30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 17 KASIM 2008 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yaşam Tarzları GEÇEN HAFTA İsviçre Konfederasyonu ile diplomatik ilişkiler kurulmasının 80. yıldönümü dolayısıyla çeşitli etkinlikler yaşandı Ankara’da. Konfederasyonun devlet başkanı başkenttey- di; kutlama törenlerinden sonra bir de akade- mik toplantı yapıldı. Ankara Üniversitesi Avru- pa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Mer- kezi’nin konferans salonundaki o toplantıda bu ilişkilerin en ilginç sayfasını oluşturan hukuk ko- nuları ele alındı. Lausanne ve Montreux bir ya- na, böyle bir konunun başında elbet bir İsviç- re Kantonu’ndan alıp zamanla kendimize uyar- ladığımız Medeni Kanun gelir. Kemalist Devrim’in en önemli adımlarından bi- ri olarak. Konuşmacılardan biri olan Profesör Sina Akşin, bir bakıma şimdiye kadar kimsenin açıkça adlandıramadığı bir şey söyledi: Mede- ni Kanun, o tarihten önce “İslamcı” sayılabile- cek bir yaşam tarzına laik bir boyut eklediği için, Batılıların deyimleriyle aslında bir çeşit “reform” ya da “reformasyon” girişimi demekti. Profesör Akşin’le birlikte böyle düşününce, son yılların laiklik karşıtı akımlarında yaşam tarzının değiştirilmesini de aşıp başka alanlara kolayca sıçrayabilecek bir gericilik tehlikesini sezmeden duramıyor insan. Avrupa’da 14. yüzyılda başlayıp Luther ya da Calvin gibi öncülerin adlarıyla anılan çeşitli Pro- testanlık akımları ortaçağ sonrasının Avrupa- sı’na nasıl yeni bir yaşam tarzı getirmekle kal- mamış, ekonomiden kurumlar ve devletler ara- sı ilişkilere kadar birçok alanda da genellikle ile- rici sayılabilecek köklü değişikliklere yol açmıştı. Medeni Kanun da Türk toplumunun bireysel ilişkilerini ve yaşam tarzını değiştirmekten öte- ye başka alanlarda da köklü değişikliklerin ka- pısını açmış değil midir? Ozaman, aynı düşünceyi tersine çevirince şöyle bir endişe söz konusu olabiliyor: Aca- ba Türkiye’deki laiklik karşıtı akımlar, yaşam tar- zını ters yönde etkilemenin ötesinde, ülkenin ekonomi yapısını ve uluslararası politikasını da etkileyip Cumhuriyet Türkiyesi’ni içte ve dışta Osmanlı’nın ekonomik ve politik yanlışlarına da sürükleyebilir mi? Pek laik dönemi sayılamayacak olan Özal yıl- larından beri bu alanlarda yaşananlar, ilk bakışta bir yenilik ve çağdaşlık izlenimi vermiş olsa da ortadaki sonuç böyle bir endişeyi haklı göste- recek kadar kötü. Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, daha iyi bir Türkiye’ye gelebildik mi acaba? A nayasanõn 10 ve 42. maddele- rinde yapõlan değişiklik dolayõ- sõyla Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) verdiği iptal kararõnõn Resmi Gazete’de yayõmlanma- sõndan sonra, mahkemeye yönelik saldõrõlar sürüp gidiyor. Burada iki sorunu birbirinden ayõrmak gerekir: 1) Anayasanõn 10. ve 42. maddelerinde ya- põlan değişiklik, maddelere ilişkin gerekçe- lerden ve buna uygun uygulamalardan ba- ğõmsõz olarak, objektif anlamlarõyla anaya- sanõn ilk üç maddesindeki kurallara aykõrõ mõ- dõr? Bu anlamda bir aykõrõlõk göremediğimi daha önce de yazdõm (Cumhuriyet, 07. 03. 2008). AYM Başkanõ Sayõn Kılıç da karşõ oy yazõsõnda “yapılan değişikliklerin uygula- maya geçirilebilmesi için yasal bir düzen- lemeye ihtiyaç gösterdiğini, eski metne gö- re yeni bir hukuksal sonuç doğurmaya el- verişli olmadığını ve madde gerekçelerinin bağlayıcılık taşımadığını” belirtmek suretiyle aynõ görüşü paylaşõyor. Anayasa değişikliği- ni gerçekleştiren siyasal iktidar, bu görüşü be- nimsemiş ve uygulamayõ buna göre yönlen- dirmiş olsaydõ, AYM, büyük bir olasõlõkla ip- tal kararõ vermez, yapõlan değişikliğin ken- diliğinden yeni bir hukuksal sonuç yaratma- dõğõnõ belirterek davayõ yorumlu ret kararõy- la sonuçlandõrõrdõ. O zaman anayasanõn de- ğişmez ilke ve kurallarõyla ilgili bir sorun gün- deme gelmez, olasõ sorunlar, çõkarõlacak ya- sanõn laiklik ilkesine ya da hukuk devleti il- kesine uygunluğunun denetimiyle sõnõrlõ ka- lõrdõ. AYM’nin iptal kararõna yol açan olgu- lar, siyasal iktidarõn gerek yasama süreci içinde ve gerekse yasa çõktõktan sonra türba- nõn herhangi bir sõnõrlayõcõ yasal düzenleme- ye tabi olmaksõzõn serbest kaldõğõ yönündeki dayatmalarõndan kaynaklanmaktadõr. Özellikle YÖK Başkanõ, türbanõn serbest kaldõğõ yö- nünde aktif bir rol üstlenmiş ve rektörlere bu yönde talimat göndermiştir. Bu gelişmeler, ya- põlan değişikliğin gerekçedeki anlamõyla uy- gulamaya girdiğini ve yürütmenin bu anlamõ benimsediğini açõkça göstermiştir. AYM bu- nu görmezlikten gelemez. Mahkemeyi gene- tik yorum yapmaya zorlayan siyasal iktidar- dõr. Kaldõ ki AKP, kapatma davasõnda mah- kemeye sunduğu savunmada aynen şunlarõ söylemektedir: ““Anayasa değişiklikleri- nin iptal edilmiş olması, bu davanın en önemli dayanağını da ortadan kaldırmış bu- lunmaktadır. … Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra partimizin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu iddiası çökmüştür.” Görülüyor ki AYM’nin anayasa değişik- liklerini denetlemekle yetkisini aştõğõnõ, ulu- sal iradeyi hiçe saydõğõnõ ileri sürenler, iş sa- vunmaya geldiğinde, mahkemenin verdiği ip- tal kararı ile temize çıkmaya çalõşmaktadõr. Bu hazin paradokstan tüm siyasal aktörlerin ibret almasõ gerekir. Hukuk devleti ve onun en güçlü koruyucusu olan AYM, herkese la- zõmdõr. Onun yetkilerini kuşa çevirmek ve onu siyasallaştõrmak, kendi bindiği dalõ kesmek- ten başka bir anlam taşõmaz. 2) Laiklik ilkesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşõldõktan sonra, bunun nasõl denetlenece- ği ayrõ bir sorundur. Anayasanõn değiştirile- meyen maddeleri türev kurucu iktidarõn yet- ki alanõ dõşõndadõr. Bu alanda yapõlacak bir de- ğişiklik, biçim sõnõrlamasõna değil, anayasa ku- rallarõnõn tüm devlet organlarõnõ bağladõğõnõ belirten 11. madde ile bağlantõlõ olarak de- ğişmez kurallarõ düzenleyen 4. maddenin emredici kuralõna tabidir. AYM, anayasanõn üstünlüğünü sağlayan yargõ organõ olarak bu kurallara uygun bir biçimde görevini yerine getirmek zorundadõr. İşte mahkemenin buna ilişkin gerekçesi: “ … Anayasayı değiştirme yetkisinin, hu- kuksal geçerlilik ve etkinlik kazanabilme- si için anayasanın 4. maddesinde teklif edi- lemez olarak belirlenen hükümlere ilişkin olmaması, … gerekir. … Zira kurulu ikti- dar olan yasama organının işlem ve ey- lemlerinin geçerliliği, asli kurucu iktidarın öngördüğü anayasal sınırlar içinde kalması koşuluna bağlıdır. …. 4. madde ise ilk üç maddenin güven- cesi olma niteliği itibariyle doğal olarak de- ğiştirilmezlik özelliğine sahiptir. …. Anayasanın ilk üç maddesinde değişiklik öngören veya anayasanın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak aynı sonucu doğuran herhangi bir yasama tasarrufunun da hu- kuksal geçerlilik kazanması mümkün … (değildir)” Şimdi söyler misiniz, anayasanõn 4. mad- desine aykõrõlõğõ saptanmõş bir anayasa deği- şikliği söz konusu olduğunda hangi organ yet- kisini aşmõş olur? Bunu gerçekleştiren yasa- ma organõ mõ? Yoksa bunu denetleyen Ana- yasa Mahkemesi mi? Çoğulcu demokrasi, anayasa ile sõnõrlõ bir siyasal iktidarõn varlõğõnõ gerektirir. Ama demokrasiden çoğunluğun egemenliğini anlayanlar için bunu kavra- mak son derece zordur. Türkiye demokrasi- sinin temel sorunu da budur. Şimdi AYM Başkanõ, korumakla ve uygu- lamakla yükümlü olduğu değişmez nitelikte- ki Cumhuriyet ilkelerinin bu niteliğini mah- kemenin kuruluş yõldönümü sempozyumun- da tartõşmaya açmak istiyormuş. Tabii böyle bir istem, onun vatandaş olarak hakkõdõr. An- cak Sayõn Kõlõç bu dileğini mahkemenin gö- rüşünü almaksõzõn, başkan konumuyla açõk- ladõğõ zaman, rejim açõsõndan büyük sakõncalar ortaya çõkõyor. Bir kere Sayõn Kõlõç anayasa- nõn değişmez hükümleri konusundaki görü- şünü karara yazdõğõ karşõ oy yazõsõnda ayrõn- tõlõ olarak açõklamõştõr. Bu yazõda, anayasa ku- ralõna dayanmayan ya da en azõndan böyle bir kuralla desteklenmemiş olan ideolojik bir yaklaşõm egemendir. Konu laiklik olmayõp ör- neğin demokratik devlet ilkesi olsaydõ, Sayõn Kõlõç mahkemenin yetkisizliği görüşünü mü savunacaktõ? Üstelik bu yaklaşõm, anayasanõn 10. ve 42. maddelerinde yapõlan değişikliğin, objektif anlamlarõyla laiklik ilkesini ihlal et- mediği yönündeki doğru görüşü de gölgele- mektedir. Çünkü anayasa değişikliklerinin de- netimine ilişkin yetki sorunu, ancak değişmez ilkeler ihlal edilmişse gündeme gelir. İhlal yok- sa yedi sayfalõk bir karşõ oy yazõsõnõn ilk beş sayfasõnõ yetki sorununa ayõrmak anlamsõz ve gereksizdir. Ama bütün bunlardan bağõmsõz olarak mahkeme çoğunluğunun aldõğõ bir karara karşõ görüş belirtmek her üyenin hak- kõdõr. Ancak bir yargõç ya da mahkeme baş- kanõ, bu sõfatõnõ kullanarak yargõ süreci için- de sağlayamadõğõ ve dokuz oya karşõ iki oy- la azõnlõkta kaldõğõ bir görüşe, siyasal süreç içinde destek arama girişiminde bulunursa, bu- nun adõ hukuk değil, ideolojidir. Karşõ oy ya- zõsõndaki görüşleri, bir anayasa değişikliği ile gerçekleştirme girişimine öncülük etmek, AYM’nin bağõmsõzlõğõna gölge düşürür. AYM, anayasanõn üstünlüğünü yaşama ge- çirmenin güvencesidir. Bu üstünlük, anayasada temel hak ve özgürlüklerin güvence altõna alõn- masõ ile özel bir önem ve anlam kazanõr. An- cak, insan haklarõna dayalõ, ulusal, laik, de- mokratik sosyal hukuk devleti ilkeleri, ülke ve ulus bütünlüğü ilkesiyle birlikte kişinin temel hak ve özgürlüklerini korumanõn altyapõsõnõ oluşturur. Bunlarõn değişmezliği temel hak ve özgürlükler için de ek bir güvencedir. Unutmamak gerekir ki bu ilkelerin belirle- diği demokratik rejim, AKP’yi iki kez tek ba- şõna iktidara getirmiş, daha da önemlisi, an- tilaik eylemlerin odağõ durumuna geldiği be- lirlendiği halde, adõ geçen partinin iktidarda kalmasõnõ engellememiştir. Özellikle AKP, bu rejimin değerini iyi bil- melidir. Rejimi, daha fazla zorlamaya, yeni anayasa değişiklikleriyle laiklik ilkesinin ya da hukuk devleti ilkesinin içini boşaltmaya yö- nelik girişimler, sivil darbe olarak nitelen- mekten kurtulamaz. AYM ve Anayasanõn Değişmez Kurallarõ Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM B enim kuşağõmõn çocukluğundan bu yana duyduğu, ki- mi kez alçak, kimi kez yüksek sesle söylenen “Atatürk tabu değildir, Atatürk’ü tabulaştırma- yalım…” türünden tüm- celer, 12 Eylül’den sonra kurulan ilk Özal hüküme- tinden bugüne daha sõk yi- nelenir oldu. Çoklarõ bu yargõya dört elle sarõldõ; gö- rünüşte “iyi niyet, ger- çekçilik” sergileniyordu. Nedir “tabu” dediğimiz şey? En yaygõn anlamla- rõnda yasakçõ dinsel inanõş egemendir; bir de “uğur- suz” anlamõ vardõr ki, el- bette Atatürk’ü “tabulaş- tõrmak” istemeyenler, bu anlamõ da bilir ve asla söz- cüğün bu anlamõna gön- derme yapmak istemez- ler. Biz de iyi niyetli bir ba- kõşla böyle düşünmek is- teriz. Geçmiş zamanda Cum- huriyetimizin en tepe nok- tasõndaki bir siyasetçi, “Atatürk’ü sevmek iba- dettir” diyerek “tabulaş- tırma” eyleminin temeli- ni atmõştõ. Atatürk sevgi- siyle “ibadet”i bağdaştõr- mak başka nasõl açõklana- bilir? Ancak bu eylemin ar- kasõ geldi; “en demokrat” olanlarõmõz, Atatürk’ü tar- tõşma konusu yapmayõ “en demokratik hak” saydõk- larõ için, Atatürk’ün yap- tõklarõndan çok, yaşadõk- larõna yönelmeye başladõ- lar. Atatürk’ün yaptõklarõ eğitimin özünden hõzla ve ustaca tasarlanmõş eylem- lerle silinirken, yine “pek demokrat”lar, Atatürk’ün yaptõklarõnõ silmeye çalõ- şanlarõ ve politikalarõnõ de- ğil, Atatürk’ün özel yaşa- mõnda “yanlış, yanılgı, ayıp…” sorgulamaya gi- riştiler. Çünkü “insan” Atatürk’ü anlatmak gibi “pek çağdaş, pek demo- krat” bir tavõr sergileyerek “Atatürk’ü tabulaştır- mıyorlar”dõ. Artõk atõş serbestti; “insan Ata- türk”ün, “insan yanı” an- latõlmalõydõ. Topraklarõ paylaşõlan, ordularõ dağõtõlan, yoksul- luk ve yoksunluk içinde bõ- rakõlan, kara sakallõlarõn kandõrdõğõ, yalnõz vergisi- ni almak ve savaşmasõ için aranan bir halkõ, emperya- lizme karşõ ayağa kaldõran hangi Atatürk’tü? “İnsan Atatürk” değil miydi? Bi- rilerinin öncülleri Anka- ra’dan kaçma planlarõ ya- parken, Anadolu’nun bağ- rõna basan emperyalizmi, Polatlõ’nõn Dua Tepe- si’nden gündüz õşõğõnda gece karanlõğõnda gözetle- yip “geldikleri gibi gön- deren” hangi Atatürk’tü? Savaş bütün ağõrlõğõyla sü- rerken bile kitap okuyan, sonuçta Osmanlõ’nõn eği- timiyle yetişen ama bu- nunla yetinmeyip kendini donanõmlõ kõlmak için ola- naksõzõ olanaklõ kõlan han- gi Atatürk’tü; “insan Ata- türk”ü tatile çõkaran biri miydi? Verdiği bütün ka- rarlarõn tam yerinde oldu- ğunu görüp şaşõranlarõ ya da bile isteye kabullenme- yenleri küçümsemeyen, kazanmaya çalõşan hangi Atatürk’tü? Avrupa’da eli kanlõ diktatörlerin, halk sõrtõndan lüks içinde yaşa- yan krallõklarõn egemen olduğu bir dönemde, “halk egemenliği” kurma çaba- larõ içindeki insan kimdi? Halkõna, 19 Mayõs 1919’da başlayan direnişten sonra 1927 Ekimi’ne uzanan za- man diliminde yapõlanlarõn hesabõnõ veren hangi Ata- türk’tü? Türk ulusu, bir daha kendisine hesap veren bir önder tanõdõ mõ? Ülkemiz öyle bir köprü- den geçiyor ki, bütün maz- lum uluslara bile örnek ol- muş bir önderi, “insan” yanõyla tanõtõyoruz; “o ta- bu değil anlayışıyla ve yaptıklarıyla değil, ya- şadıklarıyla yargılama” yoluna çanak tutan düşün- ce ve eylemlerde iyi niyet aramalõ mõyõz? Bildiğimiz nedenlerle onu tabulaştõ- ranlar, bildiğimiz neden- lerle tabu olmaktan çõkar- maya mõ çalõşõyorlar? İnsan Atatürk içki içti- ğini mi saklamõş, özel ya- şamõnõ mõ? Sofrasõna otu- ranlarõ tanõdõk biz; Türk devriminin her aşamasõ, o sofralarda tartõşõlmõş ve biçimlenmiştir. Yalnõzdõr, hepimiz kadar. İyi niyetle “insan Ata- türk’ü” insan gibi sev- meniz, akõl ve bilimden başka doğru tanõmadan onun yolunda yürümeniz bile günümüzde yalnõzlaş- manõz için tek nedendir. Atatürk’e eleştiriyi saldõrõ boyutuna vardõranlar ya? Asõl yalnõz olan onlardõr; ama subaşlarõ “şimdilik” “en demokrat”lara ayrõl- dõğõndan, bunun ayrõmõn- da değiller. Mustafa Kemal öyle bir önderdi ki, 1920’lerden bugünü görm- üştü; 1927 Ekimi’nde ko- nuşan işte o “insan Ata- türk”tü: “Baylar, bizim yüzü- müz her zaman ak ve te- mizdi, her zaman da ak ve temiz kalacaktır. Yü- zü çirkin ve gönlü çir- kinliklerle dolu olanlar, bizim yurtseverce, in- sanca ve namusluca dav- ranışlarımızı, bayağı ve çirkin tutkuları yüzün- den, çirkin göstermeye kalkışanlardır.” “Siyasa alanında bir- çok oyun görülüyor. Ama kutsal bir ülkünün belirtisi olan Cumhuriyet yönetimine karşı, çağ- daşlaşmaya karşı, bili- sizlik, bağnazlık ve her türlü düşmanlık ayağa kalktığı zaman, özellikle ilerici ve cumhuriyetçi olanların yeri, gerçek ile- rici ve cumhuriyetçi olan- ların yanıdır, yoksa ge- ricilerin umut ve çalışma kaynağı olan yer değil.” Artõk herkesin yeri bel- li. Yerini bilmeyenlere, yi- ne Mustafa Kemal yerini gösteriyor. Ne mutlu yerini bilen- lere! Öyle Bir Önderdi ki... Sevgi ÖZEL AKP bu rejimin değerini iyi bilmelidir. Rejimi daha fazla zorlamaya, yeni anayasa değişiklikleriyle laiklik ilkesinin ya da hukuk devleti ilkesinin içini boşaltmaya yönelik girişimler, sivil darbe olarak nitelenmekten kurtulamaz. CUMHURİYET’TEN OKURLARA İBRAHİM YILDIZ Mustafa Kemal Belgeseli... “İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu ‘ben’ kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, biz- dir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaş- çı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil edi- yorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çek- tikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal siz- siniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve ba- şarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!” Çoğumuz böyle yetiştik... Ulusça bilincimiz, he- nüz onun yüreği ve anılarıyla yüklüydü, bir bü- tündü... Neler anımsamadık ki... Daima... O, ulu- suyla, ülkesiyle ilk ve tek kalesiydi Cumhuriyet’in... Belki de son kalesi... Osmanlı’nın son dönem yaşadığı neredeyse tüm cephelerde yer aldı Mustafa Kemal... Suriye’den Trablusgarp’a, oradan Balkanlar’a, Çanakka- le’ye; Doğu Cephesi’ne, Ortadoğu’ya, Filistin’e... Savaşlarla yoğruldu adeta... Özellikle Çanakkale’de, Mehmetçiği ile birlikte, tüm bir savaşın ve elbette gelecekteki dünyanın kaderini değiştirirken, milletinin yüreğinde “Ana- fartalar Kahramanı” olarak yer edecekti Mustafa Kemal... Ama nelerin olup bittiğinin, daha nelerin olabileceğinin, belki habercisi ama henüz belir- leyicisi değildi bu yaşananlar... Bundan sonrası daha güçtü elbette... 1919’da Anadolu topraklarına ayak basarak başlattığı Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı, kolay kazanılmış bir başarı değildi... Savaşın kazanılmasından hemen sonra, eşsiz bir devrim rüzgârı esecekti Mustafa Kemal dü- şüncesinde... Bunlardan bir bölümü politik devrimlerdi. Amaç, varlığını çoktan yitirmiş olan Osmanlı teokratik yö- netim biçimini, kendine özgü kurumlarını ve uy- gulamalarını bütünüyle ortadan kaldırarak laik, de- mokratik bir ulusalcı yapı kurmaktı. 600 yıllık köhnemiş bir imparatorluğun külle- rinden, adeta bir zümrüdü anka kuşu gibi doğu- veren, genç ve diri bir ülke vardı karşılarında. Eş- siz bir komutan, çağdaş düşünceli bir politikacı ve yönetici, Mustafa Kemal vardı... 24 Mart 1923 günü yayımlanan ünlü Time dergisinin kapağın- da, ülkesinden söküp attığı emperyalistlere gü- lümseyen oydu... Bu kadarla kalmayacak, 29 Ekim 1923 günü, ne- redeyse gençliğinden beri Mustafa Kemal’in düş ve düşüncelerini süsleyen devrimlerin en büyü- ğü ve kalıcısı Cumhuriyet ilan edilecekti. Kurtu- luş Savaşı, Türk ulusunun ölümüne mücadelesi, bağımsızlıkla, özgürlükle kucaklaşmış olan ülke, Türkiye, işte o gün, ulusalcı, demokratik ve laik bir yönetim biçimiyle taçlanmıştı... Yukarıda okuduğunuz satırlar 10 Kasım günü okurlarımıza verdiğimiz “11 Kasım...” belgeseli- nin metninden aktarılmıştır. Mustafa filminin gösterime girmesiyle yoğun- laşan tartışmalara herkes kendi penceresinden bakmayı sürdürüyor. Dün birçok haber sitesinde “Köşk’ten yeni Atatürk videosu, bu görüntüleri hiç görmedi- niz...” şeklinde verilen haberler üzerine bir açık- lama yapmak hem de verdiğimiz belgeseli anım- satmak zorunda kaldık. Sözü edilen film 1930’lu yılların sonlarında çe- kilen 7 dakika 18 saniyelik görüntülerden oluşu- yordu. Görüntüler Celal Bayar’ın Türkiye İş Ban- kası’na yaptırdığı “Atatürk Sevgisi” adlı filmden alın- mıştı. Filmde Gazi Mustafa Kemal’in, dönemin ABD Büyükelçisi Joseph C.Grew ile Orman Çiftliği’ni ziyareti konu alınmıştı. Çiftlik müdürü Tah- sin Coşkan’ın verdiği bilgiler, ithal inekler, koyun sürüleri, traktör gezisi ve yapılan konuşmalar ol- dukça ilgi çekiciydi. İlk kez ortaya çıktı denilen bu görüntüleri, Cumhuriyet okurları bundan bir yıl ön- ceki ve bu 10 Kasım’da verdiğimiz CD’lerde iz- lemişlerdi.. Zorunlu tasarruf önlemleri Dünyanın yaşadığı ekonomik krizden ülkemiz de ciddi biçimde etkilendi. Doların hızla yükselişi, ga- zete olarak bazı önlemleri almamızı zorunlu kıldı. Bilindiği gibi, kâğıt ve matbaa gibi giderlerimiz dövize endeksli. Hafta içinde gazetemizi 20’den 18 sayfaya indirmek zorunda kaldık. Çarşamba günleri verdiğimiz Gezi ekini ise bundan böyle ay- da bir yayımlamak için çaba gösteriyoruz. Turizm sezonunun başlamasıyla birlikte yine haftalık olarak yayımlamayı sürdüreceğiz. Hafta sonları ise 20 sayfa olan gazetemizin fiyatı, cumartesi ve pa- zar günleri 1 YTL olarak belirlendi. Bu sıkıntılı günleri okurlarımız ve çalışanlarımızla birlikte aşacağımız inancındayız. İyi haftalar... Muayene, teşhis, tedavi TÜRK KALP VAKFI 19 Mayıs Cad. No:8 Şişli / İSTANBUL Tel: (212) 212 07 07 (pbx) http://www.tkv.org.tr [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle