23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
T arihler 7 Aralõk 1915’i gösterirken İngiliz hükümeti açõklar: “Çanakkale’den çekiliyoruz.” Bu açõklama onun, 150 yõllõk süper güç dönemindeki en ağõr karar. Kendi deyişleri ile utanç sayfası. Elbette olay olmadõ. Önce, rüyada görse hayra yoracakları bir yenilgiyi, 18 Mart 1915’te yaşadõ. Sonra şan- sõnõ, karadan yol bularak geçmek için kullandõlar. “Yenilmez Armada” karşõsõna, 100 yılda bir gelen dâhi çõkmõştõ. Sap- lanõp kaldõlar Gelibolu sõrtlarõna. Sekiz ay süren bu siper savaşõ, içten içe gizli dostluk kıvılcımla- rı da yaktõ. Ama Türkler- le İngilizler arasõnda değil. Özgürlüğü karakter ya- panlarla üçüncü sõnõf sa- yõlan uluslar için. Fran- sa’yõ söz konusu etmiyo- ruz. Çünkü o kredisini, 100 yõl önce Napolyon ile tüketmişti. Çanakkale ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer olurken, Türkiye’nin Ka- radeniz’i arka planda kal- dõ. Oysa gözlerden uzak bu kõyõ şeridi, yangõn ye- rine dönecekti. Çünkü İş- gal Donanmasõ’nõ sabõr- sõzlõkla bekleyen Rusya, Çanakkale’nin öcünü al- maya çalõştõ. Nasõl mõ? Daha Ça- nakkale Cehennemi ya- şanmadan iki ay önce, Rus torpidolarõ Giresun açõklarõnda görüldü. Ama 18 Mart 1915, yalnõz iş- galciler değil, Rusya için de karabasan oldu. Üç gün sonra Ruslar, Kara- deniz’de ateş kusmaya başladõ. Batum limanõnda üslenen Rus denizciler, neredeyse her sabah, tıraş olup kahvaltısını yap- tıktan sonra, bombala- maya çõktõ. 11 ay boyun- ca: 21 Mart 1915-19 Şubat 1916. Hedef: Rize’den Karadeniz Ereğlisi’ne uza- nan kõyõlar. Savaş gemi- lerinden kalkan uçaklar, 100’den fazla bomba attõ. Torpidolar, 4 bin kadar top mermisi yağdõrdõ. Tarih bilgimiz içinde bu konu, Çanakkale Za- feri’nin gölgesinde kal- mõştõr ve de doğaldõr. Ama toplumsal açõdan bakõnca bu konu, uluslaşma süre- cinin kaynaştõrõcõ olayla- rõndan biridir. Bugün ya- şõ 50’yi bulan her Kara- deniz insanõmõz, bu ko- nuda bilgilidir. Bu bilgiyi de, ninesi veya dedesinden dinlemiştir. Ve onun kü- çük ve masum dünya- sõnda, önemli bir yer et- miştir. Çünkü Osman- lõ’nõn, ölüm kalõm savaşõ verdiği bu dönemde, eli si- lah tutan her erkek cep- heye koşmuştu. Sivil halk; babasõz, kocasõz ve deli- kanlõsõz kaldõ. Dede, kadõn ve çocuktan oluştu ve 1915, bir kara yıl oldu. Nasõl mõ? Karadeniz kõ- yõlarõnõn yerleşim alanõ, zaten dar. Rus savaş ge- mileri, leblebi gibi bomba atmakta. Ölenler, biçilen buğday saplarõ gibi yere serilmiş. Kaçõşanlar, ce- setlere basmamaya özen gösteriyor. Ve nineler; bir anaç tavuk sorumlulu- ğunda, çocuk ve torunla- rõna kol kanat geriyor. Bombalardan kurtulmak için dağlara kaçõşõrken aç- lıktan ölümün kaygısı yüreklere yerleşiyor. Karadeniz’de bu can pazarı yaşanõrken, İşgal Donanmasõ da, Çanakka- le’de boyunun ölçüsünü alõr. Yalnõz denizden değil, karadan da geçilemeye- ceğini, bin bir bedel öde- yerek öğrenir. Sonunda da çekip gider. Bu gidiş, Karadeniz’deki Ruslarõn umutlarõnõ da bitirir. En son 24 Mart 1916’da; Trabzon, Giresun, Tire- bolu, Görele, Sürmene ve Of açõklarõnda görülür. Bir daha da görülmezler. İlk Dünya Savaşõ, Rus- ya’yõ da bitirecektir, Os- manlõ’yõ da. Oysa her bi- tiş, yeni bir başlangõçmõş: Rusya’da 1917 Devrimi, Anadolu’da 1919 Devri- mi. Üstelik birbirine des- tek vererek. Gerçekçi olmayan ve aldatansa bitemeyeceği için, ucu açõk bõrakõlan yaklaşõmlarmõş. En kor- kulanõ da buymuş ki es- kiler: “En kötü şer, eh- ven-i şer” demiş. Bu yak- laşõmõ, hayvansal yaşam- da, şöyle tanõmlamõşlar: “Avı sakat bırakmak.” Öldürdükten sonra tama- mõnõ yiyemeyeceği avõ- nõ, sakatlayõp yanõnda tut- makmõş, amaç. Yoksa av, bir çözüm bulur ve ka- çarmõş. Erdem ülkesi Türkiye, şöyle der: “Yaşa ki, gö- resin!..” 1243 Moğol iş- galini gördüğünde, Yu- nus Emre’yi yaratmõştõ. 1918 İngiliz işgalinde, Mustafa Kemal Ata- türk’ü. Çünkü at binici- sine göre gider. Yoksa atar üstünden, Türkiye gi- bi. Bunun yüzyõllar biri- kimi, Yavuz Sultan Se- lim’de: “Boşuna değil bu akınlar, bu at koşuştur- malar; biz gönülleri bir arada tutmak için, peri- şan oluyoruz.” Olamõyorsa, bir çift söz dökülür dudaklardan: Gü- le Güle!.. CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Güneş Ülkesi’ Bir Masal mı?.. “Düşünce hürriyetine, din hürriyetine, başka mil- letlere saygı göstermesini bilen bir milletin varo- luşu, bana hiç değilse gelecekte, böyle bir Güneş Ülkesi’nin kurulacağı inancını veriyor. Bu umut bir gün gerçekleşebilir, çünkü yeryüzünde hür düşün- ceyi hapsetmeyen ve hakikat aşkını zincire vur- mayan cesur ve adaletli Türkler var olduğu için.” On altıncı yüzyılda “Civitas Solis” (Güneş Ülkesi) adlı kitabında İtalyan filozofu Campanella böy- le yazmış!.. “Güneş Ülkesi” bir düştür, bir umuttur, er geç insanoğlunun yaratacağı bir barış dünyasına duyulan özlemin adıdır. Böyle bir ülkenin oluşabil- mesinde tek örnek Türkler diyor Campanella... Beş yüzyıl geçmiş, dünya bir türlü Campanel- la’nın “Güneş Ülkesi”ni yaratamamış!.. Toplum- lar, ülkeler tüm yeryüzünü her gün biraz daha ka- rartan bir umutsuzlukla ulaşmış bugünlere... Amerika’sından Avrupa’sına, en büyük filozoflar, yazarlar, şairler, bilimciler Campanella’nın bek- lediği düşünce ve gerçek aşkını bir türlü yarata- mamış... Ölümler, öldürmeler, kıyımlar, ırkçılık, faşizm, zorbalık, işkence dalgaları yirmi birinci yüzyılda hâlâ egemen!.. On altıncı yüzyılın Türkleri gerçekten Campa- nella’nın yazdığı gibi miydi? Düşçü bir filozofun umutla sarılmak istediği, çağının insanlarına ör- nek göstermek istediği gerçek bir özgürlük ülkesi miydi? Tartışma götürür bir konu bu. Ama önem- li olan düşünceleri yüzünden yirmi yedi yıl hapis yatmış bir devrimcinin, Türklüğü övücü sözleri, bizleri biraz düşündürmemeli mi? Evet, Türkiye’de de nice insanlar düşüncelerinden ötürü hapse- dildiler, asıldılar, vuruldular, Asya’da, Afrika’da, Amerika’da, Avrupa’da da sayısız örneği var... Bir yandan yazarlar, şairler, filozoflar daha iyi bir in- sanlık, daha iyi bir düzen, daha iyi bir yaşam kur- mayı isteseler de nedense hep başkaları vardır dirençle karşı çıkan... İktidarlar niye ters düşüncelilerin, daha doğru- su düşüncesizlerin, düşünce karşıtlarının elin- dedir? Hep onlar, hep insanoğlunu bir Güneş Ül- kesi’nde yaşatmak istemeyenler, bu düşü ger- çekleştirmeye çalışanları hapislere, hücrelere tı- karlar! Dün de böyle, bugün de!.. “Düşünceyi hapsetmeyen, gerçek sevgisini zincirlemeyen yürekli Türkler...” Beş yüz yıl önce vardıysa bugün niye yok? Campanella yirmi ye- di yıl hapis yatarak düşlerinin karşılığını almış! Ya kendi ülkemiz... Dün de bugün de yaşanan acı- lar, haksızlıklar, işkenceler, umutsuzluklar... Gü- neş Ülkesi, bir gün bir gün olacak diye sayıkla- yarak... PENCERE Ya Bizimkiler Ne Olacak?.. Bizim gazetenin dün birinci sayfasındaki haber Graham Fuller’in BBC’ye yaptığı açıklamalardı... Fuller kim?.. Eski Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) Ulusal İstihbarat Konseyi Başkan Yardım- cısı... Ne diyor?.. Bizim yazıişleri, Fuller’in dediğini başlıkta şöy- le kısaltmış: “BOP idam fermanı...” Tümcenin tamamı şöyle: “Amerikan planına dahil olmak, Türkiye’nin ya da bölgedeki başka ülkelerin çıkarları açısından idam fermanını imzalaması anlamına gelir...” BBC muhabirinin sorusu: “- ... ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında Türkiye’ye önemli bir rol biçildiğin- den bahsedilirdi; ne değişti bu dönemde?..” Fuller: “- Amerika’nın Ortadoğu Projesi (BOP) bir fe- lakete dönüştü...” BOP (Büyük Ortadoğu Projesi).. Ve “Ilımlı İslam Devleti Modeli”... İkisi de Ortadoğu ve Türkiye kapsamında uz- man geçinen ünlü Amerikan uzman ve yetkilile- rince hazırlanmış, Bush yönetimince uygulama- ya geçirilmiş tasarımlar... Türkiye’de AKP iktidarı bu Amerikancı siyase- tin maşası oldu... Yalnız AKP mi?.. Medyada Doğan Grubu’nun köşelerinde ve yö- netiminde yetkili çoğu gazeteci ve yazar bu Ame- rikan tasarımını benimseyen siyasete çanak tut- tular... Şimdi CIA kodamanı, istihbarat patronu ve bi- zimkilerin akıl hocası ne diyor: “- BOP idam fermanı...” “- BOP felakete dönüştü...” Haydi hayırlısı... BOP ve BOP’un şemsiyesi altında uygulama- ya konan Türkiye için “ılımlı İslam modeli” Bush yönetiminin çöküşünde sanıldığından büyük et- ki yaptı... Ortadoğu bir cehennem... Üstüne üstlük buna neoliberalizmin çöküşü de eklenince yeme de yanında yat... Amerika kendisine gelmek için silkindi... Bush’un yerine Obama’yı oturtan Sam Amca, iki başkan arasındaki renk farkıyla gözleri boya- mak mı istiyor?.. Göreceğiz... Peki, biz ne yapacağız?.. Silkinebilecek miyiz?.. Yoksa daha uzun süre Graham Fuller’in deyi- şiyle “felakete dönüşen” BOP’un ve “ılımlı İslam projesi”nin “idam fermanı”nı göğsümüzde mi ta- şıyacağız?.. Bush gidiyor... Ortak yazgıyı paylaşan RTE ile Gül ne zaman gidecekler?.. Ş u “Mustafa” sözde ‘belgesel’ine çok kõsa değinmeyi görev sayarõm. Tarih ve de ruhbilim, engin uz- manlõk, ondan da öte, kişilere ve uluslara hakça davranõş, dengeli bir yansõzlõk, geçmişin anlamlõ yanlarõnõ öne çõ- karma ve iyi niyet ister. Örneğin, Afrika ta- rihi üstüne Oxford ve Cambridge yayõnla- rõnõ yõllar önce okudum ve kendi kitabõm- da eleştirdim. Sömürgeci kurgularõnda bi- lim dõşõ eksiklikler, yanlõşlar ve aşağõla- malarõn hastalõklarõyla doluydu. İzlenimi- me göre, Mustafa filmi de öyle. Yapanla- rõn tarih ve ruhbilim yetersizliklerini ser- giliyor, yakõn tarihimiz (ayrõca, ülkemiz) üs- tüne döndürülen oyunlarõ çağrõştõrõyor. Filmin eleştirisi bir yazõya sõğmaz. Kõsaca: Dünya tarihinin herhalde en ilgiye değer devlet adamõ, kuramcõsõ ve uygulayõcõsõ Mustafa Kemal Atatürk için yazõlanlarõn alt alta dizilmiş kaynakçasõ bile ciltler tu- tuyor. Bunlarõn ancak belli başlõlarõna New York’ta bu yõl basõlmõş bir kitabõmda gön- dermeler yaptõm. Arjantin’den Hindis- tan’a, Rusya’dan Arap dünyasõna, Alman- ya’dan Çin’e sayõsõz kitap ve yazõ kayna- ğõ ile tümünün üstünde anlaştõğõ önemli doğ- rular var. Bu filmi yapanlarda bunlarõ çağrõştõran bir titizlik yok. Onun yerini çok önemli ek- siklikler ve yanlõşlar alõyor. Öylesine ki, ek- siklikler bile filmi yapanlarõn bir tür “san- sürü”. Çarpõk bir Çanakkale vurgusu, te- melden yanlõş Samsun görevi, Sõvas ve Er- zurum toplantõlarõnõ sorumsuzca atlayõş, sa- vaş ve cumhuriyet yõllarõnda onun çok be- lirgin önderlik konumunu yadsõma çabasõ… Tarihçilik yöntemi yönünden ek açõklamalar bile gereksiz. Bu metni emperyalist çevre- lerle bağlantõsõ olmayan saygõn bir yaban- cõ yayõnevine basõm için önersinler; ala- caklarõ yanõt bellidir. Ya da bu filmi örne- ğin Yeni Delhi’de Nehru Üniversitesi’nde göstermeye kalksõnlar, rektörle adlarõ bel- ki de “Mustafa Kemal Paşa” olan profe- sörler, gösterimi daha ilk dakikalarõnda dur- duracaklardõr. Filmi yapanlar ruhbilimci de değil. De- ğersiz birkaç yazõ okumakla tarihçi oluna- mayacağõ gibi, böyle birinin kişiliğini in- celeyebilmek için halk dilinde “çok fırın ekmek yemek”, başka deyişle, ruhçözüm bilimine yõllarõnõ adamõş olmak gerekir. Bir- kaç öneri, biraz dedikodu, “sansasyon” eği- limi ve para yeterli değil. Gerçek olanõ pro- pagandadan ayõrmalõ. V. Volkan ve N. Itzkowitz’in ortak bir kitabõndan da etkilenmişler. Kõbrõs Türk’ü (şimdi ABD yurttaşõ) ruhbilimci doktor Vol- kan’õn klinik deneyimlerini siyaset incele- melerinin hizmetine sunan başarõlõ yapõtlarõ ve başlattõğõ bir bilimsel süreli yayõnõ da var. Özellikle kimi kişilerin ve toplumlarõn dosttan başka düşmana da (iç birliktelik ve ulusal kişiliğin parçasõ olarak) gereksinim duyduklarõ ve Türk-Yunan ruhsal ilişkile- ri üstüne ilginç yayõnlarõnõ okudum. Ancak, Itzkowitz’le ortak Atatürk kitabõnõ tarihçiler de, ruhbilimciler de başarõlõ bul- madõlar. Basmakalõp bir örnekle başlõyor, olağanüstü birinin çocukluk yaşamõndan ge- lişigüzel seçtikleriyle genel yorumlara yö- neliyorlar. Bir olayõn ruhbilim açõsõndan değer ka- zanmasõ için durmadan yinelenen, yaşa- mõnõn her yönünü etkileyen bir dokunun varlõğõ gerek. Hele doğruluklarõ kanõtlan- mamõş, annenin elini ya da yanağõnõ öpmek gibi toplumun “öğrettiği” ama cõmbõzla se- çilmiş olaylarõ bilinçaltõ istek gibi sunup on- lara özel bir “sapıklık” anlamõ kondurmak temelden yanlõş. Söz konusu kitap için Ka- liforniya Devlet Üniversitesi’nden bir eleş- tirmen bu yayõnõn Mustafa Kemal’in kişi- liğine ve tarihsel önemine bir şey katmadõğõ anlamõnda bir yazõ yayõmladõ. Benzersiz Atatürk, ‘Can Dündar ruh ba- kımevi’ne başvurup “rahatsızım, beni bana anlat!” diye bir istekte bulunmadõ. Türk ve dünya tarihine damgasõnõ vurmuş olağanüstü biri olarak yeterince biliniyor. Meslekten doktor biri “ruhçözümü” gibi bir yönteme en başta kapõsõnõ çalan hasta- ya ilişkin bilgisi olmadõğõ için başvurur. Hastanõn (başardõğõ, yazdõğõ ve bõraktõğõ so- mut belge ve bilgi yoksa) çocukluğuna git- meye çalõşarak onu anlamaya çalõşõr. S. Fre- ud tanõmadõğõ hastalarõnõn bebekliklerine ve çocukluklarõna inerek yeni yöntemler ka- zandõrmõştõr. Ancak, sonraki meslektaşõ Erik H. Erikson çocuklukla sõnõrlõ kalmaz, kişiliğin gelişmesini (bebeklikten yaşlõlõğa) tam sekiz evreye böler. Atatürk örneğinde ise, yaptõklarõ ve yaz- dõklarõ çok bellidir. Ulusal önderden de öte- dir, bize benzeyen toplumlar için örnek atõ- lõmlarõn, başarõlarõn öncüsüdür. Gandhi, Nehru, Nasır, Kenyatta, Şeyh Abdullah, Amanullah Han, Che, Nazrul İslam, İk- bal ve niceleri ona ilişkin olarak bu filmi yapanlarõn sözünü etmedikleri bunca şeyi bilirler. Atatürk, Erikson sõnõflamasõnõn sekiz evresinde de ters bir kimlik yaşama- mõştõr. Freud’a sağlõklõ insanõn tanõmõnõ sor- muşlar. İki sözcükle “sevmek ve çalışmak” demiş. Yani, insanlarõ sevmek ve çalõşõrken yaratmak. Atatürk ruh sağlõğõ olan insanõn simgesiydi. Onu hazmedemeyenler kendi yanlõşlarõnõ, eksikliklerini, belki de hasta- lõklarõnõ incelemeye alsõnlar. “Her akşam bir büyük şişe rakı” saç- malõğõnõ garsonu yõllar önceki televizyon konuşmasõnda “yalan” diye kestirip atmõştõ. Öteki saçmalõklara da burada yer yok. Asõl yapõlmasõ gereken, birçok başkalarõ gi- bi alçakgönüllü başlangõcõ bulunan birinin nasõl olup da bunca kişisel erdemleri ve be- cerileri kendinde topladõğõnõ, tüm olum- suzluklara karşõn bir dizi başarõya nasõl ulaş- tõğõnõ, bunlarla da durmayõp ardõndan baş- ka toplumlara da örnek olacak atõlõmlarõ na- sõl tasarlayõp uyguladõğõnõ ve tüm bunlarõ bu kõsa süreye nasõl sõkõştõrdõğõnõ incelemek- tir. Özellikle genç kuşaklara ve çocuklara böyle bir yapõt göstermek tarihsel yönden doğru ve ruhsal açõdan da özendirici olur. Tarih ve Ruhbilim Uzmanlõk İşidir! Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV SAYFA CUMHURİYET 27 KASIM 2008 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Güle Güle’ Prof. Dr. Mahir AYDIN İstanbul Üniversitesi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle