05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 NİSAN 2008 PAZAR CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 19 Erol Mütercimler kitabında Çanakkale’yi pek çok belgelere dayanarak anlatıyor bizlere Peki onca mektup!?. İngiliz, Avustralya ve Yeni Zelanda edebiyatlarında Çanakkale Savaşı‘nın anlatıldığı sayısız kitap bulabilirsiniz... Ama Türkçe, Çanakkale direnişinin dilinden aktığı insanlar tarafından doğru dürüst yazılması için Erol Mütercimler’i bekliyormuş. Mütercimler, uzun yıllar süren bir birikimin doğurduğu bu kitabında, hep dinlediğimiz, yarım yamalak öykülerini okuduğumuz Çanakkale’yi pek çok tarihi belgeye dayanarak anlatıyor bizlere. Mütercimler, titiz çalışmasını dışarıya pazarlamak ya da yurtdışında takdir edilsin düşüncesiyle kaleme almamış. Yazarın tek amacı var: Çanakkale’de ülkelerinin işgaline karşı direnen insanların torunlarına en küçük ayrıntısına kadar gerçeği anlatmak! Başucu kitabı niteliğinde ESİNTİLER ZEYNEP ORAL İzmir Kitap Fuarı’na Giderken... Ege kıyılarındayım, Ege yollarındayım... Yazarken yollardayım ama siz bu yazıyı okuduğunuzda hedefe, yani İzmir’e çoktan varmış olacağım... TÜYAP İzmir Kitap Fuarı‘nın son gününde Hikmet Çetinkaya ve Ege Bölge Temsilcimiz Serdar Kızık’la birlikte Cumhuriyet Kitapları standında sizlerle birlikte olacağız.... Sohbetlerde, tartışmalarda, düşüncelerde ve düşlerde kucaklaşıyor olacağız... İzmir Kitap Fuarı “Ege’de Şiir” teması üzerine kuruldu. Bu yılın onur konuğu Arif Damar. Yol boyunca, yani İzmir yolu boyunca iki dize var içime yerleşmiş Arif Damar’dan: “Sunu” adlı, iki dizelik bir şiir... “İlle de görmek için mi beklenir güzel günler / Beklemek de güzel...” Umutsuzluğa meydan okuyan şiirlerin doruğundandır benim için bu iki dize...Tekrarlayıp duruyorum: “İlle de görmek için mi beklenir güzel günler / Beklemek de güzel...” Yol boyunca 80 yaşa meydan okuyan Arif Damar’ın yola ilişkin şiirlerini düşünüyorum: Çok genç yaştan başlayarak adamıştı kendini şiir yoluna, aydınlık bir gelecek yoluna, daha güzel, daha eşitlikçi bir dünya yoluna, toplumun mutluluğu yoluna... Kısacası aydınlık bir yola adamıştı yaşamını ve şiirini... Ama bu yol boyunca da dünyaya, çevresine “gönül gözüyle” bakmaktan, gönül gözüyle görmekten asla vazgeçmedi. Zaten “Yol gider ah nasıl da...” adlı şiirinde bir güzel anlatır o “Çın çın nasıl da bir aydınlık... hiç beklenmedik bir zamanda, hiç beklenmedik bir yerde...” Bireyden topluma uzanan yolda bilgi, birikim, eleştiri, sorgulama, tartışma kadar önemli olan gönül gözüyle görebilme yetisinin de önemini nasıl anlatsak ki gönlü yok sayanlara... Nasıl anlatsak ki.. dedim ve yanıtını değilse de, yanıtı aramak için ipucunu yine Arif Damar’ın başka bir şiirinde verdiğini anımsadım: “Yol yorgunu” şiirinde Aif Damar şöyle sesleniyordu: “Bana bir türkü öğretsen / Ayın aydınlığında söylesem / Gecenin karanlığında söylesem / Yağmur yağınca söylesem / Toprak uyanınca söylesem / Bana bir türkü öğret meziyetine sahip olagelmiştir.’’ Bir Avusturyalı albayın ‘The Age’ gazetesindeki sözleri: “Türkler çok dürüst savaşçılar. Kahramanlık ve cesaretleri tartışılamaz. İşkence, zulüm ve domdom kurşunu konusundaki tüm iddialar yalandır. Geçen gün, yanlışlıkla atılan şarapnel ile iki Kızılhaç katırından birisini öldürdüler. Anında özür dilediler. Daha önce de, yaralılarımızla ilgilendiler. Onları kıyıya bırakıp bize haber verdiler. Burada hiçbirimizin Türklere karşı büyük bir düşmanlık beslediğini sanmıyorum.’’ Katır için özür dilemek 3 MİLYON AVRO’LUK PARA ÖDÜLÜ ALDI Fatih Akın, ‘Yaşamın Kıyısında’ filmiyle 4 ödül birden kazandı. (Fotoğraf: Reuters) Her öğretmenin ve öğrencinin mutlaka okuması, ülkesine duyarlı insanların da başucu kitabı yapması gereken bu önemli eserden birkaç alıntı yaparak, güncel bir iddiaya değinmek istiyorum. Önce alıntılar: Avusturyalı asker A. R. Ditterich’in mektubu: “Türklerin yaralı ve ölülerimize işkence ederek onların el ve kollarını kırıp kestiğine ilişkin dedikoduları duymuşsunuzdur. Hastanemizin doktoru Springhthorpe, tüm Mısır’da bunun tek bir örneğine rastlanmadığını ve tek bir kişinin bile böyle bir olaya tanık olmadığını söylüyor. En yetkili kişiler de bize Türklerin bu oyunu dürüst oynadığını söyledi. Çıkarmadan önce bizlere resmen, Türklerin yaralı ve esirleri sakat bırakıp işkence ederek öldürdüğü söylenmişti. O zamandan bugüne, bu tür rapor ve haberlerin doğru olmadığı artık anlaşılmış bulunmaktadır.’’ Avusturyalı çavuş H. D. Collyer‘in yazdıkları: ‘’Türklerin aslında iyi kalpli olduğunu biliyorum. İşte bunu kanıtlayan hatırladığım üç olay: Bir keresinde on iki yaralı askerimiz, cephede Kızılay ekibi tarafından bulunur. Esir alınmazlar. Yaraları sarılır ve kendilerine ‘Sizinkiler gelip sizi alırlar’ denilip bırakılırlar. Bir başka sefer bir Türk askeri, yaralı ve yürüyemeyecek bir askerimizi bulur. Yaralarını temizleyip sarar. Onu kuytu bir yere yerleştirir. Arkadaşları tarafından bulunması gecikebilir endişesiyle de yanına su ve bisküvi bırakır. Gene bir başka Türk, yaralı bir askerimizin yarasını sarar ve hemen gitmesini, aksi takdirde bir Alman subayı gelirse her ikisini de vuracağını söyler...’’ Lord Kitchener’in İngiliz parlamentosunda yaptığı konuşmadan: “Türk, Prusya daha henüz ilkel dönemini yaşarken, asker düşmanına centilmence davranmak gibi takdir edilecek bir savaşçı olma Çanakkale’de işgal güçlerinin hayranlığını kazanan bir millet, aynı günlerde bir ‘soykırım’ yapıyor olabilir mi? Evet, yukarıda yaptığımız alıntıların yazıldığı yıl ve Ermeni soykırımı iddialarının yılı aynı: 1915!.. Bir katır öldürdü diye özür dileyen bir halkın, aynı günlerde çoluk çocuk demeden yüz binlerce masum insanı öldürdüğüne kim inanır? Sahi, kim doğru söylüyor; Çanakkale’ye işgale gelen askerler mi, yoksa bir İngiliz ajanının yazdığı ve sonradan yazarı tarafından yalanlanan ‘Mavi Kitap’ mı? Ne dersiniz, belki de Çanakkale’ye savaşmaya gelenlerin babaları, dedeleri yalancıdır!? Tehcir kanunu sonrasında Anadolu’da acıların yaşanmadığını söylemek istemiyorum. Soruyorum yalnızca; topuyla tüfeğiyle ülkesine gelenlere dahi insanca davranan bir millet, aynı dönemde ‘soykırım’ yapacak kadar cani olabilir mi? Çanakkale Savaşı sırasında dürüstlüğümüzün, mertliğimizin, esirlere ne denli insanca davrandığımızın yazıldığı, bu değerleri nasıl taşıdığımıza tanık olmuş onca belge... Soruyorum, sadece öğrenmek arzusuyla soruyorum; bu tür yüzlerce belge Ermeni soykırımı iddialarının hangi kefesine konmalı!?. Kültür Servisi Fatih Akın, “Yaşamın Kıyısında” adlı filmi ile Berlin Lola Film Ödülleri’nde en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo ve en iyi kurgu dallarında 3 milyon Avro’lukAltın Alman Film Ödülü’ne değer görüldü. Akın, Alman Kültür Bakanı Bernd Neumann’ın da katıldığı cuma günkü ödül töreninde yaptığı teşekkür konuşmasında, filmleri ödül için değil yaşam için çektiğini dile getirdi. 1951’den beri verilen ve Almanya’nın Oscarları olarak değerlendirilen Lola ödüllerinde Gümüş Alman Film Ödülü’nü bu yıl Doris Dörrie’nin “KirschblütenHa namai“ (Kiraz Çiçekleri) adlı filmi kazanırken, Bronz Alman Film Ödülü de Dennis Gansel’in “Die Welle” (Dalga) adlı filmine verildi. Bugüne dek Cannes Film Festivali’nde ‘Ekümenik Jüri’ ve ‘En İyi Senaryo’; Avrupa film ödüllerinde ‘En İyi Senaryo’; Filipin Cinemanila Uluslararası Film Festival’inde ‘Lino Brocka’ ödüllerine; Sevilla Avrupa Film Festivali’nde ‘Kritik Ödül’e ve Avrupa Parlamentosu’nun sinema ödülü ‘Le Prix Lux’e’ de değer görülen film, aynı zamanda Almanya’nın ‘En İyi Yabancı Film’ dalında Oscar adayı olmuştu. sen... Bana bir türkü öğretsen / Beraber olunca söylesem / Ayrı kalınca söylesem Seni unutunca söylesem... Bana bir türkü öğretsen / Geldiğim yerlere er geç dönebilsem / Sevebilsem her şeyi yeniden sensiz / Sensiz vazgeçebilsem / Gece demesem gündüz demesem Kimseleri dinlemesem / Hem yürüsem hem söylesem / Hem söylesem hem yürüsem” Bu köşeye sığdırabilmem olanaksız Arif Damar’ın sevdiğim tüm şiirlerini. Siz en iyisi onun kitaplarını alıp okuyun. Ah, elbet kitaplarda belki deniz kıyılarından toplamayı, saklamayı, biriktirmeyi sevdiği, boyamayı sevdiği, dostlarına armağan etmeyi sevdiği deniz kabuklarını bulamazsınız ama olsun, her şiir denizin ve kıyıların tüm nimetlerini getirip düşlerinize yerleştirebilir yine de... İzmir’e varmak üzereyim... Doğru TÜYAP Kitap Fuarı‘na... Bugün fuarın son günü... Yolda giderken, İzmir’e giderken, birden kalemin kâğıdın ucuna İzmir tutkum takılıverdi... Uyduruyorum: Kâğıt kalem ne gezer! Kucaküstü bilgisayarımda, ekranın ucuna takılıverdi: Benim canım İzmir’im... Ben seni en çok, Şair Eşref’ten Halit Ziya’ya; Yakup Kadri’den Salâh Birsel’e; Necati Cumalı‘dan, Samim Kocagöz’den, Tarık Dursun K’nın kitaplarından sevdim... Bir de Attilâ İlhan’ın şiirlerinden... Attilâ İlhan’ın şiirlerinde Kordonboyu alev alev yanar, Basmane’de ya da Pasaport’ta kadınlar yağmuru durdurur, rüzgârı değiştirirler. “Belki 30’lardan mehtap yorgunluğu İzmir / Körfez’de şerefine donatılmış vapurlar / Nerede ne zaman kaç kere yaşadık / Nasıl bir sevdaysa eskitememiş yıllar / Bitirdiğimiz her şeye yeniden başladık / Dudaklarımızda birbirimizden mısralar“... İşte “Nasıl bir Sevdaysa”.. ben öyle sevdalandım İzmir’e. Belki de ne bileyim Dinçer Sümer’in “İzmir Sevgilim” şiirinde dediği gibi “Belki de adı İzmir bir sevgilidir”... İşte böyle İzmir’e geldim, yol bitmedi... eposta: [email protected] C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle