01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 OCAK 2008 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 9 AÇI MÜMTAZ SOYSAL Anayasa ve Türban Laiklik, anayasanın değiştirilemez ve değişikliği teklif dahi edilemez ilkesidir. Bu ilkeye aykırı olduğu saptanan türban takma olayını, anayasaya konulacak başka maddelerle/fıkralarla aşmak mümkün değildir. PENCERE kırı olduğu esasından hareket etmiştir. Laiklik, anayasanın değiştirilemez ve değişikliği teklif dahi edilemez ilkesidir. Bu ilkeye aykırı olduğu saptanan türban takma olayını, anayasaya konulacak başka maddelerle/fıkralarla aşmak mümkün değildir. Türban serbestisi için anayasanın 10. maddesinde yapılması düşünülen değişiklik bu maddede ifade edilen eşitlik ilkesini tekrar etmekte olup, bir yenilik getirmeyecek, sadece halen var olan kanun önünde eşitliği biraz daha ayrıntılı düzenlemiş olacaktır. “…kamu hizmetinin sunulmasında ve ondan yararlanılmasında eşitlik” anlamında anılan değişiklik yalnız yükseköğretim değil; ilköğretim, ortaöğretim öğrencilerini ve hizmet sunan kamu görevlilerini de kapsayacaktır. Anayasanın 42. maddesindeki yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafet serbestisi getirecek olan değişiklik ise ahlak, ceza kanunu, kamu düzeni ve inkılap kanunlarına aykırı olmama gibi atıflarla sınırlandırılmış olsa dahi çok geniş bir serbestiyi (çarşaf, peçe vd.) içine alacaktır. Anayasanın anılan iki maddesinin değiştirilmesiyle oluşacak yeni durumun AİHM’nin kararlarına aykırılık teşkil edeceği açıktır. İnsan haklarına dair uluslararası sözleşmeler ve bunlara ilişkin mahkeme kararlarının uluslarüstü ve bağlayıcı olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Sonuç:1) AB üyesi yolunda ilerleyen bir ülkenin, yasalarını AİHM kararları doğrultusunda düzenlemesi gerekmektedir ve olması gereken de budur. Siyasi iktidar tam tersini yaparken önce iyi düşünmek zorundadır. 2) Anayasada yapılması düşünülen her iki değişiklik de anayasanın değiştirilemez laiklik ilkesine aykırı olacaktır. Bu konu göz ardı edilemez. 3) Kanun önünde eşitlik ilkesinin “kamu hizmeti sunan ve bundan yararlananlar”ı kapsaması fevkalade geniştir ve tehlikeli bir amaca yöneliktir. Ancak kanımca hukuken bu değişikliğin laiklik ilkesini aşması düşünülemez. 4) 42. Madde’de yapılması düşünülen değişiklik de aşırı genişliği nedeniyle sakıncalı olduğu gibi, Anayasa Mahkemesi’nin 1989 tarihli kararı ile çelişki halindedir. Türbanı serbest bırakmayı amaçlayan değişiklikler, uygulamada çeşitli siyasi ve hukuki yorumlara açık olması nedeniyle kamu düzeni açısından tehdit oluşturacaktır. Türbanın serbest bırakılması sonucunda, bireyler ve toplum üzerinde bir baskı oluştuğu, başkalarının hak ve özgürlüklerinin sınırlandığı ve kamu düzeninin ihlal edildiği iddiaları AİHM’ye yeni bir başvuru için haklı gerekçe olabilecektir. Anlamsızlığın Anlamı GELECEĞİN gözleriyle bugünlerin Türkiye’sine bakacak insanlarımızın gözlerinde şu sıra yaşadıklarımız herhalde büyük bir anlamsızlık olarak gözükecektir. Hele biraz Bizans tarihi biliyorlarsa, Osmanlı askerinin surlara dayandığı günlerde meleklerin cinsiyetini tartışanları anımsamadan duramazlar. Öyle değil mi? Etrafı çepeçevre bir yığın dış sorunla çevrilmiş, içteki sorunları çoğalmış, ekonomisi yaklaşan büyük bunalıma dayanmayacak kadar kırılganlaşmış bir ülkede kadın başı nasıl örtülsün diye anayasa değiştirmeye kalkışan ve bu yüzden birbirini yiyen bir topluma uzaktan bakıldığında görüntü kocaman bir anlamsızlıktan başka ne olabilir ki? Kimimiz bu girişimi Cumhuriyete karşı cinayet, kurucusuna karşı ihanet sayıp vaktimizi ve enerjimizi bununla mücadeleye ayırsak da... Kimimiz toplumdaki anlamsız kutuplaşmayı aşmak bahanesiyle böyle bir girişimi ve aynı amaçla kurulan ittifakı iyi bir siyasal manevra sansa da... Neresine bakılırsa bakılsın, şu günlerdeki manzaranın uzaktan sezilebilecek anlamı ancak bir büyük anlamsızlık olacaktır. ma yakın gelecekten, birkaç ay sonrasından bakıldığında, “türban” dolayısıyla girişilen anayasa değiştirme girişiminin şimdi çok tartışılan kaçınılmaz sonuçları ve içinden kolay çıkılamayacak sorunları bir yana, uluslararası politika alanındaki anlamı gün gibi açıktır: Böyle bir konuda oluşturulan AKPMHP uzlaşması, özellikle iktidar partisi için, AB’ye tam üyelik rüyasının, manevrasının, oyununun ya da oyalamasının ve oyalanışının kısacası ne ad verilirse verilsin, o sahte ilişkinin sonu demektir. Zaten MerkelSarkozy ikilisinin açıkça ve sık sık vurguladıkları gibi, bu konudaki beklentiler sıfırla çarpılmış gibi çoktan anlamsızlaşmıştı. AB’dekilerin kimi bu ülkenin, “Küçük Asya” olarak Avrupa sayılmayacağını, kimi çok büyük, çok kalabalık, çok yoksul olduğunu, kimi HıristiyanMusevi uygarlığının dışında kaldığını söylemekteydi. Şimdi bunlara AKPMHP ittifakının AB’ye vereceği ürküntüler eklenmiştir. Biri, AKP’li Başbakan’ca “simge olduğu” itiraf edilmiş bir örtünüş biçimi konusundaki ürküntü. Unutmayalım ki, AİHM her düzeydeki okullarda haçlı kolye takmayı ya da Musevi erkeklerin “kipa” adlı takke giymesini dinsel simge sayarak İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı ilan etmiştir. İkincisi, dinsel simgeli bir giyim tarzının MHP desteğiyle yasalaştırılmış olmasının her Nazi kıpırdanışı karşısında ürperen çevrelere vereceği İslam otoritarizmi korkusu. Yine unutmayalım ki, AB dünyası vaktiyle seçim kazanmış aşırı milliyetçi bir politikacının Avusturya’yı yönetmesine bile izin vermemiştir. Demek ki, AKP’nin AB aldatmacası da ancak bu kadar sürecekmiş. Öbür aldatmacaların ne kadar sürebileceğini tahmin etmek artık kolaylaşmıştır. Gericiliği yiyen, hep onun bu çeşit sözde “başarı”ları oldu. ‘Derin Devlet’ten ‘İslamcı Devlet’e... Hangi çeteden yanasın?.. Ergenekon mu?.. Hizbullah mı?.. El Kaide mi?.. Aklı başında biriysen diyeceksin ki: İlle de bir çeteden yana olmak zorunda mıyız?.. Vallahi bu sorunun yanıtını, bizim evlere şenlik medyamızın vermesi gerekir... ? Ergenekon’u tanıtmak boşuna... Çünkü konu günlerden beri gazete manşetlerinde, köşelerinde didik didik ediliyor... Ergenekon ‘Derin Devlet’in çetesi imiş... Ya El Kaide?.. Bilmeyen var mı?.. Meğer El Kaide Gaziantep’te derinlemesine örgütlenmiş... Bilmem kaç saat süren silahlı bir operasyon sonucunda, bir polisin şehit olması, dört polisin yaralanması pahasına çeteciler yakalandı... Meğer bunlar Ergenekoncular gibi tıpış tıpış devlete teslim olacak cinsten çeteci değillermiş... Ya Hizbullah?.. Amanın... Merkez Konya... Diyarbakır, Batman, Gaziantep, Şanlıurfa, İstanbul ve İzmir’de 130 kişi gözaltına alındı... ? Medyanın gözde çetesi Ergenekon... Bizim basına çete dedin mi ne El Kaide söz konusu.. Ne de Hizbullah?.. Oysa yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de El Kaide’yi destekleyenler nüfusun yüzde 13’ünü oluşturuyormuş... Medyanın köşelerinde ve manşetlerinde Ergenekon taht kurmuşken El Kaide ve Hizbullah’a neden yer yok?.. Çünkü Ergenekon’la uğraşırken derin devlet ayağına askere vurmak olanağı var; Hizbullah ve El Kaide İslamcılıkla hemhal olduklarından işin ucu dinci iktidara dokunuyor... O zaman da ortaya nasıl bir sonuç çıkıyor?.. Hangi çeteden yanasın?.. ? Biz hepimiz kafayı yemek üzereyiz... Ekonomik kriz mi?.. Boş ver... Sorun nedir?.. Türban... Sonra?.. Ergenekon... Evet, en büyük sorun, üniversiteye gidecek tesettürlü kızımızın türbanını çenesinin altından bağlayıp bağlamaması... Ya Ergenekon?.. ‘Derin Devlet’ten ‘İslamcı Devlet’e geçmek için Ergenekon gerekli mi gerekli... Prof. Dr. Aysel ÇELİKEL ktidar partisinin TBMM’deki yeter çoğunluğa dayanarak kabul ettiği yasaların Yüksek Mahkeme tarafından anayasaya aykırılık nedeniyle iptal edilmesi ya da yürütmenin aldığı kararların yargı tarafından durdurulması Sayın Başbakan’ın rahatsızlığının başlıca nedenidir. İktidarın yaşama geçirmek istediği siyasal kararların yargı organlarınca anayasanın değişmez ilkesi olan laikliğe aykırı olduğu olgusu yeni bir anayasa yapma çalışmasının esas nedenini oluşturmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilmiş olan, yükseköğretim kurumlarında türbanı yasaklayan kararların din ve vicdan özgürlüğüne aykırı olmadığını, bu özgürlüğün sınırlanabileceğini bildiren içtihatlar ile yüksek mahkemelerimizin yaklaşık yirmi yıldan beri aynı konuda aynı doğrultuda verilmiş olan kararların uyum içinde olduğunu görüyoruz. Kararların özü, laik bir devlette hukuk kurallarının din kurallarına dayanarak oluşturulamayacağı olgusudur. İ A Ayrımcılık yapılamaz Türban konusu uzun bir süreden beri siyasetin, medyanın ve toplumun sürekli gündeminde yer almaktadır. 1984’te Danıştay’ın aynı konuda verdiği karardan itibaren, 25 yıldır iki Anayasa Mahkemesi, birden çok Danıştay kararı ve AİHM’nin 1993 ve 2004 yıllarında verdiği (en çok atıf yapılan) iki kararına rağmen siyasal iktidarca tartışma konusu haline getirilmiştir. Türban, dini kökenli siyasi bir simgedir. Türbanlı öğrencilerin vurguladığı gibi “Türban Müslüman kadının kimliğidir” söylemi, türban takmayan Müslüman öğrenciler açısından bir ayrımcılığı ifade etmektedir. Türban Müslüman kadının kimliği olunca, türban takmayan kadın Müslüman kimliğini taşıyamayacaktır, en azından böyle değerlendirilecektir. Konunun özünde olan bu ayrımcılık anlayışı öğretim kurumlarında türbanın yasaklanmasının esas nedenidir. AİHM konuya ilişkin 1994 Leyla Şahin ve 1993 tarihli “diplomalara türbanlı fotoğraf yasağı”na ilişkin Karaduman ve diğer kararlarında, “Türkiye’de İslami türbanın bunu takmayanlar üzerinde baskı oluşturabileceği… Bu kurallar farklı inançlara sahip öğrencilerin barış içinde ve uyumlu şekilde bir arada bulunmalarını temin etmeye yönelik olarak, öğrencilerin dinsel inançlarını ortaya koyma özgürlüklerini, yer ve tavır/tarz bakımlarından kayıtlamalara/sınırlamalara tabi tutabilir. Özellikle nüfusun büyük bölümünün belli bir dine mensup bulunduğu ülkelerde, yer ve tavır/tarz bakımlarından hiçbir kayıtlama öngörmeksizin bu dinin gereklerinin ortaya konulması/ifade edilmesi ve sembollerin kullanılması, bu dini uygulamayan, yahut başka bir dine mensup olan öğrenciler üzerinde baskı oluşturabilir. Laik üniversiteler öğrencilerin kıyafetlerine ilişkin kurallar vazettiğinde, belli köktendinci hareketlerin yükseköğretimde kamu düzenini bozmamasını, yahut başkalarının inançlarına tecavüz etmemesini temin etmelidir” cümleleri kararların gerekçelerinin kanımca en önemlisidir. Kararda kastedilen baskı olgusu, kuşkusuz zor kullanma anlamında değildir. Bu manevi bir baskıdır. Türban takma bir dini zorunluluksa, bu vurgu, takmayanları daha az Müslüman, Kuran’ın emirlerine uymayan, ahlaken zayıf kişiler durumuna düşürecektir. Bu psikolojik baskının din kökenli şiddete dayalı baskıdan daha etkin olduğu tartışma götürmez. Esasen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 9. maddesi din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alırken, 2. fıkrada bu özgürlüğün kamu düzeni ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için sınırlanabileceğini kabul etmiştir. Mahkeme, yerleşik içtihadına uygun olarak, yasağın, başkalarının hak ve özgürlüklerinin ve kamu düzeninin korunması meşru amaçlarına yönelik olduğunu bu sınırlamanın demokratik toplumun gereklerine uygun olduğuna hükmetmiştir. Bu durumda, türban takmayanların haklarının korunması zorunlu hale gelmiştir. Anayasa aşılamaz AKP ve MHP’nin ortak girişimi ile anayasanın 10. ve 42. maddelerinde değişiklik yapılması hazırlığının, teknik hukuk bakımından kamu kurumları ve öğretim kurumlarında türban serbestisini sağlaması mümkün değildir. Şöyle ki; Anayasa Mahkememiz 1989 tarihli kararı ile dini amaçla boyun ve saçların örtülebileceğini bildiren Ek 16 maddesini iptal ederken, düzenlemenin laiklik ilkesine ay Dindarlara Baskı mı? Yoksa Dinsel Baskı mı? Bizdeki sorun “dindara baskı” değil, fakat dinsel denilerek sürdürülmeye çalışılan ve fanatizme, irticaya ve genel olarak çağdaşlaşmaya karşı olan bir kısım girişimlere ve dirençlere yönelik engellemeler ve yasal tedbirler olageldi. [email protected] Prof. Dr. Kemal ÖNEN Son günlerde bazı köşe yazarları, bir öğretim üyesinin “dindarlara baskı” olduğuna ilişkin savını tartışma konusu yaparak çeşitli yanıtlar ve de birbirlerine tarizlerde (dokundurmalarda) bulundular. Bakış farklılıkları ilginç, düşündürücü ve öğretici oluyor. Çoğunun objektif ve doğru değerlendirmeler yaptıkları görülüyor. Ben, 1930’lu yıllardan günümüze kadar bir gözlemci ve kendi çapında bir düşünür olarak bakın ne diyorum: Diyeceklerim kişilere yönelik değildir. Herkes düşündüklerini söyleyebilir, yazabilir. İsabetli ya da isabetsiz olduğunu başkaları ve çok kez zaman belirler. O dönemleri de yaşamış olarak, sadece vicdan ve düşün borcumdur yazacaklarım. Genellemeye müsaittir, ama buna yönelmiyorum, zira gözümden kaçanlar, yanılgılarım olabilir. laşmadı. 40 ve 50’li yıllarda Sultanahmet Camii’nde sanırım tanınmış besteci Hafız Saadettin Kaynak’ın arkasında namaz kılıyorduk. Ramazanları, bayramları tüm adabı ve değerleriyle, bugünlere göre belki de daha anlamlı olarak yaşadım, yaşadık. “Dinsel deneyimi de, devrimi de, laikliği de rahatça saygı, sevgi, huzur ve/veya coşku ile yaşadık tüm çevremizde ve de çevremizle kentte, taşrada ve hatta köylerde.” Kimse “Kişi laik olmaz, devlet laik olur” demiyordu. Hele Kuran okumak, okutmak, mevlit dinlemek, hatim duaları tertiplemek gibi bir kısmı Kurani olan dinsel âdetlerin yapılmasına kimse ne karıştı ne ters baktı 80 yılı aşan laik Cumhuriyet döneminde. Atatürk’ün, Kuran okumayı, okutmayı, dinlemeyi sevdiği belirtilir (Ahmet Gürtaş; Atatürk ve Din Eğitimi. Diyanet İşleri Bakanlığı Yayınları, 1982). Kuranıkerim’in Türkçe meallerinin en kapsamlısının ve Sahihi Buhari çevirisinin, 30’lu yılların yönetimince (hükümetince) planlanıp yaptırıldığını hatırlamakta yarar gö Fanatizme karşı Ne 3040 ve 50’li yıllarda ve ne de halen dindarlara ve olağan dinsel yaşama, gerçek anlamda, bir baskı vardır. Benim kuşağım okullarda (19291946) ve günlük yaşamında böyle bir sorunla karşı rürüm. Tüm bu olgular ve girişimler ‘dindarla baskı düzeni” ile bağdaşır mı? Aslında bir olguyu göz ardı edemeyiz: 1920’lerde daha I. Meclis döneminden beri “sekülariteye ve devrime yönelik olan düşün biçiminin” ortaya çıkmaya başlaması ile, gerek Meclis’te ve gerekse Meclis dışında bazı çevreler ve kişilerle, saltanatçı ve/veya halifetçi ve de genel olarak yaygın bulunan gelenekçi yaşam alışkanlığının oluşturduğu zihniyet, buna karşı çıkmıştır; halen de değişen yoğunlukta olarak sürüyor. Bu, beklenen bir çatışma ve uyum sıkıntısıydı ve de kaçınılmazdı, çağdaşlığa yönelmiş bir ülkede. Esasen Hıristiyan Batı toplumlarında da benzer süreçler yaşandı ve de uzun sürdü. Çünkü bu sosyalsiyasal devrimlerin doğası gereği idi. Bu bakımdan bizdeki sorun “dindara baskı” değil, fakat dinsel denilerek sürdürülmeye çalışılan ve fanatizme, irticaya ve genel olarak çağdaşlaşmaya karşı olan bir kısım girişimlere ve dirençlere yönelik engellemeler ve yasal tedbirler olageldi. Bu hâlâ sürüyor ve de bazıları sürmelidir, mevcut seküler anayasal düzeni korumak ve sürdürmek için. Son milletvekili seçimlerini yorumlarken sonuca ilişkin etkenler arasında “dindara baskıyı” değil, fakat bazı “aşırı dinsel tutucu” çevrelerin etkisini düşünmek olasıdır. Aslında bu yeni de değildir. 1950’lerden beri değişik derecelerde ve şekillerde olarak ve bugünlerde de sürmektedir. Baskı var mı? Dinsel yayınların bol olduğu, dinsel konuların bir kısım medyada öne çıktığı, yeterince imam hatip okulunun bulunduğu, binlerce camide herkesin ibadetini rahatça yapabildiği, açıkkapalı çeşitli yapı ve düzeydeki tarikatların yer aldığı, birçok üniversitede ilahiyat fakültesinin kurulduğu, Diyanet İşleri başkanının gayri resmi toplantılara, yemek ve davetlere bile özel dinsel giysisiyle katılabildiği, fetva döneminin çoktan bittiği ve dinsel fetvaların aslında sadece kişilere yönelik bilgilendirmeden öte bir niteliği olmadığı halde, hukuksal konularda “ulemaya sorulmanın” özlendiği, laikliğe yeni tanımların arandığı, dinsel hislerin ve de simgelerin, etkinliklerin çeşitli yöntemlerle gündemde tutulduğu ve bunlara ilişkin demagojik yorum, kapris ve beyanların yaygınlaştığı bir ülkede, “dindarlara baskıdan hele hele ‘insanca baskıdan’ söz etmek tutarsızdır. Aslında ülkemizde halen dindara baskı mı? Yoksa dinselleştirme baskı ve çabaları mı var” sorusu belki daha anlamlı gözüküyor. Dosya No: 2006/10 Esas Satılmasına karar verilen taşınmazın cinsi, niteliği, kıymeti, adedi, önemli özellikleri: 1 Hayrabolu ilçesi, Kahya Mahallesi, Macarlar yolu mevkiinde kain, 72 ada, 94 parsel sayılı, 25170 m2 miktarlı ve “tarla” vasıflı taşınmaz 45.306,00.YTL muhammen bedelle satışa çıkarılmıştır. 2 Hayrabolu ilçesi, Kahya Mahallesi, Kördere mevkiinde kain, 91 ada, 38 parsel sayılı, 32000 m2 miktarlı ve “tarla” vasıflı taşınmaz 57.600,00.YTL muhammen bedelle satışa çıkarılmıştır. 3 Hayrabolu ilçesi, Kahya Mahallesi, Kördere mevkiinde kain, 91 ada, 40 parsel sayılı, 2323 m2 miktarlı ve “tarla” vasıflı taşınmaz 4.181,40.YTL muhammen bedelle satışa çıkarılmıştır. 4 Hayrabolu İlçesi, İlyas Mahallesi, Uzunköprü Caddesi mevkiinde kain, 251 ada, 10 parsel sayılı “Zemini işyeri olan 4 katlı kargir apartman” vasfındaki 57,04 m2 miktarlı taşınmaz 672.491,78.YTL muhammen bedelle satışa çıkarılmıştır. TAŞINMAZIN DURUMU: Taşınmaz, bir bodrum, bir zemin ve 4 normal kattan ibarettir. Yapı betonarme sistemde tuğladan inşa edilmiştir. Giriş koridoru en üst kata kadar mineral sıva kaplıdır. Merdivenler mermer kaplamadır. Yapı üzerinde bulunan ahşap çatı Marsilya tipi kiremitle örtülüdür. Üst katların dış cephesi BTB malzeme ile kaplıdır. Zemin ve bodrum kat: Beyaz eşya satış mağazası olarak kullanılmaktadır. Zemini 33x33 cm granit kaplama, duvarlar alçıpan malzeme ile kaplı ve alçı sıvalı ve saten boyalı, tavan kısmı spot ışıklarla aydınlatmalı asma tavandır. Cephedeki camekân renkli alüminyumdan yapılmış olup tek camdır. İç kısımda lavabo ve WC bölümü vardır. Dükkânın içerisinden inilen bodrum kat beyaz eşya mağazasının deposu olarak kullanılmaktadır. Zemini 20x20 cm karo mozaik kaplı, duvar ve tavanları kireç badanalıdır. Üst katlar: Her kat girişte salon, salona bağlı durumda mutfak, oda ve lavabo ile banyo+WC bölümlerinden oluşmaktadır. Zeminler seramik kaplama, duvarlar kısmen kireç, kısmen plastik badana, tavanlar kireç badanadır. 2. katta kapılar yağlıboyalı, 3. katta verniklidir. Tüm pencere doğramaları beyaz alüminyum olup ısıcamlıdır. Banyo+WC bölümlerinin zeminleri seramik kaplama, duvarları 2 metre yüksekliğe kadar fayans kaplamadır. Taşınmaz Hayrabolu’nun en merkezi noktasında yer almaktadır. Satış kabiliyeti çok yüksektir. İmar Durumu: Hayrabolu İmar Planı’nın 51 KIII a paftasında olup, bitişik nizam ticaret 5 kat imar durumludur. 5 Hayrabolu İlçesi, Hisar Mahallesi, Alpulu Caddesi mevkiinde kain, 19 ada, 40 parsel sayılı “tek katlı kargir dükkânlı arsa” vasfındaki 331,03 m2 miktarlı gayrimenkul üzerinde inşa edilmiş bulunan apartmanın zemin katında 2 Bağımsız Bölüm No’lu 20/600 arsa paylı, dükkân vasfındaki taşınmaz 138.000,00.YTL muhammen bedelle satışa çıkarılmıştır. TAŞINMAZIN DURUMU: Taşınmaz, dükkân bodrum hariç 5 katlı betonarme sistemde tuğladan yapılmış, yapının zemin ve bodrum katlarındadır. Dükkânın büyüklüğü zeminde 18 m2, bodrumda 28 m2 olmak üzere toplam 46 m2’dir. Dükkânın zemini seramik kaplama, duvarları ve tavanı plastik lambri kaplamadır. Dükkânın elektrik ve suyu bağlıdır. Pasaja girişte köşede ve taşınmazın en ön cephesindedir. Satış kabiliyeti çok yüksektir. Dükkânın içerisinden bodruma inilmektedir. Bodrum depo niteliklidir. SATIŞ ŞARTLARI: 1Satış, 10.03.2008 Pazartesi günü; a) 72 ada, 94 parsel, saat 14.00’ten 14.10’a kadar, b) 91 ada, 38 parsel, saat 14.20’den 14.30’a kadar, c) 91 ada, 40 parsel, saat 14.40’tan 14.50’ye kadar, d) 251 ada, 10 parsel, saat 15.00’ten 15.10’a kadar, e) 19 ada, 40 parsel, saat 15.40’tan 15.50’ye kadar, HAYRABOLU ADLİYE SATIŞ MEMURLUĞU’NDA açık arttırma suretiyle yapılacaktır. Bu arttırmada tahmin edilen değerin % 60’ını ve satış masraflarını geçmek şartı ile ihale olunur. Böyle bir bedelle alıcı çıkmazsa en çok arttıranın taahhüdü saklı kalmak şartıyla 20.03.2008 Perşembe günü, aynı yerde ve saatlerde ikinci arttırmaya çıkarılacaktır. Bu arttırmada da tahmin edilen değerin %40’ını ve satış giderlerini geçmek şartıyla en çok arttırana ihale olunur. Böyle fazla bedelle alıcı çıkmazsa satış talebi düşecektir. 2 Arttırmaya iştirak edeceklerin, tahmin edilen değerin %20’si oranında pey akçesi veya bu miktar kadar banka teminat mektubu vermeleri lazımdır. Satış peşin para iledir, alıcı istediğinde (10) günü geçmemek üzere süre verilebilir. Damga vergisi, tapu harç ve masrafları ile KDV alıcıya aittir. Birikmiş vergiler satış bedelinden ödenir. 3 İpotek sahibi alacaklılarla diğer ilgililerin bu taşınmaz üzerindeki haklarını, özellikle faiz ve giderlere dair olan iddialarını, dayanağı belgeler ile (15) gün içinde memurluğumuza bildirmeleri lazımdır, aksi takdirde hakları tapu sicili ile sabit olmadıkça paylaşmadan hariç bırakılacaklardır. 4 İhaleye katılıp, daha sonra ihale bedelini yatırmamak sureti ile ihalenin feshine sebep olan tüm alıcılar ve kefilleri, teklif ettikleri bedel ile son ihale bedeli arasındaki farktan ve diğer zararlardan ve ayrıca temerrüt faizinden müteselsilen mesul olacaklardır. İhale farkı ve temerrüt faizi ayrıca hükme hacet kalmaksızın Dairemizce tahsil olunacak, bu fark, varsa öncelikle teminat bedelinden alınacaktır. 5 Şartname, ilan tarihinden itibaren herkesin görebilmesi için dairede açık olup, gideri verildiği takdirde isteyen alıcıya bir örneği gönderilebilir. 6 Satışa iştirak edenlerin, şartnameyi ve münderecatını kabul etmiş sayılacakları, başkaca bilgi almak isteyenlerin, 2006/10 Esas sayılı dosya numarası ile memurluğumuza başvurmaları ilan olunur. 07.09.2007 (Basın: 4683) HAYRABOLU SULH HUKUK MAHKEMESİ İZALEİ ŞÜYU SATIŞ MEMURLUĞU’NDAN TÜRK KALP VAKFI Ü A ‘Yaşamınızı Şansa Bırakmayın Kalbinizi Koruyun’ TÜRK KALP VAKFI 19 Mayıs Cad. No:8 Şişli / İSTANBUL Tel: 0212.212 07 07 Pbx http://www.tkv.org.tr CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle