05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 OCAK 2008 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Ahlaksız Can Tekeli: “Atatürk ‘Cumhuriyet fazilet rejimidir’ demişti. Erdemsiz kişiler elbette cumhuriyete düşman olacaklar!” Ya ğ m u r E k i m Çevre konferansında İslamiyet anlatılmış... “Çepeçevre şeriat!” KENDİSİNİ “Türkiye’de yaşayan halkın yüzde doksan dokuz virgül beş oranındaki Müslümanlarından biri ve aynı zamanda Şeyhülislam Musa Kazım ile müderris Rıza Hoca torunu Yalçın Uysal adında biri” olarak takdim eden zatın, “Diyanet İşleri Başkanlığı Ulvi Katına” başlığı ile yazdığı açık dilekçedir: “İşsizlik, açlık ve bunlara bağlı olarak toplumsal yaşamımızda kaos! Ama biz, türbanla yatıp türbanla kalkıyoruz! Aklıma takılıyor: Âdem babamızla, Havva anamız cennetten kovulduklarında, Âdem babamızın bacağında haşema, Havva anamızın başında türban var mıydı? Gâvurların yapmış olduğu resimlere inanacak olursak, görüntü ürpertici: Tesettür bir yana, ikisi de anadan üryan! Düşünüyorum: Adem babamızla Havva anamız, giysilerini dünyaya PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Türkiye GerçekleriUmut (16) Türkiye Cumhuriyeti, yürürlükteki anayasaya göre ‘laik, demokratik, sosyal hukuk devletidir’. Bu çağdaş tanım demokratik cumhuriyetlerde ‘yasama’, ‘yürütme’ ve ‘yargı’ güçlerinin ayrılığını/bağımsızlığını önkoşul kılar. Şimdi soralım: Bu önkoşul Türkiye’de mevcut mudur, yargı yürütmeden bağımsız mıdır? Bu sorunun yanıtı bellidir: Türkiye’de yargının bağımsızlığı kısıtlıdır. Baştaki siyasal iktidarın, TBMM’deki sandalye çoğunluğunu fırsat bilerek çıkardığı/çıkaracağı kadrolaşma hareketi hızlanarak sürdükçe bir süre sonra yargının bağımsızlığından söz etmek tümüyle olanaksız olacaktır. Güvenilen dağlara kar serpiştirmeye başlamıştır. Gelişmeler, orta erimde Yargıtay’ın da, Danıştay’ın da, Anayasa Mahkemesi’nin de siyasal iktidarın buyruk alanına gireceğini göstermektedir. 1960’larda, 1970’lerde solun bir kesimi, o zamanlar yeni palazlanmakta olan kapitalistlere ‘milli/ulusal’ tanımını yakıştırıp bu sınıfı ülkenin demokratikleştirilmesinde olumlu rol oynayacak bir güç olarak değerlendirdiğinde Türkiye’deki demokratik sosyalist hareketin unutulmaz önderi Mehmet Ali Aybar, buna şu sözlerle karşı çıkmıştı: “Milli burjuvazimiz, ufuksuz, kültürsüz, kısa görüşlü yakın çıkarlarına yönelmiş bir kurnazlıktan başka hiçbir hasleti olmayan bir sınıftır. Bu tarihsel gelişmesini tam yapamamış ithalatçı, tüccar merhalesinde kalmış olmasının sonucudur. Ne dünya, ne yurdumuz gerçeklerini, hatta kendi öz çıkarı açısından bile, gereği gibi değerlendirecek durumda değildir.” Aradan kırk yıl geçmiştir, bu süre içinde burjuvazi ithal ikameci yapısını önemli ölçüde koruyarak büyümüş, büyüdükçe de ‘milli/ulusal’ niteliğini aynı ölçüde yitirmiştir. Bugün Türkiye burjuvazisinin metropol kesimi ağırlıklı olarak laik, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin payandası olan Anadolu kesimi ise ağırlıklı olarak dincidir, her iki kesim de emperyalizme bağımlı, dolayısıyla ‘gayri milli’dir. İşbirlikçi burjuvazi, çok küçük bir bölümü dışında ufuksuzlukta, kültürsüzlükte, kısa görüşlülükte, dünya ve Türkiye gerçeklerini değerlendirecek durumda olmamakta Mehmet Ali Aybar’ın 40 yıl önceki sözlerini yanlış çıkartacak hiç yol almamış, yalnızca zenginleşmiştir. Metropol burjuvazisinin, demokrasinin olmazsa olmazı olan laiklik anlayışının ise bağımlı oldukları emperyalist odakların icazetleriyle sınırlı olduğunu buraya bir not olarak düşelim. Burjuvazinin demokratlığının ölçütü, istihdam ettiği emekçilerin sendikalaşmalarına gösterdiği yaklaşımdır. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kapitalist üretim biçiminin yarattığı bir sosyal sınıf olan burjuvazinin de, bu burjuvazinin egemenliğindeki devletin de sendikal örgütlenmelere yaklaşımı olumsuzdur. Özellikle emperyalist ABD’nin ‘bizim oğlanlar’ diye adlandırdığı, işbirlikçi 12 Eylül darbecilerinin hazırladıkları, bugün de yürürlükteki anayasanın süngü zoruyla topluma dayatılmasından sonra sendikalaşma hareketinde önemli gerilemeler gerçekleşmiştir. Anayasanın, ‘bireylere ve sivil örgütlenmelere karşı devleti koruyan’ maddelerini ve sendika içi demokrasi yerine otoriter, profesyonelmerkezi sendikacılığı gözeten yasaları fırsat bilen işverenler, işyerlerindeki sendikaları çeşitli yöntemlerle büyük ölçüde budamışlar ya da ‘sarılaştırmışlardır’. TürkiyeAvrupa Birliği Karma İstişare Komitesi’nin 25.01.2006 sayılarına göre Türkİş 33 sendika ve 2.092.694 üyeye, DİSK 18 sendika ve 403.152 üyeye, Hakİş 8 sendika ve 378.095 üyeye, KamuSen de 11 sendika ve 400 bin üyeye sahiptir. 3 milyon 273 bin 941 sendikalı sayısı, ‘dünyanın 18. büyük ekonomisi’ olduğu söylenen ve devlet verilerinde Eylül 2007 itibarıyla istihdam edilen çalışan sayısının 23 milyon 361 olduğu bir ülkede gerek burjuvazi, gerek onun temsil ettiği kapitalizm, gerekse demokrasi adına utanç verici bir durumdur. Medyanın tekelleşmesi de burjuvazinin antidemokratik yaklaşımlarından biridir. 1990’lardan bu yana görsel ve yazılı basın, burjuvazinin ‘laik’ ve ‘dinci’ olmak üzere ‘sözde karşıt’ kanatlarında yer alan büyük sermaye gruplarının elinde tekelleşmektedir. Bankacılıktan petrolcülüğe, müteahhitlikten iletişim operatörlüğüne kadar ekonominin en fazla kâr getiren alanlarında at koşturan dev holdingler ellerindeki gazete, televizyon, radyo ve internet sitelerini yerine göre ya iktidara karşı ‘şantaj aracı’ ya da iktidardan yana ‘alkış efekti’ olarak kullanmaktadırlar. Tüm bunlar Türkiye gerçekleridir. Özetle söylemek gerekirse Türkiye’de devlet, devlet kurumları, yarıköle köylülük gibi burjuvazi de evrensel kabul gören anlamıyla ‘demokrat’ değildir. Umudu gerçeklerimizle yüzleşerek, içinde yaşadığımız koşulları bilerek arayacağız. (eposta: dkavukcuoglu?superonline.com) Bir araştırma: Tüketici kötümser. Demek ki, kahrından tüketiyor! Yarış Hasan Baş: “Yüce Türk Bahçeli, mollalık yarışında Feto’yu zorluyor.” Kadayıf Necati Yıldırım: “AKP, Yargıtay’ın uyarısını üstüne almamış! Anlaşıldı, Erbakan gibi kadayıfın altını yakacaklar!” girerken vestiyere bırakamayacaklarına göre, demek ki, cennette de çıplakmışlar. Yani, ikisi de, Allah’ın cennetinde tesettürsüz! Cennette yalnız olmadıklarına ve de cennet, dini bütün Müslümanlarla dolu olduğuna göre onlar da anadan üryan mı? Eğer öyleyse, yıllardan beri, sanki ülkemizde her şey yerli yerinde de, çöplüklerde eşinen, semt pazarlarında sıkılarak ve utanarak sebze meyve atıklarını toplayan, ahlak polisine vesika almak için başvuran evli kadınlarımız yok da, bütün bunları göz ardı edip türbanla uğraşıyoruz! Tövbe tövbe! Sayın Diyanet İşleri Başkanı profesör doktor Ali Bardakoğlu. Görüyorsunuz ki, türban bana böyle kötü şeyler Diyanet düşündürüyor. Lütfen açıklayın da, günaha giriyor muyum, girmiyor muyum; türbanı anayasaya sokmak isteyen gafilleri, kızdırıyor muyum kızdırmıyor muyum, bileyim. Aklıma gelmişken şunu da öğrenmek istiyorum: Cennette tesettür varsa, tekstil fabrikası da var mı? Arz ederim. Sonsuz saygılarımla.” Elçiye zeval olmaz; açık dilekçe aynen böyle. Amma ve lakin ve de velev ki denerek, AKP’nin Başbakanı RTE tarafından türban artık siyasi bir sembol olarak ilan edildiğine ve dahi AKP’nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından da türbanın siyasiliği tescillendiğine göre siyasi bir konuda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görüş açıklaması ne yazık ki söz konusu olamayacaktır. Yoksa, dini siyasete sokmuş oluruz ki bu da çok ayıp bir şey olur! SESSİZ SEDASIZ (!) Şeriat Mahallesi, Tramvay Durağı, Demokrasi Çıkmazı’nda türbana nazır süper lüks ılımlı satılık daireler Kurumsal Gülhan Elmas: “Dinciliğin ‘yükselen değer’ olduğu ülkemizde yolsuzluk, rüşvet, suiistimal, sahtekârlık, dolandırıcılık, hırsızlık suçlarında patlama yaşanıyor. Normaldir! Din artık memleketimizde ahlaki değil, siyasi bir kurum!” Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com 2008 Nasrettin Hoca yılıymış... Önceki yıllar da hacıhoca yılıydı! ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Ufuk Esin’den Esinlenebilmek Geçen cumartesi (19 Ocak 2008) yitirdiğimiz, arkeoloji dünyamızın en çalışkan, en özverili ve en birikimli neferlerinden Prof. Dr. Ufuk Esin’e nasıl “teşekkür” edebiliriz? Sadece geçmişin belgelenmesine katkılarından ötürü değil; tarihten gelen kimlik zenginliğimizi “doğru kavrayabilme”mizi sağlayan “uyarılar”ını da nasıl kutsayabiliriz? Çünkü Türkiye’yi yönetenler, binyılların “Anadolu insanı”nı, sözde “kültürel farklılık”ları tanımak adına “alt kimlik”, “üst kimlik” diye bölerken, bu topraklardaki yaşanmışlıkların “maya”sını “O”, şöyle anımsatıyordu: “Ortak kimliğimiz ‘Kültürler Alaşımı’dır. Türkiye’nin kültüma dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bunun adı da bence ‘Anadolu’dur.” Yıllarını uygarlıkların derinliklerine adamış Ufuk Hoca’nın bu tanımlamasını, Antakya’da anımsamak ve bildirgelere yansıtmak elbette ki rastlantı değildi. Çağlar boyunca birlikte, yan yana ve hatta “iç içe” yaşayarak ortak bir “kent kültürü” yaratan farklı inançlardan insanların hangisi “ora”lı değildi ki? Anadolu’nun gerçeği Nitekim Anadolu’nun bu özelliği, Mimarlar Odası’nın 2005 yılında İstanbul’da ev sahipliği yaptığı “Dünya Mimarlık Kongresi”ne ulusal hazırlık buluşmaları olan “Türkiye Kongreleri”nde de vurgulandı. Bunlardan “AdanaAntakya Kongresi”nin duyurusunda deniyordu ki: “Tarihsel süreçte bu yöredeki kentlerin kazandığı çok kültürlü özgün karakter, Pagan, Musevi, Hıristiyan ve Müslümanların ortak yaşam ilişkileri içinde oluştu. Sonuçta ortaya çıkanın, mozaik değil; kültürel bir alaşım olduğunu görürsek, tarihsel dostlukların temelini daha iyi kavrarız.” (26 Şubat 2005) ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com Yaşamın ‘doku’ları Peki, bütün bunlar ne anlama geliyor? Yine Ufuk Esin’den öğrendiklerimizle, 3 yıl önce bakın nasıl yanıtlamışız: “Bu ortak yaşam ilişkilerinin getirdiği yakınlaşmada, özellikle kentsel ortamdaki aynı mekânlar, aynı komşuluklar, ticaret, kültür ve hatta sevinçler, tasalar, duygular, öylesine hesapsızkitapsız bir içtenlik içinde paylaşılıyor ki.. artık ‘birbirlerinden ayrılması olanaksız’ toplumsal dokular çıkıyor ortaya...” (Cumhuriyet 01 Mart 2005) Kaldı ki mozaik “dağılabilir” de.. hatta dağılan renklerden farklı, yeni bir mozaik bile yapılabilir. Buna karşın “alaşım”ın ise hem böyle bir “risk”i yok, hem de kendisini oluşturan farklı kültürleri “içselleştirmiş” bağımsız ve özgün bir kimliği tanımlıyor. Bu nedenle Türkiye’yi “vatan” yapan “Anadolu insanı”nın “ortak kimliği”ni, bu büyük “kültürel alaşım”ın köklü ve zengin uygarlık birikimleri yaratıyor... Ufuk Esin Hocamız, işte böylesine tarihsel bir dersi günümüzün her türlü “bölücü”lerine karşı binyılların Anadolu gerçeği olarak anımsatırken; hem “ufuk”larımızı aydınlattı, hem de yarınlarımız için en temel “esin” kaynağımızı öğretti... Söyler misiniz; nasıl teşekkür etmeliyiz? ekinci?cumhuriyet.com.tr HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN Bir Anadolu kızı /19332008 (Nezih Başgelen arşivinden). rel zenginliğinin sadece bir ‘mozaik’ değil, aynı zamanda ve daha ileri düzeyde bir ‘alaşım’ olduğunu, her türlü sosyalkültürel ve ulusal gelişme ve kalkınma politikalarımızda, artık ‘temel tarihsel gerçek’ olarak tüm davranışlarımızın odağına yerleştirmeliyiz.” HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com Bütünleşen kültürler Bu ifadeler, İçişleri Bakanlığı’nın da katılımıyla Mimarlar Odası ve ÇEKÜL tarafından 30 Eylül 2000’de Antakya’da düzenlenen “Kültürel Mirasın Korunmasında Valiliklerin Sorumlulukları” toplantısının sonuç bildirgesinde de yer almıştı... Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, dönemin Hatay Valisi Yener Rakıcıoğlu, ÇEKÜL Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen ile bölgedeki diğer illerin valilerinin ve dönemin Antakya Belediye Başkanı İris Şentürk’ün de imzalarını taşıyan bu sözlerin, Prof. Dr. Ufuk Esin’e ait olduğu belirtilerek... Kültür Girişimi’nin daha önce İzmir’de gerçekleştirdiği “AB Sürecinde Kültür Politikaları” sempozyumunda demişti ki: “Anadolu’daki her kültür, diğerlerinden bir şeyler almış. Tarihin belgelerine baktığımızda bu mozaiğin zamanla alaşı TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 23 Ocak www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Rus mutfa1 ğına özgü, içi et, balık ya da 2 lahana ile doldurulmuş kü 3 çük börek. 2/ 4 Belirti, ipucu... 5 Konya ilinde bir baraj. 3/ 6 Sergen... Kali 7 teli bir şarap 8 veren kırmızı üzüm cinsi. 4/ 9 Dağkeçisi... Defa, kez. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 5/ Museviliğin simge 1 M İ N C İ A İ T si olan yedi kollu şam2 İ Ç L İ K Ö F T E dan... Tuzağa düşürüV ON A R len şey. 6/ Kışa kadar 3 H E saklanabilen, sarı 4 A L P İ N İ Z M A L K İ E V renkli bir üzüm cinsi. 5 L P L T E 7/ Güney Amerika’nın 6 I R Z tropikal bölgelerinde 7 Ç İ V İ L E M E yetişen, armut büyük 8 Y A K A R I A lüğünde ve lezzetli bir 9 Y A L A N H UĞ meyve. 8/ Otomobil, bisiklet gibi taşıtların çekiş ve hızını ayarlamaya yarayan dişliler düzeni... İlgi eki. 9/ Tellür elementinin simgesi... Yabancı... Ankara’daki özel bir tiyatronun kısa yazılışı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tatar mutfağına özgü, içine kıyma konularak yapılan bir tür çörek. 2/ Aruz ölçüsünde, kısa okunması gereken bir heceyi kalıba uydurmak için uzatma... Havva’nın Batı dillerindeki adı. 3/ Ham petrolün bitmiş ürünlere dönüştürüldüğü fabrika. 4/ Siper, hendek... Yönetme ve danışma yetkileriyle donatılmış, az sayıda kişiden oluşan kurul. 5/ Tavlada “altı” sayısı... Kirpik boyası. 6/ Yunan mitolojisine göre uçmayı başaran ilk insan. 7/ Ödünç verme... “ doğmadan şavkı düşmez ovaya” (Karacaoğlan). 8/ Astronomide, aralarında büyük uzaklık bulunan iki noktadan bir gökcismine bakıldığında gözlenen iki doğrultu arasındaki açı. 9/ Saz ya da kamıştan örülmüş büyük sepet... Köpek. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle