Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
11 ARALIK 2008 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
DİZİ 7
GEÇMİŞTEN
GELECEĞE
ORHAN ERİNÇ
Hey Gidi Günler Hey...
Bugün bayramın son günü. Yarın da uzatmalı
tatile köprü görevi yüklenen cuma günü.
Şeker Bayramı’nı da dikkate alırsak, idari tatil
sayılan ikinci cuma.
1 Mayıs’ların tatil günü yapılmasına “üretim dü-
şer” gerekçesiyle karşı çıkanların kulaklarını çın-
latmanın tam sırası galiba.
2008’in tatil cömertliğinin 2009’da yaşanma-
yacak olması da bir başka konu.
Cumartesi ve pazar günleri dışında kırmızıyla ba-
sılmış 8 tatil günü var. Yani 2008’in uzatmalı bir
bayram tatilinden bile az. 1 Ocak, 23 Nisan, 19
Mayıs, 21-22 Eylül, 29 Ekim, 27-30 Kasım.
İktidarın sorunları ve tartışmaları mayna etme
süresini uzatma olanağını yitirmesine hayıflana-
cağını düşünmek yanlış olmasa gerek. Aksine ye-
ni yılda yerel seçimler de var.
Bayramın son gününde, bayram gazetelerinin
daha çok para kazanmak isteyenlerin kurbanı olu-
şunun öncesindeki geleneği anımsayalım istedim.
Geçmişten günümüze ve geleceğe bir köprü ku-
rarak, hem siyasal iktidarların gazetecilere bakı-
şını, hem de bağımsız meslek örgütlerinin iktidarın
kaprislerine karşı koyma geleneğinin değişmedi-
ğini örneklemeye niyetlendim.
Selâmi Akpınar (1915 - Kumkapı) mesleğimi-
zin en önemli ustalarından biridir. Vatan gazete-
si yazıişleri müdürü iken, gazetenin sahibi ve baş-
yazarı Ahmet Emin Yalman’la birlikte Üskü-
dar’daki Toptaşı Cezaevi’nde 4 aylık hapisliği ve
27 Mayıs 1960’da serbest bırakılışı, basın tarihi-
mize katkılarının örneklerinden sadece biridir.
Alçakgönüllülüğü nedeniyle anılarını meslek-
taşlarının baskısı ile yazmış ve yine baskılar ne-
deniyle basılmasına onay vermiştir.
1940 yılında başladığı gazetecilik sürecinde ya-
şadıklarından seçtiği bölümler 2005 yılında “Ba-
bıâli’de 65 Yıl...” adıyla yayımlanmıştır.
Aşağıda alıntıladığım bölüm, başta da belirtti-
ğim gibi iktidar-basın-gazeteci ilişkilerinin, yıllar
öncesindeki niteliğinin hiç değişmediğini belge-
lemektedir.
“1967 yılı Mayısı’nda Turizm ve Tanıtma Bakanlığı
ile (Türkiye) Gazeteciler Cemiyeti işbirliği yaparak
biri kadın on İngiliz gazetecisini Türkiye’ye davet
etmişti.
Gazeteciler; İstanbul, Ankara ve İzmir’i ziyaret
etmişler, onların bu gezilerinde kendilerine refa-
kat etmek üzere (Türkiye) Gazeteciler Cemiyeti’ni
temsilen ben görevlendirilmiştim.
Ne var ki, Turizm ve Tanıtma Bakanı Nihat Kür-
şat, ‘Eğriye eğri / doğruya doğru’ sözlerini ken-
disine ilke edinen, gerektiğinde muhalefet yapan
Vatan gazetesinin eski bir mensubu olarak benim,
cemiyeti temsilen bu geziye katılmama pek gönüllü
olmamış ve bir başkasının benim yerimi almasını
önermişti.
O günlerde ben Anadolu Ajansı İstanbul Bölge
Müdürü olarak görev yapıyordum. Cemiyetimiz
Başkanı Burhan Felek bu haberi duyunca şöyle
demişti:
- Ya Selâmi cemiyetimizi temsilen refakatçi ola-
rak bu geziye katılır, ya da bu program uygulan-
maz.
Sonunda bakanlık anlayış gösterdi ve ben bu ga-
zetecilerin gezilerine ve ziyaretlerine katıldım.”
Söz geçmişten açılmışken kitaptan bir anıyı da
özetleyerek İsmet İnönü ile Bülent Ecevit’i de an-
madan geçemedim.
İngiliz gazeteciler, Ankara’da muhalefet lideri İs-
met İnönü ile de görüşmek istemişler.
Partinin o dönemdeki genel merkezinde, İsmet
Paşa heyeti karşılamış, sorularını yanıtlamaya baş-
lamış. Tercümanlığı Bülent Ecevit yapıyormuş. İs-
met Paşa’nın yanıt sırasında kullandığı “meşkuk”
sözcüğünün (kuşku uyandıran) İngilizcesini Ecevit
birden anımsayamamış, fısıldaşmalar üzerine İs-
met Paşa “ne oluyor” diye sorunca Ecevit nede-
nini anlatmış. İnönü biraz düşündükten sonra
“Equivocal” (ekivokal) demiş.
Selâmi Bey diyor ki: “Beni bir merak almıştı. İn-
gilizce -Türkçe Redhouse sözlüğüne baktım. İnö-
nü’nün dediği gibi olduğunu gördüm.”
“Hey gidi günler hey” dışında ne denebilir ki...
oerinc@cumhuriyet.com.tr
- Yeni belgeler, bilgiler var mõ filmde?
- Uzun yıllardır tarihimiz okullarda doğ-
ru ve yeterli okutulmuyor. Tarihimizi doğ-
ru öğrenmediğimiz, okumaya da meraklı ol-
madığımız için, genel izleyici bakımından
birçok bilginin yeni olduğu söylenebilir.
Ama bu, değerlendirme çıtasını yerden sa-
dece bir karış yukarda tutmak demektir. Çok
değil, biraz tarih bilenler için yeni bir bil-
gi, belge yok. Sadece iki Fransız gazetesi
var. Biri hastalığından söz ediyor. Öteki Ata-
türk’ü diktatör olarak niteliyor. Birçok
olumlu, yüceltici yabancı gazete haberi, ya-
zı, açıklama var, ekip nedense bu yazıyı seç-
miş! Filmde bu haksız nitelemeye karşı, kı-
sa da olsa bir yanıt yer almalıydı. Çünkü dik-
tatörlük bambaşka, korkunç bir şeydir. Ni-
tekim Can Dündar Genç Bakış programında
diyor ki: “Fransız gazetesinin diktatör ni-
telemesine karşı bir duruşumuz olmalıydı.”
(5 Kasım gecesi, Kanal D) Filmde böyle bir
karşı duruşun zerresi yok. Tersine, bu id-
diayı destekleyen ifadeler var. Aşağıda be-
lirteceğim.
- O dönemde birçok yabancõ yazar, düşü-
nür, bilim adamõ ve politikacõnõn, özellikle de
mazlum milletler liderlerinin Atatürk ve dö-
nemi hakkõnda yazõp söylediği birçok övücü,
gurur verici açõklamalar var. Neden hiçbi-
rine yer verilmemiş de bu Fransõz gazetesi-
nin nitelemesi seçilmiş?
- Bu soruyu Can Dündar’ın ve ekibinin
yanıtlaması gerekecek. Düşündükçe birçok
şey zihnimi kemirip duruyor. Nedensiz ne
yaprak kımıldar, ne de bir seçim yapılır. Bu
konuda Mustafacılara dört değerli kayna-
ğı hatırlatmak istiyorum: Bilal N. Şimşir,
Doğunun Kahramanı Atatürk; Özer Ozan-
kaya, Dünya Düşünürleri Gözüyle Ata-
türk ve Cumhuriyeti; S.Çiller Atatürk İçin
Diyorlar ki, Varlık Yayınevi, 1965; Atatürk’e
Saygı, TDK, 1969.
- Umarõm okurlar...
- Bir de dayanaksız iddialar, yakıştırma-
lar var ki bunlara yeni bilgi demek bilgiyi
aşağılamak olur.
- Ya Atatürk’ün not defterleri?
- Atatürk’ün not defterlerinden ikisi
Şükrü Tezer ve Afet İnan tarafından ya-
yımlanmıştır. Harp Tarihi Dairesi’ndeki
not defterleri 21 tanedir. Yeni ortaya çık-
mış belgeler değildir, uzun yıllardan beri
biliniyor, yayımlanıyor. Meraklıları bilir.
(Toplu bilgi için: Ali Mithat İnan, Ata-
türk’ün Not Defterleri, Gündoğan Y.,
Ankara, 1969)
‘Mustafa’da yeni bilgi ve belge yok
- Can Dündar, Hürriyet’te sayın
Ayşe Arman’a şöyle diyor: “Benim
bildiğim, benim okuduğum adam,
bana anlatılan adama uymuyor. Be-
nim oğluma anlatılan da benim bil-
diğim adam değil.” (9 Kasım, Pazar
eki, 8. sayfa) Bu konuda ne düşünü-
yorsunuz?
- Can Dündar’õn Atatürk’ü, Mustafa
filminde anlattõğõ Atatürk ise, bu Ata-
türk’ün gerçek Atatürk’le pek az ilgi-
si var. Can, Atatürk ve dönemini par-
ça parça incelemiş. Geneli görmemiş.
Ormana bakmõyor, ağaç dallarõyla il-
gileniyor. Mesela Atatürk’ün laiklik an-
layõşõnõ din karşõtlõğõ gibi algõlõyor. Ata-
türk’ün içkisine, yalnõz bõrakõldõğõna ta-
kõntõlõ. Hele Cumhuriyet dönemini hiç
anlamamõş. Atatürk’ün sofracõsõ Cemal
Granda’nõn şişirilmiş, uyduruk anõla-
rõnõ ve benzeri anõlarõ, doğru ile yala-
nõ daha ayõrt edemediği için gerçek sa-
nõyor. Bu arada zaman zaman yeni tri-
bünlere oynadõğõ izlenemini de alõyo-
rum.
ATATÜRK’Ü PSİKOLOJİSİYLE
ANLATMAK
Bir de şu var: Atatürk’ü psikolojisi
ile anlatmak istiyor. Yararlõ bir yak-
laşõm. Ama bunu bir psikolog ya da
ciddi bir hobi olarak psikolojiyi seç-
miş olan biri yapabilir. Can psikoloji
bilmiyor. Vamık D.Volkan ile Nor-
man İtzkowitz’in yazdõğõ Ölümsüz
Atatürk adlõ kitaptan yararlanmõş. Ki-
tabõ çok başarõlõ buluyor. (Hürriyet, 10
Kasõm, s. 6) Bir psikoloğumuz bu ki-
tabõ inceleseydi şaşõrtõcõ, akõl karõştõ-
rõcõ, bilimselliği çok şüpheli, Ata-
türk’ü acayip kalõplarla çözümleme-
ye çalõşan, tuhaf, esrarengiz bir kitap
olduğu açõğa çõkardõ. Atatürk’ü anla-
mak için başvurulacak bir kitap ol-
madõğõnõ söyleyip bu konuyu kapata-
cağõm. Psikoloji, amatörler için çok
kaygan, karmaşõk bir alandõr. İnsanõ
gülünç eder. Dikkat!
Bu kitabõn etkisiyle Can diyor ki:
“Babasız büyümek, bir ülke için ba-
ba figürüne dönüşmenizde etken
olabilir.” (Hürriyet, 10 Kasõm,
s. 6) Söz konusu kitapta işte bu-
na benzer birçok yakõştõrma
var. Mesela Atatürk’ün yurtse-
verliği şöyle anlatõlõyor: “M.
Kemal anasına duyduğu sev-
giyi, anasının ölümü üzerine
vatanına yöneltmiştir.” (Bağ-
lam Y., 1998, s. 290) Nasõl? Ne
kadar bilimsel değil mi?)
Atatürk’ü anlamaya, anlat-
maya, açõklamaya, çözümle-
meye çalõşan birçok dürüst,
doğru, değerli çalõşma var. Can
bunlardan yararlanmak yerine
bu komik kitaba takõlõp kalmõş.
(Kendisine aydõnlatõcõ, dürüst, baba
bir kitap tavsiye edeyim: Prof. Dr. Şe-
rafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk,
Bilgi Yayõnevi, Ankara, 2004)
OĞLUNUN ATATÜRK’Ü
GERÇEĞE DAHA YAKINDIR
Bu nedenlerle filmde ortaya değişik
bir Atatürk çõkmõş. Ben oğlunun bildi-
ği Atatürk’ün -bilgisini koruyorsa- ger-
çek Atatürk’e daha yakõn olduğuna
inanõyorum. Çünkü özellikle sevgili, sa-
yõn öğretmenler Atatürk’ü saygõyla,
özenle, ona yaraşõr, yakõşõr bir dille an-
latõyorlar.
Ne yapacaklardõ yani? Öğrencilerine,
Atatürk’ü, filmdeki gibi özetle, ‘içkici,
kadına düşkün, yalnız bırakılmış,
arkadaşsız, diktatör, unutulmaktan
ödü patlayan, Mussolini’yi çağrıştı-
ran, emeklilik psikozu içinde birta-
kım işlere kalkışan bir adamcağız’ di-
ye mi anlatacaklardõ?
Bu mudur Atatürk?
İnsaf!
ATATÜRK’Ü HİÇ
ANLAMAMIŞLAR
Can Dündar da, ekibi de, danõşman-
larõ da, bence Atatürk’ü hiç anlama-
mõşlar. Atatürk olgusunun yüzeyinde,
uzağõnda kalmõşlar. Bilgi yetersizli-
ğinden kaynaklanan bazõ önyargõlarõ var
ve bütün filmde hiç sevgi yok. Büyük
insanlara meraklõ komşu gibi, paparazzi
gibi, hele softa gözüyle bakõlamaz.
Can nerede durduğunu, kendisini sa-
vunan ve alkõşlayan bazõ kalemlere ba-
karak kavrayabilir. Fatih Sultan Meh-
met, Kadırgalı Abdullah Molla an-
latõlõr gibi anlatõlamaz.Tersi de olmaz.
Biçim öze uymalõ. Bu kural anlatõm sa-
natõnõn temel kuralõdõr. Ayrõca takt di-
ye bir şey vardõr ki Türkçeye denlilik,
incelik diye çevrilebilir. Bu yazõk ki
genç kuşaklarõn örneğini pek az gör-
dükleri bir tutum. Bir şeyi incelikle an-
latamõyoruz. Kabalõk yaygõnlaştõkça
yaygõnlaşõyor. Oysa bilginin üslubu na-
zik, sesi sakindir.
- Can Dündar Atatürk’ün Arms-
trong’un Bozkurt kitabını hoşgö-
rüyle karşıladığını anlattıktan son-
ra genele seslenerek diyor ki: “Böy-
le hoşgörülü Atatürk’ten siz san-
sürcü, ceberut bir portre yaratmış-
sınız ve bize onu yutturmaya çalışı-
yorsunuz. Ben o Atatürk’ü benim li-
derim saymıyorum. Ben kendi tanı-
dığım lideri anlatmaya çalışıyorum.”
Siz ne diyorsunuz?
ATATÜRK HİÇ CEBERUT
DİYE NİTELENMEDİ
- Sansürcü Atatürk ne demek anla-
madõm. Lafõn gelişi söylemiş olmalõ.
Ceberut Atatürk’e gelince: Hiçbir uy-
gar, vicdanlõ, sağduyulu, gerçeğe say-
gõlõ insan, Atatürk’ü ceberut diye ni-
telememiş, tanõtmamõştõr. Şimdi de
Atatürk’ü öyle anlatan ciddi, gerçekçi
tek bir inceleme, araştõrma, hikâye
yok. Kimse Atatürk’ü Can’õn iddia et-
tiği gibi ‘ceberut diye yutturmaya’
kalkõşmõyor.
Atatürk’ü yakõndan tanõyan birçok
kimse anõlarõnõ yazarak Atatürk’ü an-
latmõştõr. Birkaçõ: Yunus Nadi, Falih
Rıfkı Atay, Y.Kadri Karaosmanoğ-
lu, Ruşen Eşref Ünaydın, Kılıç Ali,
Salih Bozok, M. Müfit Kansu, Ali Fu-
at Cebesoy, İsmet İnönü, Celal Bayar,
Damar Arıkoğlu, Fahrettin Altay,
Hasan Rıza Soyak, Hüsrev Gerede,
Kazım Özalp, Afet İnan, Sabiha
Gökçen, Süreyya Ağaoğlu, Y. Kemal
Tengirşenk, Aralov, J. Grew, Ma-
dame Gaulis, General Sherill vb...
Hiçbirinde Atatürk ceberut olarak an-
latõlmaz, anõlmaz, ima bile edilmez. Hiç-
bir okul kitabõnda da böyle bir nitele-
me yoktur. Çünkü Atatürk ceberut de-
ğildi. (Ceberut=acõmasõz, zorba) Can’õn
‘ceberut Atatürk’ iddiasõnõn ciddi bir
dayanağõ yok. Kendi ileri sürüyor,
kendi karşõ çõkõyor. Gölge boksu
yapõyor.
- Atatürk’ün ceberut oldu-
ğunu yazmaya yeltenen hiç
kimse yok mu?
- İstisnasõz kural olur mu? Bir-
kaç kişi var.
- Kimler?
- Bunlar Can Dündar’õ ve Mus-
tafa filmini alkõşlayanlar arasõnda
yer alõyorlar. Atatürk’e, “Diktatör,
bütün yetkileri elinde topladı,
söylediği kanundu, muhalifleri-
ni temizledi” filan diyen, Mus-
solini gibi kepaze bir adamõ anõş-
tõran da Can Dündar’õn kendi ve eki-
bi. Filmde bir iki sahne dõşõnda, Ata-
türk’ün büyük, güzel özelliklerini anla-
tan, yansõtan bir hava yok. Ne kadar sev-
gisiz bir işleyiş. Film gittikçe karam-
sarlaşan, olumsuzlaşan, durgunlaşan bir
havayla sürüyor, final tüy dikiyor.
YAPTIĞI İLE SÖYLEDİKLERİ
BİRBİRİNİ TUTMUYOR
Can’õn yaptõğõ ile söyledikleri birbi-
rini tutmuyor. Şimdiye kadar, birkaç
dinci ve Armstrong’dan başka hiç
kimse Atatürk’ü, Mustafa filmi gibi an-
latmadõ. Resmi anlatõmõn gölgesinde
kalmayayõm derken, gerçeğin çok dõ-
şõna, uzağõna düşülmüş. Bu asla unu-
tulmayacak bir talihsizlik.
- Can Dündar Atatürk’e sansür
uygulandığından yakınıyor...
- Atatürk’ü sansürlemek akla ve ahlaka
aykõrõ bir şey. Ama koca bir hayatõn için-
den cõmbõzla birkaç cümle, birkaç ayrõntõ
seçip de bunlarõ bir karakterin anahtarõ
diye ileri sürmek de sansür kadar akla ve
ahlaka aykõrõ bir davranõş olur.
‘Mustafa’da bir milletin kahramanõnõn anõsõ ve saygõnlõğõ yaralanõyor, incitiliyor; asõl linç bu
Filmdeki gerçek Atatürk değil
- Can Dündar Hürri-
yet’teki Ayşe Arman rö-
portajında diyor ki: “Kim-
senin bir Atatürk filmi yap-
ma niyeti yok. Yapsalar 70
yıldır yaparlardı. Kimse
bir şey yapma derdinde
değil..” Sizce doğru mu
söylüyor?
- Konuya uluslararasõ ma-
ceracõlardan söz ederek gi-
reyim. Biri Laurence Olivi-
er’nin oğluydu. Allahtan
bunlara bir Atatürk filmi çek-
tirilmedi. Yalan yanlõş ola-
cağõna hiç olmamasõ daha
iyidir. Mustafa filmi bu ko-
nuda uyarõcõ bir örnek.
Bilmeyen, anlamayan, der-
sine çalõşmayan bu konuya
elini sürmesin!
Rahmetli Behlül Dal Ata-
türk’le ilgili beş-altõ kõsa film
yaptõ, Devlet Tiyatrosu sa-
natçõlarõ da oynadõ. Zaman
zaman televizyonlarda ya-
yõmlanõyor.
Kültür Bakanlõğõ 1992’de
Atatürk’le ilgili bir dizi film
yaptõracaktõ. Bu yararlõ dü-
şünceyi gerçekleştirmek için
birçok yazara senaryo õs-
marlandõ. Fakat neden bil-
mem yalnõz biri filmleşti:
Refik Erduran’õn Meta-
morfoz’u. Yönetmeni Feyzi
Tuna. Bu film de TRT’de
yayõmlanmõştõr.
Son olarak TRT 1990’lar-
da sayõn Ziya Öztan’a iki di-
zi (ve film) yaptõrdõ: Kurtu-
luş ve Cumhuriyet. Bu çalõş-
malar 1921 ile 1933 arasõn-
daki en yoğun, anlamlõ, eşsiz
dönemi kapsõyor. Bunlar Zi-
ya Öztan’õn bilgisini, bilincini
ve ustalõğõnõ kanõtlayan, iş-
lediği dönemi dürüstçe ve
sanatlõca anlatan çalõşmalar.
Çekimleri toplam üç yõla ya-
kõn sürmüş, on binlerce in-
sanõn katkõsõyla var olmuş-
lardõr. Çok büyük yankõ
uyandõrdõklarõnõ söylemem
gereksiz.
Özellikle bu iki önemli ça-
lõşmayõ bir kalemde silip geç-
mesini, Can Dündar’a hiç
yakõştõramadõm. Ustaya, eme-
ğe, gerçeğe saygõ lütfen!
Ama Mustafa filminin bir
yararõ oldu. Atatürk filmi
yapmak için çeşitli gruplarõn
çalõşmalara başladõğõnõ duy-
dum, çok sevindim. Atatürk’ü
doğru anlatmak, bu olum-
suz, tuhaf, gerçeğe aykõrõ ça-
lõşmalar, çabalar, yorumlar
karşõsõnda, bir vatan görevi,
bir ahlak borcu oluyor.
BANA VERDİĞİ
SÖZÜ TUTMALI
- Ek olarak “Biri yapsa
da beynine binsek diye bek-
liyorlar” diyor, eleştirileri
‘linç’ diye niteliyor...
- Bazõ hususlardaki eleşti-
rilerin haksõzlõğõnõ, filmde
karşõlõklarõnõn bulunmadõğõ-
nõ ben de kabul ediyorum.
Bunlara tepki göstermekte
haklõ. Kendisine bu nedenle
‘sabır’ dilemiştim. Ama bir-
çok ciddi eleştiri, uyarõ, yer-
me var ki, onlarõ ‘linç’ diye
nitelemek kesinlikle doğru ol-
maz.
Mustafa filminin bazõ sah-
nelerinde, bir milletin tarihi
boyunca en çok saygõ duy-
duğu, arkasõndan en çok ağ-
ladõğõ bir kahramanõn anõsõ ve
saygõnlõğõ yaralanõyor, inci-
tiliyor.
Asõl linç bu.
Buna tepki gösterilmeme-
si, doğrularõn açõklanmama-
sõ çok hazin, rezil, acõ bir şey
olurdu. Can Dündar, bu tep-
kilere, eleştirilere, suçlama-
lara katlanmalõ ve hiç gecik-
meden bu yanlõşlõklarõ, ek-
siklikleri düzeltip filmi ger-
çeğe uygun, kahramanõna
saygõlõ hale getirmelidir.
Yani bana verdiği sözü tut-
malõdõr.
Can’ın görmezden
geldiği çalışmalar
S Ü R E C E K
Dündar’ın Ayşe Arman’a verdiği röportaj.
Sosyalistlerden Türkiye’ye destek
İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) - 1-2
Aralõk 2008 tarihlerinde İspanya’nõn başkenti
Madrid’de yapõlan AB Parlamentosu Sosyalist
Grup Toplantõsõ’nda, Türkiye’nin AB üyeliğine
tam destek kararõ çõktõ. Toplantõnõn ardõndan açõk-
lanan raporda, “AB Parlamentosu’ndaki bazõ Hõ-
ristiyan Demokrat ve sağcõ partilerin, Türkiye’nin
Müslüman bir ülke olduğu için AB’ye alõnmasõna
karşõ çõkõşlarõnõ, yeni koşullar öne sürülmesini, ay-
rõcalõklõ ortaklõk gibi fikirleri reddediyoruz. Türki-
ye’nin AB için vazgeçilmez bir eş, Ortadoğu ve
Kafkaslar’da güvenlik ve barõş için çok önemli bir
role sahip olduğuna inanõyoruz” denildi.
Denizde kadın ceseti
İstanbul Haber Servisi - İDO iskelesi yakõ-
nõnda yurttaşlar tarafõndan su yüzeyinde fark edi-
len kadõn cesedi olay yerine çağrõlan polis ve itfai-
ye ekiplerince kõyõya çõkartõldõ. Üzerinden kimli-
ğini belirlemeye yarayacak herhangi bir belge çõk-
mayan 60 yaşlarõndaki bir kadõna ait ceset polisin
incelemelerinin ardõndan Dr. Lütfi Kõrdar Kartal
Eğitim ve Araştõrma Hastanesi morguna kaldõrõldõ.
Cesedi bulunan kadõnõn olaydan yaklaşõk bir saat
önce kõyõya çok yakõn durduğu için suya düşebile-
ceğinden endişelenen yurttaşlarca uyarõldõğõ, an-
cak bu uyarõlara tepki vermediği belirtildi.
KKTC’de helikopter düştü
LEFKOŞE (AA) - KKTC Tarõm Bakanlõ-
ğõ’nõn Fransa’dan kiraladõğõ helikopter, Lefke ya-
kõnlarõndaki Yedidalga bölgesinde, arka kuyruğu-
nun elektrik tellerine takõlmasõ sonucu dere yata-
ğõna düştü. Helikopterin 38 yaşõndaki Fransõz pi-
lotu ağõr yaralõ olarak hastaneye kaldõrõldõ.