23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 OCAK 2008 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Erdoğan, tek hedeflerinin türban yasağını sadece üniversitelerde kaldırmak olduğunu ileri sürdü GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU Partiyi dizginleme çabası ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) AKP içinde türban yasağının kamuda da kaldırılacağına ilişkin açıklamalar yapılırken Başbakan Tayyip Erdoğan, anayasa değişikliğinin yükseköğrenimle sınırlı olacağını savundu. Erdoğan, partisinin grup toplantısında türban yasağının kaldırılması konusunda gelinen noktayı değerlendirdi. Halkı bir bütün olarak sahiplenmekte, milletin sorunlarını bir bütün olarak algılamakta zorluk çekenler olduğunu kaydeden Erdoğan, AKP’nin toplumun belli bir kesiminin bazı sorunlarını gündeme getirmek için siyasete soyunmadığını ileri sürdü. “Toplumun bir kesimi eğitimsiz kalsın” demenin “toplumun bir kesimi üretmesin, çalış Liberal Entelijansiya ve Herr Höfgen’in Trajedisi Seçimlerden bu yana siyasal İslam hem toplumda, hem yürütme ve yasama organlarında büyük ilerlemeler kaydetti, yükselişi ivme kazandı. Seçim öncesinde AKP’yi doğrudan ya da dolaylı olarak destekleyen liberal entelijansiya ise hâlâ bu sürecin doğasını görmezden gelmekte ısrar ediyor. AKP’yi etkileyeceğine, şekillendireceğine olan “inancını” bir türlü terk etmiyor. Olup biteni, dil sürçmesi, hata gibi kavramlarla açıklamaya çabalıyor. ? Türbanın anayasaya girmesiyle ortaya çıkacak karmaşaya dikkat çekenleri ve türbanın her yerde serbest olmasını savunan AKP’lileri “yeni sorun alanları yaratmakla” suçlayan AKP lideri Erdoğan, “İster partimin içinden desin ister şuradan, ister buradan, biz burada önemli bir adım atıyoruz. Tek hedefimiz var; üniversite kapılarındaki kızlarımızın mağduriyetini gidermekten başka hiçbir şeyi amaçlamadığımızın bilinmesini istiyoruz’’ dedi. masın” demek anlamına geldiğini belirten Erdoğan, bunun bir garip paradoks olduğunu savundu. Hiçbir hak ve hürriyetin demokrasi, Cumhuriyetin temel değerleri ve laiklik için bir tehdit oluşturmayacağını öne süren Erdoğan, hükümetin Cumhuriyet, demokrasi, laiklik ve hukuk devletinin teminatı ve koruyucusu olduğunu savundu. Erdoğan, hiçbir uygulamalarının buna ters olmadığını ve olmayacağını söyledi. Türban yasağının kaldırılması için MHP ile anayasanın 10 ve 42. maddeleri ile YÖK Yasası’nda değişiklik yapılması konusunda uzladıklarını anımsatan Erdoğan, her türlü kaygıyı dikkate aldıklarını söyledi. Erdoğan, şu görüşleri dile getirdi: “Kim ne derse desin bizi ilgilendirmez, ister partimin içinden desin ister şuradan, ister buradan, biz burada önemli bir atım atıyoruz. Tek hedefimiz var, üniversite kapılarındaki kızlarımızın mağduriyetini gidermekten başka hiçbir şeyi amaçlamadığımızın bilinmesini istiyoruz. Yapılan düzenlemeler yükseköğrenimle sınırlıdır. Biz üniversitelerdeki bu huzursuzluğu, yine üniversitelerde ortadan kaldırarak normalleşmeyi sağlayalım diyoruz, birileri çıkıp yeni sorun alanları icat etmeye çalışıyor. Kimse buna gayret etmesin ve bunları da iyi niyetle izah etmek mümkün değildir.” Sokak aralarından alınan fotoğraflarla kalkıp bu süreci pro voke etmeye çalışanları çok iyi bildiklerini ileri süren Erdoğan, medyanın bu konuda toplumsal barışı güçlendirme sorumluluğuyla hareket edeceğine inanmak istediğini bildirdi. Erdoğan, türban konusunda parti içinden farklı seslerin çıkması, türban yasağının kamuda da kaldırılacağına ilişkin açıklamalar üzerine milletvekillerini uyardı. Erdoğan, “Kimse bu konularda konuşmasın, Sadece yetkili kişiler konuşsun” dedi. Ergenekon operasyonu... Ergenekon operasyonuna da değinen Erdoğan, gerilim isteyen, gerilimden beslenenlerin ve toplumu kutuplara çekenlerin gizli ajandalarıyla birer birer deşifre olduklarını belirtti. Başbakan açıkça söylüyor Ancak, bu “inkârı” desteklemek üzere üretilen “fanteziler” hızla çözülüyor. Siyasal İslamın her gün yeni bir mevzi kazandığını gösteren gazete haberleri bir yana, Başbakan Tayyip Erdoğan da, niyetini açıkça söylüyor: “… son zamanlarda ılımlı İslam diye bir ifade kullanılıyor… Bu da çok yanlıştır. İslam İslamdır.” “Velev ki bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz?” “Biz Batı’nın ilmini ve sanatını almadık. Maalesef, değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık…” “..Türkiye’de toplumsal mutabakat var ama, kurumsal mutabakat yok. Sorun da zaten burada.” Bu sözlerin anlamı, metni bağlamına oturtarak okumasını bilenler için çok açık. Hiçbiri dil sürçmesi ya da, “Başkalarının kılığına kıyafetine, hayat tarzına karışmaya ne hakkınız var. Biraz özgürlükçü olun” sözleriyle çelişen ifadeler değil. Başbakan’ın sözlerini bağlamlarına koyarak okursak bakın ortaya neler çıkıyor. “İslam, İslamdır”: Bu ifadeye anlam kazandıran bağlam, radikal (Hizbullah, Hamas, Vahabilik, El Kaide) ve ılımlıreformist, (liberal, demokrat, dolayısıyla radikal İslama karşı, çağdaş toplumun ve Batı’nın müttefiki) iki İslam olduğuna ilişkin kurgudur. Liberal entelijansiyanın ılımlı İslamın temsilcisi olarak sunduğu Tayyip Bey, ılımlı İslam kavramını reddederek, kendi İslam anlayışıyla “radikal İslam” arasında, dini, felsefi ve siyasi açıdan bir fark olmadığını söylemiş oluyor. FARKLI YORUMLAR NEW YORK TIMES: AKP’lilerin kafası yine karışık ? Zafer Üskül türbanın ortaöğretime girmemesi gerektiğini belirtirken, Fatma Şahin üniversitelerin ilk adım olduğunu savundu. Hayati Yazıcı’ya göre ise kamuda çalışanların da türban sorunu var. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türban yasağının kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliği AKP içinde farklı tepkilere neden oldu. AKP Kadın Kolları Başkanı, Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin, “Adım adım gitmek lazım. Önceliğimiz eğitim hakkı. Kamu çalışanlarını bugün için konuşmak yanlış” diyerek bir sonraki hedeflerinin kamuda türban serbestisi olduğunu ortaya koydu. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül ise anayasa ve YÖK Yasası’nda bu konuda ayrıntılı bir düzenlemeye ve tarif yapılmasına gerek olmadığını belirterek bunun yönetmeliklerle çözülmesi gerektiğini söyledi. İlk ve ortaöğretim kurumları ile kamu kurumlarında türban serbestisinin olamayacağını, olmaması gerektiğini anlatan Üskül, iki partinin üzerinde anlaştığı anayasa değişikliği önerisinin iyi incelenmesi gerektiğini söyledi. TBMM Milli Eğitim Komisyonu Başkanı AKP’li Mehmet Sağlam, anayasa değişikliği önerisinin üniversitelerdeki sorunu çözeceğini savundu. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, iki partinin üzerinde uzlaştığı türbanın “çene altından bağlanması” kriteri ile ilgili sorular üzerine, “Anadolu usulü bağlamadır. Bacılarımız, kardeşlerimiz böyle bağlıyor diyorlardı, işte bu o tarz bir bağlamadır” dedi. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı ise, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün türban konusunda halkoylaması önerisiyle ilgili görüşlerinin sorulması üzerine de Yazıcı, “Hak ve özgürlükler referandum konusu olmaz” diye konuştu. Yazıcı, türban konusunda varılan uzlaşma sonrası kamu çalışanlarına da türban takma hakkı getirilip getirilmeyeceği konusundaki sorulara, şu yanıtı verdi: “Başını kapayan vatandaşların sorun yaşadığı ortada. Önerilen düzenlemenin sorunu çözecek boyutta olup olmadığı konusunda yorum yapamam. Temennim, sorunun çözülmesi. Hizmet alan ve veren ayrımı yapılıyor. Partinin böyle bir çalışması yok.” Dini toplum yolunu açan adım Dış Haberler Servisi ABD’nin önde gelen gazetelerinden New York Times, AKP ve MHP’nin türbanı üniversitelerde serbest bırakmak için anlaşmasını, “ülkedeki laikliğe sadık, tutucu kesimi öfkelendirecek ve daha açıkça dini bir toplumun yolunu açacak bir adım” olarak yorumladı. Pazartesi geceki gelişmeyi, muhabirleri Sabrina Tavernise ve Şebnem Arsu’nun kaleminden duyuran gazete, “seçmenlerinin büyük kısmı koyu Müslüman olan AKP’nin temmuz ayındaki seçimleri açık farkla kazanmasının ardından türban yasağını kaldırmayı öncelik haline getirdiğine” dikkat çekti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın parti toplantılarında türbanlı kadınlara hitaben yaptığı konuşmalarda, “18 yıldır mücadelesi verilen bu konunun artık gündemden düşeceğini” vaat ettiği aktarılan haberde, varılan anlaşmanın, “dini kurallara daha çok bağlı bir Türkiye isteyen Erdoğan ile laikliği savunan muhkem ordu ve yargı kurumları arasında daha geniş alanda bir çatışma için meydanı hazırladığı” belirtilerek, CHP’nin anayasa değişikliğini mahkemeye götürmeye hazırlandığı kaydedildi. Gazete, üniversitelerdeki türban yasağının kaldırılmasına toplumdan destek olmasına karşın, eğitim sisteminin daha önceki basamaklarında bu yasağın kaldırılması veya kamu görevlilerinin de başını örtmesi olasılıklarının ise toplumda kaygı yarattığına dikkat çekti. Haberde, Türkiye’deki gerilimin arttığına vurgu yapılarak, “Yasaklanması dindar Türklerin kendilerini ülkelerinde ikinci sınıf hissetmelerini, kamudaki artan varlığı ise laik Türklerin, toplumun artık kendilerinin olarak hissetmeyecekleri bir hale dönüşmesini temsil eden başörtüsü burada çok derin ve duygusal bir konu” denildi. Siyasal simge ve mutabakat sorunu “Velev ki siyasi simge olabilir” sözlerinin anlamını da “siyasal” ve “simge” sözcüklerinin bağlamına oturtarak irdeleyebiliriz. Açık ki “siyasi”nin bağlamını bize siyasal İslamın projesi veriyor. “Simge” sözcüğünün bağlamını ise, bu siyasi akımın hegemonya kurma sürecinde bulmak olanaklı: Bir hegemonya sürecinde, ampirik bir nesne, özel bir konuma yükseltilerek, hegemonya projesinin “toplumsal mükemmellik vaadinin” realite içindeki taşıyıcısı, onun yerine geçen, fiziki simge, haline gelir (Laclau). Bir siyasi simge olarak türban, tam da böyle bir özelliğe sahiptir. Hegemonya sürecindeki işleviniyse, bireysel özgürlükler kavramı aracılığıyla, liberal (sağ ve sol) entelijansiyanın siyasi enerjisini, türban üzerinden, siyasal İslamın hegemonya projesini güçlendirecek biçimde tüketerek gerçekleştiriyor. “... Biraz özgürlükçü olun!” ifadeleri, “kültürel liberalizme” değil, Atilla Yayla’nın “çağdaş kıyafet, bireylerin özgürce seçtiği kıyafettir. Elbette toplumun genel ahlak kuralları geçerli olacak” uyarısındaki “genel ahlak kuralları geçerli olacak” ifadesinin ışığında “okunduğunda” tam aksi yönde, totaliter bir eğilime işaret ediyor. “Maalesef, değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık…”, ifadelerinin anlamı da bu totaliter eğilimle yakından ilgili. Siyasal İslamın, Müslüman Kardeşler’den, Vehhabiliğe, El Kaide’ye kadar uzanan alt kümelerinin söylemleri içindeki, “Batı’nın etkileri değerlerimizi yozlaştırdı, bizi dinimizden uzaklaştırdı, ahlaki çöküntü yarattı” varsayımını, “kurtulmak için saf dini prensiplere geri dönmek (asrı saadet) gerekir” tezini anımsamak yeterli. Tayyip Bey’in esas itirazı da, işte bu, Batı’dan gelen Aydınlanma temelli “hakikat rejimine”. Nihayet, “Toplumsal mutabakat var ama, kurumsal mutabakat yok…” saptamasının arkasında da yine, AKP’nin siyasi projesinin toplumsal mutabakat haline geldiğine, şimdi kurumları da bu mutabakata uygun bir biçimde şekillendirmek gerektiğine ilişkin, totaliter bir anlayış var. Liberal entelijansiyanın halini, liberalizmin toplumsal süreçleri anlamaktaki yetersizliği ile ancak bir yere kadar açıklayabiliriz. Ondan ötesi için benim aklıma, AKP için anayasa taslağı hazırlayan Prof. Özbudun ve ekibinin şimdi kaygılanmaya başladıklarına ilişkin haberleri okuyunca, Istvan Szabo’nun Mefisto filmindeki, Hendrik Höfgen geliyor; sanatını icra etmeye devam edebilmek için bilincini terk eden artist… Bu ekip de Herr Höfgen gibi “işini” en iyi biçimde yaptı, ama genel siyasi bağlamına aldırmadan… Şimdi, enerjileri, saygınlıkları, bireysel özgürlükler kavramı aracılıyla, türban üzerinden, siyasal İslamın hegemonya projesini güçlendirecek biçimde tüketiliyor… erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com MHP lideri Bahçeli partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, AKP ile varılan türban uzlaşması konusunda bilgi verdi, Baykal’a, hukukçulara ve TÜSİAD’a ağır eleştiriler yöneltti. (Fotoğraf: AA) Bahçeli, türban uzlaşmasını savunurken AKP dışında herkese çattı MHP’nin hedefi muhalefet ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, AKP ile vardıkları türban uzlaşmasını savunurken, CHP ve TÜSİAD başta olmak üzere çeşitli kesimlerin eleştirilerine “iyi niyetli adımların saptırılmak istenmesinin yersiz ve yakışıksız olduğu” karşılığını verdi. Bahçeli partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada AKP ile varılan türban uzlaşması konusunda bilgi verdi. Yapılacak düzenlemelerin, “yükseköğrenim kurumlarıyla sınırlı olacağını, ilk ve ortaöğretim kurumlarının bunun dışında kalacağını, kamu kurumlarında hizmet verenlerin kapsam dışında olacağını” bildiren Bahçeli, “varılan uzlaşmanın türban serbestisinin ilk ve ortaöğretime ve kamu alanına taşınacağı endişelerine yer olmadığını ortaya koyduğunu; çarşaf, peçe, cüppe ve benzeri kıyafetlerin önünü açabileceği endişelerinin de yersiz olduğunu” öne sürdü. “Demokrasi dışı yol ve yöntemlerden medet uman, hukuki fetvalar vererek anayasal kurumları yönlendirmeye çalışanlar çıkmıştır” diyen Bahçeli, şunları söyledi: “Anayasal yargı konu önüne gelirse yetkisini doğal olarak kullanacaktır. Anayasaya bağlı olarak görevini yapacak olan yüce mahkemenin emekli olduktan sonra hidayete eren akıl hocalarına ihtiyacı yoktur. AİHM’nin çarpıtılarak takdim edilen içtihadı da TBMM’nin üzerinde değildir. Bu çevrelere Brüksel ve Strasbourg’un bu konuda sığınma limanı olmayacağını, bunlardan medet ummanın da beyhude bir çabadan öte bir sonuç doğurmayacağını hatırlatmak isterim. Ana muhalefet partisi genel başkanının yaklaşımı, milli değerleri istismar alışkanlığının değişmediğini gösteriyor. Cumhuriyetin temel ilke ve değerlerine bağlılık konusunda kendilerinden alacağımız hiçbir ders veya nasihat yoktur.” Bahçeli, “İstanbul sermayesinin siyasi konularda fetva makamı olarak görev yapan bir çatı kuruluşu da, ‘başörtüsü en büyük sorunmuş gibi ortamı germenin âlemi olmadığını’ buyurmuş” sözleriyle TÜSİAD’ı hedef aldı. Bahçeli, bu kuruluşun hazırladığı demokratikleşme raporlarında “Kürt kimliğinin tanınması, Türkçe dışındaki dillerde eğitim verilmesinin” istendiğini vurgularken, “Türkiye’nin milli birliğini ve üniter yapısını hedef alan bölünme modellerine, demokratikleşme reçetesi olarak sahip çıkacaksınız, ancak konu başörtüsü olunca sudan bahanelerle geçiştireceksiniz. PKK’nin siyasi taleplerinden olan anadilde eğitimin pazarlamacılığını yapacaksınız, sonra da başörtüsü sorunun çözümü için iyi niyetli çabaları gereksiz gündem diye mahkum etmeye çalışacaksınız” diye konuştu. ‘APOLETSİZ OLMAK YETMEZ’ Son “Ergenekon” operasyonu sırasında birçok insan, “Acaba, yine geçmişteki gibi mi olacak” sorusunu soruyor. Geçmişte ne olmuştu? Yapılan birçok operasyonun ardından konu mahkemelere intikal etmiş ve mahkemelerde birçok iddia ve gerçek sararıp solmuştu. Mahkemeler birçok kanunsuz olaya karıştığı için tutuklanan, yargılanan “vatansever”lere çoğu zaman başka olaylara davrandıkları gibi davranmamış ve iddiaların üzerine kararlılıkla giden bir tutum göstermemişti, gösterememişti. Adamlar, yeniden ortalığa çıkmışlar, yeniden tehdit ve şantaj ile çıkar elde etmeyi, ortalığı karıştırmayı sürdürmüşlerdi. Bu uygulamaların yakın tarihte de, uzak geçmişte de o kadar çok örneğini yaşadık ki! Türkiye’deki sert kamplaşma her kurumu ve kişiyi etkilediği gibi kaçınılmaz olarak yargıyı da etkiliyor. Zaten ülkemizdeki son 30 yıllık deneyim, yargının otoriter bir anlayışa doğru sürüklendiğinin sayısız örnekleriyle dolu. Türkiye’nin Çetelerle Sınavı… Ben bu köşede defalarca belirttim, bir kez daha belirtmek istiyorum: Geçmişte, özgürlük karşıtı, otoriter devleti güçlendirmek yönünde dava açan, karar veren savcı ve yargıçların çoğunu daha sonra daha üst yargı mercilerinde yetkili olarak gördüm. Demokrasiyi, insan haklarını kollamaya çalışan, yargıç ve savcılarınsa başlarına gelmedik kalmadı. Bu konuda aslında bir dosya çalışması yapılsa, daha net ve somut olgular ortaya çıkabilir. Zaten geçenlerde yapılan bir araştırmada, hâkimlerin ve savcıların önemli bir kısmı “devletin çıkarları, hukukun üstündedir” anlamına gelecek açıklamalar yapmışlardı. Bu ne demektir: Ortada bir suç olsa bile eğer ben bunu devletimin çıkarları için yapılmış kabul edersem, hukuk ikinci planda kalır. ??? Tabii ki, bunu söylerken hukukun üstünlüğü için mücadele eden yargıç ve savcıları dışında tutuyorum, ancak işlerinin de ne kadar zor olduğunu vurgulamak istiyorum. Doğan Öz cinayeti davasından Abdi İpekçi cinayeti davasına, son olarak Susurluk davasına kadar yargıda neler yaşandığını biliyoruz. Bu nedenle bir kesim insanın, Ergenekon soruşturması için de kaygılar duyması pek yabana atılır bir durum değil. Hrant Dink cinayeti davasının müdahil avukatlarının bir yılın muhasebesi kapsamında yayımladıkları açıklamayı okuduğumda da aynı tabloyu gördüğümü söyleyebilirim. ??? Bir soruşturmanın adalete, hukuka uygun olarak yürütülebilmesinin en önemli garantilerinden birisi kamuoyunun duyarlığıdır. Bu nedenle hepimizin duyarlı bir şekilde soruşturmayı izlememiz çok önemli. Burada toplumdaki kamplaşma nedeniyle tereddüde düşmemek şart. Yani şu andaki hükümete olan öfkemiz ve tepkimiz yüzünden, ortalığı kana bulayarak bundan çıkar elde etmek isteyenlere tolerans tanımamak gerekiyor. ??? Türkiye’nin çetelerle mücadelesi, bu ülkenin geleceğinin nasıl kurulacağının da mücadelesi anlamına geliyor. Bu nedenle çetelerin yargı alanında hukuka uygun bir şekilde yargılanması çok önem kazanıyor. Türkiye’nin bir hukuk devleti haline gelebilmesinin yollarından birisi de bu alanda gösterilecek başarıdır. Nedir bu başarı? Çetelerin yasadışı faaliyetlerini yürütemeyecekleri ölçüde hukukun gerektirdiği cezalara çarptırılması, bir daha bu yollara başvuramayacakları ölçüde cezalandırılmalarıdır. Yargılamanın kamu vicdanını yaralamayacak, yargıya güvensizlik yaratmayacak bir açıklıkta sürdürülmesidir. Türkiye bunu yapabilecek güçte midir, değil midir? Türkiye’de adalet yerini bulabilir mi, bulamaz mı? Bu soruları Abdi İpekçi’nin ailesine sorsanız, acı bir yanıt alırsınız. Uğur Mumcu’nun ailesine sorsanız da aynı cevaplarla karşılaşırsınız. ??? Bu ülkede adaletin, hukukun yerleşmesi aslında siyasi suikastların, saldırıların kamu vicdanını tatmin edecek ölçüde sonuçlara varmasıyla mümkündür diyebiliriz. Yargıya çok önemli görevler düşüyor. Tabii yargının elini güçlendirecek kamuoyu desteği ve kararlı bir siyasi irade de çok tayin edici. Daha önce bu tür sınavlardan başarıyla çıktığımız söylenemez. Şimdi yeni bir dönemecin eşiğinde yeni sınavlardan geçiyoruz… Umarız, geçmiştekileri yeniden yaşamayız… DTP’li Ayna: Anayasanın özü demokratik olmalı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) DTP Eşbaşkanı ve Mardin Milletvekili Emine Ayna, ‘’Sivil anayasadan kastımız, sadece anayasa yapıcılarının apoletsiz olması değil, anayasanın özünün demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü olmasıdır’’ dedi. DTP’nin grup toplantısına Grup Başkanı Ahmet Türk, rahatsızlığı gerekçesiyle katılamadı. Grup toplantısında konuşan Emine Ayna, kadın hak ve özgürlükleri konusuna değindi. Yasalarda kadın ve erkeğin birbirine eşit olduğunu, ancak bu eşitliğin bir türlü yaşama geçirilemediğini belirten Ayna, şöyle devam etti: “Devlet, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yaşamın bir parçası gibi görüyor. Yeni anayasanın ortaya çıktığı bölümlerinde bu görüş kendini hemen gösterdi. Şu an bu eksik ve yetersiz anayasada bile yer alan ‘Kadınerkek eşitliği’ çıkarılarak yerine ‘Kadınlar korunmaya muhtaçtırlar’ şeklinde bir tanımlama getirilmiştir.’’ CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle