03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 KASIM 2008 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI [email protected] Ekimin son põrõl põrõl cumartesisiydi. Gelenekleri genellikle denizcilik üstüne kurulu Brötanya (Fransõzca Büyük Brötanya’nõn İngiltere anlamõna geldiğini vesileyle ekleyiverelim) bölgesinin Paris kapõsõ sayõlan Montparnasse Garõ’nõn yakõnlarõnda, sabah seansõna gideceğimiz sinemanõn karşõsõnda, aşinasõ olduğumuz “Café”lerden birinde ayakta bir sabah “Espreso”su içiyorduk. Amerikan patentli “plastik/kimyevi pub-café”lere kahramanca direnen, kapõsõnõ araladõğõnõzda burnunuza çalõnan “espreso rayihası”nõn binbir duygu çağrõştõrdõğõ has bir Fransõz Café’si. O saatlerde henüz yorgunluktan uzak, mesleğini severek icra eden, üstlerinde bir örnek Bröton tayfalara has yakasõz, iliksiz, beyaz-lacivert çizgili gömlekleriyle koşuşturan üç garson servis yapmakla yetinmeyip müdavim müşterilerle önlerinden geçtikçe sevimli bir laf atõştõrmasõ sürdürüyorlardõ. Café’lerin barlarõnda daima bir sabah gazetesi müşterilerin hizmetine amade durur. Barõn en ucundaki taburede oturan spor giyimli, ak saçlõ 65 ile 75 arasõ bir ‘Mösyö’ burnunun üstüne düşürdüğü okuma gözlüğüyle baktõğõ Le Parisien’den başõnõ hiç kaldõrmadan, “Pes! Emeklilik yaşını 70’e çıkartıyorlarmış!” dedi. Soluk yüzüne rağmen şenliğinden hiçbir şey yitirmeyen 50 yaşlarõndaki garson yanõmõzdan hõzla geçerken cince yetiştiriverdi: “Baksanıza size, haksızlar mı yani? Kaç tane genci cebinizden çıkartırsınız, tecrübeniz de cabası...” O uzaklaşõrken Mösyö yapõştõrdõ: “Şunun şurasında birkaç senelik mutluluğumuzu bile fazla mı görüyorsun? İşten çıkıp mezara mı gideceğiz yani! 70’ine gel de seni de görürüz, gelebilirsen tabii...” Son haftalarda krizin de vurmasõyla bizim buralarda uzun çalõşmak, pazar mesaileri, emeklilik yaşõnõ yükseltmek eksenlerinde tartõşmalar yoğunlaşmakla kalmadõ. Protesto eylemlerinin gevşemesinden istifade hükümet yangõndan mal kaçõrõrcasõna yasalar, tasarõlar geçirmeye başladõ. Bu arada Café’deki Mösyö’nün belirttiği gibi bu hafta başõnda bir avuç sağcõ milletvekili “bir gece vakti” çok demokratik bir oylamayla “İsteyenlere 70 yaşına kadar çalışma ‘özgürlüğü’ (!) tanıyan” ek bir maddeciği kattõklarõ emeklilik yasa tasarõsõnõ meclisten geçiriverdiler. Tepkiler yüksele, eylemler hazõrlanadursun, Ulusal Ekonomik Çalõşmalar ve İstatistik Enstitüsü (INSEE) yine bu hafta içinde bilimsel bir araştõrmanõn sonuçlarõnõ derleyen bir rapor, bir kitap yayõmladõ: “Fransızların Sosyal Portresi”. Çalõşma Fransõz toplumuna ilişkin gelir, tüketim, yaşam koşullarõ, eğitim, nüfus gibi bir dizi taze temel bilgi ve sentezin dõşõnda üç özel başlõğa odaklanmõş: 60 yaşõndan önceki ölümler ve nedenleri, eve- kişiye özel hizmet ve de ölçmesi zor bir boyut, “Fransızların mutluluğu.” Bu bir cins “mutluluk eğrisi” güncellikle de çakõştõğõndan ilgimizi çekti. Zira Fransõzlarõn en mutlu olduğu yaş 65’miş. Ortalama 60 yaşõnda aktif hayattan çekilen Fransõzlar emekliliğin ilk yõllarõndan itibaren “mutlu azınlık” katlarõnda yükselirken elden ayaktan düşmeye başladõklarõ yõllarda, yani yine istatistiki verilere göre 75 yaşlarõnda 20-25 yaşlarõndaki gençlerin mutluluğu düzeyine iniyormuş (!). Ortalama ömür süresinin erkeklerde 77.5, kadõnlarda 84.4 yõla ulaştõğõ ülkede mutlu insanlarõn en yüksek olduğu yaş dilimi 55 ile 70 arasõymõş. 20’li yaşlarõnda ilk gençlik hülyalarõndan sõyrõlmaya başlayan Fransõzlar 30 yaşlarõndaki hafif bir duraksamadan sonra düzenli “mutluluk irtifası” yitirerek 45-50 yaşlarõ arasõnda “hiç mutlu olmadıklarını” itiraf ediyorlarmõş. Çalõşmayõ kaleme alan ikiliden araştõrmacõ Vincent Marcus, “Mutlulukla gelir arasında doğrudan bir bağlantı yok. Çünkü genellikle en yüksek gelir diliminde yer alan 45 civarı yaş grubunun mutluluk düzeyi çok düşük. Ama sağlam gelir ve ekonomik büyümenin toplumsal ilerlemenin motorları olduğunu da unutmamak gerek” diye konuşuyor. Marcus “mutlu yaş” hakkõndaki görüşlerini, “70 yaşından sonra başlayan eş veya yakınını kaybetme, sağlıkta zayıflama gibi etkenler mutluluğa gölge düşüren öğeler oluyor. Ancak kamu hizmetlerinin gücü, gelir garantisi ne olursa olsun, ‘mutluluk’ duygusu sonucunda kişisel bir duygu, davranış olarak belirleniyor. İnsanlar 60-70 yaşlarında her anlamda edindikleri deneyim ve olgunlukla beklentilerini gözden geçirip yaşamdan daha iyi yararlanabiliyorlar” diye özetliyor. Montparnasse Café’sindeki Mösyö’nün garsona hatõrlattõğõ, son nefesine kadar sahneden inmeyen Henri Salvador’un (1917-2008) ünlü şarkõsõnõn nakaratlarõ kulaklarõmda çõnlõyor: “Çalışmak sağlıktır. Onu korumanın en iyi yoluysa hiçbir şey yapmamaktır.” [email protected] Mutluluk yaş(lõlõk)ta saklõ... UĞUR HÜKÜM PARİS Topkapõ ile Versailles Topkapõ Sarayõ ve Versailles Sarayõ, Brüksel’deki İstanbul Center’da buluşup dertleştiler. Topkapõ, ünlü tarihçi, saray müze müdürü Prof. İlber Ortaylı’nõn, binlerce km. uzağõndaki Versailles ise Beatrix Saule’un ağzõndan dünü, bugünü konuştu. Saule, Versailles’in şef küratörü ve araştõrma merkezi direktörü. İstanbul Center’daki toplantõya biraz da Topkapõ’nõn şimdiki müdürü Ortaylõ’yla tanõşmak için katõlmak istemiş. Paris’e 17 km. uzaklõkta, sayõsõz çiçekle bezeli geniş bahçelerin ortasõndaki görkemli yapõyõ heyecanla anlatõyor ünlü tarihçi; Fransa’nõn şatafatlõ krallarõnõn şatafatlõ evi Versailles, 1789’da 16. Luis ve Marie Antoinette’in giyotinle kafasõ kesildiğinden bu yana sadece turistlere, büyük bütçeli davetlere ve Fransa cumhurbaşkanõnõn ünlü aynalõ salondaki resepsiyonlarõna kapõlarõnõ açõyor. Uzun süredir kimsenin evi değil. Pek niyetlense de Napoleon bile orada oturmaya cesaret edememiş. Zira saray aslõnda Fransa’da unutulmak istenen baskõlõ bir dönemin simgesi. Fransõz halkõyla Versailles sarayõ arasõnda açõklanmasõ güç bir aşk-nefret ilişkisi varmõş. Fransõzlar bir yandan getirdiği prestij için bu görkemli yapõyõ tutkuyla severken diğer yandan da Cumhuriyete olan bağlõlõklarõ yüzünden ona karşõ büyük bir öfke beslerlermiş. Beatrix Saule gerçek bir Topkapõ Sarayõ hayranõ. “Siz öyle değilsiniz diyor”, Topkapõ Sarayõ sanki Türkler için o derecede “sevgili” değil. Versailles’õn içini yõlda 4-5 milyon, bahçelerini ise 10 milyon turist ziyaret ediyormuş. Topkapõ sarayõnõ merak edip gelenlerin sayõsõ ise 2 milyon. Madame Saule turist sayõsõndan çok memnun. “İyi para kazanıyoruz” diyor. Sarayõn 55 milyon Avro’luk yõllõk gelirinin yüzde 80’i turistlerin cebinden elde ediliyormuş. “Bu, müzeyi çekip çevirmek, saray yağmalandığı sırada kaybolan eşyaları orada burada buldukça satın alıp yerine geri koymak için yeterli” diyor. Bakõm ve onarõm masraflarõ ise Fransõz devletinin ayrõca postaladõğõ 55 milyon Avro ile karşõlanõyormuş. İlber Ortaylõ ise giriş biletlerinden gelen hasõlatla pek de ilgilenmiyor. Devlete giden paradan Topkapõ’ya “düşen”den pek memnun görünmüyor Ortaylõ. Ayrõca sarayõn koşullarõna fazla gelen turist sayõsõndan da şikâyetçi. Fransõzlardan başka dünyada hiçbir müzenin haddinden fazla turist istemeyeceğini söylüyor. Versailles sarayõnõn 55 milyon Avro’luk gelirinin yüzde 10’u sponsorlardan geliyormuş. Ortaylõ gülüyor, “Bizimki yüzde 1” diyor. İki müzenin ortak derdi müzeyi gezdiren bazõ rehberler. Saule, “Safsataya inanmayın” diye uyarõyor, “Bazı tur rehberleri turistlerin ilgisini çekecek masallar anlatmaya bayılırlar.” Versailles sarayõnda kokudan oturulmadõğõ, tuvalet ihtiyacõnõn ağõr kadife perdelerin arkalarõnda giderildiği, sarayda tuvalet olmadõğõ hiç doğru değil. Ortaylõ da rehberlerden yana dertli. Harem dairesini rehberlere yasakladõğõnõ söylüyor. Avrupalõlarõn hayallerini süsleyen, haremle ilgili dillerde dolaşan uydurma hikâyelerin böylelikle önüne geçmeye çalõşõyorlarmõş. “Çokeşli sultanlar olduğu gibi tekeşli olanlar da vardı” diyor, Kanuni Sultan Süleyman’õn Ukraynalõ Roxalan’a duyduğu büyük aşkõ örnek veriyor. Saraydaki sõkõ disiplini, saraya giren gençlere verilen eğitimi, belli bir yaşa gelmiş genç kõzlarõn saray dõşõna gelin gittiğini anlatõyor. Sohbet sõrasõnda Topkapõ’nõn daima merkezde kalõşõna, Versailles’in ise Paris’in uzağõnda konumlanmasõna dikkat çekiliyor. Fransa’nõn güneşi olduğuna inanan “güneş kral” XIV. Louis, biraz güvenlik, biraz da av merakõ için 1682’de inşa ettirmiş Versailles’õ. Aşõrõ süslemeleriyle Avrupa’nõn en şõmarõk sarayõ görüntüsündeki, Fransa tarihini anlatan müzenin duvarlarõnõ 6 bin tablo, koridorlarõnõ 3 bin heykel süslüyormuş. Ama Madame Saule “Biz tarih anlatmıyoruz orada” diyor, “tarihi hikâye ediyoruz.” Topkapõ Sarayõ’nõn dünyayõ titreten sultanlarõ da XIV. Louis de ihtişamlõ evlerinin dünyanõn merkezi olmasõnõ istemişler… İki görkemli sarayõn, iki ünlü tarihçinin keyifli sohbetinde buluşmasõnõn tadõnõ çõkarõrken iç geçiriyor insan… “Nereden nereye?..” BirAvrupa klasiği:HelalTV Herkesin işe koşturduğu sabah saatleri. Metro trenleri tõka basa dolu. Özelleştirilmesinden bu yana tasarruf amacõyla tren ve otobüs seferlerinin sayõlarõ azaltõldõğõndan yolcularõn yoğun olduğu sabah ve akşam saatlerinde vagonlar balõklarõn istiflendiği konserve kutularõna dönüyor. Bu hengame içinde iki okul çocuğu ray gõcõrtõlarõndan başka sesin duyulmadõğõ vagonda ciddi ciddi siyaset konuşuyor. Birinin adõ Rafael, diğerinin Oktay. Rafael’in kökleri Güney Amerika’ya, Oktay’õnki Türkiye’ye uzanõyor. İkisi de ilkokul dördüncü sõnõf öğrencisi. O günkü Amerikan seçimini konuşuyorlar. Oktay, ben oyumu Obama’ya verdim deyip Rafael’e soruyor. O da Obama’ya verdiğini söylüyor. “Neden?” diye soruyor Oktay. “Herkes Obama’ya vereceğini söyledi onun için” diyor Rafael. Bu kez o, Oktay’a soruyor. “McCain savaşçı. Irak’ta bir milyon kişi öldü. Obama savaşı bitirecek. Amerika’daki hastalar da doktora gidebilecek” diyor Oktay. Çocuklarõ dinleyen büyükler sevecen gözlerle bakõyorlar, ama duyduklarõna şaşõrmõyorlar. Şaşõrmamalarõnõn nedeni okullarda seçimler sõrasõnda partiler ve adaylar hakkõnda konuşulup sembolik seçim yapõlmasõ yurttaşlõk bilgisi dersi kapsamõna giriyor da onun için. Eğitimin amacõ da zaten beyinleri ezberletilmiş bilgilerle doldurmak yerine çocuklara düşünme, sorma, analiz etme alõşkanlõğõ kazandõrmak. Bütün bunlarõ, neden başlatõldõğõ, neden sunucu olarak üç türbanlõ genç kõzõn seçildiği açõk seçik yanõtlanamayan Halal TV (Helal) adlõ programdan söz etmek için anlattõm. Halal TV, İsveç Kamu Televizyonu’nda 3 Kasõm’da başlayan, her biri yarõm saatten oluşan sekiz haftalõk bir programõn adõ. Müslümanlarõn İsveç’e bakõşõnõ yansõtmak amacõyla hazõrlandõğõ söylenen programõ üç türbanlõ genç kõz sunuyor. Üstünkörü sokak röportajlarõ ve stüdyo sohbetinden oluşan ilk program gazetelerin televizyon eleştirmenlerini isyan ettirdi. Sosyal içeriği olmayan, profesyonellikten çok uzak programdan akõllarda kalan sadece eli yüzü düzgün üç genç kõzõn kafalarõndaki türban. Aileleri Mõsõr, Lübnan ve Suriye’den göç etmiş olan genç kõzlar İsveç doğumlu. Biri tõp, biri hukuk, biri de hemşirelik yüksekokulu öğrencisi. Üçü de yakõnda mezun olacak. Ama bu kõzlar dinleri yasaklõyor diye programlarõna stüdyo konuğu olarak katõlan konuğun elini sõkmayõ reddedebiliyor. Aydõnlanma felsefesinin ürünü olan bir eğitim sisteminden geçen bu genç kõzlarõn erkek eli sõkmamalarõnõn, kafalarõnõ örtmelerinin bir açõklamasõ olmalõ. Şeriat yasalarõnõn, günahkâr diye suçlanan kadõnlarõn taşlanarak öldürülmesinin temiz toplumun garantisi olarak görülmesi gerektiği yolunda demeç vermelerinin de bir nedeni olmalõ. Tõpkõ kamu televizyonunda böyle bir program tezgâhlanõp, üç türbanlõ kõzõn ekrana çõkarõlmasõnõn bir nedeni olduğu gibi. Program yapõmcõsõ kendini savunmak için “Müslümanlar da toplumumuzun bir parçası” gibi bir açõklamayla siyaseten doğruculuğa sarõlõyor ama “Müslümanların çoğunluğu türban kullanmıyor. Sen niçin Müslümanları temsil adına sadece türbanlıları seçtin” sorusunu yanõtlayamõyor. İsveç televizyonunun Halal TV’sine en güzel yakõştõrma, aşk yüzünden Müslüman olup türban takan ama sonunda kendisine dönen bir İsveçli kadõndan geldi. Türbanõn bazõ çevrelerin baskõsõyla yaygõnlaştõğõnõ, Müslümanlõkla ilgisinin olmadõğõnõ söyleyen İsveçli kadõna göre, şeriattan yana, erkek eli sõkmayan türbanlõlarõn sunduğu, belirli bir amaca hizmet eden programa “Halal değil Haram TV” adõ daha çok yakõşõyor. “Avrupa klasiği” dememin nedeni de bir Avrupa standardõ olan ikiyüzlülüğün burada da sõrõtmasõ. Program yapõmcõsõnõn türbanlõlarõn tüm Müslümanlarõ temsil etmediğini bilmemesine olanak yok. Öyleyse amaç ne? Sonuca bakarak amacõn neye hizmet ettiğini anlamak mümkün. Türbanlõ kõzlar açõklamalarõyla, tavõrlarõyla İsveçlilerin de tepkisini çekiyor. Bu gidişle toplumda Müslüman karşõtlõğõ yaygõnlaşacak. Dahasõ Avrupalõ, türbanlõlarõ öne çõkararak Müslümanlarõ da ikiye bölüyor. OSMAN İKİZ STOCKHOLM‘Demokrasiçözümeyeterlideğil’ Ekonomik Kalkõnma ve İşbirliği Örgütü (OECD) kõsa süre önce Almanya’da zenginle fakirin arasõndaki uçurumun giderek derinleştiğini, ülkedeki insanlarõn hõzla -Türkiye’den bile daha çabuk- fakirleştiğini belgeleriyle sundu. OECD’nin bir başka raporuna göre de Almanya’nõn eğitim sistemi sõnõfta kaldõ. Akademisyenlerin ve mühendislerin azaldõğõ ülkede tam 16 bin yeni öğretmene gereksinim var. Küresel mali kriz sonucu sarsõlan ekonomisini korumak isteyen Federal Almanya bankacõlõk sektörünün çökmemesi için 480 milyar Avro’luk bir paketi hazõrda tutuyor. Berlin hükümeti 1990’dan bu yana her yõl “devlet yardımı” adõ altõnda ortalama 160 milyar Avro ile ülkesinin “fakir” doğusunu destekliyor. Yine de işsizlik doğuda yüzde 20’nin altõna düşmüyor. İnsanlarõnõn yüzde 68’i geleceğe kötümser bakõyor, yüzde 50’si de şu sõra demokrasinin toplum sorunlarõnõ çözmeye yeterli olmadõğõ inancõnda! Almanya’nõn batõsõnda artõk demokrasiye inanmayanlarõn oranõ yüzde 30. Doğu Almanya kentleri yabancõ düşmanlõğõnõn kaleleri de oldu. Batõ’dan gelen tüm desteğe, sayõsõz yeniliğe ve refaha karşõn yabancõ düşmanõ tohumlar doğuda yeşermeye devam ediyor, köklerini kurutmak çok zor. Neo Naziler artõk Hitler reklamõ yapmõyor. Onlar şimdi: “Eski Doğu Almanya daha iyi bir Almanya idi” sözleriyle oy topluyor. Çoğu insan hâlâ Ulbricht-Honecker yõllarõnõn özlemini çekiyor. O günler artõk nostalji, daha doğrusu ostalji, bir Doğu Almanya özlemi! Çoğu insan kendini yalnõz, tek başõna bõrakõlmõş hissediyor. Vatansõz, topraklarõndan sürülmüş, ülkesi elinden alõnmõş... “Batı Almanya Doğu Almanya’ya el koydu”, diyenler giderek artõyor. Günümüzde Honecker yönetimini eleştiren neredeyse “vatan haini” damgasõnõ yiyor! Eskinin özlemini çekenler Doğu Almanya’nõn kötü yanlarõ karşõsõnda gözlerini, kulaklarõnõ kapatõyor, komünist rejimde yaşananlarõ umursamõyor. İki ülke arasõna çekilmiş “utanç” duvarõnõ, batmõş ekonomiyi, 250 bin politik tutukluyu, düşünme özgürlüğü elinden alõnmõş o toplumu... “1989’da ideallerimiz elimizden alındı”, diyenler giderek artõyor. Ülkenin doğusunda oy avcõlõğõna çõkmõş batõ partileri Hõristiyan Demokratlar ile Hür Demokratlar kadrolarõnõ eski rejim yandaşlarõ ile doldurmuş. Sosyalist Birlik Partisi’nin 1990’a kadar uzaktan kumanda ettiği ve çoğunlukla bilim adamlarõnõn, öğretmenlerin, akademisyenlerin üye olduğu küçük partilerde görev yapmõşlar, şimdi tüm Doğu Almanya’da yine önemli görevlerde. Politikayõ onlar etkiliyor, toplum yaşamõnõ dolayõsõyla da olsa onlar yönlendiriyor. Milli Halk Ordusu’nun kalõntõsõ subaylar, generaller, görevi yurtiçinde, dõşõnda istihbarat toplamak olan devlet bakanlõğõnõn (Stasi) adamlarõ bugün otobüsçülük, emlakçilik ve doktorluk yapõyor, otel işletiyor, avukat bürosu açmõş, Gazprom’da görevli, koruma polisliği yapanlar da var. Stasi-Connection eski Doğu Almanya’da hâlâ yaşõyor. ... Günümüz Almanya’sõnda kimi yaşamsal sorunlarõn kaynağõnõ geçmişte aramak hiç de yanlõş olmaz. İkinci Dünya Savaşõ’nõ kazanmõş olan “Dörtler”, 15 Mayõs 1955’te Viyana’da imzalanan Devlet Antlaşmasõ ile Avusturya’yõ egemen, bağõmsõz ve demokratik bir devlet olarak tanõmõş, işgal ettikleri ülke topraklarõndan çekilmişlerdi. Benzeri bir anlaşmayõ, savaşõn üzerinden 60 küsur yõl geçmesine karşõn, Almanya ile hiç imzalamadõlar. İmzalamadõklarõ gibi, savaş sonrasõnda anayasasõnõ da “dikte” ettiler. Bu nedenle topraklarõnda 70 bin Amerikan ve 25 bin İngiliz askerinin konuşlandõğõ, yüze yakõn nükleer başlõklõ füzenin depolandõğõ Almanya hâlâ yasal olarak egemen bir ülke değil, o bir Amerikan “kolonisi”! www.ahmet-arpad.de AHMET ARPAD STUTTGART İspanya’nın Barselona şehrinde “Xocolating” adıyla düzenlenen çikolata fuarında, çikolatayla yapılan farklı ürünler ziyaretçilerin yoğun ilgisiyle karşılaştı. Çikolatayı makyaj malzemesi olarak kullanan mankenler dikkat çekerken Avustralyalı sanatçı Sid Chidiac’ın çikolatayla yaptığı, 20. yüzyılın en ünlü ressamlarından Pablo Picasso’nun portresi büyük beğeni topladı. Barselona’da her yıl düzenlenen festivalde çeşitli çikolata ve şekerleme ürünleri tanıtılıyor. (Fotoğraf: REUTERS) ÇİMEN TURUNÇ BATURALP BRÜKSEL Binbirçeşit çikolata CMYB C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle