtecilik suçundan zanlı olabilir mi?.. Soruyu bu köşede kimbilir kaçıncı kez soruyo- rum, Çankaya’da tısss yok...” (9.8.2008) Sonunda Çankaya’dan “tısss” çıktı... Ama nasıl?.. Medyada iktidar yanlısı gazeteler olayı es geç- tiler; Posta haberi şöyle verdi... Manşet: “2 No’lu sanık 1 No’lu sanığı affetti...” Haber: “Kapatılan Refah Partisi’ne verilen 1 trilyonluk Hazine yardımını iade etmeyip sahte belgelerle harcanmış gibi göstermekten 2 yıl 4 ay hapis ce- zası alan Erbakan’ı Gül affetti. Erbakan bu davanın 1 numaralı, Abdullah Gül ise 2 numaralı sanığıydı. Gül o dönemde Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı idi.” Her şeyden önce sormak gerek: - Kayıp trilyon nerede?.. Kimin cebine girdi?.. Sonra da bu işin raconunu düşünmekte yarar var; 1 No’lu sanık neden mahpustu? 2 No’lu sanık neden dışarıdaydı?.. Çünkü Erbakan antiamerikan tutumuyla siya- sette zokayı yemişti; Gül ise RTE ile birlikte Ho- ca’sına ihanet ederek Bush desteğiyle iktidara geçmişti... Gül milletvekili dokunulmazlığı nedeniyle Ho- ca’sıyla birlikte yargılanamamış, ardından AKP oy- larıyla Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuştu.. Peki, şimdi 2 No’lu sanık neden 1 No’lu sanı- ğı affederek dünyada görülmemiş bir garabete im- za atıyor?.. Büyük olasılıkla aralarında şöyle bir konuşma geçmiş olabilir... Erbakan - Alooo... Gül - Buyrun hocam, emredin... Erbakan - Eh, artık bizim işi çözmenin zama- nı geldi.. Gül - Hocam çok zor, özel bir durum, estek kös- tek... Erbakan - Evlat, sabrımı taşırma, konuşurum ha... Eğer Türkiye’de devlet diye bir şey varsa zan- lı kişi cumhurbaşkanı olamaz.. Hem de 1 trilyon uğruna evrakta sahtecilik gi- bi bir suçu işlemekle zanlı kişi, Cumhurbaşkan- lığı koltuğunda hiçbir zaman oturamaz... Bırakın cumhurbaşkanlığını, evinizde, işinizde, şirketinizde, kurumunuzda sahtecilik zanlısına gö- rev verip güven duyabilir misiniz?.. Gül hocasını affetti, ama, kendisini affedemez; yargılanıp aklanmadan temize çıkamaz... A n a y a s a M a h k e - mesi bek- lenenden farklõ bir karar almadõ. AKP’yi kapatmayarak ABD, AB ve ülke büyük sermaye- sinin beklentilerini boşa çõkarmadõ. Sisteme bir bütün olarak baktõğõ- mõzda karar kesinlikle sürpriz değildir. Zaten Cumhuriyet Başsavcõ- sõ’nõn iddianamesini Anayasa Mahkemesi’ne verdiği ilk günden iti- baren bu sonuç konu- şulmaya başlanmõştõ. Kararõn bu yönde ola- cağõ ta başõndan apaçõk ortadaydõ. ABD ve AB bürokratlarõ aba altõn- dan sopa gösterirken ka- rarõn ne yönde olmasõ gerektiğini de belirti- yorlardõ. Bu karar nasõl alõndõ, oylama şöyle ol- du, böyle oldu. Aslõnda öyle değil şöyle olma- lõydõ. Bu ve benzeri tar- tõşmalar detaydõr. Sonucu değiştirmeye etkisi yoktur. Ve iktidar ve egemenler tarafõndan da pek öyle dikkate alõn- mayacaktõr. Bu türden tartõşmalarõn AKP kar- şõtlarõnõn çenesini yor- maktan ve yüreklerine su serpmekten gayrõ bir yararõ da olmayacaktõr. Oysa gerçek somut. Bu karar AKP yönetiminin ve sonuna kadar taraf- tarlarõnõn canõnõ sõkma- dõ. Tam tersine devletin temel ilkelerinin didik- lenmesinin fiyatõnõ öğ- rendiler. Bundan sonra işleri daha kolay. Tartõşmalarda ilginç bir yan daha var. İyim- ser olmayõ yaşam biçimi gibi alan bazõlarõ Re- cep Tayyip ve AKP’nin Anayasa Mahkeme- si’nin bu kararõndan son- ra “daha dikkatli” ha- reket edeceği gibi bir inanç içindeler. Bu iyim- serliklerinin nereden kaynaklandõğõnõ bilme- miz tabii ki mümkün değil. Oysa ben tam ter- si bir inanç içindeyim. Recep Tayyip olağan- üstü bir şey olmazsa eğer, partisinin artõk ka- patõlamayacağõndan emin. Eh olağanüstü bir şey olma olasõlõğõ da ol- madõğõna göre, Recep Tayyip bundan sonraki davranõşlarõnda bunu ke- sinlikle dikkate alacak- tõr. Bu işin bir yanõ. Di- ğer yanõ, Recep Tay- yip’in manevra alanõ öyle sanõldõğõ kadar ge- niş de değil. Aylardõr yazõlan “deliğe süpü- rülme” konusu realite- dir. Eski moda olmuş ABD ve AB’ye eski başbakanlar gibi bir baş- bakan gerekmiyor. Yani artõk eski moda olmuş, ABD ve AB için yapa- bileceklerinin en iyisini yapmõş, görevini bihak- kõn yerine getirmiş, eh zaman zaman çekingen bir şekilde de olsa dirsek çevirme cesareti göste- rebilmiş bir başbakan günümüz koşullarõnda emperyalistlerin zama- nõnõ almaktan başka bir anlam taşõmaz. Önemli olan tam tes- limiyettir. Ülkesinin ka- deri değil, kendi kaderi Batõ ile, emperyalistlerin çõkarlarõ ile bütünleşmiş biri gerekmektedir. Şu gerçeği göz ardõ etmemek gerek, Türkiye tüm kurumlarõyla el de- ğiştirme süreci yaşõyor. Tüm kurumlar günün ihtiyaçlarõna göre yeni- den düzenleniyor. Em- peryalizmin dayattõğõ bu yeniden yapõlanmaya uygun davrananlar kilit noktalara yerleşiyor. Gerçekleşme olasõlõ- ğõnõn ucu açõk AB sev- dasõyla insanlar uyutu- luyor. Bu ve daha başka birçok nedenle emper- yalizm halihazõr duru- mun ve daha da yoğun- laşan bağõmlõlõk duru- munun hiçbir şekilde kesintiye uğramasõnõ is- temiyor. ABD olsun, AB ol- sun Türkiye’deki uzan- tõlarõna bu yeniden ya- põlanma sürecinde ol- dukça iyi rehberlik ya- põyor. Alkış tutuyor Özellikle AB büro- kratlarõ genel sol vurgu- larõ elden bõrakmõyor, demokrasiyi öne çõkarõ- yor. Kendisinin hiçbir zaman oy vermeyece- ğini söylediği bir parti- nin Türkiye insanõnõn geleceğini karartmasõna alkõş tutuyor. Onlarõn standartlarõ- na uygun bir “sol” ha- reket toparlanmaya ça- lõşõlõyor. Peki bu sol ne- menem bir sol olacaktõr. Şunu kesinlikle söyle- yebiliriz ki, bu sol deni- lecek şey Recep Tay- yip’in bir solcu versiyo- nundan başka bir şey olmayacaktõr. Daha şim- diden kollarõ sõvadõlar. Kendilerine isimler ara- sõndan isimler araştõrõ- yorlar. Liberal “sol” ol- madõ özgürlükçü “sol”, bu da beğenilmezse ra- dikal olmayan “sol”. As- lõnda isim hiç önemli değil. Onlarõn aradõklarõ sol- cu olmayan bir sol. De- mokrasi sakõzõnõ ABD, AB markalarõyla çiğne- mekten öteye geçeme- yen, solcu eskilerini, dö- nekleri bir araya topla- yan, emperyalizmin iş- birlikçisi, soldan çark “sol”. 1960’lõ yõllarda bizim sol literatürü- müzde bir kavram vardõ, komprador burjuvazi di- ye. Kõsaca burjuvazi içindeki işbirlikçileri, yabancõ sermayenin uzantõlarõnõ tanõmlamak için kullanõrdõk. Güzel bir kavramdõ. Buradan çõkarak, toparlanmaya çabalanan ve emperya- listler tarafõndan yedeğe alõnmaya hazõrlanõlan sola (komprador “sol”) en yakõşanõ olacaktõr. Bu isim Recep Tay- yip’in sol versiyonu ol- maya hazõrlananlara da cuk oturacaktõr. Recep Tayyip’e bak, ‘sol’unu al. AKP Kapatõlmadõ Fakat Uyarõldõ (mõ?) Ulvi OĞUZ Türkiye tüm kurumlarõyla el değiştirme süreci yaşõyor. Tüm kurumlar günün ihtiyaçlarõna göre yeniden düzenleniyor. Emperyalizmin dayattõğõ bu yeniden yapõlanmaya uygun davrananlar kilit noktalara yerleşiyor. (Bilginlerin aydõnlatamadõğõ toplumlarõ başkalarõ aldatõr. Marquis de Condorcet) B u yazõda, yer sorunu nedeniyle ko- nunun bir bütün olarak ele alõnõp eni- konu incelenmesi mümkün olama- yacaktõr. Bu yüzden kendine özgü koşullarõ ve güncelliğinden dolayõ sadece Kazdağ- ları örneğine, orada da öneminden dolayõ kõsaca atık sorununa değinilecektir. Altõn madenciliğinin görünmeyen ve ne- dense hiç gündeme getirilmeyen yüzünde işin ekonomik boyutu, yani çıkarılan al- tının ne kadarının ülkeye kalacağı hususu vardõr. Bu üzerinde önemle durulmasõ ge- reken bir konudur. Çünkü, madenler bir defa vardır. Bu yadsõnamaz gerçeğin do- ğal bir sonucu olarak da, madenlerin tüm ge- lirinin ülkede kalmasõ büyük önem taşõ- maktadõr. Madencilikte akõllarõn sonradan başa gelmesi bir işe yaramaz. Burada ya- põlacak hatanõn telafisi yoktur. Ne yazõk ki halkõmõz, bu konuda henüz yeteri kadar bi- linçlenmemiştir. O şimdilik siyanür’ü ve ağaç kesilmesi’ni handikap olarak görmekte ve onunla meşgul olmaktadõr. Kendisi için altõndan bile daha kõymetli olup yaşamsal bir önem taşõyan su problemini gündemi- ne bile alamamõştõr. Kaldõ ki, bir bakõma si- yanürden bile daha önemli olabilen bir de atık problemi vardõr ki henüz onun boyu- tunu da kavramõş değildir. Atık daha büyük sorun Altõn madenciliğinde ortaya çõkan atõk- larõn zehirli (yani siyanürlü) olup olmamasõ veya zamanla siyanürün uçarak etkisiz hale geleceği iddiasõ, onlarõn çok ciddi bir problem teşkil ettiği gerçeğini değiştir- mez. Sorunun büyüklüğü şuradan ileri gel- mektedir: Tonda 5 gr. altın olan bir ara- zide, bu 5 gr. altın alındıktan sonra, ge- riye 999 kilo 995 gr. kazılmış ve siya- nürlenmiş toprak kalmaktadır. Bu bir işe yaramayan atık, bir yerlere yõğõlmak, de- polanmak zorundadõr. Bu gerçek, çevre açõ- sõndan düşünüldüğünde siyanürden bile da- ha büyük bir sorun teşkil eder. Kazdağları’nda da durum aynõdõr. Şim- diki safhada herkes, madencilik faaliyeti- nin başlama anõndaki ağaç kesimlerini gündeme getirmekte, faaliyet bittikten son- raki durumu hayal bile edememektedir. İşin en üzüntü veren tarafõ da, halkõn yanõnda yer almasõ gereken devlet yetkililerinin, böyle davranmak yerine, tam tersi bir tutumla, al- tõn madencilerine (yabancõ şirketlere) des- tek çõkmalarõ, hatta onlarõ, kendilerinden bi- le daha şiddetle savunmalarõdõr. Tipik bir örnek vermek gerekirse, Kazdağları ola- yõ ilk gündeme geldiğinde yöreye gelen bir yetkili: “Bu bir arama faaliyeti, işletme değil ki” diye, olayõ küçültmeye çalõşmõş- tõ. Halbuki her arama faaliyetini, maden varlõğõ tespit edildiğinde, bir işletme tale- bi takip eder. Böyle bir talep karşõsõnda, ara- ma iznini vermiş olan yetkililer acaba han- gi gerekçe ile işletme iznini vermemezlik edebileceklerdir ki?.. Halkın göremediği gerçek Gene aynõ yetkilinin, halkõn tepkisini azaltmaya yönelik bir beyanõ daha olmuş- tu. Arama sondajlarõnõ kastederek: “Bun- lar bardak çapında delikler. Hepsini toplasan 1 m2 bile etmez” diye, birbi- rinden yüzlerce metre uzaklõkta yapõlan son- dajlarõ, sanki hepsi de 1 m2 lik küçük bir alan içinde yapõlõyormuş gibi bir intiba ve- rerek küçültmek istemiş, en azõndan bu işin bilenlerini de “safın safı insanlar” yerine koymuştu. Ben de şimdi sayõn yetkilinin bu düşün- ce sistemini ödünç alarak, onunkine benzer bir yorumu atõklar için yapmak istiyorum: “Varsayalım ki aramalar sonucu Kaz- dağlarõ’nda 40 ton altın varlığı tespit edilmiş olsun. Bu altını çıkarmak için ka- zılması gereken toprak en azından, 8 mil- yon tondur (yaklaşık 5 milyon m3). Ay- nen, birbirinden çok uzak sondajların 1 m2’lik küçük bir alan içinde yapılıyor- muş gibi farzedilmesine benzer olarak, ben de şimdi, bu 8 milyon atık toprağı- nı, mesela kalınlığı 5 cm. olacak şekilde bir yere yaymak istesem, acaba ne ka- darlık bir alanı kaplar dersiniz? Söyle- yeyim: Banliyöleri ile birlikte İstanbul’un bütün meskûn bölgelerini silme örter de artar bile... Haydi hayali bõrakõp daha gerçekçi olalõm: Altõn madencisi bu atõğõ ne yapacaktõr? Onu ormanda bir yere yõğ- maktan başka bir seçeneği var mõdõr? Böy- le bir depolama ise, 25 m. yükseklikte ve 25 m. eninde, 8 km. uzunluğunda bir yõ- ğõn demektir. Halkın, henüz yaşamadõğõ için, şu anda göremediği gerçek budur. Ne hazin ve şayan-õ dikkat bir durumdur ki, halk ne zaman tepki gösterse, karşõla- rõnda, bu işin asõl kaymağõnõ yiyecek olan altõn madencilerini (yabancõ şirketleri) de- ğil de, nedense, bazõ kuruluşlar ile onlarõn yöneticilerini bulmaktadõr. Bunlar, söz ko- nusu faaliyetlerini “ülke madenciliğini geliştirmek ve önünü açmak” iddiasõ ile sürdürmektedirler. Kulağa hoş gelen, bir de güzel slogan bulmuşlardõr: “Zengin ma- denlerin fakir bekçileri olmayalım.” Ama “bu zengin (!?) madenlerin geliri- nin aslan payõ kime gidiyormuş, bu faa- liyet karşılığında nasıl bir doğa tahribatõ oluyormuş”, gibi hususlar, gene nedense hiç gündeme getirilmemektedir. Bu sloga- nõ o kadar ustalõklõ kullanmõşlardõr ki, ba- kanlara, başbakanlara, hatta cumhur- başkanlarına bile söyletmeyi ve benim- setmeyi başarmõşlardõr.. Bu “insanın içini gıcıklayan” güzel sözün karşõsõnda ne Bergama durabilmiştir, ne Kışladağ ve ne de şimdi Kazdağları!.. Getirisi ülkede kalmalı Bilinmesinde yarar olduğuna inandõğõm son bir husus daha var: Bu satõrlarõn yaza- rõ bir maden mühendisi olup, ülkenin yer- altõ servetlerinin en ekonomik şekilde ve hiç ziyan edilmeden çõkarõlmasõ ve halkõn istifadesine sunulmasõndan yanadõr. Bunu öğütleyip öğreterek yetiştirdiği öğrenci sa- yõsõ binlerle ifade edilebilir. Dolayõsõyla ma- denciliğe karşı olması diye bir husus söz konusu bile olamaz. Ancak bu konuda iki kõstasõ vardõr: 1- Bir madeni çõkarmakla elde edilecek fayda, uzun vadede, bu faaliyet dolayõsõy- la hasõl olacak çeşitli zararlarõn toplamõn- dan daha fazla olmalõdõr. 2- Asla ikinci bir şansõn olmadõğõ, dola- yõsõyla kendilerinden ancak bir defa ya- rarlanılabilen madenlerimizin işletilmesi, tüm getirisi ülkede kalacak ve halkõn refa- hõ için kullanõlacak bir zihniyetle ele alõnõp gerçekleştirilmelidir. Altõn Madenciliği ve Kazdağlarõ Prof. Dr. Şinasi ESKİKAYA SAYFA CUMHURİYET 21 AĞUSTOS 2008 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle