Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 9 KASIM 2008 PAZAR
10 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr
Ekimin son põrõl põrõl cumartesisiydi.
Gelenekleri genellikle denizcilik üstüne
kurulu Brötanya (Fransõzca Büyük
Brötanya’nõn İngiltere anlamõna geldiğini
vesileyle ekleyiverelim) bölgesinin Paris kapõsõ
sayõlan Montparnasse Garõ’nõn yakõnlarõnda,
sabah seansõna gideceğimiz sinemanõn
karşõsõnda, aşinasõ olduğumuz “Café”lerden
birinde ayakta bir sabah “Espreso”su
içiyorduk. Amerikan patentli “plastik/kimyevi
pub-café”lere kahramanca direnen, kapõsõnõ
araladõğõnõzda burnunuza çalõnan “espreso
rayihası”nõn binbir duygu çağrõştõrdõğõ has
bir Fransõz Café’si. O saatlerde henüz
yorgunluktan uzak, mesleğini severek icra
eden, üstlerinde bir örnek Bröton tayfalara
has yakasõz, iliksiz, beyaz-lacivert çizgili
gömlekleriyle koşuşturan üç garson servis
yapmakla yetinmeyip müdavim müşterilerle
önlerinden geçtikçe sevimli bir laf atõştõrmasõ
sürdürüyorlardõ. Café’lerin barlarõnda daima
bir sabah gazetesi müşterilerin hizmetine
amade durur. Barõn en ucundaki taburede
oturan spor giyimli, ak saçlõ 65 ile 75 arasõ
bir ‘Mösyö’ burnunun üstüne düşürdüğü
okuma gözlüğüyle baktõğõ Le Parisien’den
başõnõ hiç kaldõrmadan, “Pes! Emeklilik
yaşını 70’e çıkartıyorlarmış!” dedi. Soluk
yüzüne rağmen şenliğinden hiçbir şey
yitirmeyen 50 yaşlarõndaki garson
yanõmõzdan hõzla geçerken cince
yetiştiriverdi: “Baksanıza size, haksızlar
mı yani? Kaç tane genci cebinizden
çıkartırsınız, tecrübeniz de cabası...” O
uzaklaşõrken Mösyö yapõştõrdõ: “Şunun
şurasında birkaç senelik mutluluğumuzu
bile fazla mı görüyorsun? İşten çıkıp
mezara mı gideceğiz yani! 70’ine gel de
seni de görürüz, gelebilirsen tabii...”
Son haftalarda krizin de vurmasõyla bizim
buralarda uzun çalõşmak, pazar mesaileri,
emeklilik yaşõnõ yükseltmek eksenlerinde
tartõşmalar yoğunlaşmakla kalmadõ. Protesto
eylemlerinin gevşemesinden istifade hükümet
yangõndan mal kaçõrõrcasõna yasalar, tasarõlar
geçirmeye başladõ. Bu arada Café’deki
Mösyö’nün belirttiği gibi
bu hafta başõnda bir avuç
sağcõ milletvekili “bir
gece vakti” çok
demokratik bir
oylamayla “İsteyenlere
70 yaşına kadar çalışma
‘özgürlüğü’ (!) tanıyan”
ek bir maddeciği
kattõklarõ emeklilik yasa
tasarõsõnõ meclisten geçiriverdiler. Tepkiler
yüksele, eylemler hazõrlanadursun, Ulusal
Ekonomik Çalõşmalar ve İstatistik Enstitüsü
(INSEE) yine bu hafta içinde bilimsel bir
araştõrmanõn sonuçlarõnõ derleyen bir rapor,
bir kitap yayõmladõ: “Fransızların Sosyal
Portresi”. Çalõşma Fransõz toplumuna ilişkin
gelir, tüketim, yaşam koşullarõ, eğitim, nüfus
gibi bir dizi taze temel bilgi ve sentezin
dõşõnda üç özel başlõğa odaklanmõş: 60
yaşõndan önceki ölümler ve nedenleri, eve-
kişiye özel hizmet ve de ölçmesi zor bir
boyut, “Fransızların mutluluğu.” Bu bir
cins “mutluluk eğrisi” güncellikle de
çakõştõğõndan ilgimizi çekti. Zira Fransõzlarõn
en mutlu olduğu yaş 65’miş. Ortalama 60
yaşõnda aktif hayattan çekilen Fransõzlar
emekliliğin ilk yõllarõndan itibaren “mutlu
azınlık” katlarõnda yükselirken elden ayaktan
düşmeye başladõklarõ yõllarda, yani yine
istatistiki verilere göre 75 yaşlarõnda 20-25
yaşlarõndaki gençlerin mutluluğu düzeyine
iniyormuş (!). Ortalama ömür süresinin
erkeklerde 77.5, kadõnlarda 84.4 yõla ulaştõğõ
ülkede mutlu insanlarõn en yüksek olduğu yaş
dilimi 55 ile 70 arasõymõş. 20’li yaşlarõnda ilk
gençlik hülyalarõndan sõyrõlmaya başlayan
Fransõzlar 30 yaşlarõndaki hafif bir
duraksamadan sonra düzenli “mutluluk
irtifası” yitirerek 45-50 yaşlarõ arasõnda “hiç
mutlu olmadıklarını” itiraf ediyorlarmõş.
Çalõşmayõ kaleme alan ikiliden araştõrmacõ
Vincent Marcus, “Mutlulukla gelir arasında
doğrudan bir bağlantı yok. Çünkü
genellikle en yüksek gelir diliminde yer alan
45 civarı yaş grubunun mutluluk düzeyi çok
düşük. Ama sağlam gelir ve ekonomik
büyümenin toplumsal ilerlemenin motorları
olduğunu da unutmamak gerek” diye
konuşuyor. Marcus “mutlu yaş” hakkõndaki
görüşlerini, “70 yaşından sonra başlayan eş
veya yakınını kaybetme, sağlıkta zayıflama
gibi etkenler mutluluğa gölge düşüren
öğeler oluyor. Ancak kamu hizmetlerinin
gücü, gelir garantisi ne olursa olsun,
‘mutluluk’ duygusu sonucunda kişisel bir
duygu, davranış olarak belirleniyor.
İnsanlar 60-70 yaşlarında her anlamda
edindikleri deneyim ve olgunlukla
beklentilerini gözden geçirip yaşamdan
daha iyi yararlanabiliyorlar”
diye özetliyor. Montparnasse Café’sindeki
Mösyö’nün garsona hatõrlattõğõ, son nefesine
kadar sahneden inmeyen Henri Salvador’un
(1917-2008) ünlü şarkõsõnõn nakaratlarõ
kulaklarõmda çõnlõyor: “Çalışmak sağlıktır.
Onu korumanın en iyi yoluysa hiçbir şey
yapmamaktır.”
ugur.hukum@gmail.com
Mutluluk yaş(lõlõk)ta saklõ...
UĞUR HÜKÜM
PARİS
Topkapõ ile
Versailles
Topkapõ Sarayõ ve
Versailles Sarayõ,
Brüksel’deki İstanbul
Center’da buluşup
dertleştiler. Topkapõ, ünlü
tarihçi, saray müze müdürü
Prof. İlber Ortaylı’nõn,
binlerce km. uzağõndaki
Versailles ise Beatrix
Saule’un ağzõndan dünü,
bugünü konuştu. Saule,
Versailles’in şef küratörü ve
araştõrma merkezi direktörü.
İstanbul Center’daki
toplantõya biraz da
Topkapõ’nõn şimdiki müdürü
Ortaylõ’yla tanõşmak için
katõlmak istemiş. Paris’e 17
km. uzaklõkta, sayõsõz çiçekle
bezeli geniş bahçelerin
ortasõndaki görkemli yapõyõ
heyecanla anlatõyor ünlü
tarihçi; Fransa’nõn şatafatlõ
krallarõnõn şatafatlõ evi
Versailles, 1789’da 16. Luis
ve Marie Antoinette’in
giyotinle kafasõ kesildiğinden
bu yana sadece turistlere,
büyük bütçeli davetlere ve
Fransa cumhurbaşkanõnõn
ünlü aynalõ salondaki
resepsiyonlarõna kapõlarõnõ
açõyor. Uzun süredir
kimsenin evi değil. Pek
niyetlense de Napoleon bile
orada oturmaya cesaret
edememiş. Zira saray aslõnda
Fransa’da
unutulmak
istenen baskõlõ bir
dönemin simgesi.
Fransõz halkõyla
Versailles sarayõ
arasõnda
açõklanmasõ güç
bir aşk-nefret
ilişkisi varmõş.
Fransõzlar bir yandan
getirdiği prestij için bu
görkemli yapõyõ tutkuyla
severken diğer yandan da
Cumhuriyete olan bağlõlõklarõ
yüzünden ona karşõ büyük
bir öfke beslerlermiş. Beatrix
Saule gerçek bir Topkapõ
Sarayõ hayranõ. “Siz öyle
değilsiniz diyor”, Topkapõ
Sarayõ sanki Türkler için o
derecede “sevgili” değil.
Versailles’õn içini yõlda 4-5
milyon, bahçelerini ise 10
milyon turist ziyaret
ediyormuş. Topkapõ sarayõnõ
merak edip gelenlerin sayõsõ
ise 2 milyon. Madame Saule
turist sayõsõndan çok
memnun. “İyi para
kazanıyoruz” diyor. Sarayõn
55 milyon Avro’luk yõllõk
gelirinin yüzde 80’i
turistlerin cebinden elde
ediliyormuş. “Bu, müzeyi
çekip çevirmek, saray
yağmalandığı sırada
kaybolan eşyaları orada
burada buldukça satın alıp
yerine geri koymak için
yeterli” diyor. Bakõm ve
onarõm masraflarõ ise Fransõz
devletinin ayrõca postaladõğõ
55 milyon Avro ile
karşõlanõyormuş.
İlber Ortaylõ ise giriş
biletlerinden gelen hasõlatla
pek de ilgilenmiyor. Devlete
giden paradan Topkapõ’ya
“düşen”den pek memnun
görünmüyor Ortaylõ. Ayrõca
sarayõn koşullarõna fazla
gelen turist sayõsõndan da
şikâyetçi. Fransõzlardan
başka dünyada hiçbir
müzenin haddinden fazla
turist istemeyeceğini
söylüyor. Versailles
sarayõnõn 55 milyon
Avro’luk gelirinin yüzde
10’u sponsorlardan
geliyormuş. Ortaylõ gülüyor,
“Bizimki yüzde 1” diyor. İki
müzenin ortak derdi müzeyi
gezdiren bazõ rehberler.
Saule, “Safsataya
inanmayın” diye uyarõyor,
“Bazı tur rehberleri
turistlerin ilgisini çekecek
masallar anlatmaya
bayılırlar.” Versailles
sarayõnda kokudan
oturulmadõğõ, tuvalet
ihtiyacõnõn ağõr kadife
perdelerin arkalarõnda
giderildiği, sarayda tuvalet
olmadõğõ hiç doğru değil.
Ortaylõ da rehberlerden yana
dertli. Harem dairesini
rehberlere yasakladõğõnõ
söylüyor. Avrupalõlarõn
hayallerini süsleyen, haremle
ilgili dillerde dolaşan
uydurma hikâyelerin
böylelikle önüne geçmeye
çalõşõyorlarmõş.
“Çokeşli
sultanlar olduğu
gibi tekeşli
olanlar da
vardı” diyor,
Kanuni Sultan
Süleyman’õn
Ukraynalõ
Roxalan’a
duyduğu büyük aşkõ örnek
veriyor. Saraydaki sõkõ
disiplini, saraya giren
gençlere verilen eğitimi, belli
bir yaşa gelmiş genç kõzlarõn
saray dõşõna gelin gittiğini
anlatõyor. Sohbet sõrasõnda
Topkapõ’nõn daima merkezde
kalõşõna, Versailles’in ise
Paris’in uzağõnda
konumlanmasõna dikkat
çekiliyor. Fransa’nõn güneşi
olduğuna inanan “güneş
kral” XIV. Louis, biraz
güvenlik, biraz da av merakõ
için 1682’de inşa ettirmiş
Versailles’õ. Aşõrõ
süslemeleriyle Avrupa’nõn en
şõmarõk sarayõ
görüntüsündeki, Fransa
tarihini anlatan müzenin
duvarlarõnõ 6 bin tablo,
koridorlarõnõ 3 bin heykel
süslüyormuş. Ama Madame
Saule “Biz tarih
anlatmıyoruz orada” diyor,
“tarihi hikâye ediyoruz.”
Topkapõ Sarayõ’nõn dünyayõ
titreten sultanlarõ da XIV.
Louis de ihtişamlõ evlerinin
dünyanõn merkezi olmasõnõ
istemişler… İki görkemli
sarayõn, iki ünlü tarihçinin
keyifli sohbetinde
buluşmasõnõn tadõnõ
çõkarõrken iç geçiriyor
insan… “Nereden
nereye?..”
BirAvrupa
klasiği:HelalTV
Herkesin işe koşturduğu
sabah saatleri. Metro
trenleri tõka basa dolu.
Özelleştirilmesinden bu yana
tasarruf amacõyla tren ve
otobüs seferlerinin sayõlarõ
azaltõldõğõndan yolcularõn
yoğun olduğu sabah ve
akşam saatlerinde vagonlar
balõklarõn istiflendiği
konserve kutularõna dönüyor.
Bu hengame içinde iki okul
çocuğu ray gõcõrtõlarõndan
başka sesin duyulmadõğõ
vagonda ciddi ciddi siyaset
konuşuyor. Birinin adõ
Rafael, diğerinin Oktay.
Rafael’in kökleri Güney
Amerika’ya, Oktay’õnki
Türkiye’ye uzanõyor. İkisi de
ilkokul dördüncü sõnõf
öğrencisi. O günkü Amerikan
seçimini konuşuyorlar.
Oktay, ben oyumu
Obama’ya verdim deyip
Rafael’e soruyor. O da
Obama’ya verdiğini
söylüyor. “Neden?” diye
soruyor Oktay.
“Herkes Obama’ya
vereceğini söyledi onun
için” diyor Rafael. Bu kez o,
Oktay’a soruyor.
“McCain savaşçı. Irak’ta
bir milyon kişi öldü.
Obama savaşı bitirecek.
Amerika’daki hastalar da
doktora
gidebilecek”
diyor Oktay.
Çocuklarõ
dinleyen büyükler
sevecen gözlerle
bakõyorlar, ama
duyduklarõna
şaşõrmõyorlar.
Şaşõrmamalarõnõn
nedeni okullarda seçimler
sõrasõnda partiler ve adaylar
hakkõnda konuşulup
sembolik seçim yapõlmasõ
yurttaşlõk bilgisi dersi
kapsamõna giriyor da onun
için. Eğitimin amacõ da zaten
beyinleri ezberletilmiş
bilgilerle doldurmak yerine
çocuklara düşünme, sorma,
analiz etme alõşkanlõğõ
kazandõrmak. Bütün bunlarõ,
neden başlatõldõğõ, neden
sunucu olarak üç türbanlõ
genç kõzõn seçildiği açõk
seçik yanõtlanamayan Halal
TV (Helal) adlõ programdan
söz etmek için anlattõm. Halal
TV, İsveç Kamu
Televizyonu’nda 3 Kasõm’da
başlayan, her biri yarõm
saatten oluşan sekiz haftalõk
bir programõn adõ.
Müslümanlarõn İsveç’e
bakõşõnõ yansõtmak amacõyla
hazõrlandõğõ söylenen
programõ üç türbanlõ genç kõz
sunuyor. Üstünkörü sokak
röportajlarõ ve stüdyo
sohbetinden oluşan ilk
program gazetelerin
televizyon eleştirmenlerini
isyan ettirdi. Sosyal içeriği
olmayan, profesyonellikten
çok uzak programdan
akõllarda kalan sadece eli
yüzü düzgün üç genç kõzõn
kafalarõndaki türban. Aileleri
Mõsõr, Lübnan ve Suriye’den
göç etmiş olan genç kõzlar
İsveç doğumlu. Biri tõp, biri
hukuk, biri de hemşirelik
yüksekokulu öğrencisi. Üçü
de yakõnda mezun olacak.
Ama bu kõzlar dinleri
yasaklõyor diye
programlarõna stüdyo konuğu
olarak katõlan konuğun elini
sõkmayõ reddedebiliyor.
Aydõnlanma felsefesinin
ürünü olan bir eğitim
sisteminden geçen bu genç
kõzlarõn erkek eli
sõkmamalarõnõn, kafalarõnõ
örtmelerinin bir açõklamasõ
olmalõ. Şeriat yasalarõnõn,
günahkâr diye suçlanan
kadõnlarõn taşlanarak
öldürülmesinin temiz
toplumun garantisi olarak
görülmesi gerektiği yolunda
demeç vermelerinin de bir
nedeni olmalõ. Tõpkõ kamu
televizyonunda böyle bir
program tezgâhlanõp, üç
türbanlõ kõzõn ekrana
çõkarõlmasõnõn bir nedeni
olduğu gibi.
Program yapõmcõsõ kendini
savunmak için
“Müslümanlar da
toplumumuzun bir parçası”
gibi bir açõklamayla siyaseten
doğruculuğa sarõlõyor ama
“Müslümanların
çoğunluğu
türban
kullanmıyor.
Sen niçin
Müslümanları
temsil adına
sadece
türbanlıları
seçtin” sorusunu
yanõtlayamõyor. İsveç
televizyonunun Halal
TV’sine en güzel yakõştõrma,
aşk yüzünden Müslüman
olup türban takan ama
sonunda kendisine dönen bir
İsveçli kadõndan geldi.
Türbanõn bazõ çevrelerin
baskõsõyla yaygõnlaştõğõnõ,
Müslümanlõkla ilgisinin
olmadõğõnõ söyleyen İsveçli
kadõna göre, şeriattan yana,
erkek eli sõkmayan
türbanlõlarõn sunduğu, belirli
bir amaca hizmet eden
programa “Halal değil
Haram TV” adõ daha çok
yakõşõyor. “Avrupa klasiği”
dememin nedeni de bir
Avrupa standardõ olan
ikiyüzlülüğün burada da
sõrõtmasõ. Program
yapõmcõsõnõn türbanlõlarõn
tüm Müslümanlarõ temsil
etmediğini bilmemesine
olanak yok. Öyleyse amaç
ne? Sonuca bakarak amacõn
neye hizmet ettiğini anlamak
mümkün. Türbanlõ kõzlar
açõklamalarõyla, tavõrlarõyla
İsveçlilerin de tepkisini
çekiyor. Bu gidişle toplumda
Müslüman karşõtlõğõ
yaygõnlaşacak. Dahasõ
Avrupalõ, türbanlõlarõ öne
çõkararak Müslümanlarõ da
ikiye bölüyor.
OSMAN İKİZ
STOCKHOLM‘Demokrasiçözümeyeterlideğil’
Ekonomik Kalkõnma ve
İşbirliği Örgütü (OECD) kõsa
süre önce Almanya’da zenginle
fakirin arasõndaki uçurumun
giderek derinleştiğini, ülkedeki
insanlarõn hõzla -Türkiye’den bile
daha çabuk- fakirleştiğini
belgeleriyle sundu. OECD’nin
bir başka raporuna göre de
Almanya’nõn eğitim sistemi
sõnõfta kaldõ. Akademisyenlerin
ve mühendislerin azaldõğõ ülkede
tam 16 bin yeni öğretmene
gereksinim var. Küresel mali kriz
sonucu sarsõlan ekonomisini
korumak isteyen Federal
Almanya bankacõlõk
sektörünün çökmemesi
için 480 milyar Avro’luk
bir paketi hazõrda tutuyor.
Berlin hükümeti 1990’dan
bu yana her yõl “devlet
yardımı” adõ altõnda
ortalama 160 milyar Avro
ile ülkesinin “fakir”
doğusunu destekliyor.
Yine de işsizlik doğuda yüzde
20’nin altõna düşmüyor.
İnsanlarõnõn yüzde 68’i geleceğe
kötümser bakõyor, yüzde 50’si de
şu sõra demokrasinin toplum
sorunlarõnõ çözmeye yeterli
olmadõğõ inancõnda!
Almanya’nõn batõsõnda artõk
demokrasiye inanmayanlarõn
oranõ yüzde 30. Doğu Almanya
kentleri yabancõ düşmanlõğõnõn
kaleleri de oldu. Batõ’dan gelen
tüm desteğe, sayõsõz yeniliğe ve
refaha karşõn yabancõ düşmanõ
tohumlar doğuda yeşermeye
devam ediyor, köklerini
kurutmak çok zor. Neo Naziler
artõk Hitler reklamõ yapmõyor.
Onlar şimdi: “Eski Doğu
Almanya daha iyi bir Almanya
idi” sözleriyle oy topluyor. Çoğu
insan hâlâ Ulbricht-Honecker
yõllarõnõn özlemini çekiyor. O
günler artõk nostalji, daha
doğrusu ostalji, bir Doğu
Almanya özlemi! Çoğu insan
kendini yalnõz, tek başõna
bõrakõlmõş hissediyor. Vatansõz,
topraklarõndan sürülmüş, ülkesi
elinden alõnmõş... “Batı
Almanya Doğu Almanya’ya el
koydu”, diyenler giderek artõyor.
Günümüzde Honecker
yönetimini eleştiren neredeyse
“vatan haini”
damgasõnõ yiyor!
Eskinin özlemini
çekenler Doğu
Almanya’nõn
kötü yanlarõ
karşõsõnda
gözlerini,
kulaklarõnõ
kapatõyor,
komünist rejimde yaşananlarõ
umursamõyor. İki ülke arasõna
çekilmiş “utanç” duvarõnõ,
batmõş ekonomiyi, 250 bin
politik tutukluyu, düşünme
özgürlüğü elinden alõnmõş o
toplumu... “1989’da
ideallerimiz elimizden alındı”,
diyenler giderek artõyor. Ülkenin
doğusunda oy avcõlõğõna çõkmõş
batõ partileri Hõristiyan
Demokratlar ile Hür Demokratlar
kadrolarõnõ eski rejim yandaşlarõ
ile doldurmuş. Sosyalist Birlik
Partisi’nin 1990’a kadar uzaktan
kumanda ettiği ve çoğunlukla
bilim adamlarõnõn,
öğretmenlerin, akademisyenlerin
üye olduğu küçük partilerde
görev yapmõşlar, şimdi tüm Doğu
Almanya’da yine önemli
görevlerde. Politikayõ onlar
etkiliyor, toplum yaşamõnõ
dolayõsõyla da olsa onlar
yönlendiriyor. Milli Halk
Ordusu’nun kalõntõsõ subaylar,
generaller, görevi yurtiçinde,
dõşõnda istihbarat toplamak olan
devlet bakanlõğõnõn (Stasi)
adamlarõ bugün otobüsçülük,
emlakçilik ve doktorluk yapõyor,
otel işletiyor, avukat bürosu
açmõş, Gazprom’da görevli,
koruma polisliği yapanlar da var.
Stasi-Connection eski Doğu
Almanya’da hâlâ yaşõyor. ...
Günümüz Almanya’sõnda kimi
yaşamsal sorunlarõn kaynağõnõ
geçmişte aramak hiç de yanlõş
olmaz. İkinci Dünya Savaşõ’nõ
kazanmõş olan “Dörtler”, 15
Mayõs 1955’te Viyana’da
imzalanan Devlet Antlaşmasõ ile
Avusturya’yõ egemen, bağõmsõz
ve demokratik bir devlet olarak
tanõmõş, işgal ettikleri ülke
topraklarõndan çekilmişlerdi.
Benzeri bir anlaşmayõ, savaşõn
üzerinden 60 küsur yõl geçmesine
karşõn, Almanya ile hiç
imzalamadõlar. İmzalamadõklarõ
gibi, savaş sonrasõnda
anayasasõnõ da “dikte” ettiler. Bu
nedenle topraklarõnda 70 bin
Amerikan ve 25 bin İngiliz
askerinin konuşlandõğõ, yüze
yakõn nükleer başlõklõ füzenin
depolandõğõ Almanya hâlâ yasal
olarak egemen bir ülke değil, o
bir Amerikan “kolonisi”!
www.ahmet-arpad.de
AHMET ARPAD
STUTTGART
İspanya’nın Barselona şehrinde “Xocolating”
adıyla düzenlenen çikolata fuarında, çikolatayla
yapılan farklı ürünler ziyaretçilerin yoğun ilgisiyle
karşılaştı. Çikolatayı makyaj malzemesi olarak
kullanan mankenler dikkat çekerken
Avustralyalı sanatçı Sid Chidiac’ın
çikolatayla yaptığı, 20. yüzyılın en ünlü
ressamlarından Pablo Picasso’nun portresi
büyük beğeni topladı. Barselona’da her yıl
düzenlenen festivalde çeşitli çikolata ve
şekerleme ürünleri tanıtılıyor.
(Fotoğraf: REUTERS)
ÇİMEN TURUNÇ
BATURALP
BRÜKSEL
Binbirçeşit
çikolata
CMYB
C M Y B