29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 ŞUBAT 2008 PAZAR 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Revolucion’un Küba’dayken Nâzım Hikmet’le yaptığı söyleşi SANATA BAKIŞ SELMİ ANDAK ESİNTİLER ZEYNEP ORAL ‘Montaj Sanayi’ Akbank Konseri Bu köşemde bugün sanat alanında çok değişik bir konuyu işlemeye gayret edeceğiz. Şöyle ki ele alacağımız konunun baş yaratıcıları önce Akbank Oda Orkestrası ve bu orkestrayı Şef Cem Mansur ile bu konsere konuk olarak katılan solist Adrian Brendel (viyolonsolist), seslendiren Akbank Oda Orkestrası’nın çok değerli sanatçıları olayın kurucuları sayılırlar. Bu sanat olayının ilginç bir yanı ise adının “Montaj Sanayi” deyimini taşımasıdır. Bu özet girişten sonra, şimdi izlediğimiz müzik etkinliğini belirleyelim: Akbank Oda Orkestrası yeni yılın bu ilk programında, “değişik ülkelere ait çağdaş bestecilerin ve yorumcuların montaj” ve “kolaj” gibi yöntemlerle oluşturdukları yapıtlara yer veriyor. Seslendirilecek besteler özellikle hiçbiri tek bestecinin o beste için düşündüğü ve içerdiği bir bütün değil!? Çağımızın müzik arayışlarına en etkileyici biçimde yanıt veriyorlar. Konser programında şef Cem Mansur yönetiminde: Bach üzerine Kolaj, Çaykovski’nin “Andante Cantabile” (Viyolonsel ve orkestra), Boccherini Viyolonsel Konçertosu, Glazunov, Bokolov, Liadov, “Les Vendredis’den Polka, St. Petersburg Bestecilerinden Bir Rus Halk Şarkısı Üzerine Çeşitlemeler” seslendirildiler. Viyolonsel partilerinde solist olarak Adrian Brendel yer aldı. Akbank Oda Orkestrası’nı yöneten şef Cem Mansur İstanbul doğumlu. Müzik eğitimini Londra’da City University’de yaptı. Ricordy şeflik ödülünü Guildhali School of Music and Drama’dan aldı. Sonra dünyada ünlü şef Leonard Bernstein’in öğrencisi olarak Los Angeles Filarmoni Enstitüsü sertifikasını aldı... Cem Mansur 198189 yıllarında İstanbul Devlet Operası Şefliği’ni yaptı. 1985’ten sonra çalışmalarını yurtdışında sürdürdü. Hollanda, Fransa, İtalya, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Macaristan, Almanya, İsveç, İspanya, Meksika, İsrail, Güney Afrika, Rusya ve diğer ülkelerde orkestra ve opera kuruluşları ile konuk orkestra şefi olarak çalışmalarını sürdürdü. 198797 yıllarında Oksford Şehir orkestrası Birinci Şefliği’ni yaptı. 1998 yılında İstanbul’da Akbank Oda Orkestrası Daimi Şefliği’ne atandı. Bu göreviyle birlikte ilginç programlar hazırlayarak büyük ilgi çekti. Barok çağın geniş repertuvarını üstlenerek, özellikle unutulmuş ve özgün eserlere el atarak çok yararlı bir görev oluşturdu. 1986 yılında Londra’da Elgar’ın bitmemiş operası “İspanyol Kadını”nın ilk seslendirilişini başarıyla yönetti. 2000 yılında Londra Festivali’nde Offenbach’ın 126 yıl oynanmayan operası “Vhittington”u yönetti... Cem Mansur dünyada birçok kuruluşun, orkestranın ve şefliğini üstlendiği etkinliklerin yöneticisi oldu. Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası Kurucu Şefi, Avrupa kültür çalışmalarının müzik ve opera direktörü oldu. İzlediğimiz Akbank Oda Orkestrası’nın konserinde solist olarak katılan viyolonsolist Adrian Brendel, dünyanın çok usta bir müzisyeni olduğunu kanıtladı. 1976 yılında Londra’da doğan Adrian Brendel, konserde seslendirdiği Çaykovski’nin “Andante Cantabile” ve Boccherini’nin ‘’Viyolonsel Konçertosu No. 9Si Bemol Majör” eserlerini özellikle duygusallık içinde çok üstün bir teknik ile yorumlayarak ne denli bir viyolonsel virtüozu olduğunu bizlere iletti... Özetle belirtelim ki, Şef Cem Mansur yönetiminde Akbank Oda Orkestrası konseri, başlı başına bir müzik şöleni idi. Öyle bir halk ki... Nâzım Hikmet’in eşyalarının sergilenmesiyle birlikte, koca şairin hiç bilinmeyen bir şiiri de gün ışığına çıkarıldı. Soner Yalçın da, Hürriyet gazetesindeki köşesinde, Nâzım’ın unutulan bir ziyaretini yeniden anımsattı bizlere… Sevgili Yalçın, şairin Kore Savaşı sırasında, Kuzey Korelilere esir düşen Türk askerlerine yaptığı ziyareti usta kalemiyle sundu okurlara. Biz de, tarihin tozlu raflarından kalan bir başka Nâzım belgesini gün ışığına çıkaralım… Dönemin sevilen bir gazetecisi Küba’nın başkenti Havana’dadır. Nâzım Hikmet’in de Küba’da olduğunu duyan gazeteci şairi görmek ister. Ne var ki, Nâzım köyleri gezmeye gitmiştir. Gazeteci, bir bayiden “Revolucion” gazetesi satın alır… Gazetenin birinci sayfasında Nâzım Hikmet ile yapılan bir söyleşi vardır… Ne mutlu bize ki, gazeteci o söyleşiyi gezi yazılarına alacaktır. Böylelikle Nâzım’ın sözleri, Küba’da bir gazetenin arşivine mahkum olmaktan kurtulup, günümüze ulaşacaktır!.. ‘Küba’yı görmeden ölmek yazıktır’ Hey Millet: Türban Kadın Sorunudur! İnanılır gibi değil! Türban konusundaki tartışmaları izledikçe, hele hele erkeklerin bu konuda ahkâm kesişlerini izledikçe çıldırmamak işten değil! AKP ve MHP’nin “türban”ı getirdiği yer, benim görüşüme göre ne dinidir, ne de dini vecibeleri yerine getirmekle, bireysel inanç özgürlüğüyle ilgilidir. Hele hele üniversite çağındaki kızların okuma, eğitim hakkıyla; kadınların eşitlik, bağımsızlık, özgürlük yolundaki adımlarıyla hiç ama hiç ilgisi yoktur! Daha önce de bin kez yazdım: Başı örtülü kızların üniversiteye girip girmemesi kimsenin derdi değil! Onların derdi kendi ideolojilerini ve onun gereği muhafazakâr yaşam biçimini dayatmak, etkin kılmak. Onların derdi devlete dini kimlik, dini imaj kazandırmak! Bir kez daha politikalarını kadın üzerinden, kadın bedeni, kadının görüntüsü üzerinden uyguluyorlar. En korkuncu, bunun bir kadın sorunu, kadın meselesi, kadınların iki kez sömürülmesi, kadınlara karşı çifte ayrımcılık olduğunu fark etmeden, ayrımına varmadan bu politikayı sürdürmeleri! Okuma yazması olmayan 6 milyon kadın… Her yıl okula yollanmayan 3 milyon kız… Kadınların işgücüne katılımlarının, erkeklerinkinin üçte biri olması… Kırsal kesimde, tarımda ücretsiz aile işçisi olarak çalışması…(Tarımda kadınların yalnızca yüzde biri kayıtlı)… Hiçbir güvenceleri olamaması… Her yıl yüzlerce kadının “namus”, “ahlak”, “töre” diye diye öldürülmesi ya da intihara zorlanması… Daha bunlar gibi kadının nice insan hakları ihlalleri umurlarında değil! Varsa yoksa saç telinin görünmemesi! Kimi kandırıyorlar? “Kocası iyi kazanıyorsa kadın çalışmamalı” diyen bakanı mı? “Çalışan kadın aldatır!” diye konuşan imamı mı? Eğer baştan beri bunun bir demokrasi sorunu, kadının insan hakları sorunu olduğu ortaya konsaydı… Bu konuda kadınlara söz hakkı tanınsaydı… Bugün bu korkunç kutuplaşmayı, amansız düşmanlığı yaşamıyor olurduk! Başbakan’ın bir zamanlar sözünü ettiği “toplumsal mutabakat” çoktan bir yana atıldı, saflar güç gösterisine, ”çoğunluk bende” yarışına girdi ki, bundan tehlikeli bir şey olamaz! ir yazarak, Anadolu’daki hareketi desteklemeye başladım. Çocukluğumda Anadolu’yu gezmiştim, fakat bir Paşa’nın oğlu olarak… Bu defa Anadolu’yu başka türlü gezdim: Karadeniz’den Ankara’ya kadar yayan yürüdüm. Bu yolculuk ayaklarımın Anadolu toprağıyla ilk teması değildi ama kalbimin ve kafamın halk ile ilk temasıydı. Öyle bir halk ki, okuma yazması yok, ezilmiş, hastalık dolayısıyla sinek gibi ölüyordu. Öyle bir halk ki, kadınları ancak evlendikleri gün ayakkabı giyer ve daha sonra bu ayakkabılarını kızlarına miras olarak bırakırlardı. İşte milletim, bu sıkıntılar içinde, feci şartlar altında milli egemenlik için mücadele ediyordu.” Küba devrimi için yazdığı şiir Nâzım, “Sizi Küba’ya getiren sebep nedir” sorusuna şu yanıtı verir: “Bence Küba ihtilalinden sonra, insanlığın refahına inananlar için Küba’yı görmeden ölmek yazıktır. Buraya davet edildiğim zaman diyebilirim ki, son yılların en büyük sevincini yaşadım. O sıralarda Paris’te bulunuyordum. Paris’teki bütün arkadaşlarıma, otobüs biletçisine, gazete satan bayiye, Türk içkisi hazırlayan Rum lokantacıya Küba’ya gitmekle neden bu kadar memnun olduğumu anlattım.” Sonraki soru şöyledir: “Yoldaş Nâzım, hayatınız hakkında, Küba halkını aydınlatmak ister misiniz?”… Böyle bir soruya verilecek yanıt, Türkiye’nin yakın tarihini de içerecektir elbette… Öyle de olacaktır zaten; Nâzım Hikmet’in sözleri soyağacının dallarında bir rüzgâr gibi dolaştıktan sonra, Anadolu’daki direniş fırtınasına karışır… Der ki, koca Nâzım: “Savaşta Alman emperyalizminin müttefiki olan Osmanlı İmparatorluğu yenildi. Şehrim İstanbul işgal edildi. Padişah Türkiye’nin bir sömürge olmasını istiyordu. O sırada, Anadolu’da bir gerilla kuvveti tarafından ilk direniş hareketi başladı. Gerillacılar arasında daha önce Rusya’da esir olan ve Rus ihtilalini gördükten sonra Türkiye’ye dönen kimseler de vardı. Mustafa Kemal adında bir komutan bu hareketin başına geçti. Emperyalist istilacı kuvvetlere karşı bir direniş ordusu kurdu. Bu hareketin ve aynı zamanda Rusya’da olup bitenlere dair duyduklarımızın etkisi altındaydık. O sırada astsubay olarak bulunduğum bir harp gemisinde milli hareketi destekleyen bir ayaklanma tertipledik. Hareketin liderlerinden biriydim. Beni ordudan kovdular ve bu suretle denizcilik mesleğim de sona erdi.” Nâzım Hikmet, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı konusundaki samimi, sıcak duygularını içeren konuşmasını sürdürürken sözü Anadolu insanına getiriyor. İşte, o bölüm: “Bundan sonra işgal kuvvetlerine karşı şi Söyleşi, şairin hapis hayatı ve çok sevdiği İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalmasıyla devam ediyor… Gazetenin ön sayfasında, boydan boya dört sütun tutan söyleşide Nâzım Hikmet, Küba hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getiriyor: “Bu adada sizler cehalete karşı mücadele ediyor, okullar kuruyorsunuz. Bu ada, bizim adamız, benim adam… Bütün geri kalmış ülkeler için büyük bir okul; özellikle koloniler ve yarı koloniler için… Ben şahsen birkaç günden beri bu okulun sıralarında bulunuyorum. Bu sıralarda çok şey öğrendim. Kendimi daha kuvvetli ve bilgili hissediyorum. Yazık ki bu ada bir sandal gibi hareket edemez; edebilseydi bütün dünyanın limanlarına gidebilecekti ve böylece olağanüstü bir sonuç elde edilecekti.” Gazetede yalnızca söyleşi değil, Nâzım Hikmet’in Küba devrimi için yazdığı bir şiir de yayımlanmaktadır: İnşa etmek şarkı söylemeye benzemez / Fakat rençberler sabırlı insanlardır / Bina da göklere doğru yükselir / Yukarıya, yukarıya daima daha yukarıya / Ve şimdiden birinci kata / Çiçek dolu bazı saksılar koydular / Ve kuşlar taşıyor kanatlarında / Güneşi üçüncü katın balkonuna Sahi, biz, 1923 devriminin cehalete karşı başlattığı savaşta güneşi üst katlara taşıyabildik mi?.. Ne acıdır ki, Nâzım Hikmet’in Küba’da yaptığı söyleşiyi bizlere ulaştıran gazeteci aydınlanma yolunda öldürülecek ve bedenine sıkılan kurşunlardan birinin kırdığı kalemi Çemberlitaş’taki Basın Müzesi’nde sergilenecektir… O gazeteci sevgili Abdi İpekçi’dir… Türbanlılara düşen görev Yok çene altından düğüm, çene üstünden düğüm, resimde, şekilde görüldüğü gibi safsataları başı açık olan beni bile aşağılıyor. Ya başı örtülüler ne hissediyordur! Ama artık onlara da bir görev düşüyor: Önce İslam dinini benimsemiş din devletlerinde kadınların durumunu görsünler! Sonra kendi ülkelerinde neler yapabileceklerini düşünsünler: Örneğin şu “namus cinayetleri” yaramıza el atabilirler! Kadınların okuma yazma, kızların okula yollanma, iş yaşamında, ayrımcılığa, kadın maaşlarının erkeğinkinin yarısı oluşuna, çalışan kadının kreş sorununa biraz ilgi gösterebilirler. Ama türban için verdikleri mücadelenin binde birini küçücük yaşta başları bağlanarak imam hatipe giden kızların, bu okuldan çıkınca imam olabilmeleri için verebilirler… Kadınların başı açık da imam olabilmeleri için uğraşabilirler! Demek istediğim onlar da önce, kadına karşı yapılan ayrımcılığa karşı çıkabilmeliler! İki hafta önce erkekler kara çarşafa girmeli diye bir öneride bulunmuştum… Kesinlikle alay ya da şaka niyetiyle değil, ayrımcılığa karşı çıkmak adına önermiştim… Gazetemiz, internette (abone olmadan) okunamadığı halde, baktım ki önerim sanal âlemde dönüp dolaşıyor… İşte başı örtülüler de dini, inancı artık biraz da kadının giyimi kuşamı değil, erkeğinki üzerinden sorgulamakla işe başlayabilirler! Devlet Senfoni Orkestrası sanatçıları, Kültür Bakanı ve müşteşarı hakkında suç duyurusunda bulundular ‘Yargı kararlarını uygulamıyor’ ANKARA (Cumhuri herhalde en geç 30 gün yet Bürosu) Devlet Sen içerisinde tüm sonuçlafoni Orkestrası sanatçıla rıyla birlikte uygulanrı, Kültür ve Turizm Ba ması gereken kararlarkanı Ertuğrul Günay ile dır ve uygulanması için müsteşarı İsmet Yılmaz Sayın Bakan Ertuğrul hakkında, “yargı karar Günay’a ve diğer sorumlarını uygulamadıkları” lulara tarafımdan 3 kez gerekçesiyle suç duyuru başvurulmuştur” dedi. sunda bulundular. Kültür Avukat Çakmak dilekve Turizm Bakanlığı, Atil çesinde, müvekkilleri la Koç döneminde senfo Cem Tabakaydın ve Deni orkestralarınca yapılan niz Türeli’nin halen gösınavları iptal etmiş ve bu reve başlatılmadıklarını sınavları kazanarak görev vurgulayarak, “Şikâyetli yapan saolarak isimnatçıların leri verilen sözleşmekişiler, işgal ? Dilekçede, lerini de etmekte olGünay ve Yılmaz’ın dukları mageçersiz “yargı kararını saymıştı. kam itibagerektiği biçimde ve rıyla yargı Bunun üzerine sakararının gesüresinde natçıların reğini yerine uygulamamak, açtığı dagetirmek duyasaya aykırılığı valar sonurumunda olyargı kararı ile cunda idadukları nesaptanmış olan sakat deniyle hure mahkemesi, bakuki ve cezai idari işlemin kanlığın işaçıdan sosürdürülmesinde leminin rumludurısrar ederek görevi yürürlüğülar. Görev ve kötüye nü durduryetkilerini kullandıkları” muştu. kötüye kulbelirtildi. İdare mahlandıkları, kemesinin ihmal ettikkararına leri bu eykarşın sanatçılar göreve lemlerini sürdürdüklebaşlatılmadı. ri ve yanlışta ısrar etSanatçıların avukatı İs mekte oldukları nedemail Sami Çakmak, Kül niyle şikâyet olunmuştür ve Turizm Bakanı Er lardır” dedi. Dilekçede, tuğrul Günay ile müsteşa Ertuğrul Günay ve İsmet rı İsmet Yılmaz hakkında Yılmaz’ın “yargı karaYargıtay Cumhuriyet Baş rını gerektiği biçimde ve savcılığı’na suç duyuru süresinde uygulamasunda bulundu. Çakmak, mak, yasaya aykırılığı üç farklı idare mahkeme yargı kararı ile saptansinin kararını da eklediği mış olan sakat idari işdilekçesinde, “İdari yar lemin sürdürülmesinde gıdan verilen kararlar, ısrar ederek görevi kögecikmeksizin ve değiş tüye kullandıkları” belirtirilmeksizin derhal ve tildi. ‘Ulak’ filmi ‘Ulak’ filmini izledim ve çok etkilendim. Bu hafta onu yazacaktım ama ülkemin içine düştüğü durum izin vermedi! Beni en çok etkileyen Çağan Irmak’ın sinema dili ve baştan sona sürdürdüğü bu dilin biçemi oldu. Yarattığı, gerçekleştirdiği atmosfere, masalsı dünyaya baştan sona inandım. Düşle gerçeğin, sözle göze görünenin iç içeliğine; söylenmeyenin, göze gösterilmeyenin varlığına; bunların hepsinin bütünlüğüne hayran kaldım… Hayal edilenin şekillenmesine… Etkilendim, çünkü “zamansız ve mekânsız” diye tanımlansa da film, ben ülkemi gördüm, Anadolu’yu, coğrafyasını, tarihini, toprağını gördüm. Ama aynı zamanda Bedrettin’i, Pir Sultan’ı, Mevlana’yı gördüm… En çok anlatılan öyküde, ayrıntıların zenginliğine, anlam çokluğuna ve “intikamın”, şiddet dışında aranmasına hayran oldum. Oyuncuların hepsine bir kez daha gönül verdim: Çetin Tekindor, Yetkin Dikinciler elbet, ama Hümeyra ve Şerif Sezer, o iki müthiş kadını yeniden yeniden kucaklamak istedim. Ve bütün çocukları öpmek… Gönül gözüyle bakmayı öneren, izleyiciyi özgür bırakan filmden sonsuz bir tat aldım. Emeği geçen herkesi kutluyorum. [email protected] Konser, 5 Şubat akşamı İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka Yerleşkesi’nde Alexander Markov, babası ile birlikte konser verecek Kültür Servisi Keman virtüözü Alexander Markov, babası Albert Markov ile birlikte İTÜ Maçka Yerleşkesi’ndeki Mustafa Kemal Konferans Salonu’nda 5 Şubat akşamı saat 20.00’de konser verecek. Piyanoda Gülden Teztel’in eşlik edeceği konserde Handel, Bach, Tartini, Paganini, Tchaikovsky, De Falla, De Sarasate, Gershwin ve Markov’un yapıtları seslendirilecek. Olağanüstü bir teknik hâkimiyete sahip olan Markov ise sekiz yaşındayken babası ile orkestra eşliğinde konser vermeye başladı. “Nicollo Paganini Yarışması”nda elde ettiği altın madalya dışında; 1977 yılında “Juilliard Yarışması”, 1979 yılında “Waldo Mayo Ödülü” ve 1980 yılında “Los Angeles Ulusal Yarışması”nda birincilik ödülünü alan Markov’un, Paganini’nin çalınması zor olan “Solo Keman İçin 24 Kapri”sini çalması bu keman yapıtının popüler olmasını sağladı. Burger King sponsorluğunda düzenlenen konserin gelirinin tamamı İTÜ öğrencilerine burs verilmek üzere İTÜ Vakfı Burs Fonu’na aktarılacak. (0 212 243 27 33) Alexander Markov Barış Manço ölümünün 9. yılında anıldı ? Kültür Servisi Pendik Belediyesi, Barış Manço’nun 9. ölüm yıldönümü nedeniyle cuma akşamı Yunus Emre Kültür ve Sanat Merkezi’nde bir anma gecesi düzenledi. Gecede Grup Manço Animasyon Ekibi’nin gerçekleştirdiği gösteriden sonra Barış Manço’nun 19 yıllık menajeri Tamer Şahin’in, “Hâlâ Yazıp Çizecek Birkaç Satırım Kaldı” adlı kitabında da yer verdiği anılarını anlattığı bir de söyleşi düzenlendi. Sanatçıyı anma etkinlikleri “Barış Manço 7’den 77’ye Doludizgin Barış ve Sevgi Derneği” İstanbul Temsilciliği’nin bugün düzenlediği “Barış ve Sevgi Günü” ile devam ediyor. Haydi çocuklar Oyuncak Müzesi’ne Kültür Servisi Çocuklara ve içindeki çocuğu koruyabilenlere düş kurmanın kapılarını açan İstanbul Oyuncak Müzesi, çocukları ve büyükleri illüzyon sanatı ile buluşturuyor. Her pazar saat 15.00’te Selim Başarır, Nedim Güzel, Özgür Özdural ve Doruk Ülgen’den oluşan “İstanbul Magic Academy” topluluğu tarafından gerçekleştirilecek atölye çalışmalarında, her yaş grubu için düzenlenmiş bir program bulunuyor. Ayrıca müzede illüzyon atölyesinin yanında, her cumartesi saat 13.30’da Duygu Tansı ve Oya Tansı tarafından oynatılan “İbiş Çöp Canavarı” ve her pazar 13.30’da Gül Köseeren’in oynattığı “Masalcı ve Sevimli Kuklalar” isimli kukla gösterileri izleyici ile buluşuyorlar. (0 216 359 45 50) Gül Köseeren’in oynattığı ‘Masalcı ve Sevimli Kuklalar’ adlı kukla gösterileri her pazar saat 13.30’da izlenebilir. CUMHURİYET 14 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle