22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 Eylül dönemi hapisliklerimde, ne zaman eski mahpuslarõn durumunu düşünsem halime şükrederdim, öy- le ya bizim televizyonumuz vardõ. Ağaçlarõ, çi- çekleri, sokaklarõ, caddeleri, kadõnlarõ, kedileri, denizleri, dağlarõ beyazcamda da olsa görü- yorduk. Dünyaya açõlan penceremizdi o bizim. Bir de geceleri geç saatlerde el ayak çekildikten sonra dünyanõn ezgilerini, haberlerini ileten radyomuz vardõ. NUMAN BEY’İN FABRİKASYON HATALI TELEVİZYONU C-16’ya ikinci gelişimizde, Kaçakçõlar Ko- ğuşu’nun köhnemiş televizyonunun yerine yenisinin alõnmasõ kararlaştõrõldõ. Para toplandõ, soruldu, araştõrõldõ edildi ve sonunda Numan marka yerli montaj bir televizyonda karar kõ- lõndõ. Bizim ziyaretçi ya da avukatlar mõ, yok- sa idare mi aldõ televizyonu bilmiyorum. Ye- ni alet geldi, dipteki duvara değil de girişte mut- fağõn ardõndaki duvara yerleştirildi. Bir-iki gün çalõştõ, sonra bozuldu. Gel de çõk işin içinden... Şimdi bize satan adam bunu geri alõr mõ? Siz bozdunuz, ne ya- payõm der mi? Garantisi var mõ? Varsa bile ha- pisteki gariban için geçerli olur mu? Biz bunlarõ kös kös düşünürken kaçakçõ ar- kadaşlardan biri, - Hiç üzülmeyin yahu, dedi, hemen değiş- tirtiriz. Nasõl becereceğini de şöyle anlattõ. Bu mar- kanõn sahibi Numan... karşõki, C-15 koğuşunda yatõyor, değiştirmezse nasõl yüzümüze bakar ki... Ertesi sabah havalandõrmaya çõktõğõmõzda, karşõ koğuşun penceresine gittik. Numan Bey’e seslendik. O da kaçakçõlõktan yatõyor. Durumu anlattõk, “Hay hay!” dedi, televizyon hemen değişti. YUNAN TELEVİZYONUNDA EROTİK FİLM İZLİYORUZ O dönemlerde TV tek kanallõ, bir tek TRT var. Şimdiki gibi değil. Hoş şimdi de bu te- levizyon işini hapishanede nasõl çözüyorlar bi- lemiyorum. Öyle ya otuz küsur kanal içinden hangisinin izleneceğine kim karar verecek? Herhalde koğuşlarda büyük sorun oluyordur. Neyse bizim öyle bir sorunumuz yoktu, el- deki tek kanalla yetiniyor ve ona da aynõ za- manda şükrediyorduk. Bizim yeni Numan marka televizyonun ilk geldiği günlerden bi- rindeydi, kim olduğunu anõmsamõyorum, bi- ri ortaya şöyle bir iddia attõ: - Bu anteni biraz ayarlarsak, Yunan te- levizyonunu alabilir, bu gece oynayacak ero- tik filmi izleyebiliriz. Benim pek aklõm yatmadõ, ama çoğunluk bu öneriyi tuttu. Gençlerden biri pencereden eli- ni uzatarak anteni ayarlamaya çalõştõ. TV’den (o zamanlar uzaktan kumanda yok, hiç değil- se bizde yok) düğmelerle oynayarak istasyo- nu bulmaya çalõşõyor, Türkçe olmayan garip cõzõrtõlõ sesler çõkmaya başladõ. - Hah dedi biri işte Rumca konuşmalar. Ama görüntü yok. Daha doğrusu garip çiz- giler var, sonra biraz daha netleşir gibi oldu, netleşmek dediğim de kimi belirsiz görüntü- ler. - Tamam, tamam, oluyor, diye bağõrdõ biri. - Karõya bak, karõya!.. diye haykõrõyor bir di- ğer kaçakçõ arkadaş. Ben çizgiler ve gölgelerden başka hiçbir şey görmüyorum. Ama kimileri ekranõ hayalha- neleriyle destekleyerek bir şeyler görüyor ol- malõlar ki, sesleniyorlar: - Tamam tamam, bozmayõn, birazdan daha netleşecek. Çoğu kişi filmi görüyor, ben görmüyorum. Gencay’a dönüp soruyorum, o da bir şey görmüyor, ama gören görüyor kardeşim... O gece yarõm saat mi, kõrk dakika mõ ne sür- dü, bu “Yunan televizyonundaki erotik film”. Görenler, gece kim bilir hangi rüyalara yattõlar. Ertesi gün banyo için sõraya girenle- rin sayõsõ rekor düzeyde arttõ. CMYB C M Y B 11 AĞUSTOS 2008 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Satõn alõndõktan birkaç gün sonra bozulan televizyonu C-15 koğuşunda kaçakçõlõktan yatan markanõn sahibi Numan değiştiriyor Hatalõtelevizyonuüretenkarşõkoğuşta Televizyon.. dünyaya açõlan penceremizdi o bizim. Ağaçlarõ, çiçekleri, sokaklarõ, caddeleri, kadõnlarõ, kedileri, denizleri, dağlarõ beyazcamda da olsa görüyorduk. Bir de geceleri geç saatlerde el ayak çekildikten sonra dünyanõn ezgilerini, haberlerini ileten radyomuz vardõ. Televizyon karşõsõnda, herkesin bir yeri var, kimileri benim gibi küçük taburelere tünüyor, kimileri ise Hüseyin Baş gibi locadan seyrediyor. Loca dediğimiz TV’nin karşõsõndaki masadaki bank. Orada Hüseyin için genişçe bir yer ayrõlõyor ve o yukarõda yemek sonrasõ siestasõnõ tamamlayõp gelmiş olmasa bile, yeri boş bõrakõlõyor, kimse oturmuyor. Y A R I N : A V L U D A M A Ç elevizyon karşõsõnda, herke- sin bir yeri var, kimileri benim gibi küçük taburelere tünüyor, kimileri ise Hüse- yin Baş gibi locadan seyrediyor. Loca dediğimiz TV’nin karşõsõndaki masa- daki bank. Orada Hüseyin için genişçe bir yer ayrõlõyor ve o yukarõda yemek sonrasõ siestasõnõ tamamlayõp gelmiş olmasa bile, yeri boş bõrakõ- lõyor, kimse oturmuyor. B-1’de yatarken bir sendi- kaya kaçak araba getirmiş olan, uyanõk, ağzõ bol laf yapan biri geldi koğuşa. Sempatik bir adam, ama biraz fazla çok bilmiş. Etrafa şakalar yapõyor, konuşuyor, konuşuyor. Bir akşam televizyon saa- tinde aşağõ kata girdi, bir baktõ ki, ekranõn karşõsõnda baş köşede genişçe bir yer boş. Hemen gitti kuruldu... Herkeste bir şaşkõnlõk, sonra hafiften gülümsemeler... Çok geçmedi, Hüseyin Baş aşağõ katõn demir parmak- lõklõ açõk kapõsõnõn eşiğinde belirdi. Baktõ, biri yerine oturmuş. Hiçbir şey yapmadõ, pervaza dayandõ, kollarõnõ kavuşturdu, gözünü dikti bizim çok bilmişe öyle duruyor. Etrafta bir sessizlik, sonra mõrõldanmalar, ardõn- dan da herkes gülerek adama dikti gözlerini. Bizimki önce anlamadõ, sonra bir şeyler olduğunu sezdi. Herkes gözünü dikmiş ona bakõyor, Hüs ise sabit bakõşlarõyla adamõ adeta delip geçiyor. Bizimki şöyle bir kõprandõ, iyice tedirgin oldu, biraz daha bakõndõ. Sonra bozuk bir şekilde ora- dan kalkõp arkaya geçti. O anda etrafõ kahkaha ve alkõş sesleri kapladõ. Hüseyin Baş hiç bozuntuya vermeden, herkesi başõyla selamlayarak ağõr ağõr geçti ve kendi yerine oturdu... ‘ B İ Z İ M K İ L E R M İ K A Z A N D I ? ’ G azete, kitap, volta ve spor dışın- da en büyük meşgalemiz tel- evizyon, onun sayesinde dış dünyayı görüyoruz; yapmacık, kur- maca da olsa fark etmez, deniz de kurmaca değil ya!.. Kimileri ne varsa seyrediyor. B-1 si- yasi koğuşuna geçtiğimizde Ahmet Ya- ka diye bir genç arkadaş da katılıyor aramıza; saati gelince, çocuklar için ya- pılmış minik plastik taburelerimizi alıp geçiyoruz ekranın karşısına... Ahmet Yaka, sol örgütlerden biri adına gasp yapmış, gasptan yatıyor, ama siyasi gasp olduğu için siyasiler ko- ğuşunda kalıyor. Çok candan sevimli bir arkadaş. Televizyon dizileri içinde de İngiliz yapımı olan MI-6 diye bir polisiyeyi se- viyor. Vurdulu kırdılı dizide, İngiliz giz- li servisinden iki ajan, solcuları, ca- susları, gaspçıları kovalıyorlar, tabii so- nunda da hep onlar kazanıyorlar. Ahmet bu dizilere bayılı- yor. Genellikle de sonunda alkışlı- yor. Bir gün daya- namadım ve sordum: - Neden alkışlıyorsun Ahmet? - Abi kazandılar da onu alkışlı- yorum. - Kim kazandı Ahmet? - Eeee bizimkiler... - Kim bizimkiler evladım, onlar bi- zimkiler değil, onlar polis, bizimkiler karşı taraf... Ahmet yumruk yemiş gibi oldu, dü- şündü, bana hak verdi. - Tuh Allah kahretsin, dedi. Ben de düşündüm, iyi etmemiş, ço- cuğun keyfini kaçırmıştım, bir daha o diziyi keyifle seyretmedi. G ece- leri tele vizyondan sonra kulaklõ radyo ile dünyaya açõlõyoruz. Ocak 1986’da, radyo keyfimi şöyle yazmõşõm, içerden B-1 koğuşundan: “Bir süredir doğanın yeşi- line, denizin mavisine, güneşin sular üzerinde oynaşmasına hasret yaşıyorum. Karakışın ortasında, mev- simin ve konjonktürün kararttığı, ıslak soğuk günle- rin geceden ne farkı var ki? Bu durumda ha gündüz yaşamışsın, ha gece... Ben gece okuyorum, yazı- yorum. Yaşıyorum. Sabahın birinden sonra radyonun düğmesini de çeviriyorum, Yunanis- tan’a, sesi sesimize, ezgisi ezgimize, deniz tutkusu mavi özlemime benze- yen insanlardan kopup gelen bir cümbüş ki, sormayın. Zaman zaman Mikis Teodorakis’in kabına sığmayan coşkun müziği ulaşıyor denizlerin ötesinden. İşte o an karanlık maviye dönüşü- yor, dışarının koca ahmak lambası sevecen bir güneş oluyor... Ve ben Ege’nin kuzubaşı, beyaz köpüklü lacivert sularına yelken açıyorum. Esen imbattır artık, bağrımı serin- letiyor, yelkenleri şişiriyor, serenin iplerinde ıslıklanıyor... Ötelerde bir martı denize pike yapıyor... Uzaklarda koylardan birinde, laci- vert suların koynunda, dev bir istirid- yenin içinden güzel Afrodit doğuyor... Bir daha... Bir daha... Bir daha... Posseidon’un ülkesindeyiz, tasasız, gamsız... Yassu Vre Teodorakis!...” Sağmalcõlar B-1’den Ege’ye tüydü- ğüm o gecenin üstünden bir yõl geçmeyecek, bu yazõyõ okuyan Teodo- rakis ile tanõşacağõz ve Atatürk Kültür Merkezi’nde verdiği konserin öncesinde, Türk-Yunan Dostluk Derne- ği’nin kuruluşunu muştularken, o Yunan tarafõnõn bildirisini okuyacak ben de Türklerinkini... Neyse, arada hapishaneden bu tür tüy- melerimizden kimsenin haberi olmadõ; zaten olsaydõ da, ne yapacaklardõ, düşle- rimizi de hapsedecek halleri yoktu ya!.. 1 985 yõlõnda, TRT televizyonunda BBC yapõmõ çok güzel bir İngiliz dizisi yayõmlandõ: “Duchesse of Duke Street”. Aradan neredeyse çey- rek yüzyõl geçtiği için çok kişi şimdi anõmsamaz. Dük caddesinde küçük ama hoş bir otel işleten bir kadõnõn, otel çevresinde gelişen öyküsü. Her hafta ilgiyle izliyoruz hepimiz, dizinin şimdi adõnõ unuttuğum kahramanõnõ herkes çok seviyor. Dizinin oynayacağõ gün bizim için özel, keyifle başlama- sõnõ bekliyoruz. Nihayet bir hafta son bölümü ilan ettiler. Büyük bir ilgi ve biraz da hüzünle izledik onu. Bittiğinde profe- sör arkadaşlarõmdan biri üzüntülü bir şekilde söylendi: - Bir keyfimiz vardõ, o da bitti. Yoksulluk ve yoksunluk içindeki insanlarõn fazla yapacak bir şeyleri olmayõnca bu dizilere nasõl bağlandõk- larõnõ, dizi furyasõnõn ve insanlarõn kendilerini o dizilere böylesine kaptõr- malarõnõn esas nedenini o gün orada anladõm... C umartesi geceleri Yeşilçam film- leri oynuyor. O günlerde, zaten televizyona ancak istisnai durumlarda bakan Metin Özek ile birlikte ben de yukarõda kalõyor, sey- retmeye inmiyorum. Ama eğer aşağõdan naralar, õslõklar, küçümse- yici kahkahalar, alaycõ alkõşlar gelmez ise bir şeyleri kaçõrdõğõmõ anlõyor, hemen aşağõ kata fõrlõyorum, fakat geç kalmõş oluyor, önemli bir bölümü kaçõrõyorum. Pek fazla bir şey de kaçõrmadõm. Çünkü filmler genellikle ağõr arabesk oluyordu. Bir gün bunlardan biri oynanõrken tiyatro dünyamõzõn önde gelen isimle- rinden olup, filmlerde de oynayan Ali Taygun, başlamõş alay etmeye, film bitince de, - Yok artõk çüüüş! deyince Gencay Şaylan itiraz etmiş. - Nesine çüş Ali? - Nesine olur mu, demiş Ali Taygun, adam hapse düştü, karõsõ ayrõldõ, çocuğu gitti, babasõ öldü, anasõna felç geldi... Yani bu kadarõna da çüş! - Ne var bunda çüşlük demiş Gen- cay sakin sakin ve sürdürmüş: - Sen şimdi neredesin? - Hapiste... - Karõn nerede? - Biz ayrõldõk... - Kõzõn? - Şu anda annesinin yanõnda. - Peki be kardeşim, senin baban ölmedi, annene de felç gelmedi mi?.. Donup kalmõş Ali yalnõzca, - Hakkatten ya... diyebilmiş. Film bitip aşağõya indiğimde bu olayõ dinleyince anladõm ki, bizim dudak büktüğümüz Yeşilçam filmleri değil, bizatihi hayatõmõzõn kendisi arabeskmiş meğer. Hüseyin Baş’õn yerine oturulmaz T Cumhuriyet Gazetesi 30 Ağustos 1984 tarihli sayısında Barış Derneği Davasının yeniden görüleceğini ‘Tahliye yok, karar bozuldu başlığıyla’ duyurdu. Hüseyin Baş, Barış Derneği Davası’nda. (Fotoğraflar: Cumhuriyet Gazetesi Arşivi) ‘Yassu Vre Teodorakis...’ Mikis Teodorakis ‘BİR KEYFİMİZ VARDI O DA BİTTİ’ ‘ H A Y A T I M I Z A R A B E S K M İ Ş ’Barış davası sanıkları duruşmada.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle