02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 NİSAN 2008 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Küresel ekonomik krize karşı harekete geçen gazeteci ve ekonomistlerden ortak bildiri: Finans toplumu yok ediyor ? “Spekülasyon ve çöküş: Bu kadar yeter!” diyen 27 binden fazla gazeteci ve ekonomist: “Küresel kriz, açgözlü spekülatörlerin eseri.” NECDET ÇALIŞKAN Birlik ve Biz TürkiyeAB ilişkileri bugünlerde çok önemli bir “niteliksel değişim” geçiriyor. Geçen hafta ülkemize gelen Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso, açıkça ve de TBMM tutanaklarına geçirerek “Laiklik konusunda taraf olmayız” dedi. Tek başına bu tümce, TürkiyeAB ilişkilerinin yepyeni bir içerik kazandığının kanıtıdır. Çünkü AB taraftır; AB’nin “varlık nedeni” taraf olmaktır. Her şeyden önce AB, başta “düşünce özgürlüğü” ve “kadınerkek eşitliği” olmak üzere temel insan haklarının tarafıdır; hukuk devletinin ve hukukun üstünlüğünün tarafıdır; dinsel kural ve simgelerin devletin işleyişinde yer bulmamasının, yani laikliğin de tarafıdır. Bu değerler bir “bütündür” ve AB bu “değerlerin” sahibidir; bunları sonuna kadar savunur. “AB’yi AB yapan” bu değerlerdir. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin önündeki engel, bu ülkede AB’nin bu “değerlerinin” yeterince “gelişmemiş” olmasıdır. Gerçekte AB “müktesebatı” denilen kavramın temeli, bu değerlerden oluşur ve üye olacak ülkelerden bunlara sahip olmaları “öncelikle istenir”. Barroso’nun sözleri, Türkiye’nin bu değerlerden birine, laikliğe, sahip olup olmamasıyla, AB’nin artık ilgilenmeyeceğini açıkça ortaya koyuyor. İlişkilerdeki sözünü ettiğim niteliksel değişim buradan kaynaklanıyor. AB, kendisinin en vazgeçilmez değerlerinden biri, belki de birincisi olan laikliği, Türkiye söz konusu olunca, kendi haline bırakıyor; laiklik konusunda “Türkiye’de ne olursa olsun” diyor. Oysa laiklikten uzaklaşacak bir Türkiye’nin yarın AB’nin tam üyesi olması söz konusu olamaz. AB yetkilileri, laiklikten uzak bir Türkiye’nin AB’nin temel değerlerinden de uzak olduğu gerekçesiyle tam üyeliği kolayca engelleyecektir. Son açıklama, Türkiye’yi AB’ye “tam üye yapmamanın” gerekçesinin temellerini atıyor. AB’nin bu yaklaşımı kesinlikle onaylanamaz. Türkiye siyasetinin, özellikle çağdaş demokrasinin temelleri olan o “demokratik değerleri” sahiplenmesi gereken CHP’nin, bu olguyu tüm boyutlarıyla iç ve dış kamuoyunda sergilemesi gerekirdi. Bu görev yapılmamıştır. ??? Geçen günlerde yayımlanan bir sayısal veri, TürkiyeAB ilişkilerinin bir başka sayfasını açıklıyor. Türkiye’nin kimi devlet kurumları, AB’nin “Katılım Öncesi Mali İşbirliği” kapsamında parasal destek almak için proje önerileri yapıyorlar. Başbakanlık, bakanlıklar ve kimi genel müdürlükler 2008 için 170 proje önerisi yapmış (Radikal, 9 Nisan). Toplam 170 projenin kaç tanesi kabul edilmiş dersiniz? Yalnızca 13’ü, yani yüzde 7.7’si. Başvuruların yarısından fazlası, sayı olarak 93’ü; yüzde olarak 54.7’si reddedilmiş; 49’u (yüzde 28.8) “şartlı” kabul edilmiş, 15’i (yüzde 8.8) ertelenmiştir. En çok proje sunan kamu kurumu Kültür ve Turizm Bakanlığı’dır. Bu bakanlığın sunduğu 38 projenin 36’sı reddedilmiş, 2’si ise şartlı kabul edilmiştir. Kültür ve Turizm’i 18 proje ile Çevre ve Orman Bakanlığı izliyor. Bu projelerin dördü kabul edilmiş, ikisi şartlı kabul edilmiş; ikisi ertelenmiş, 10’u da reddedilmiştir. Bu iki bakanlığın kadrolarının göreli olarak proje kavramına daha yakın oldukları varsayımı yapılabilir. Ancak durum yürekler acısıdır. Bu arada, Adalet Bakanlığı’nın 12 projesinden yalnızca birinin; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın 10 projesinden de üçünün onaylandığını belirtelim. Sayılar, Türkiye’de devlet kurumlarının “proje hazırlama yeteneğinin” ne kadar yetersiz olduğunun ya da ilkel kaldığının çok somut bir göstergesidir. İletişim çağında; bilgisayar programlarının olağanüstü gelişmesiyle proje hazırlamanın “iş olmaktan çıktığı” günümüzde, devlet kurumları AB’den bu toplumun alması gereken kaynakları alamıyor! Yıllardır, kamu bürokrasisi, iktidar partisinin “kendi yandaşlarını” işe yerleştirme yeri olarak çalışıyor. Üstelik yandaşı işe yerleştirmede, ne yapılacak “hizmetin özellikleri” ne de “yandaşın yeterliliği ve becerisi” dikkate alınıyor. Bürokrasi, aslında, bilimsellikten tamamıyla uzaklaşıyor; bu nedenle de çöküyor. Proje hazırlama bu çöküşün yalnızca bir yönü oluyor. Böyle olunca da AB, Türkiye’yi diğer konularda da ciddiye almıyor. ??? Başyazarımız İlhan Selçuk’un bugünkü ameliyatı da sağlıkla atlatmasını diliyorum. Dolar dipte, altın ve petrole rekor dayanmıyor, borsalar tepetaklak, dünya finans devleri bile milyar dolarlık zararları nedeniyle iflasa direnmeye çalışıyor. Küresel finans piyasaları her gün yeni bir spekülasyonla çalkalanıyor. ABD’de başlayan ve tüm dünyaya yayılan küresel kredi krizinin yol açtığı zarar kimine göre 200 milyar dolar, kimine göre ise trilyon doları çoktan aştı... Dünya ekonomisinde dengelerin sarsıldığı böyle bir ortamda aralarında Publico (İspanya), Il Manifesto (Italya), Die Tageszeitung (Almanya), Le Monde (Fransa) gibi Avrupa’nın önde gelen gazetelerinden bir Bildirinin yayımlanması ile birlikte açılan www.stopfinance.org adlı site de küresel finans spekülasyonuna karşı kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışıyor. Söz konusu gazetecilerin ortak fikir platformu olan sitede yer alan bir karikatür ile kredi krizi karşısında büyük sermaye gruplarının tavrı da eleştiriliyor. grup basın mensubu, finansal spekülasyona karşı www.stopfinance.org adlı internet sitesini açarak ortak bir bildiri yayımladı. “Finansal Spekülasyona Karşı Çağrı: Artık Yeter!” başlığıyla 27 Mart’ta yayımlanan bildiriye şu ana kadar Fransa, Almanya ve İtalya başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinden 27 binden fazla gazeteci ve ekonomist imza attı. Bildiride şu çarpıcı ifadelere yer verildi: ? Raydan çıkan finans, toplumu yok ediyor. “Açgözlü” spekülatörlerin ağır krizler sırasında yaptıkları, çalışanlara zarar veriyor. İşsizlik ve eşitsizliklerin artması sonucu asgari ücretliler ve yoksullar spekülasyon ve iflaslarla boğuşmak zorunda kalıyor. ? Son 200 yıldır, dünya finansının seyri uzun bir krizler zincirinden başka bir şey değil: 1987’de borsanın iflası, 1990’da ABD, Avrupa ve Japonya gayrimenkul krizi, 1994’te zo runlu Amerikan iflası (Meksika krizi), 1997 ve 1998’de uluslararası finans krizi, 20002002’de internet krizi ve son yaşanan mortgage krizi ve global finans krizi. ? Peki neden böyle tekrar ediyor? Çünkü sermaye dolaşımının tüm engelleri ortadan kaldırıldı. Sessiz kalan merkez bankaları spekülatif fonlara muhtaç kaldılar. ? Pazar ekonomisinin aşırı ölçülerdeki eşitsizliklerine daha fazla tahammül etmeyeceğiz ve bir sonraki krizi beklemeyeceğiz. ? Avrupa vatandaşları olarak bizler, Lisbonne Sözleşmesi’nin, “hareketlerine kısıtlama getirmeyi yasaklayarak finansal sermayeye toplum üzerinde ezici bir tahakküm sağlayan” 56. maddesinin kaldırılmasını talep ediyoruz. Finans kuruluşlarına Londra ve başka kentlerde barınma izni sunan “kurum özgürlüğünün” kaldırılmasını istiyoruz. ? Biz, halkların, finansal verimlilik uğruna köleleşmeden yaşayabilme özgürlüğünü savunuyoruz. Piyasada nakit bitti BURSA (AA) Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın mart ayı “İç Piyasa Anketi”ne katılan işadamlarının yüzde 62.94’ü, ödemelerde sıkıntı yaşandığını bildirdi. 170 işyeri temsilcisinin katıldığı ankette “Reel sektörün içinde bulunduğu sıkıntıların en önemlisi hangisidir?” sorusunu katılımcıların yüzde 62.94’ü “Nakit sıkıntısı ve ödemelerde yaşanan sıkıntı”, yüzde 28.23’ü de “İç piyasada talep düşüklüğü” diye yanıtladı. ‘Dünya krizinin bizdeki hasarını cari açık belirleyecek’ diyen ekonomist Sönmez: Türkiye’de derin kriz kapıda Ekonomi Servisi Ekonomist Mustafa Sönmez tarafından Petrolİş Sendikası için hazırlanan ve 9 bölümden oluşan araştırmada, 2008 dünya krizine giden koşullara, ABD’deki çalkantıdan Türkiye’nin nasıl etkileneceğine, Türkiye’de 2002’de başlayan büyüme sürecinin yeni bir tıkanma noktasına nasıl geldiğine ve bu büyüme sürecinin zaaflarına dikkat çekildi. Araştırmanın özeti şöyle: 1. Büyümede tıkanma: Yabancı sermaye girişleri artık büyüme potansiyelini yukarı taşıyamıyor. İç talepteki ‘teklemenin’ telafisi ihracatla karşılanamaz duruma geldi. 2. Zayıf halka, cari açık: Dünya krizi karşısında Türkiye’deki hasarın büyüklüğünü belirleyecek en önemli unsur, cari açık. 2007’de 38 milyar dolara ulaşan cari açığın, milli gelirine oranı da yüzde 8’e yaklaştı. 3. Yabancılar, milli geliri solladı: Türkiye’nin 2000’li yıllarda hızlanan dışa açık büyüme süreci ile yabancı kaynak sahiplerine bağımlılık arttı. Yabancıların varlık büyüklüğü Türkiye milli gelirine ulaşmış durumda. 4. Vergide eşitsizlikler artıyor: Dolaysız vergi payının bile yüzde 23’ü gelir vergisi. Bunun ağırlığını da ücretlilerden, kaynaktan kesilen vergiyüzde 1’i iken, 2005’te yüzde 2’sine, 2006’da yüzde 4.5’ine, 2007’de yüzde 4’üne ulaştı. 6. Gerçek enflasyon yüzde 20: 2007’de olduğu gibi 2008’de de yüzde 4’lük enflasyon hedefinin gerçekleşme şansı çok düşük. Ekmek ve kiradaki artışın yüzde 20’yi bulması bile, gerçek tüketici enflasyonunun yüzde 20’den az olmadığına işaret eder. 7. Gerçek işsizlik yüzde 20: TÜİK’in tanım tartışması nedeniyle işgücünden saymadığı işgücü sayısı ve eksik istihdamdakiler dikkate alınsa, işsiz sayısı 5 milyona, işsizlik oranı da yüzde 20’ye çıkıyor. 8. Gelir uçurumu derinleşiyor: Özel sektör rekabet gücü düşük ücretler sayesinde sağladı. Devlet de kamu çalışanlarına enflasyonun altında kalan maaş ödemeleri yaptı. 9. Bölgesel uçurum: Ülkenin doğusu ile batısı arasındaki dengesizlik çok ciddi sosyal ve siyasal sorunlara yol açıyor. Açlık sınırı 788 YTL ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye’de, 4 kişilik ailenin açlık sınırı, 788 YTL’ye yükseldi. MemurSen’in yaptığı araştırmada, gıda, giyim, sağlık, barınma ve eğitim başta olmak üzere “vazgeçilmesi mümkün olmayan” 14 zorunlu harcama kalıbı esas alınarak belirlenen yoksulluk sınırı ise, 2 bin 24 YTL olarak hesaplandı. Patronların derdi de açlık Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick ve Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Dominique StrassKahn, dünya genelinde artan gıda fiyatları konusundaki kaygılarını dile getirdi. Zoellick, IMFDünya Bankası bahar toplantıları sırasında yaptığı açıklamada, geçen yıl ABD ve Avrupa’da benzin fiyatlarına odaklanıldığını belirterek “Bazıları yakıt depolarını doldurma konusunda kaygılıyken dünya genelinde diğer bazıları da midelerini doldurmaya çalışıyorlar ve bu her gün daha da zor oluyor” dedi. Gelişmekte olan ülkelerde, özellikle Afrika’da yiyecek fiyatlarının yüksek seyretmesi durumunda çok kötü sonuçlar doğabileceğini belirten IMF Başkanı da fiyatlar artmaya devam ederse binlerce, yüz binlerce insanın açlık çekeceğini söyledi. Öte yandan ABD’nin başkenti Washington’da başlayan IMF ve Dünya Bankası’nın yıllık toplantıları, alınan yoğun güvenlik önlemlerine karşın protesto edildi. ? “Gerçek enflasyon da gerçek işsizlik de yüzde 20’lerde,büyüme tıkandı, Türkiye derin bir krize sürükleniyor, emekçilere daha zorlu yaşam koşulları dayatılıyor” ler oluşturuyor. Banka ve şirketlerin ödedikleri kurumlar vergisi, toplam vergi gelirlerinin ancak yüzde 9’u. 5. Özelleştirme geliri bütçe açığına gidiyor: Özelleştirmeden bütçeye aktarılan miktar, toplam devlet gelirlerinin 2004’te DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Mali sarsıntıların merkez bankalarınca denetim altına alınacağına, küresel bir resesyonun gündeme gelmeyeceğine ilişkin rüyalara dalmış olanların geçen hafta uyanmış olmaları gerekiyordu. arasında yaptığı bir anket, krizin henüz dibine ulaşılmadığına ilişkin genel bir kanıyı yansıtırken, The Economist, “ABD’de resesyonun hafif ve kısa süreli olacağına ilişkin iddialara inanmak için hiçbir neden yok” diye yazıyordu. Borsalar da haftayı ABD’de yüzde 2’nin üzerine, Avrupa’da yüzde 1.5 civarında gerilemelerle kapattılar. Finansal yatırım ve sigorta sektörünün devlerinden Standard Life’ın Global Strateji bölümü başkanı Andrew Milligan’a göre artık “krizin başlangıç aşaması bitiyordu”, Morgan Stanley başekonomisti Berner de “Şimdi mali krizin ekonomik sonuçlarını yaşamaya başlayacağız” diyordu. Bu koşullarda tartışmaların da giderek serbest piyasa sistemine yönelik eleştiriler, düzenleme ve şeffaflık getirici yeni önlemler, yoksulluk ve küreselleşme karşı tepkilerdeki artışlar bağlamında artan siyasi riskler üzerinde odaklandığı görülüyor. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com ‘Başlangıcın Sonu’ nomiye geçiş başlamıştı”. (McClatchey Newspapers,09/04). Yatırım Bankası UBS’nin ekonomik danışmanlarından George Magnus da Financial Times’taki yorumunda, J.K. Galbraight’in 1929 krizine ilişkin kitabını okumayı öneriyor. Küreselleşme teorisinin önde gelen isimlerinden Prof. Ulrich Beck, The Guardian’da “serbet piyasa ekonomisi komedisinin, devlete ne kadar gereksinim olduğunu bir kez daha gösterdiğini” vurguluyor, piyasalar serbestleştikçe 1929 tarzı kriz riskinin daha çok arttığına işaret ediyordu. Ancak Volcker’in sözlerini aktaran New York Times’ın ekonomi yorumcusu Floyd Norris’e göre, ortada hâlâ ne yapılacağına ilişkin belirgin, sistemli bir yaklaşım yoktu. Bu noktada insanın aklına Keynes’in 1930’larda, ekonomi yöneticilerinin ve mali piyasaların kaptanlarının hâlâ bir önceki, şimdi kapanmaya başlayan dönemin düşüncelerinin etkisi altında olduklarına ilişkin dile getirdiği kaygılar geliyor. Örneğin dünya bankalarının sözcüsü Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), krize ilişkin tepkisini ilk kez belirtirken, sorunları kabul ediyor ama yeni düzenleme ve şeffaflık eğilimlerine şiddetle karşı çıkıyordu. Financial Times’ta bir blog yöneten Prof. Willem Buiter’in (London School of Economics, eski EBRD başekonomisti) sözleriyle, adeta “Biliyoruz çuvalladık, ama dersimizi aldık; valla bir daha yapmayacağız. Bizi düzenlemeye, işimize karışmaya gerek yok” diyorlardı. Prof. Buiter’e göreyse, sistemin kendi kendini düzenlemesi hiç düzen leme olmayacak anlamına geliyordu, artık bu risk alınamazdı. (10/04) Açlık ve yoksulluk Geçen hafta tartışmalar, aniden ABD ve genelde İngilizce konuşan ülkelerdeki (neoliberalizmin öncüleri) gelir dağılımı, dünyada açlık, yoksulluk, küreselleşmeye karşı tepkiler üzerinde de yoğunlaşmaya başladı. Sanırım tartışmalar, Nesweek’in çarşamba yazımda aktardığım, “yeni süper sınıf”la ilgili araştırmasıyla başladı. Financial Times’ta hafta boyunca, Gideon Rachman, John Plender, Daniel Pimlott bu konulara ilişkin tartışmaları aktardılar. Rachman, küreselleşmenin siyasi bir yapıntı olduğunu, siyasetin getirdiğini siyasetin götürebileceğini anımsattı. Yoksulların bu süreçten zararlı çıktığına ilişkin bir algının, gıda fiyatlarındaki artışlarla daha da güçlendiğine, “küreselleşen ülkelerde seçkinler için büyük tehdit olan açlığın geri gelmekte olduğuna” dikkat çekti. Plender, ABD gelir dağılımı verilerini ayrıntılı bir biçimde analiz ederken, 19792005 arasında, en yoksulların gelirinin yıllık ortalama yüzde 1.3, orta sınıfın da yüzde 1 artarken, en zengin yüzde 1’lik kesimin gelirinin yüzde 228 arttığına, “20022006 döneminde bu plütokratik grubun toplam gelir artışından aldığı payın yüzde 75’e ulaştığına” dikkat çekiyordu. Plender’in aktardığına göre, dünyanın en büyük bono fonu Pimco’nun genel müdürü Bill Gross “Toplumun emeğinin gelirleri kötü dağıtılmaya başlanırsa, sistem sonunda bozulur” diyordu. Gross sonra da, William Butler Yeats’in 1919 tarihli “İkinci Geliş” Çok yoğun bir hafta oldu Hafta, hem ekonomik gelişmeler hem de bu gelişmelere ilişkin tartışmalar açısından çok yoğun geçti. Bu tartışmalarda, 1929 bunalımı anımsatılıyor, küreselleşme öncesinin Keynesyen modellerine eğilimli yaklaşımlar dikkat çekiyordu. Hafta içinde, ABD’de perakende satışlarındaki düşüşlere, borçlarını zamanında ödeyemeyenlerin arttığına ilişkin veriler, dolardaki gerilemeye rağmen, ABD cari açığındaki ani sıçrama (Bloomberg, 10/04) krizin sürmekte olduğunu anımsatırken; şirket bilançoları, sezonu, sanayi devlerinden General Electric’in, UPS ve FedEx gibi kargo şirketlerinin gelirlerindeki büyük düşüşlerin yarattığı şokla açıldı. Financial Times, Wall Street Journal gibi gazetelere göre, GE’nin gelirlerindeki, sağlık hizmetleri ve elektrikli aletler bölümlerini de kapsayan gerilemeler, krizin derinleştiğini gösteriyordu. Nitekim hafta ortasında yayımlanan IMF raporu, dünya ekonomisine ilişkin büyüme beklentisini yüzde 3.7 gibi resesyona çok yakın (resesyon sınırı yüzde 3) bir düzeye çekiyor, bu yıl ABD’nin resesyon yaşayacağını, toparlanmanın gelecek yıldan önce gelmeyeceğini söylüyor, krizin giderek derinleşmekte, yayılmakta olduğuna işaret ediyordu. Wall Street Journal’ın ekonomistler Düzenleme ve şeffaflık ABD finans çevrelerinin ağır toplarından, eski FED başkanı, 1978’de neoliberal modelin fiilen başlatıcısı Volcker, Economic Clup’da yaptığı konuşmada, “Mali mimarlar, belirgin bir biçimde kırılgan ve bir tarafta birileri için büyük servetler yaratırken diğer taraftan aynı hızla tüm mali sistemin domino taşları gibi yıkılma tehlikesini gündeme getiren bir sistem inşa ettiler” diyor, düzenlemenin ve şeffaflığın önemini vurguluyordu (New York Times,11/04). Volcker’e göre, ABD’de “tüketimin başını çektiği bir ekonomik bir modelden, ihracatın çektiği bir eko başlıklı, dönemin “Zeitgeist”ini yakalamasıyla ünlü şiirine göndermeyle, “O zaman merkez çöker” diyordu. Plender, dünyanın en zengin adamı Buffet’in benzer yakınmalarını da aktarıyordu; gelir dağılımındaki bozulmalara tepkiler salt İngilizce konuşan ülkelerle sınırlı değildi, Japonya’da, Fransa’da da yabancı sermayenin götürdüklerine karşı tepkiler vardı. Daniel Pimlott ise ABD’deki yoksullaşmadaki artışları aktardığı yazısında, 40 yıl önceki kent ayaklanmalarını anımsıyordu. Büyük Muhafazakârlar (2005) kitabının yazarı Martin Hutchinson da, Prudent Bear sitesinde yayımlanan bir yorumunda, Friedman’ın, “Dünya Düzleşiyor” (küreselleşmeE.Y.) kitabına atıfla, gittikçe artan korumacılık eğilimlerine, “dünyada yeniden engellerin belirmeye başladığını” vurguluyordu. İşçilerin, sendikaların artık hükümetlerden kendilerini korumalarını istediklerine dikkat çekiyordu. Yoksulluk, gelir dağılımında bozulma, bunlara karşı siyasi tepkilere ilişkin tartışmalar, akla Prof. Jeffery Willamson’un, “Küreselleşmenin 200 yılı” başlıklı benim de beş yıl önce aktardığım çalışmasını getiriyor. Williamson, geçmişte, tam da bu nedenlere küreselleşmenin çöktüğünü göstermişti. Volcker “ABD’de tüketimden, ihracata dayalı yeni bir modele geçiliyor” diyor. Geçen yıl emekliliği bırakarak, yatırımcılığa geri dönüp, yaptığı son dakika müdahalelerle Quantum fonunu yüzde 37 kâra geçiren George Soros “Reagan döneminden bu yana oluşan bir köpüğün delinmesine şahit oluyoruz” diyor. Bu saptama aslında, tam da bu 25 yıllık dönemin, küreselleşmenin sona erdiğini söylemiyor mu? [email protected] KEMAL ŞAHİN: Küresel rekabet sizi evinizde vurur İSTANBUL (ANKA) Şahinler Holding Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Şahin, küresel rekabeti aslanın ininde uyumaya benzeterek “Toros Dağları’nda bir dağ köyünde doğdum. Hayata zor şartlarla başladım. Acımasız rekabet kurallarını içselleştirmeyi, bu nedenle kolay başardım. Küresel dünyaya hazırlanmazsanız küresel rekabet gelir, sizi kendi evinizde de vurur” dedi. Mısır’da yatırım yapmanın, ABD’ye, Rusya’ya, Çin’e mal satmanın kendileri için Türkiye’nin bir vilayetinden bir vilayetine gitmek gibi bir şey olduğunu dile getiren Şahin, dünyanın en büyük tekstil şirketlerine üretim yaptıklarını anlattı. Şahin, toplam cirolarınn 1.5 milyar doları aştığını belirterek “Grup olarak dünya çapında 12 bin 500 çalışanımız var. Tekstilde dünyada 16. büyük kuruluşuz. 300’e yakın mağazayla dünya çapında tedarik sağlıyoruz. Bugün Puma’nın ve Zara’nın dünyada en büyük tedarikçilerinden biri haline geldik” diye konuştu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle