Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 10 ŞUBAT 2008 PAZAR 12 PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr CHP İstanbul Milletvekili İlhan Kesici ‘Hükümet polikaları böyle sürerse, bölünme ve kamplaşma görünüyor’ AKP gerginlikten medet umuyor SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU CHP İstanbul Milletvekili İlhan Kesici’nin Oran’daki evindeyiz. Salonun ortasında koca bir bilardo masası var. Duvarlarda kitaplıklar… Bilardo oynayarak dinlendiğini söylüyor. Eliyle hazırladığı çayı ikram ettikten sonra da oturup konuşmaya başlıyoruz. AKP’nin son zamanlarda izlediği siyaseti eleştirmekten de öte sağlı sollu kroşelerle perişan ediyor. Hükümetin yaptıkları için İngiliz diplomasisinde kullanılan “İkna edemiyorsan kafaları karıştır” sözünün cuk oturduğunu söylüyor. AKP’yi yarattığı gerginliklerden beslenmekle suçluyor. Türkiye’yi çok ciddi biçimde vuracağı öngörülen küresel ekonomik krizi hükümetin ve Maliye Bakanı’nın ciddiye almadığına dikkat çekerek “Akıl babaları Soros’u okusunlar. Ondan sonra işin ne kadar ciddi olduğunu anlasınlar” diyor. AKP hükümeti ve Başbakan Erdoğan’ın anayasaya türban dayatması sürerken dışarıdan çok ciddi küresel dalgalar da ekonomiyi vurmak üzere. Acaba hükümet kamuoyunun dikkatlerini türban sorununa çevirerek gelecek ekonomik krizin darbesini mi hafifletmeye çalışıyor? Her zaman yaptığı gibi Erdoğan gündemi değiştirme siyaseti mi izliyor? KESİCİ Benim birinci kanaatim sizin söyledikleriniz gibidir. Bunun dışında da kimi faktörler olabilir, ama bence birinci faktör bu. Dünyanın en parlak diplomasisi İngiliz diplomasisidir. İngiliz diplomasisinde kullanılan şu söz çok ünlüdür: “İkna edemiyorsan kafaları karıştır.” Türban ve ona benzer meseleler kafaları karıştırma politikasıdır. İkincisi, özellikle bu son genel seçimde gördüler ki Türkiye’yi bu tür bir kutuplaşmaya doğru götürmek kendileri için oy bakımından çok kârlı oluyor. Normal bir cumhurbaşkanında aranması gereken vasıflar yerine yok dindar cumhurbaşkanı, yok Müslüman cumhurbaşkanı söylemleriyle dindarlık vurgusuna odaklı bir seçim kampanyasının çok işlerine yaradığını gördüler. Bu geçti. Ama bir de önümüzde yerel seçim var. Bu yerel seçimlerde de dini argümanı kullanacaklar. Bu iş için de en ideali türban argümanı. Amaç, dağ gibi büyümüş ekonomik sorunlardan, dikkatleri başka tarafa kaydırmaya çalışmak, ikincisi de genel seçimde provasını yaptıkları ve iyi sonuç aldıkları, yerel seçimlerde de kullanmayı amaçladıkları dini inançlara dayalı bir seçim kampanyası argümanını başlatmak. Bunlar gerginlikten besleniyor İyi güzel de, bu, siyasette gerginlikler yaratıp onlardan beslenme stratejisi değil mi? Evet, stratejileri bu. Ben ne yazık ki Türkiye’nin bu konu etrafında bölünmüş, kamplaşmış olduğunu görüyorum. Bu Türkiye için çok tehlikeli ve zararlıdır. Bizim öğrenciliğimizin geçtiği 1970’li, ‘80’li yıllar Türkiye’nin sağ ve sol diye çok böldürüldüğü bir dönemdi. Türkiye’nin en parlak kuşaklarından birisi o bölünme yüzünden kayıp kuşak haline ‘ Ekonominin, finans sisteminin, dış politikanın, iç düzenlemelerin neredeyse tamamını AB’ye, IMF’ye dış ekonomik odaklara teslim et, sonra da onurdan bahset. ’ gelmiştir. Hükümetin bu hale devam etmesi durumunda bir ikinci dalga olarak bölünme ve kamplaşma görünüyor. Sizce bu bölünme ve kamplaşmalardan kimler zarar görür? Devlet, millet, yüce dinimiz İslamiyet ve dindarlar zarar görür. Bunun böyle olacağı belli olmasına rağmen bu tehlikeye hiç bakmıyorlar. Demokrasinin adapları, yani birtakım yazılı kuralları var. Bir de yazılı olmayan adap, edep, erkânı vardır. Bütün çağdaş, Batı dünyasında bunların başında dinin, kutsal inanışların politik arenada, özellikle hükümetler bakımından istismar edilmemesi gelir. Bu, seçimlerde herhangi bir siyasi partiye yarasa bile bundan Müslümanlar da, inananlar da, devlet de, millet de zarar görür. Türkiye bu ve benzeri tartışmalardan yorulmuştur. Rahmetli Kemal Tahir’in çok sevdiğim “Yorgun Savaşçı” romanı var. Türkiye ve Türk halkı yorgun hale geldi. 1980 ihtilali, ardından 1994 ve 2001 ekonomik krizleri Türkiye’yi çok yordu. Tam, bu işlerden kurtulup feraha çıkalım diye beklenirken 2003 ile 2007 arasında AKP hem ekonomi politikaları hem de dinin siyasette istismar edilmesi yaklaşımıyla Türkiye’yi çok yordu. Oysa Türkiye’nin ferahlamaya, sakin kafayla düşünmeye, sorunlarını sükunetle tartışıp değerlendirmeye ihtiyacı var. geçecek duruma gelmiştir. Ortada daha çok hükümetten kaynaklanan bu olağanüstü bilgi kirliliği de Türkiye’yi çok yordu. 1 Mart tezkeresinin reddedilişinden birkaç gün sonra Erbil’de Türk bayrağı yakıldı. 4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de askerin başına çuval geçirildi. Bütün bu yorgunlukların üzerine dinin siyaset arenasında en yüksek seviyede istismar edilmesi, Türkiye’yi bir kamplaşma noktasına getirmesi de bir yorgunluk nedeni. Sayın Başbakan çiftçilerle konuşuyor, “Gözünüzü toprak doyursun” diyor. İşçilerle konuşuyor, “Ne hâlâ zam istiyorsunuz? Türkiye’de 10 milyon işsiz var. Sizi atar, onları alırım” diyor. Duruyor duruyor, “Yüksek yargı haddini bilmelidir” diyor. Kuvvetler ayrılığının ne olduğunu da galiba bilmiyor ve rektörleri de darbecilikle suçluyor… Başbakan bu söylemlerle Türkiye’nin tamamını geriyor. Türkiye’nin bir an önce bu yorgunluktan silkinmesi ve feraha kavuşması gerekmektedir. Başbakan kafa karıştırıcı ve gündem değiştirici bir politika gütmesine rağmen günün birinde ağır ekonomik krizle Türkiye duvara toslar da halk gaflet uykusundan uyanırsa nice olur? Bence halk 22 Temmuz seçimlerinden önce de uyanmış haldeydi. Ama 27 Nisan muhtırası ya da emuhtırayla birlikte seçi Siz, halk artık gerçekleri gördü, uyandı dediniz, ama seçimlerde de yine bunlara yüzde 46.7 oy verdi. Bu nasıl iş? Halk bunlara yüzde 46.7 oyu verirken “Her istediğini yap. Ne kanun, ne anayasa, ne nizam tanı” demedi. Halk bu oyu verirken “Ülkem için doğru olanlar neyse onu yap” diye oy verir. Bunların bu oyu tercüme ederken istediklerini yapma hakkını elde etmişler gibi bir zehaba kapıldıkları anlaşılıyor. Halkın gerçekte ne istediğinin farkında olmaları lazımdır. Ülke için doğru olan istihdam, yeni iş alanları yaratmak, yeni yatırımları teşvik etmek, üretimin arttırılmasını sağlamak, refahı arttırmak ve refahı adil biçimde dağıtmaktır. Halk bunları ister. Siyaset yaraları kaşıyarak, yaraları kanatarak yapılmaz. Siyaset, usulüyle, yaraları sararak yapılır. Valiler kömür dağıtıcısı değil Bir de Erdoğan valileri halka kömür dağıtmakla görevlendirdi. Buna ne diyorsunuz? Sayın Başbakanımızın bu vadide hiçbir yakınlığı yoktur. Sayın Başbakan diyor ki: “Benim fakirim onurludur. Valiler bizzat şoför mahalline binecekler. Kömür torbalarını kendi elleriyle, onurlu olan fakirlerimin gönüllerini kırmadan kendi elleriyle verecekler.” onurdan bahset. Siyasetin ana amacı, halkın yüzünü güldürmek, yurtta zenginlik, dünyada saygınlık yaratılmasıdır. 2008 içinde mini, orta ve büyük olmak üzere üç anayasa değişikliği yapılacak. Mini paket türban münasebetiyle olacak. Yine dini istismar edecekleri bir kampanya yapacakları yerel seçimlerin öne çekilmesi hazırlığı görülüyor. Onun için de orta boy anayasa değişikliğine gidecekler. Yılın sonunda ya da 2009 içinde de tek parti anayasası değişikliğine gideceklerdir. Peki, bütün bunlarla uğraşırlarken bütün dünyayı sarsan o ekonomik dalgalarla nasıl olur da ilgilenmiyorlar? Bütün dünya ABD’de çıkması muhtemel ekonomik krizin kendi ülkelerine etkilerini nasıl en azına indirebilecekleriyle meşgul. Bir hafta kadar önce Sayın Maliye Bakanı, Türk insanına şöyle seslendi: “ABD büyük ekonomi, büyük devlettir. ABD ne yapar yapar, bu krizi durdurur. O yüzden sizlerin herhangi bir şekilde dertlenmenize gerek yoktur.” Bunu bizim Maliye Bakanımız söylüyor. Bu aynı zamanda Türkiye’yi 436 milyar dolar borçlu hale getiren hükümetin Maliye Bakanı’dır. Cari işlemler açığı 4045 milyar dolar dolayındadır. Maliye Bakanı 108 milyar dolar sıcak para egemenliğinin olduğu bir ülkede böyle bir laf ediyor. Oysa ABD’de ne kadar eski Merkez Bankası Başkanı, P O R T R E İLHAN KESİCİ Sıvas/Zara, 1948 doğumlu. Yükseköğrenimini ODTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde yaptıktan sonra İngiltere’de Bradford Üniversitesi Ekonomik Kalkınma Altyapı Projeleri, İngiltere Kraliyet Kamu Yönetimi Enstitüsü’nde Kamu Yüksek Yönetimi programlarına katıldı. Türkiye’ye dönüp ODTÜ’de endüstri mühendisliği mastır çalışması yaparken TCDD’de görev aldı. Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) çeşitli kademelerinde çalıştı. Orta elçi payesiyle AET nezdinde Türkiye Daimi Elçi Yardımcılığı yaptı. 1991’de DPT Müsteşarı oldu. Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde hem DPT Müsteşarlığı hem devlet memuriyetinden istifa etti. 1994’te ANAP’tan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na adaylığını koydu. O seçimlerde RP’den adaylığını koyan Recep Tayyip Erdoğan’a karşı yüzde 1.5 oy farkıyla seçimi kaybetti. 1995’te ANAP’tan Bursa milletvekili seçildi. 22 Mayıs 2007’de CHP’ye girdi. 22 Temmuz seçimlerinde CHP’den İstanbul Milletvekili seçildi. Ama özellikle Erdoğan’ın böyle bir ferahlatma yanlısı olduğunu söyleyebilir miyiz? Başbakan beş yıldır hormonlu bir ekonomi resmi çiziyor. Türkiye bu işin yeni yeni farkına varıyor. Bundan da belli bir bıkkınlık, yorgunluk ve endişe duyuyor. 17 Aralık’ta AB’ye girdik giriyoruz diye zafer çığlıkları atıldı. Gündüz gözüyle havai fişekler atıldı. Ama Türkiye 40 yıldır AB’nin peşinde koşmasına rağmen şimdi Hırvatistan Türkiye’nin önüne geçti. Sırbistan daha tam başvuruda bulunmamasına ve soykırım yapmış bir ülke olmasına karşın önümüze min rengi bütünüyle değişti. Muhtırayla birlikte seçim kampanyasını bütünüyle din eksenine kaydırdılar. Böyle bir seçim sonucu çıktı. Halk işsiz, bıkkın, geçinemiyor. Sayın Başbakan da hem yurtiçinde hem yurtdışında bağırıyor. Herkese efeleniyor. Bu, demokratik bir üslup değildir. Kendi başarısızlıklarını görmeye başladıkları andan itibaren de “vaktiyle” söylemine sığınıyorlar. “Vaktiyle ekonomik durum şöyleydi” diyorlar. O vaktiyle dedikleri, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en vahim ekonomik kriz dönemidir. O krizi kendine cankurtaran simidi olarak görüyor. Artık bu cila dökülmüştür. Bir kere valiler kömür dağıtım komisyonu başkanı değiller. Böyle bir devlet anlayışı olmaz. Senin fakirine yapacağın en önemli şey, gelir dağılımındaki bozukluğu gidermek, o insanları iş sahibi yapmaktır. İnsanların ve devletlerin elbette onuru vardır. İlle de onurluluk olacaksa, bu ister kişi, ister devlet bazında olsun, yardımlara muhtaç olmadan yaşamak ve yaşatmaktır. Ama sen bunların hiçbirini yapma. Ekonominin ve finans sisteminin, dış politikanın, iç düzenlemelerimizin neredeyse tamamını AB’ye, IMF’ye, dış ekonomik odaklara teslim et. Ondan sonra da eski Hazine Bakanı, ekonomi profesörü varsa ABD’nin kendi derdine çare bulmak için kafa yoruyor. Ama bizim değerli Maliye Bakanımız ABD’nin büyük devlet olması nedeniyle kendi işini çözeceğini ve endişeye gerek olmadığını söylüyor. 25 yıldır bütün dünyada devletin ekonomiye müdahalesine karşı bir akım sürüyordu. Ama ABD’deki son krizle birlikte çareyi Başkan Bush’un meseleye el atması olarak buldular. Demek ki devletin ekonomiye müdahalesi pek de kabul edilemez bir durum değilmiş. Kafayı duvara çarpmaya başladıkları andan itibaren devlet “in” olmaya başladı. ‘ Bizim uyarılarımızı dinlemiyorlar. Ama akıl babaları mahiyetindeki George Soros’un neler yazdığını bir okusunlar. ’ ‘ Halk bunlara yüzde 46.7 oyu verirken “Her istediğini yap. Ne kanun, ne anayasa, ne nizam tanı” demedi. ’ Çok övündükleri borsa çöktü Peki, sizce 25 yıldır süren bu akım tersine mi dönüşüyor? Buradan bir hüküm çıkaralım. Ekonomi, piyasa ekonomisi olabilir; ama devlet, piyasa devleti olmaz. ABD’deki olayı hiç kimse küçümsemesin. O hadise çok ciddidir. ABD’deki bu ciddi hadisenin AB, dünya ekonomilerini, bizi etkileme katsayısı çok yüksektir. Oradaki bütün olumsuzlukların dünyada etkileyeceği bir numaralı ülke de Türkiye’dir. IMF bunu bir ay önce hükümete verdiği raporda da Türkiye’nin adını vererek bize söyledi. Maliye Bakanı bu işi hafife alıyor olabilir. Ama bankacılar, sanayiciler, KOBİ’ler, memur, işçi, esnaf hafife almamalıdır. Kredi kartıyla olağanüstü borçlanmış olan insanlarımız Maliye Bakanı’nın sözünü dinlememelidirler. Çünkü çok büyük bir çığ bütün dünyanın üzerine geliyor. Bunların akıl babası mahiyetinde dünyada bir tek insan var, o da George Soros. Soros’un birkaç hafta önce Financial Times gazetesinde bir makalesi yayımlandı. Bizi dinlemeyebilirler. Ama Soros’u bir okusunlar. Bunun ne kadar ciddi bir durum olduğunu anlarlar. ABD’de mortgage’dan kaynaklandığı söylenen kriz, aslında bir cari açık krizidir. ABD ekonomisi uzun zamandan beri dünyanın bütün fonlarını ülkesine çekerek cari açığa da aldırış etmeyen bir ekonomik performans sergiledi. ABD’deki cari açığın milli gelire oranı yüzde 6.2. Türkiye’de yüzde 7.5. Oysa milli gelir 2008 programında büyüyemeyecektir. İkincisi, 2008 için öngörülen kur oranı bugünkünün çok üzerine çıkacaktır. Böyle olunca Türkiye’nin 2008 yılı içindeki cari açığının milli gelire oranı yüzde 10’u geçecektir. Bu, dünyanın en büyük alarm zillerinden birisinin çalınmasıdır. Peki, Türkiye bu işin altından nasıl kalkacak? Kalkamaz. Bunların muhalefete karşı şöyle bir siyasi halleri var: Kendi ideolojileri istikametinde anayasa değişikliği filan yapacakları zaman, “Muhalefet yapıcı olsun. Bize destek versin” diyorlar. O hallerde muhalefetin destek vermesi söz konusu olmaz. Ama bu halde, ekonomiyle ilgili olur. Bizim verebileceğimiz en önemli destek, teknik yardım desteğidir. Dünyada olan biten ekonomik hadiseleri yeteri kadar algılayamıyorlarsa biz onlara bunun nasıl algılanması lazım geldiğini anlatır, teknik yardımda bulunuruz. İyi de, sizi işlerine karıştırırlar mı? Normali karıştırmalarıdır. İster karıştırırlar, ister karıştırmazlar. Ama başka alanlarda yardım talebinde bulunurken esas 70 milyon kişiyi ilgilendiren konu ekonomidir. 70 milyonun hepsini ne türban ne de başka bir konu ilgilendirir. İlgi odağı ortak konu ekonomik badiredir. O yüzden yardım istemeleri gereken alan budur. Bizim de hiçbir şey düşünmeden koşulsuz yardım etmemiz lazım gelen alan burasıdır. Ama bizim teknik yardımımıza ihtiyaçları yoksa hep birlikte sonuçlarını görmüş olacağız. ABD’deki ekonomik durgunluğu Türkiye ciddiye aldığı zaman ne olur? Bir kere, dünya ekonomisi daralacaktır. Böyle olunca da biz ve bize benzeyen ülkelerin ihracatları daralacaktır. İhracat daraldığı zaman üretim azalacaktır. Üretim azaldığı zaman işten çıkarmalar başlayacaktır. Reel ücretlerde gerileme söz konusu olacaktır. Bu da ekonominin iyiden iyiye daralacağı anlamına gelir. İkinci olarak, çeşitli fonlarla 100 milyar dolardan fazla sıcak para bulunduran bir ülkeden kendi emniyetleri bakımından bütün bu fonları geri çağıracaklardır. Türkiye’den de önemli bir sermaye çıkışı olacaktır. En çok övündükleri, “Ekonomik performans borsada görünür. Borsaya bakın” yaklaşımıydı. Borsanın beş yılda ulaştığı noktayı bir haftada kaybettiler. Borsa 58 binden 41 bine indi. Bu, yüzde 30 dolayında bir düşüşü ifade eder. Türkiye karanlığa mahkum Peki, ağızlarına sakız ettikleri ekonomik istikrar bu mu? Dediğiniz gibi, ekonomik istikrar bu mu? Bugün belli bir oranda sıcak para çıkışı olduğu andan itibaren döviz kurunun önünde hiç kimse duramaz. Türkiye’nin bütün dengeleri altüst olur. 2008 yılı içinde bu hükümetin kendi geçmiş performansları münasebetiyle dışarıya ödemesi gereken döviz miktarı 100 milyar dolardır. Kamu sektörünün dış borçları için 15 milyar dolar, özel sektörün kendi dış borcu için 40 milyar dolar, cari açığın finansmanı için de 45 milyar dolar dolayında para ödenecektir. Son beş yılda ekonomi literatüründe borç, faiz, cari açık konuşulmasına rağmen ekonominin canı olan sanayi hiç konuşulmadı. Bizim ekonomiyle ilgili arkadaşlarımız sanayi, yatırım, üretim sözcüklerini sanki sözlüklerden çıkardılar. Türkiye’deki sanayi eskimiştir. Bunun altyapısının yenilenmesi lazımdır. Teşvik politikası aynı olunca kim gidip Şırnak’a yatırım yapar? Hiç kimse. O yüzden başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu olmak üzere kimi bölgeler için özel teşvik politikası lazımdır. Dünyayla rekabet edebilmek için zaten bölgeler arası dengesizliğin azaltılması gerekir. Dünyayla rekabet edecek sektörlerimizle ilgili ayrıca bir sektörel teşvik çıkarılması zorunludur. Bunlar bir bütünlük içinde ele alınmalıdır. Bunu yapmak için yüksek bilgi, tecrübe ve beceri gereklidir. O nedenle de Türkiye’de bu alanda sözü olan herkesin bu çalışmaya katılması gerekmektedir. Böyle bir sanayi politikasına ihtiyaç vardır. Tamam da, yeni sanayi yatırımlarını bir yana bırakalım, var olan sanayi tesisleri son beş yıl içinde sökülüp yurtdışına götürüldü. Buna ne diyorsunuz? Mısır’a, Romanya’ya, Bulgaristan’a götürüldüler. Bu da bizim sanayicinin bir derdinin olduğunun işaretidir. Sanayicinin karşısında çok ciddi sıkıntılar vardır. Bunlardan birisi, istihdamın üzerindeki yüktür. Bu yükün oranı yüzde 43’tür. Oysa üyesi olduğumuz OECD’nin ortalaması yüzde 26’dır. Yani bütün dünya yüzde 26’lık bir istihdam yüküyle rekabet ederken Türkiye yüzde 43’lük bir istihdam yükünün altında eziliyor. İkinci bir unsur enerji. Japonya dünyanın en pahalı enerjisini kullanan ülke. Onu Türkiye izliyor. Bu hem sanayiciyi, hem elektrik enerjisi kullanan hepimizi canından bezdirir hale getiriyor. 2008’de Türkiye üstelik elektrik enerjisi darlığıyla karşı karşıya kalmaya mahkumdur. Peki, bu hükümetin bildiğiniz hiçbir enerji yatırımı var mıdır? Türkiye’de en başarısız, en kötü diyebileceğimiz hükümetlerin bile bir enerji yatırımı olmuştur. İlk defa 2003 ile 2007 yılları arasında tek bir birimlik enerji yatırımı yapılmamıştır. DTP’nin özel ihtisas komisyonu raporunda, “Türkiye bu gidişle 2009’da karanlığa mahkumdur” deniyor. Dünya Bankası da kendi raporunda, Türkiye’nin 2008’de karanlığa mahkum olacağının altını çizdi. O nedenle bu hükümetin Türkiye’deki ekonomik hali çok ciddiye alması lazımdır. Türkiye sizce bugünkü gidişiyle bir hukuk devleti mi? Piyasa ekonomilerinde çok yüksek bir otorite olarak hukuk devleti gereklidir. Hatır devleti olmaz. Bu arkadaşlarımız Osmanlıcayı severler. İptidai Osmanlıcaya daha yatkındırlar. Ama yüksek Osmanlıca deyimler vardır. Örneğin idrakı meali. Yani, herkes olan biteni ancak kendi bilgisi kadarıyla idrak edebilir. Cehalet her şeyi planlayabilir. Ama cehaletin planlayamayacağı tek şey geleceğimizdir. O nedenle ekonomik kriz dönemlerinde yanlış olabilecek her şey illa ki yanlış olur. Bunu herkes bilmelidir. ‘ Cehalet her şeyi planlayabilir. Ama cehaletin planlayamayacağı tek şey geleceğimizdir. ’ CUMHURİYET 12 K