Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Atatürk’ün vasiyetna-
mesi çiğnenerek Türk Dil
Kurumu kapatõlõnca,
1987’de Dil Derneği’ni
kurduk. Dönemin iktidarõ
rahatsõz oldu ve dernek,
“kurulması yasak” der-
neklerden sayõldõ. Hukukun
üstünlüğüne inancõmõzla
yasaklõlõktan kurtulduk;
ama ne sandalyemiz, ne
masamõz vardõ. Cumhuri-
yet’teki “Olanaksızı Ola-
naklı Kılmak” başlõklõ
seslenişimizi, Cumhuriyet
okuru bir banka müdürü
duydu, hâlâ kullandõğõmõz
eşyalarõ verdi. Ödenti ve
bağõşlarla kitap yayõmla-
maya başladõk, küçük bir
yer bile alabildik. Aradan
21 yõl geçti; ama nasõl geç-
tiğini sormayõn.
Yargı savları çürüttü
Dil Derneği’ni “yasak”lõ
sayan bürokratlar, mahke-
mede belgesi olmayan
açõklamalarla Dil Devri-
mi üstünden, Atatürk’ü ve
yaptõklarõnõ yargõlatmaya
çalõştõlar. Bu devriminin
“kuşaklar arası kopukluk
yarattığını, geçmişimizi
unutturduğunu” söyler-
ken asõl amaç, geçmişle
bağlarõ koparanõn Atatürk
olduğunu kanõtlamaktõ; ol-
madõ. Yargõ, bu savlarõ çü-
rüttü.
Zorla devlet dairesi ya-
põlan Türk Dil Kurumu’nu,
Atatürk’ün kurduğu gibi
dernek yapõsõna döndür-
menin önünde 1982 Ana-
yasasõ’nõn geçici 15. ve
134. maddeleri bulunuyor.
12 Eylülcüler kendilerini
ve yaptõklarõ hukuk dõşõ
uygulamalarõ geçici 15.
maddeyle koruma altõna
aldõ; hâlâ korunuyorlar.
Aradan tam 25 yõl geçti;
birçok hükümet kuruldu;
hepsi Atatürkçüydü; ama
içlerinden hiçbiri Ata-
türk’ün vasiyetnamesi üs-
tündeki hukuk lekesini sil-
mek istemedi. Şimdi çok-
larõ bugünkü Türk Dil Ku-
rumu’nu, Atatürk’ün ku-
rumu sanõyor; ilginçtir, bu-
raya atananlar da vasiyeti
es geçerek, Atatürk’ün
Türk Tarih ve Dil Kurum-
larõnõ “akademi” yapmak
istediğini söylüyorlar. Pe-
ki, 1983’te zora dayalõ ola-
rak kurulan Başbakanlõğa
bağlõ Türk Tarih ve Dil Ku-
rumlarõ, 25 yõl içinde “aka-
demi” olabildiler mi? Ma-
dem Atatürk böyle istiyor-
muş, Atatürk’ün istediği
gibi mi çalõşõyorlar?
Buyurun, resmi
TDK’nin bilgisunar sayfa-
sõna bakõn. İyimser bir ba-
kõşla söylersek 25 yõlda
500’e yakõn yayõn yapõl-
mõş; bunlarõn 100’e yakõnõ
1983 öncesinden kalanlar.
Yazõm Kõlavuzu ile Türk-
çe Sözlük dõşõndakiler,
yandaş akademisyenlerin
tuğla gibi yapõtlarõ. Türki-
ye Türkçesinden çok leh-
çelere, cumhuriyet öncesi-
ne ilişkin araştõrmalara
ağõrlõk veriliyor. Yazõm
Kõlavuzu ve Türkçe Söz-
lük’ün ölçünlü dil ve yazõm
birliğini bozduğunu her-
kes biliyor; yanlõşlar MEB
eliyle yaygõnlaştõrõlõyor.
Örneğin Yazõm Kõlavu-
zu’nda “Ayrı Yazılan
Birleşik Kelimeler” gibi
gülünç bir başlõk altõnda
“büyükanne” gibi yüz-
lerce sözcük ayrõ yazõl-
maktadõr. Türkçe Sözlük’te
yer alan, “mızraklı ilmi-
hâl, Miraç Gecesi, Mevlit
Kandili, Allahuteala, Al-
lahualem, Allah vergisi,
mevhibeiilahiye, sabah
ezanı, namaz seccadesi,
namaz niyaz, teravih na-
mazı, ahir zaman pey-
gamberi” gibi dinsel öğe-
lere karşõn, tek bir ulusal
kavram yoktur ya da “to-
parlayıcı krem, ıslatma
suyu” gibi gülünç tamla-
malar maddebaşõnda sõra-
lanmaktadõr. Dilbilgisel
yanlõşlar da cabasõ…
Atatürk’ün istediği
“akademi” bu muymuş?
Resmi TDK, Atatürk’ün
milyarlarõ aşan kalõtõnõ, bir
“akademi” gibi mi kulla-
nõyor; bilgisayar ortamõn-
da “bozuk Türkçeyle” ya-
põlan gösterilerin yaratõcõ-
sõ resmi TDK, TBMM’de
“Atatürk dilde devrim
yapmamıştır” diyen araş-
tõrma komisyonunu onay-
lõyor; TBMM dõşõnda sö-
züm ona Dil Devrimini sa-
vunuyor. İşte “akademik”
dik duruş… Koskoca
“akademisyen”ler, geç-
mişte türetilen sözcüklerin
yazõm ve tanõmlarõyla oy-
nayarak basõn yayõnõn dilini
düzeltmeye kalkõyor;
“Türkçesi varken; ya-
bancı dille öğretime ha-
yır…” gibi, dün tepki ver-
diği ya da sessiz kaldõğõ ey-
lemleri sahipleniyor; el al-
tõndan Türk İslam sentezi-
nin dil anlayõşõna sarõlõ-
yor; yurtiçi ve dõşõ yolcu-
luklarla yorgunluk atõyor;
trilyonlarõ hõrsõzlara kaptõ-
rõyorlar. Başbakanlõğa bağ-
lõ bir kurum; söz, tavõr ve
ürünleriyle güven sağla-
yamadõğõ için Türkçeyi ko-
ruma yasasõ çõkarõlmasõ
için, herkesi yanõltarak ön-
de koşuyor. Özetle, yöne-
tim kurulu ve yeterli uz-
manõ olmayan TDK, yasal
boşluktan yararlanarak üç
beş kişiyle, Atatürk’ün pa-
rasõnõ “mirasyedi” gibi
kullanõyor. Beri yanda
Mustafa Kemal’in “man-
evi mirası olan akıl ve bi-
lim”den başka doğru tanõ-
mayan, sanatõn õşõğõna ina-
nan Dil Derneği, iyice dar-
laşan yerini ve yenini ge-
nişletmek için 21 yõldõr
güçlüklerle boğuşuyor. Bu
duygularla yeniden, “Ola-
naksızı Olanaklı Kılmak”
diye seslenme gereksinimi
duydum.
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 21 ARALIK 2008 PAZAR
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
Bilim Boyun Eğerse...
PENCERE
Anımsayabilirsin,
Ama...
Anılar üzerinde fikir yoran insan ister istemez
dün-bugün-yarın üçlemesine takılıyor...
Her şey öylesine hızla değişiyor ki bu baş dön-
dürücü ivme içinde değişmeyeni yakalayamayan
kişi yaşadıkça mutsuzlaşır...
Geçen sabah gazeteleri gözden geçiriyor-
dum, ikinci sayfalarda mankenlerin, modellerin,
sözüm ona sosyete güzellerinin aşk dedikodu-
ları ve çıplak fotoğrafları ilginç bir fasıl oluşturu-
yordu...
Bayağılığın bini bir paraydı...
Birden aklıma geldi:
- Bugün ayın kaçı?..
Duvardaki Saatli Maarif Takvimi’nin yaprağını
kopardım, sayfanın arkasında Cahit Sıtkı Ta-
rancı’nın “Bir Saadet” başlıklı şiirini okumaya baş-
ladım:
“Ne bir kelime konuştuk,
Ne işaret çektik birbirimize,
Fakat gerçektir seviştiğimiz
Vapur kalkıncaya dek,
Göz göze gelmekle sade.
Bir saadet gibi hatırlıyorum,
Yasemin kokusu ondan,
Teneffüsü benden,
Bir yaz akşamı,
Kandilli iskelesinde!”
Gazetelerin ikinci sayfalarını dolduran aşk de-
dikodularıyla Cahit Sıtkı’nın aşkı birbirinden ne ka-
dar uzakta iki dünyayı vurguluyordu...
Ve bugünkü vapur iskelelerinde de benzeri aşk-
lar yaşanıyor muydu?..
Akbaba’cı şair Yusuf Ziya Ortaç 19’uncu
yüzyılın sonunda doğmuştu, nüktedan bir adam-
dı, espri yapmadan duramazdı...
Bir gün kadın-erkek ilişkileri üzerinde konuşu-
lurken sormuştum:
- Yusuf Ziya Bey, bugünkü gençler ilişkileri ko-
nusunda daha özgür, değil mi?.. Sizin zamanı-
nızda durum nasıldı?..
Lafa ‘Ah İlhancığım’ diye başlayarak espriyi pat-
latmıştı:
“- Biz fotoğraflardan metres tutardık...”
Ancak Cahit Sıtkı’nın güzelim şiirindeki aşkın
günümüzde de yaşandığına inanıyorum...
Neden?..
Çünkü Türkiye çeşitli zaman katmanlarının iç
içe geçtiği bir coğrafya...
Toplumun kimi kesiminde aşk artık tarih sayı-
lırken kimi yerde de kadın-erkek ilişkileri törele-
rin yasaklarında boğuluyor; özlemlerle, tutkular-
la örtüşüyor...
Peki, anılarla zenginleşen geçmişimizin yarına
hazırladığı dünyanın encamı nasıl olacak?..
Soruya yanıt vermek için benim anılarımda bü-
yük yer tutan Nadir Nadi’ye başvurayım...
19’uncu yüzyılın ortasında ünlü Fransız sosyalisti
Louis Blanc olağanüstü bir iyimserlik içindeymiş...
Dermiş ki:
“- Yarın dünya cennete kavuşacak...”
1848, 1870, 1914, 1918 derken daha yakın za-
manlara dek büyük devrimler, savaşlar, çalkan-
tılar içinde yaşayanlar:
“- Yarın” diyorlarmış “öyle bir barış güneşi do-
ğacak ki ışıklarıyla ruhumuz kamaşacak...” (So-
kakta Gürültü Var, Çağdaş Yayınları)
Nadir Nadi soruyor:
“- Hiçbir zaman ‘bugün’ olmayan bu ‘yarın’a
doğru çılgıncasına yuvarlanırken, gerçek kaderi-
mizin manasını hâlâ anlayamayacak mıyız?..”
21’inci yüzyıla girdik, dünya bir türlü cennete
dönüşemedi, barış bir hayal...
Anılar bu kapsamda bize ne öğretebilir?..
Hem anı Cahit Sıtkı Tarancı’nın vapur iskele-
sinde “teneffüs ettiği” yasemin kokusu gibidir;
anımsayabilirsiniz; ama, soluyamazsınız...
E
konomik krizlerin en göz-
le görünür sonuçlarõ ge-
lirlerin düşmesi, işsizliğin
artmasõ ve fakirliğin be-
lirginleşmesidir. Kriz dö-
nemlerinde hükümetler de sağlõk ve
eğitim alanlarõna yapmõş olduklarõ
sosyal harcamalarõ kõsmaktadõrlar.
1980’li yõllarõn başõnda yaşanan Latin
Amerika ekonomik krizi ile 1997-1998
yõllarõnda başlayan Doğu Asya eko-
nomik krizinin sağlõğõ olumsuz olarak
etkilediği ve sağlõk verilerini yaklaşõk
15-20 yõl geriye götürdüğü görülm-
üştür.
Genelde, kriz dönemleri dõşõnda,
sağlõk verilerine bakõldõğõnda top-
lumsal açõdan sağlõk verilerinin en iyi
olduğu ülkeler sağlõğa en çok para har-
cayanlar değil, gelir dağõlõmõnõ adaletli
yapanlar olmaktadõr. Toplumsal sağ-
lõk verileri, gelir dağõlõmõnõn en ada-
letli olduğu İskandinav ülkelerinde,
sağlõğa dünyada açõk ara en fazla pa-
ra harcayan ABD’den çok daha iyi du-
rumdadõr. ABD ulusal gelirinin yüz-
de 15’ini sağlõğa harcarken, bu ülke-
ler gelirlerinin ortalama yüzde 8’ini
harcamaktadõr. Buna karşõn ABD,
ortalama yaşam süreleri, bebek ölüm
hõzõ gibi verilere bakõldõğõnda 30
OECD ülkesi arasõnda ortalamanõn al-
tõndadõr. Türkiye ise 2006 verilerine
göre ulusal kazancõn yüzde 5.7’sini
sağlõğa harcarken tüm sağlõk verile-
rinde OECD nin en kötü verilerine sa-
hiptir. Gelir dağõlõmõ bozuldukça sağ-
lõk verilerinin de bozuluyor olmasõ ger-
çeği birkaç yönü ile anlaşõlõr olmak-
tadõr. Materyalist bir yaklaşõm ile
adaletsiz gelir dağõlõmõnõn olduğu
toplumlarda fakirlik ve yoksulluğun
daha fazla olduğu ve bu kesimlerde or-
ganik hastalõklar yanõnda psikolojik ra-
hatsõzlõklarõn arttõğõ söylenebilir.
1980’lerden sonra hõzla uygulanan glo-
bal ekonomik programlar ile gelir
dağõlõmõ farkõ dünyada da hõzla art-
maktadõr. Bu neo-materyalist yaklaşõm
ise sağlõk alanõnda altyapõ yatõrõmla-
rõnõn hõzla azalmasõna ve bu alana ay-
rõlan kaynaklarõn neredeyse yok ol-
masõna yol açmõştõr. Sosyal açõdan ba-
kõldõğõnda ise vergilendirmelerin ge-
nelde zenginler lehine olduğu görül-
mektedir. Ülkemizde de dolaylõ ver-
gilerin toplanan vergilerin büyük ço-
ğunluğunu oluşturmasõ fakirlere binen
yükü arttõrmaktadõr. Alt gelir grupla-
rõnõn sosyal sorunlarõ da sağlõğa yan-
sõmaktadõr. Alkolizm ve uyuşturucu
bağõmlõlõğõ gibi sorunlarõ bireysel de-
ğil toplumsal olarak görmek gerek-
mektedir. (Health and Social Justice
2003)
Kaynaklarda azalma
Kriz dönemlerinin en belirgin so-
nuçlarõnõn birisi de gelir dağõlõmõndaki
adaletsizliğin artmasõdõr ki bunun
sağlõğa yansõmamasõ düşünülemez.
Krizlerin sağlõğa olumsuz yansõmasõ
eski deneyimlerde açõkça görülmüştür.
Endonezya’da bebek ölüm hõzlarõ
1990-1996 yõllarõ arasõnda yüzde
20’lik bir iyileşme gösterirken, 1996-
1999 yõllarõ arasõnda yüzde 14’lük bir
kötüleşme saptanmõştõr (Lancet 2003).
Aynõ dönemde hükümetin sağlõğa
ayõrdõğõ ve birinci basamak hizmet-
lerine harcanan kaynaklarda da yüz-
de 25’lik azalma olmuştur.
Doğu Asya krizinden Japonya da
etkilenmiş ve sağlõktaki olumsuz ve-
riler incelendiğinde beklendiği üzere
toplumun sosyoekonomik olarak de-
zavantajlõ olan kesimlerinin bu olum-
suzluktan daha fazla etkilenmiş ol-
duğu saptanmõştõr (J Epidemiol
Comm Health 2008). Her kriz döne-
minde yoksullar, çocuklar, kadõnlar,
yaşlõlar, kronik hastalõğõ olanlar, etnik
azõnlõk gruplar ve marjinal topluluk-
lar en olumsuz etkilenen kesimler ol-
maktadõr.
1982 Latin Amerika krizinde her
krizde olanlar gerçekleşmiş ve yok-
sulluk ve işsizlik artmõş, sağlõk veri-
leri kötüleşmiş ve sağlõğa yapõlan ka-
mu harcamalarõ önemli ölçüde azal-
mõştõr. Ekonomik kriz ülkelerin bü-
yüme hõzlarõnõ düşürmekte, ulusal
geliri azaltmakta ve daha da önemli-
si bu azalan ulusal gelirin daha düşük
bir yüzdesi sağlõğa ayrõlmaktadõr.
Türkiye’de yaşanan 2001 krizinin
sağlõğa yansõmasõ da rakamlarla be-
lirlenmiş ve birinci basamak sağlõk hiz-
metleri ile aşõlama oranlarõnõn önem-
li oranlarda gerilediği görülmüştür.
Difteri aşõlama oranlarõ, aşõlanan he-
def kitle olarak 2000 yõlõnda yüzde 92
iken, 2003 yõlõnda yüzde 76’ya düşm-
üştür (Dünya Sağlõk Örgütü (DSÖ)
istatistik verileri 2007).
Dünya ile birlikte ülkemizde yaşa-
nan kriz için sağlõk alanõnda herhan-
gi bir tedbirin gündeme bile gelmediği
görülmektedir. IMF ile yapõlacak an-
laşmada harcamalarõn azaltõlmasõ gün-
deme geldiğinde ilk kõsõlan sağlõk
harcamalarõ olmaktadõr. İşsizliğin ve
yoksulluğun baş döndürücü bir hõzla
arttõğõ ülkemizde krizden her zaman ol-
duğu gibi alt gelir düzeyinde olanlar
en çok etkileneceklerdir. Bu kesimlerin
sağlõğõnõn korunmasõ sosyal devletin
en önemli görevleri arasõndadõr.
Ekonomik Kriz ve Sağlõk...
‘Olanaksõzõ Olanaklõ Kõlmak’
Prof. Dr. A. Özdemir AKTAN İst. Tabip Odasõ Başkanõ
“Ben onları kendi aptallıkları yüzün-
den yendim.” Bu söz Adolf Hitler’in..
Demek istiyor ki, onlar beni yok edebi-
lirlerdi, ellerinde fırsat vardı, ama ken-
dilerini çılgınca duygulara kaptırmışlar-
dı, gerçekleri göremiyorlardı. Şimdi,
ben onları yok ediyorum.
Öyledir, sen meydanı Hitler gibile-
rine bırakırsan, onun her eylemine
seyirci kalırsan, hatta alanlara dolu-
şup alkışlarsan, karşındakinin ne bi-
çim bir kişi olduğunu anlamaya ya-
naşmazsan, hayallerle kendini alda-
tırsan sonuç kaçınılmazdır. O kişi
gelir tepene oturur, seni de, başka-
larını da tek tek ortadan kaldırır ya
da sindirir, ezer, yozlaştırır...
Alman yazarı Golo Mann, bunu an-
dıktan sonra şunları eklemiş: “Umut
edelim de bir daha başımıza böyle ba-
şıboş deliler geçmesin. Onlara meyda-
nı bırakmayalım. Bu tür çılgınları ilk fır-
satta kilit altına sokalım, keyiflerince
koşmasınlar, keyiflerince nutuk atma-
sınlar, halkı kandırmaya olanak bula-
masınlar.”
İlginç bir kitap “Nazi Döneminde Bi-
lim”. Nazi Almanyası’nda üniversiteyi
anlatıyor. Alan D. Beyerchem’in bu il-
ginç kitabı güncelliğini yitirmemiş bir
çalışma. 1933’te Naziler iktidara gel-
miştir. Yahudi soyundan gelen bilim
adamlarını üniversitelerden temizleme-
ye başlamışlardır. Bilim adamlarının
buna tepkileri ne olacaktır? Büyük Al-
man fizikçisi Max Planck, Stuttgart’ta
bir açılış töreninde konuşacaktır. O
günlerde “Heil Hitler” demeden ko-
nuşma yapılmaması emredilmiştir.
Planck, kürsüde durmaktadır. Elini azı-
cık yukarı kaldırır, sonra indirir. Bir da-
ha kaldırır, yine indirir. Bir türlü söze
başlayamaz. Sonunda elini iyice hava-
ya kaldırır, hafif sesle “Heil Hitler” der.
Olayı izleyen fizikçi Ewald şöyle yazı-
yor: “Yapılabilecek tek şey buydu. Yok-
sa tüm Kaiser Wilhelm Fizik Enstitüsü
tehliyeke atılabilirdi.”
Fizik alanında ünlü üç bilim merkezi
vardır o günlerde: Göttingen, Berlin ve
Münih... En az üç kuşak öncesinden
beri Yahudi olan, yani dedesinin dede-
si Yahudi olan ya da iki kuşak önce-
sinden beri Yahudi olup, kendisi de
Musevi dinini benimsemiş ya da böyle
biriyle evlenmiş olan melez bir kişi bile
Yahudi kabul edilmekteydi. Bu yasalar
tüm üniversite öğretim üyelerini etkili-
yordu. Bu durumu birkaç fizik bilgini
protesto etti. James Franck, şöyle
yazdı ayrılma dilekçesinde: “Ayrılma
kararım, hükümetin Alman Yahudileri-
ne karşı takındığı tutum nedeniyle be-
nim için kaçınılmaz vicdani bir zorunlu-
luktur.” Max Born ise bir şey demeden
Almanya’dan ayrıldı. Courant ise ses-
sizce karşı koydu, ama o da sonunda
ayrılmak zorunda kaldı. Hitler, Alman
orta sınıfının eninde sonunda Nazilik
çizgisine geleceğine inanıyordu.
Bir bakımdan dediği oldu, fizik bil-
ginlerinin birkaçı yurtdışına gitti,
Einstein vb.. Ama bir bölümü de kal-
dı. Göttingen’deki enstitülerin çöker-
tilmesinden bir süre sonra bir ye-
mekte Nazi Eğitim Bakanı, bu ensti-
tünün başına atanmış kişiye sorar:
“Yahudilerin etkisinden kurtulan Göt-
tingen’de matematik ne âlemde?”
Yeni yönetici Hilbert’in yanıtı şöyle:
“Göttingen’de matematik mi? Artık
hiç yok desek yeridir.”
Hitler şöyle diyordu bir başka yer-
de: “Eğer Yahudi bilim adamlarının
işten atılması, çağdaş Alman bilimi-
nin yok olması anlamına gelecekse,
o halde biz de birkaç yıl bilimsiz ya-
pacağız demektir.”
Kötü gidişe zamanında karşı çıkmak,
“hayır” demek gerekir. Baktınız ki işler
çığrından çıkmış, akıl, sağduyu, bilim,
insanca ilkeler ayaklar altına alınmış, o
zaman bilim, sanat kültür adamlarının -
en başta onların- bu yanlış gidişe “dur”
demeleri gerekir.
Ne var ki Almanya’nın ünlü fizik bil-
ginleri Hitler rejiminden yana çıkmış-
lar... O kadar ileri gitmişler ki, Nobel
ödülü kazananların Führer’i açıkça
destekleyen bir bildiriyi imzalamalarını
istemişler. Lenard, Stark gibi fizik bil-
ginleri -ki ikisi de Nobel Fizik Ödülü al-
mıştır- Hitler’e bağlılıkta öncülük et-
miş... İşte Hitler’i öven bildiriden bir
parça:
“Adolf Hitler’in kişiliğinde, biz Alman
ulusunun kurtarıcısını ve liderini bulu-
yor ve ona hayranlık duyuyoruz. Onun
koruması altında ve onun teşvikiyle bi-
limsel çalışmalarımız Alman halkına hiz-
met edecek ve dünyada Almanya’nın
saygınlığını arttıracaktır.”
“Nazi Döneminde Bilim” hepimizin
ilgiyle, ibretle okuması gereken bir
kitap...
Sevgi ÖZEL