29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 ŞUBAT 2008 PAZAR 12 PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr Eski Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Şener’den hükümete, ‘geliyorum’ diyen ekonomik krize karşı uyarılar: Bunun sonu felaket olur SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Bir önceki AKP Hükümeti’nin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olan Doç. Dr. Abdüllatif Şener’le konuşuyoruz. Hükümetin ekonomide pembe tablolar çizmesine karşılık dış piyasalardaki korkutucu dalgalara karşı bu hükümetin hiçbir önlem almadığını söylüyor. Bu gidişin sonunun “felaket” getireceğinin altını çizen Şener, “Türkiye’nin küresel dalgalardan etkilenmemesi mümkün değildir” diyerek acil önlem çağrısı yapıyor. Şener, “Bir taraftan bu dalgalardan etkilenir, bir taraftan rekabet gücünüzü kaybeder, ileride zayıf bir ekonomi haline gelirsiniz” diyor. Hükümetin türban gündemini değiştirme aracı olarak kullanmasıyla ilgili olarak şöyle konuşuyor: “O ekonomik tehlike gelirse ülkenin en ücra köşesindeki vatandaş da size fatura keser.” Hükümetin pembe tablolar çizmesine rağmen “geliyorum” sinyalleri veren ekonomik krizin ayak sesleri başta ABD’den olmak üzere bütün dünyadan duyulmaya başlandı. Bugüne kadar sıcak paraya dayalı ekonomik kalkınma olmaz, yapısal ekonomik reformlar hayata geçirilmeli uyarılarına sizce AKP yöneticileri ve sözüm ona ekonomi kurmayları neden kulaklarını tıkadılar? ŞENER Bütün dünya ekonomileri küreselleşme dalgasından etkileniyor. Artık sınırların eski anlamdaki gibi koruyuculuğu yok. Türkiye, özellikle 1989’dan sonra sermaye hareketlerinde serbestliği tanımış bir ülkedir. Dolayısıyla da Türkiye’nin bu küresel dalgadan etkilenmemesi mümkün değildir. Ancak küresel ekonomiyle eklemlenme dönemlerinin her birinin farklı karakteri vardır. Bana göre 2001 krizi sonrasında Türkiye küresel ekonomiye yeni bir eklemlenme dönemine girmiştir. Bu dönem henüz tamamlanmamıştır. Bu dönemin başındaki ekonomik göstergelerdeki birtakım değişiklikler, iyileşmeler sadece ilgili yılların hanesine yazılarak yorum yapılmaya kalkılırsa yanlış olur. Bu dönemi, 2001’den itibaren tamamlandıktan sonra değerlendirmek lazımdır. 2001’den bugüne kadar çıkan rakamları, bu dönemde etkin politikalar uygulanmadığı gibi hüküm verici bir sonuca bağlayamayız. Ekonomik kriz geliyorum diyor Bu sözlerinizi biraz açar mısınız? Neyi kastediyorsunuz? Örneğin doların kuru 1.640’tan 1.150’ye kadar düştü. Bu önemli bir düşüştür. Düşmemiş olsaydı milli gelir rakamımız dolar cinsinden bu kadar yüksek olmazdı. Kişi başına gelir bu kadar yüksek görünmezdi. Pek çok gösterge ya da borç stokumuzun milli gelir içindeki oranı böyle düşük değil, daha yüksek görünürdü. Hatta bu bütçe açıklarında bile döviz cinsinden faizlerin Türk Lirası hesabı düştüğü için etkileyen bir sonuçtur. Dolayısıyla bu dönem tamamlandıktan sonra ne iyiydi ne kötüydü, bunun hesabını yeniden yapmak zorunda kalırız. ‘ Türkiye’den sermaye çıkışı olduğu takdirde, para miktarı cari açığı karşılayamazsa bunun anlamı bir ekonomik kırılmadır. ’ Onun için, “Son yıllarda Türkiye’de makro ekonomik göstergeler iyidir. Bu iyilik bundan sonra da işlerin böyle geçeceğinin karinesidir. İyi yoldayız. Bu dengeler mükemmeldir” diye atalet gösterilmesinin, tedbirsizlik yapılmasının, politikaların sürekli test edilmemesinin doğru ve sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. İyi de, her şey mükemmel gidiyordu da şimdi dış dalga vurunca ne olacak? ABD’de ortaya çıkan mortgage kriziyle bağlantılı olarak dalga büyüyebilir. Ama dalganın daha fazla büyüyüp bazı ülkelerde kriz ortamı oluşturup oluşturmayacağı tartışmalı. Farklı yorum yapanlar var. “Bir kriz geliyorum diyor. Bakın” diyenler var. “Yok, bunu ABD ekonomisi absorbe edebilir. Bazı dalgalanmalar olsa bile bu, krize dönüşmez” diyenler de var. Birkaç ay önce bir dış kredilendirme kuruluşundan, “Artık Türkiye önlemlerini almalı. Biz Türkiye’nin ekonomik yükünü daha fazla kaldıracak durumda değiliz” biçiminde bir uyarı geldi. Bu uyarıya karşın sizce neden hiçbir önlem alınmıyor? Sadece dışardan sermaye girişine Bu ekonomi politikasının ağırlığını ve yönünü temel olarak belirleyen hükümettir. Biz küreselleşmeden, küresel rekabetten söz ediyoruz. Bunun anlamı, Türkiye olarak küresel rekabet avantajlarımızı arttırmadığımız takdirde bu küresel ekonominin içinde zayıf düşeceğimizdir. Bir taraftan dalgalardan etkilenirsiniz, bir taraftan da rekabet gücünüzü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalır, ilerde zayıf bir ekonomi haline gelirsiniz. Göz boyamaca Peki, bu durumda Türkiye’nin rekabet gücü arttırılıyor mu, arttırılmıyor mu sizce? Zaten temel hassasiyetin bu olması lazımdır. Hem iktidar, hem ekonomi yönetimindeki kurumlar ekonominin rekabet gücünün artıp artmadığını temel hassasiyet olarak belirleyip politikaları ona göre şekillendirmesi, her attıkları adımda da rekabet koşulları açısından ekonomiyi test etmeleri lazımdır. Ama Türkiye’de bu yok. Söylenen şu: İhracat artıyor, her şey iyi gidiyor. İhracatın neresi artıyor? Geçen Türkiye’de sağlıklı bir ekonomi politikası uygulayabilmenin zeminini ortadan kaldırmaktadır. Bunun sonucunda da küresel ortamda Türkiye’nin dış dengeleri gittikçe bozuluyor. Bozulan dış dengelerin en açık göstergesi cari açıktır. Türkiye ekonomisi Cumhuriyet tarihinin en yüksek cari açıklarını veriyor. Siz bakanlığınız döneminde cari açık tehlikesini vurgulamıştınız. Ama hükümetten hiç kimse kulak asmamıştı. Neden? Ben bakanlık dönemimde bazı şeyleri zorladım. Piyasa tartışmazken ben cari açığı tartışmaya açtım. Bankalarda yabancı payı daha yüzde 10’un altındayken ben bankaların yabancılaşmasını tartışmaya açtım. Onun ötesinde kuru tartışmaya açtım. Benim kamuoyunun gündemine bu konuları getirmemin amacı ülkenin rekabet gücünü korumaya, ekonomik performansını arttırmaya yönelik temel dinamikleri arayış içinde olmamdı. Ama bunlara karşı temel hassasiyetler oluşmadığı zaman yürütmekte de güçlükler oluşuyor. Böyle bir hassasiyet olmadığı için cari açık artıyor. Cari açık Türkiye’nin gelirleri ve giderleri doğrudan yatırımlar da geliyor. Bunların kâr oranı çok yüksek; hiç döviz getirisi olmayan, ama tamamıyla iç piyasada mevcut olan bütün parayı toplayan yatırımlar. Bunlar neler? Telekom, mobil telefonlar, iş merkezleri, hiper marketler, bankalar… Şimdi, otobanlar, enerji santralları, Milli Piyango, diyoruz. Milli Piyango yabancının eline geçtiği anda içeride topladığı parayı dışarı götürecektir. Biz cari açığımızı nereden karşılıyoruz? Birincisi, paradan para kazanan bir ülke haline dönüştük. Dünyada faize en çok kazandıran ülke Türkiye. Bu çark devam ettiği sürece Türkiye’de bir finans krizi yaşanmaz. Kriz deyince, vatandaşın ekonomik sıkıntıya girmesini artık kimse anlamıyor. Çünkü kavramlar değişti. Artık ekonomik kriz denilen, finansal krizdir. Böyle bir finansal kriz yaşanmayabilir. Sürekli cari açık verilir. Sürekli de Türkiye’ye yabancı para girdiği için bol kazanarak varlığını devam ettirir ve bu açığı kapatır. İyi de, nereye kadar? Bu süreç şuraya gider: Bir dış dalga geldiği zaman kırılır. Dışarıda mortgage P O R T R E Doç. Dr. ABDÜLLATİF ŞENER Sıvas/Yıldızeli, 1954 doğumlu. Yükseköğrenimini AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaptı. Gazi Üniversitesi Bolu İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi Maliye Anabilim Dalı’nda doktorasını tamamladı. Bulunduğu fakültede dekan yardımcısı olarak görev yaptı. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ne geçerek doçent oldu. 1991’e kadar siyasetten uzak durduğu halde aynı yıl yapılan genel seçimlerde Sıvas milletvekili olarak TBMM’ye girdi. 199697 arası Erbakan Hükümeti’nde Maliye Bakanı oldu. 2002 seçimlerinde AKP’den milletvekili seçildi. Abdullah Gül Hükümeti’nde Başbakan Yardımcılığı ve Özelleştirmeden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nı üstlendi. Erdoğan Hükümeti’nde de Başbakan Yardımcılığı’nı korudu: Bu kez Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nı üstlendi. 22 Temmuz seçimlerinde milletvekili adayı olmayacağını açıklaması büyük yankı uyandırdı. Şimdi Hacettepe Üniversitesi ve TOBB Üniversitesi’nde dersler veriyor. “Tanzimat Döneminde Osmanlı Vergi Sistemi” isimli bir kitabı var. dayalı ekonomik bir yapı, kırılmaya müsaittir. Dünyada olan hadiselerle birlikte Türkiye’deki ekonomik durumu değerlendirecek olursak benim gördüğüm şudur: Türkiye ekonomik politikalarını oluştururken ve uygularken buna şekil verecek kurumların refleksleri son derece önemlidir. Her şeyden önce de siyaset kurumu önemlidir. Kimi bağımsız, kimi bakanlıklara bağlı sorumlu kurumlar bulunuyor. Bunlar Merkez Bankası, BDDK, SPK, Hazine Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Maliye Bakanlığı, DPT’dir. Bunların tamamında ortaya çıkacak refleks, hassasiyet ve bu birimlerde görev alan kişilerin konuya bakış tarzları, sonunda karşılıklı etkileşimlerle bir ekonomi politikasını ortaya çıkarıyor. yılın rakamlarına göre ihracat 105 milyar dolar, ithalat 167 milyar dolar değil mi? 2002’de 36 milyar dolarlık ihracat yapıyor idiyseniz geldiğiniz nokta itibarıyla 100 milyar doları aşmışsanız bunun anlamı ihracat artıyor olur. Ama ithalat daha çok artıyor. Hatta ara malı ithalatı daha fazla yükseliyor. Son geldiğimiz nokta Türkiye’nin ihracatının ara malı ithalatından bile az olduğudur. İşte buradan hareketle bu durum ekonomiyi ve ekonomi politikalarını sorgulamayı gerektiriyor. Yani, rekabet avantajlarını arttırmak için ne yapmak lazım? Siyaset temel hassasiyetini bunun üzerine mi koyuyor? Benim gördüğüm bu hassasiyet yoktur. Bu hassasiyet olmayınca ne olur? arasındaki açıktır. Bugün bunlar arasında korkunç bir fark var. 2006’da bu 32.9 milyar dolardı. 2007’de 40 milyar dolara ulaşabileceği ifade ediliyor. Bir taraftan ara malı ithalatı artıyor. Ama Türkiye bundan dolayı bugün için bir sıkıntı çekmiyor. Sanal başarılar Peki, bugün için neden sıkıntı çekmiyor? Döviz giderlerimizi döviz gelirlerimizle karşılayamamamıza rağmen Türkiye’ye bize ait olmayan bol miktarda para giriyor. Sermaye hareketleri tablosuna baktığımız zaman yabancıların bankalara, bizim borsaya para yatırdığını görüyoruz. Borsada yabancı payı yüzde 75’e ulaştı. Ya da Hazine’ye borç para veriyorlar. Bazı tartışmaları ciddi boyutlara geldiği takdirde Türkiye’ye sermayenin girişi azalabilir. Büyük kuruluşlar, kendi merkezleri sorun yaşarken orayı kurtarmak için dışarıdaki parayı çekerler. Türkiye’den sermaye çıkışı olduğu takdirde, zaten bize ait olmayan yabancıya ait paralar çekilmeye, para miktarı cari açığımız kadar ülkeye girmemeye başladığında bunun anlamı bir ekonomik kırılmadır. Hatta bu, 1994 ve 2001 kırılmalarından daha da büyük olabilir. Olmayabilir de... Olmaması ne anlama gelir? Bu, ekonominin yabancılaşmasının arttığı anlamına gelir. Yani, çok iyi, Türkiye’de kriz yok, derseniz bunun anlamı Türk ekonomisinin süratle yabancılaştığıdır. ‘ Yabancılaşma giderek ekonomik politikaların da yabancılaşmasına yol açıyor. Yani ekonomi politikaları yabancı duyarlılıklarına uygun hale dönüşmeye başlıyor. ’ ‘ Her ortaya çıkan ekonomik ve siyasal konuda siyasilerin konuşma ve değerlendirme biçimleri toplumsal barışı bozacak tavırlara, tonlara kaçmamalıdır. ’ Ekonomi politikası tümden yabancılaştı Türk ekonomisinin süratle yabancılaşması siyasetin de süratle yabancılaşmasını beraberinde getirmez mi? Yabancılaşmayı tarif etmek lazım. Bir kere hizmet sektörlerinin tamamıyla yabancıların eline geçmesi… Şu anda pek üretime girmediler. Kapasite oluşturacak alanlara gelmiyorlar. Ama bir dalgayla piyasayı çırparlarsa öbür bütün firmaları da kapatabilirler. O çırpma, yabancılaşmada yeni bir gelişme alanı ortaya çıkarabilir. Ama sadece bu değil. Bu yabancılaşma giderek ekonomi politikalarının da yabancılaşmasına yol açıyor. Yani ekonomi politikaları yabancı duyarlılıklarına uygun hale dönüşmeye başlıyor. Örnek vermek gerekirse, Sıvas’taki esnafın beklentileri ekonomi politikasına yön veren bir unsur olmaktan çıkıyor. Bunun yerine dünyanın en çok parayı kazanan yabancının parasındaki kazancı arttırma refleksleri ve beklentileri sizin uyguladığınız ekonomi politikasına yön vermeye başlıyor. Belki de bu daha üzerinde durulması gereken bir nokta. “İşler yolunda. Herhangi bir riskimiz yok. Yolumuza devam ediyoruz. Ekonominin kırılganlığı azaltılmıştır” diye bakmak sağlıksız bir bakış tarzıdır. Yani bu bakış açısı felakete götürebilir mi? Zaten sağlıklı olmamak demek felakete gidiyoruz demektir. Merkez Bankası’nın ve öbür özerk kurumların Bütün yetkililer kavgaya meraklı İyi de bu konu o kadar önemliydi de Acil Eylem Planı’nda niye yok? Bunun ne anlama geldiği sakin bir biçimde tartışılabilirdi. Ama hemen bir kavga, çekişme koptu. Çok değişik yorumlar yapıldı. “Acaba anayasanın değiştirilemez maddelerinden birisi olan Ankara’nın başkent oluşunun altı mı oyuluyor?” dedi. Ardından naklin maliyetleri, matbaalar gibi pek çok konu gündeme geldi. Zaman zaman diğer bankaların da merkezleri değişik vesilelerle İstanbul’a taşınmıştır. Önemli olan aklı selimin hâkimiyetidir. Ben, Türkiye’nin bu gidişi karşısında en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyin toplumsal barış olduğuna inanıyorum. Her ortaya çıkan ekonomik ve siyasi konuda siyasilerin konuşma ve değerlendirme biçimleri toplumsal barışı bozacak tavırlara, tonlara kaçmamalıdır. Bir hükümetin başındaysanız birinci hassasiyetiniz o olur. Başta yetkililer, sorumlular olmak üzere herkesin buna dikkat etmesi gerekir. Ama başta yetkililer ve sorumlular olmak üzere bu temel hassasiyetler bir tarafa bırakılmış, herkes sanki kavga etmeye çok meraklı gibi davranıyor. Ekonomi kadar, hatta ondan daha fazla yanlış bir gidiş olamaz. ABD’de mortgage krizi patladıktan sonra tüm dünya borsaları sallanıyor. Türkiye’nin üzerine dalgalar yürüyor. Ama Başbakan anayasaya türbanı sokacağım diye tutturmuş. Başbakan’ın gündem değiştirme merakından yola çıkarak soruyorum. Sizce bu ısrar gelecek ekonomik krizden dikkatleri dağıtmak için bir taktik mi? Yoksa yerel seçimlerde AKP’ye prim mi yaptırmayı amaçlıyor? Ekonomik krizi gündemden düşürelim. Başka konular tartışılsın, dersek iki hata olur. Böyle bir tartışma ortamında böyle ciddi bir riski ikinci plana itmek yanlıştır. O risk o tartışma ortamında ortaya çıkarsa bu sefer kamuoyunda gelen riskle ilgili yetkililer ve sorumluların üzerlerine düşeni yapmadıkları kanısı pekişir. Dünyanın öbür ucundan bir risk, “Ben geliyorum, sizi vuracağım” diye bağırıyor. “Önemli bir şey yok” diyorsunuz ve başka bir konuyu konuşarak o gelen tehlikeye karşı önlemleri almıyor, ev ödevinizi yapmıyorsunuz. Süreç böyle gelişir ve sonunda o tehlike gelirse en ücra köşedeki vatandaşa varıncaya kadar herkes size görevinizi yapmadığınız için fatura keser. Yani bu siyasi açıdan çok sağlıklı bir durum olmaz. İkincisi, toplumsal barışı korumanın önemli olduğunu düşünüyorum. İşin doğrusu bu baş örtüsü yasakçılarını da anlayabilmiş değilim. Yani yasakçılığı anlayamıyorum. Ama Türkiye’de bazı kavramlar çatışma alanı olarak seçilmiş. Bunlar yanlış seçiliyor. İstanbul’a taşınmasında ısrar edilmesi olayı var. Maliye Bakanı Unakıtan, “Bundan kesinlikle geri dönüş yoktur,” dedi. Sizce bu ısrar ne anlama geliyor? Bana kalırsa bu, etrafında bir kavga koparılmasını gerektirecek bir konu değil. Ama konu öylesine gündeme giriyor ki bir kavga oluşturuyor. Hem gündeme getiriliş biçimiyle bir kavga kopuyor hem de anlaşılan bu ülkede kavga etmek isteyenlerin sayısı bir hayli fazla ki bu gündeme gelir gelmez kavga çıkıyor. Ben asıl bunu zararlı görüyorum. Tehlikeli olanın ve ülkeye asıl zarar verenin bu kavga ortamı olduğunu düşünüyorum. İstanbul dünya finans merkezi olsun, deniyor. Ama İstanbul’un dünya finans merkezi olması için Merkez Bankası’nın Ankara’dan alınıp İstanbul’a götürülmesine gerek var mı? Yok. Finans merkezi olmayacağı halde Merkez Bankası İstanbul’a giderse kıyamet mi kopar? Ben kıyamet kopmayacağını düşünüyorum. Ama şunu söylemek istiyorum. Konu Başbakan’ın Acil Eylem Planı’nı sunduğu toplantıda gündeme düştü. Acil Eylem Planı’nda Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması yok. Hatta yanlış hatırlamıyorsam İstanbul’un finans merkezi olması da yok. Ama Acil Eylem Planı’nın sunulduğu toplantının bir tek gündem maddesi ön plana çıktı. O da Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınmasıydı. CUMHURİYET 12 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle