06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B Şu DSP’nin Genel Başka- nı Sezer’in son günlerdeki davranışına şaşıyorum! Bi- lindiği gibi Demokratik Sol Parti, Bülent Ecevit’le Rah- şan Ecevit’in kurduğu, yö- nettiği, başarılar kazandırdı- ğı bir siyasal örgüttü... Ece- vit’le yaşadı, Ecevit’le sevgi, saygı, destek gördü. Seçim- lerde yüzde yirmilere varan oy aldı. DSP gerçekte Bülent Ece- vit’in partisidir. Ama Sezer Bey’in partisi değildir, olamaz da!.. Son seçimlerde akıllıca bir iş yapıp CHP listesinden birkaç milletvekili çıkarmak- la gerçek bir başarı kazandığı sanılmasın. Bazı yerlerde be- lediye başkanlıkları kazan- mışsa bunu o yöre halkınca sevilen kişilere borçludur, Eskişehir’de olduğu gibi... “Biz ayrı bir parti olarak se- çime gireceğiz. Ankara’da Karayalçın bağımsız aday olursa destekleriz, CHP’den olursa karşısına adayımızı çı- karırız” demek; bilerek, iste- yerek AKP’nin ekmeğine yağ sürmektir... Nasıl MHP, ikti- dar partisinin yanlışlıklarına zaman zaman destek olu- yorsa, Sezer Bey’in DSP’si de aynı bağışlanmaz anlayı- şı sürdürmemelidir. Bugün bir tek önemli sorun var, altı yıldır iktidarda olan AKP’ye, mart ayındaki yerel seçimde bir kez daha ço- ğunluğu kaptırmamak... CHP, DSP, SHP’nin özellik- le önemli illerde “tek aday”da anlaşması bekleniyor. İs- tanbul, Ankara, İzmir gibi yerleri AKP’ye kaptırmama- nın tek yolu, oyların dağıl- masını önlemektir. SHP lideri Karayalçın büyük bir özve- riyle ortak bir cephede bulu- şulmasının öncülüğünü yap- maktadır. Geçmiş seçimler- de CHP, DSP, SHP’nin ayrı adaylarla seçime katılmala- rının yanlışlığı bir daha ya- şanmamalıdır. Ben kaç kez bu konuda gereken uyarıları yaptım. Geçmiş seçimlerdeki yenil- gilerde elbet CHP lideri Bay- kal’ın da suçu var. Bencilce bir tutumla birleşik bir cep- henin kurulmasının önlen- mesi, AKP adaylarının çok az farklarla seçimleri kazanma- sına yol açmıştır. “Akıllı olalım” demiştim. Bu sol partilerin istekleri ne- dir, AKP’yi yerel seçimde alt etmek mi değil mi? diye sor- muştum. Bunun tek yolu bir halk cephesinde buluşmak, önemli yerlerde tek aday göstermek... Bülent Ecevit’siz, Rahşan Ecevit’siz bir DSP’nin tek başına hiçbir başarı kazana- mayacağını en başta Sezer Bey’in bilmesi gerekmiyor mu? Boş umutlarla kendini de, seçmeni de aldatmaya kalkmak, AKP’nin bir beş yıl daha tüm ülkede egemenli- ğini kat kat arttırarak sür- dürmesine neden olacaktır. DSP’deki hırslı, şaşkın di- yeceğim kimi kişilerin, en başta da Sayın Sezer Bey’in bu gerçeği bilmesi gerekir sa- nıyorum. EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Aklın Yolu Bir! PENCERE Mecelle Nedir Bilen Kaç Kişi?.. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi... Padişahlığa son verildi... Ama, nasıl bir cumhuriyetti bu?.. İki kurum devam ediyordu... Hilafet.. Ve Mecelle.. İkisi de laikliğe aykırıydı.. 4 Mart 1924’te kaldırılan Halifelik konusunda ço- ğu kişinin bir fikri vardır; ama, Mecelle nedir?.. Mecelle, cumhuriyetin ilanından üç yıl sonra, Ekim 1926’da kaldırıldı... Bu kararın ne demek olduğunu anlamak için ön- ce bir demokrasideki geçerli haklardan söz etmek gerekir.. Bu haklar ikiye ayrılır: ? Medeni haklar.. ? Siyasi haklar.. Medeni haklar, ‘uygarlık hakları’ deyişiyle de vur- gulanabilir; kişinin yaşamını sarıp sarmalayan, öz- gürlüklerini biçimlendiren, hayatını düzenleyen hu- kuk, ancak laik olursa ‘medeni’ sayılabilir... Fransa, Medeni Kanun’a (Code Civil) devrim- den sonra, 1802’de kavuşabildi... Türkiye 1926’da Medeni Kanun’u kabul etti... Ne demekti bu?.. Cumhuriyet ilan edilmişti, ama, ‘Mecelle ahkâ- mı’ ve ‘şeriat yasaları’ ülkede geçerliydi... “Osmanlı’da Tanzimat” dış dünyanın zorlama- sıyla kaçınılmazlaşmıştı... İslam hukuku, şeriat ku- ralları, Hanefi mezhebi ilkelerinin ağır bastığı Mecelle Kanunu 1868’de çıkarıldı... 1851 maddeydi... Yine de bireyin, kişinin, tebaanın hayatını sap- tayan kişilik, aile, miras vb. haklar Mecelle’nin dı- şında bırakılmıştı... Kadın hakları mı?.. Allah göstermesin... Cumhuriyet ilan edilmişti; ama, “Medeni Hu- kuk”tan çok uzaktaydık... Bir bakıma ya da ölçüde kişi, bugünkü İran ya da Kuveyt gibi şeriata bağlıydı... 4 Ekim 1926’da Meclis’te kabul edilen ‘Mede- ni Kanun’ çağdaş, laik ve demokratik haklarla do- nattığı insanımızı ‘kişilik - aile - miras - vb.’ alan- larda özgürlüklerine kavuşturmuş, uygarlaştır- mıştır... Medeni Kanun’la ya da öteki adıyla ‘Yurttaşlar Yasası’yla, kişinin yaşamından Mecelle ve şeriat kuralları kalktı... Bugün ülkede bir referandum yapılsa ve kadın - erkek yurttaşlara sorulsa: - Şeriat ve Mecelle’yi istiyor musunuz?.. Hiç kimse dincilik ve İslamcılık uğruna ‘Mede- ni Haklar’ından vazgeçemez... Ama, ülkede dış destekli bir siyasal sahtekâr- lık politikası geçerlidir ve siyasal haklar bu yolda kullanılmaktadır... Kemalizmin bu ülkede zorla geçerliliğini sür- dürdüğünü ileri süren İslamcılar ve liboşlar, tarihsel sahteciliği bilisizlik üstüne inşa ediyorlar... Yazımızın başında hakların ikiye ayrıldığını vur- gulamıştık: Siyasal haklar.. Medeni haklar.. Türkiye’nin sorunu nedir?.. Siyasal haklar medeni hakları yok etmek için kul- lanılıyor... İrticanın bu türü, dünyada yalnız Türkiye’ye öz- gü... Ne diyelim?.. ‘Aydınlanma Devrimi’ kolay yaşanmıyor... “Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini, kendi saadetini mem- leketin, milletin saadet ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.” Atatürk Limni Adasõ’nõn Mondros Limanõ’nda demirli Agamemnon zõrhlõsõnda 30 Ekim 1918’de Bahriye Nazõrõ Rauf Bey ve Ami- ral Carlthorpe arasõnda imzalanan ve Bi- rinci Dünya Savaşõ’nõ bitiren ateşkes an- laşmasõ, 31 Ekim gece yarõsõndan sonra yü- rürlüğe girdi. Böylece Osmanlõ İmpara- torluğu savaşõ kaybetmiş ve ömrünü ta- mamlamõş oluyordu. Ertesi gece, 1 / 2 Ka- sõm 1918’de İttihatçõ liderler ülkeyi terk ettiler. Durumu Enver Paşa, “Artık oyun bitmiştir” şeklinde özetlemiştir. Bu anlaşmayõ Rauf Bey, İstanbul’a dö- nüşünde gazetecilere “Devletimizin ba- ğımsızlığı, saltanatımızın hakları ta- mamen kurtarılmıştır… İstanbulu- muza tek bir düşman askeri çıkmaya- cak... Hiçbir Yunan askeri İstanbul ya da İzmir’e girmeyecektir” diye sa- vunuyordu. Rauf Bey, Amiral Carlthor- pe’un Yunan savaş gemilerinin İstan- bul’a girmeyeceğine dair verdiği kuru sö- zü içeren mektubuna güvenmekteydi. Tehlikenin büyüklüğü Atatürk ise, daha İstanbul’a gelmeden çok önce Halep ve Adana’dan çektiği bir- çok telgrafla tehlikenin büyüklüğünü tek tek sõralõyor, çeşitli bahanelerle ülkenin iş- gal ve istilalara uğramak üzere olduğunu işaret ederek tedbirler öneriyordu. Saray ve hükümetin derdi ise, sadece İstan- bul’un işgal edilmemesi ve Yunan savaş gemilerinin Boğaz’a girmemesiyle sõnõr- lõydõ. Kendi neslinin, emperyalistler ara- sõnda bir o yana bir bu yana savrulmadan ayakta duran yegâne örneğini oluşturan Atatürk, Aydõnlanmacõ bir ruhun beslediği bağõmsõzlõk bilinciyle Mondros’un tu- zaklarla dolu bir anlaşma olduğunu, met- ni görür görmez kavradõ. Sõnõf arkadaşõ Ali Fuat Cebesoy Mondros için, “Hiç kim- se, Mustafa Kemal kadar tam zama- nında, yıkımın yakınlığını ve hatta baş- lamış olduğunu görememiştir” diye ifade eder. Atatürk, 5 Kasõm’da Halep’ten çektiği telgrafta, “İngilizlerin her dediğine bo- yun eğecek olursak ihtiraslarının önü- ne geçmeye olanak kalmayacaktır” sözleriyle hükümeti uyardõ. Anadolu’nun savunulmasõ için İskenderun Limanõ ve Toros tünellerini önemli görüyor ve karaya asker çõkarmak isteyen İngilizler için, hükümete 6 Kasõm’da çektiği telgrafta, “İngilizlerin aldatıcı tavırlarını, teklif- lerini ve hareketlerini İngilizlerden çok haklı ve nazik bulan ve bunlara kar- şı nazik davranmamızı isteyen emirle- rinizi yerine getirmeye yaratılışım el- verişli değildir. Bunları yapmaktansa kumandayı bırakmaya hazırım. İs- kenderun’a her ne sebep ve bahane ile olursa olsun asker çıkarmaya teşebbüs edecek olan İngilizlere ateşle karşı ko- nulmasını emrettim” diyordu. Hükümet ise Atatürk’ün bu tutumunun “devlet si- yasetine ve ülke yararına kesinlikle aykırı” olduğunu ileri sürüyordu. 8 Ka- sõm’da Adana’dan, “İngilizlerin teklif- lerine boyun eğilecek olursa bunun so- nu gelmez ve hatta hükümet üyeleri- mizin kendileri tarafından seçilmesini de isteyebilirler” diye uyarmaya devam etti. Bütün bunlara ilişkin olarak görüşlerini Ali Fuat Paşa’ya “Bundan sonra, millet kendi haklarını kendisi arayacak ve ko- ruyacaktır” şeklinde açõklamaktaydõ. Mütareke koşullarõnõ baştan sona incele- dikten sonra “Osmanlı devleti bu mü- tareke ile kendini kayıtsız şartsız düş- manlara teslim etmekle kalmıyor; düş- manların memleketi istilası için onlara yardımcı olmayı da vaat etmiştir” diyen Atatürk, şu sonuca varõyordu: “Mon- dros basit bir silah bırakışması değil, tam bir teslimiyettir. ” Bu anlaşma ile İti- laf Devletleri, barõş anlaşmasõnõn yapõl- masõnõ beklemeden Türkiye’nin bölüşül- mesine giriştiler. Anlaşmanõn 7. madde- si onlara bu olanağõ tanõyordu. Uğursuz mütareke Atatürk, Mondros’tan “bu meş’um - uğursuz- mütareke” diye söz eder ve Mütareke ile yalnõz mağlup bir devletin de- ğil, Türk ulusu ile beraber Türk tarihinin de cezalandõrõlmak istendiğini anlatmaya çalõşõr. Vahdettin ise “Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, hemen kabul edelim. İngiltere’nin bize dost politikası değiş- memiştir. İngilizlerin hoşgörüsünü da- ha sonra sağlarız” diyordu. Damat Ferit de Meclis’te “Mağlupların mütareke ve barış yapılırken galibin arzusuna boyun eğmesi, dünya kadar eski bir insanlık yasasıdır” diye sarayõn teslimiyetine uy- gun bir çizgi izler. Daily Mail muhabiri- ne 24 Kasõm günü verdiği demeçte Padi- şah, “İngiliz ulusuna karşı beslediğim sevgi ve hayranlık duygularımı babam Sultan Abdülmecit’ten miras aldım. Ümidimi Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım” sözleriyle işbirlikçilikte ve teslimiyette sõnõr tanõmadõğõnõ gösterir. İn- gilizleri bile şaşkõna çeviren sarayõn bu tu- tumunu, David Walder şöyle yorumlar: “Osmanlı devleti İngiltere’ye tama- men boyun eğmiş ve İngiltere’den res- men manda talep etmektedir.” Diğer ta- raftan İngilizler, Türkleri küçük düşürmeye devam etmekte ve Müslüman sömürgeleri olan Mõsõr ve Hindistan’a “Türklerin en ağır cezalarla nasıl cezalandırıldıklarını Mondros Mütarekesi’nin Anõmsattõklarõ Prof. Dr. Metin KALE Osmangazi Üniversitesi / Eskişehir Milli Mücadele sadece Mondros ve Sevr’in değil, emperyalizmin ve onu davet eden geri kalmõşlõğõmõzõn da antitezini oluşturur. Bütün bunlarõ yaşayan bir ulus olarak Türkler, Atatürk’ün ve kurduğu Cumhuriyetin değerini ve büyüklüğünü bir kez daha görüyorlardõr. SAYFA CUMHURİYET 30 EKİM 2008 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER göstermek” istemekte- dirler. Nihayet Padişah, Damat Ferit’i, Amiral Carlthorpe’a göndererek Osmanlõ devletinin İngil- tere’ye tamamen boyun eğdiğini belirtir ve İngil- tere’den resmen manda is- teğinde bulunur. Atatürk’ün olağanüstü bir sorumluluk duygusu ve derin tarih bilinciyle yaptõğõ saptamalar ve uya- rõlar dikkate alõnmadõğõ gibi, Yõldõrõm Ordularõ Grubu kaldõrõlarak kendi- si İstanbul’a çağrõldõ. Ana- dolu’yu tamamen parça- layacak olan bir planõ uy- gulamaya sokmak ama- cõyla 13 Kasõm 1918 günü 55 parçalõk Müttefik do- nanmasõ İstanbul’a girer- ken, “Silahın yüksek şe- refini korumasını bilen” Mustafa Kemal Paşa da, aynõ gün Adana’dan İs- tanbul’a “uzun ve fela- ketli dört savaş yılının kanlı boğuşmalarından, yenilgiye uğramadan çı- kan tek Türk komutanı” olarak dönmektedir. Hay- darpaşa’dan köhne bir mo- torla düşman donanmasõ arasõndan geçerken zarif dudaklarõndan “Geldik- leri gibi giderler” cümle- si dökülünce, “Size nasip olacak. Siz bunları ko- vacaksınız Paşam” di- yen Cevat Abbas’a, ha- fifçe tebessüm eder ve bir süre düşüncelere daldõktan sonra, “Bakalım” der. İs- tanbul’a gelişini “Son de- ğil, yeni bir başlangıç” olarak gören Atatürk, Mondros’u, kaybedilmiş bir savaşõn sadece askeri ve diplomatik bir sonucu olarak değil, geri kalmõş- lõğõn ve bağõmlõlõk süreci- nin ürünü olarak niteli- yordu. İşte bunun içindir ki, Mondros Osmanlõ dev- leti için bir son iken, Tür- kiye Cumhuriyeti için de bir başlangõçtõr. Bu duru- mu Atatürk, “Savaş Müt- tefikler için bitmiş ola- bilir, ancak bizi ilgilen- diren savaş, şimdi başlı- yor” şeklinde açõklar. O bakõmdan denilebilir ki, Milli Mücadele sadece Mondros ve Sevr’in değil, emperyalizmin ve onu da- vet eden geri kalmõşlõğõ- mõzõn da antitezini oluştu- rur. Bütün bunlarõ yaşayan bir ulus olarak Türkler, Atatürk’ün ve kurduğu Cumhuriyetin değerini ve büyüklüğünü bir kez daha görüyorlardõr. Eğer bilinç- le bakõlamõyorsa, tarihi ne anlamak, ne de ona yön vermek olanaklõdõr.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle