24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 OCAK 2008 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Hrant, umut bin yapraklı bir çiçektir rant, sen gideli bir yıl geçmiş bile! 19 Ocak 2007’de sana hunharca kıyan H zavallılar umudumu bir kez daha öldürdüler. Yeniden ve daha inançlı, güçlü açsın diye... 67 Eylül’de çocukluk düşlerimdi ölen. 12 Mart12 Eylül’lerde gençlik hayallerimi katlettiler. 19 Ocak’ta kaybettiğimiz yalnızca senin insanlığa ödünç verilmiş kısacık yaşamın değildi. Benim gibi yüz binlerce insanın toplum projesi, umuduydu da yitirdiğimiz. Ne yazık ki öyle sloganlarda, marşlarda, şarkılarda, türkülerde söylendiği gibi yerin, yeriniz doldurulamıyor, dolmuyordu. Arkanızdan yüzlercesi, binlercesi peydahlanıvermiyordu. Ne 1950’ler, 60’lar, 70’lerde İstanbul’u, Türkiye’yi terk eden renkler, tatlar, kokular, zevkler, zihniyetler geri geldi, ne de Bahriye, Muammer, Necdet, Turan hocalar, Uğur Mumcu ve diğerlerinin yerini alabilecek tiynet ve pahada değerler yeniden doğdu. Senin gibisi ne geçmişte vardı, ne de gelecekte olabilecek. Hepinizin ardından bir acı art lezzet, bir yenilmişlik duygusu, bir hiddet, bir isyan kaldı. Batan güneşle uzayıp belirsizleşen, yok olan, karanlıkta eriyen gölgeler gibi... Tesellimiz her doğan günde, ışıyan aydınlıktaydı. Onun da adı yine “Umut”tu, Hrant kardeş... Seninle bir içki sofrası bile paylaşmadık. Aynı mekânlarda çocuklarımızı, sevgililerimizi okşamadık. Birlikte fıkralar, hikâyeler anlatıp gülmedik. Bir hafta sonunda, bayram veya tatilde deniz kıyısında, adada, parkta hiç dolaşmadık; alışveriş, yolculuk yapmadık. Hiçbir ortak eylemimiz olmadı. Topu topu birkaç defa 3 bin kilometre mesafeden telefonla konuştuk. Fransa’da 2006’da yayımlanan, İstanbul’daki sivil toplum mücadelesini anlatan bir kitap için, eserin Agos’un sıcacık, arı kovanı gibi hareketli bürosunda bir öğleden sonra beraber olduk. Bir hayat kadar dolu dolu ve uzun, açılıp kapanan göz kapağı aralığı kadar kısa bir andı birlikteliğimiz. Ancak anladım ki, aklım erdiğinden beri benimle olmuşsun. Ben her zaman seninle olmasam, olamasam bile aslında sen benimle olmuşsun, ben farkında olayım olmayayım... Dediğin gibi: “Ben seni hep bildim, senin ne yiyip içtiğini, neyle yatıp kalktığını, neden hoşlandığını, neye sevindiğini, ne konuştuğunu, ne okuduğunu, dinlediğini, neye kızdığını, neden korktuğunu, neyle övündüğünü bildim... Ama sen benim dünyamın farkında bile değildin. Benimle yan yana yaşıyordun, birlikte değil!” Agos’la başardığın bir ilk, yalnızca Türk toplumunun içinde, Ermeni cemaatiyle yepyeni eşsiz organik bir bağ ve diyalog kurmak değildi. Kendi içimizdeki “Öteki”nin, bütün “Ötekiler”in varlığını bir değişik sezgi ve yöntemle duyurmuş, sorgulamanın yollarını açmıştın. Oraları PARİS olduğu gibi buraları da rahatsız etmiş, arkaik bir diyasporanın kovanına çomak sokmuş, şimdilerde sevilen bir deyişle “ezberleri bozmuştun”... O UĞUR HÜKÜM kadar ki, bazı parazitler önümüzdeki hafta, Paris’te 4 Ermeni ve Türk kuruluşunun Paris Belediyesi’nde ortaklaşa hazırladıkları “Hrant’la 6 Saat” programını iptal ettirdiler. Onun katlinden 4 gün sonra, 23 Ocak’ta Paris Radio Soleil Türkçe Yayınları’nda “Hrant Dink” ile ilgili özel bir program sunuyordum. 2 saatlik canlı yayında dinleyicilere de söz veriyordum. Ortalama dinleyicisi restoran, büfe çalışanları, konfeksiyon atölyeleri ve inşaat işçileri, küçük esnaf ve geniş oranda ev kadınlarından oluşan radyoyu o gün çok insan arıyordu. Genelde herkes üzgün, hiddetli ve de şaşkındı. Programın sonlarına doğru oldukça kuvvetli bir Doğu Anadolu aksanıyla konuşan 5060 yaşlarında bir kadın aradı. “Yıllardır radyoyu dinlerim ama bugüne kadar sizi hiç aramadım. Kürt de değilim, Ermeni de. Politikayla filan da aram yoktur. Biraz önce radyoda konuşulanları dinledim. İçimden gelenleri size söylemek istiyorum. Öldürülen bey de benim gibi Malatyalıymış galiba...” Sesi heyecandan titriyor, cümlelerini tamamlamakta zorluk çekiyordu. “Ben bu beyi Türk televizyonunda birkaç defa konuşurken gördüm. Bilmem ama içim çok ısınmıştı kendisine. Söylediklerinin hepsini anlamıyordum, ama haklıydı galiba. Çok samimi bir adam...” dedi ve takıldı. Sonra bir kere daha, “Çok dürüst bir adamdı, çok dürüsttü, dürüst...” demeye kalmadı, başladı hüngür hüngür ağlamaya. “Dürüsttü, dürüst...” diye tekrarladı bir süre. Sonra hıçkırarak “Bana ne onun dininden, imanından. Dürüsttü, dürüst... Halbuki nasıl da umutluydu! Nasıl kıydılar ona?” dedi ve kapattı. Hrant’ın açtığı yaranın derinliği, asla terk etmediği ülkesini benzersiz bir üzüntü ve tereddüde sürüklemişti. Kuşkuların iz bırakmaması, insanların daha fazla sorgulamaması amacıyla her cepheden acımasız bir kampanyaya girişildi. Fakat bu kez Hrant’ın kanıyla sulanan topraklardan beklenmedik, hesap edilmedik fideler fışkırmıştı. Elbette o günden bugüne kalan, dilediğimiz olmaktan çok uzak. Arkasını getirmek, filizleri güçlendirmek bir avuç insana, bizlere, sizlere düşüyordu, düşüyor. Yetişen, yetişecek çiçeklere günün birinde Hrant adı verilir mi bilemem. Ama bugüne kadar Umut’u yok etmeye hiçbir Tanrı’nın, hiçbir rejimin, hiçbir zorbanın, hiçbir kitabın gücü yetmedi. Zaten onu bizden aldıkları an dünyanın sonu gelmiş demektir... Hrant kardeşim, umut bin yapraklı bir çiçektir. Birileri onun yapraklarını hoyratça yolabilir veya doğa onu kendince dökebilir. Ama o betonda bile biter. Taşı yarar, ışığına ulaşır. Mevsimi yoktur, her daim açar... Meyveleri günün birinde birilerine kısmet olur mu? Rüyasını yaşatmak bile bize yeter... * Bu yazının tümü aylık BARAKA dergisinin gelecek sayısında yayımlanacaktır. Acil gelin aranıyor sınavı başarıyla verebilirlerse Hollanda’ya geliş vizesi alabilecekler. maddesi de, Nicolas SarkozyDüşünsenize, Erzincan’ın ya da Carla Bruni aşkı. Hangi gazete Artvin’in bir köyünden bir yeni sayfasını çevirseniz, hangi gelin, ya da damat kalkıp televizyon ekranını açsanız Ankara ya da İstanbul’daki karşınızda, “ünlü âşıklar”ın Hollanda temsilciliklerinden görüntüleri. Bir yanda sağcı birinde dil kursuna gidecek. Fransa Başkanı ile eski model Ardından sınava girecek. Hem sevgilisinin evlilik tarihlerine masraflı hem de zor bir süreç. ilişkin bahisler yer alıyor. Diğer Durum böyle olunca da, yanda milyarder Donald Türkiye’den evlilikler de durma Trump, gitarist Eric Clapton, noktasına gelmiş. Hollanda şarkıcı Mick Jagger gibi Merkezi İstatistik Bürosu birçok ünlüyle beraber olan verilerine göre, kendi Bruni ile ilgili çarpıcı analizler. ülkelerinden evlenen Türk ve Bruni ile daha önce röportaj Faslı genç sayısı önemli ölçüde yapmış magazin muhabirleri, azalmış. 2001’de Hollanda’da televizyon programlarının yaşayan Türk gençlerinin yüzde vazgeçilmezi haline geldi. Tüm 56’sı, Faslı gençlerin de yüzde programları dolaşıp tanıdıkları 57’si kendi ülkelerinden “Carla”yı anlatıyorlar. Kimi evlenirken, bugün bu durum medya organları Sarkozy aşkını tam tersine dönmüş. 2006 “Fransa’nın Glasnost’u” diye verilerine göre Hollanda’daki değerlendirecek kadar işi ileri Türk gençleriyle evlenen götürüyor. Ama tüm bu olup Türklerin oranı yüzde 54’e bitenler Ayşe teyzenin hiç mi yükselmiş. Türkiye’deki hiç umurunda değil. partnerlerle evlilik oranı ise Televizyondaki SarkozyBruni yüzde 20’lere kadar gerilemiş. görüntülerine boş gözlerle Gelin ya da damat için “illa bakarken, aklından oğluna gelin Türkiye’den olsun” diye olarak hangi kızı seçeceğini direten kimi aileler de “Belçika düşünüyor. Düşünce rotası” yoluyla Hollanda’daki dehlizlerinde umarsız dolaşıp, yasal engeli aşmayı başarmış. yine bir sonuca ulaşamayınca Hollanda pasaportu olan bir da beddua etmeye koyuluyor, Türk genci, Türkiye’de eski göç ve entegrasyon bakanı evlendikten sonra gidip Rita Verdonk’a... Belçika’da bir ev Ayşe teyze ve AMSTERDAM kiralıyor. Bu ülkede Hollanda’daki diğer oturduğu için de, yurttaşı kadınlara eşini, aile birleşiminin göre, 21 yaşını hâlâ kolay olduğu dolduran Belçika’ya getiriyor. 6 çocuklarının hâlâ ay Belçika’da bekar gezmesinin oturduktan sonra, YUSUF ÖZKAN sorumlusu yasal engelle Verdonk... karşılaşmadan eşiyle Göçmenler ve sığınmacılar için beraber Hollanda’ya taşınıyor. ağır yasal düzenlemelere imza Ancak bu yöntem de uzun ve atan Verdonk’un, evlilik masraflı olduğu için artık fazla yoluyla Hollanda’ya gelişleri rağbet görmüyor. Eskiden Türk zorlaştırması, birçok Türk anneler, Hollanda’daki gençleri, annenin planlarını, hayallerini kendi çocuklarına eş olarak de yerle bir etti. Yasal seçmeye pek sıcak değişiklikler öncesi çocuklarının bakmazlarmış. Büyük kiminle evleneceğine genellikle şehirlerde herkesin birbirini anneler karar veriyordu. tanıdığı “getto”larda Çocukları evlilik yaşına Anadolu’dan getirdikleri tüm yaklaşınca, çoğunlukla alışkanlıklarını yaşatan Türk geldikleri köylerde ve aileler, özellikle Hollanda’da genellikle de akraba yetişen kız çocuklarını pek çevrelerinde yaptıkları küçük “makbul” saymazlarmış. bir araştırma sonucu seçtikleri Köyden gelecek kızların “daha kız ya da oğlanları, kendi söz dinler ve daha ehli namus çocuklarıyla evlendiriyorlardı. olduğunu” düşünürlermiş. Genelde yaz tatiline denk Ancak şimdi durum biraz getirilen köy düğününün farklı. Yasalar değişip, ardından, kâğıt işleri halledilip Türkiye’den gelin ya da damat 23 ay içinde gelin ya da damat getirmenin zorlaşması üzerine, Hollanda’nın yolunu tutuyordu. Hollanda’dakiler kıymete bindi. Ancak 2004’te yapılan yasal Köydeki akraba çocuklarından düzenlemeler, evlilik yoluyla umudu kesen Ayşe teyzeler, göçü neredeyse olanaksız hale şimdi Hollanda’daki Türk getirdi. Bir genç kız ya da gençleri arasında gelin ve erkeğin resmen evlenebilmesi damat arayışına başladılar... için öncelikle 21 yaşını Başka şehirlerdeki tanıdıklara doldurması koşulu getirildi. ziyaretler daha sıklaştırılıp, eşe Böylelikle 16, 17’sinde yapılan dosta haber salınır oldu. ve çoğu hüsranla biten Çöpçatanlık, yeniden “hatırı evliliklerin önü kesildi. sayılır” bir işe dönüştü. Oğul Ardından sınav zorunluluğu ya da kızlarının “evde kalması kondu. Türkiye’den gelecek kâbusu”nu yaşayan Ayşe gelin ya da damatlar, Hollanda teyzeler “acil gelin ve damat” dili ve kültürü konusunda arayışını hızlandırdılar. sınavdan geçirilecekler. Eğer ozkanyusuf@hotmail.com ütün Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, Hollanda B medyasının öncelikli gündem İstanbul Üç kızın hikâyesi... iri 14, diğer ikisi 16 yaşlarındaydı. Gecenin dokuzuydu ve üç genç kız B apartman boşluklarında sigara içip, yaşıtları çocuklarla itiş kakış bağrışıyordu. Evleri yoktu... Bir çocuk sığınma evinde kalıyorlardı. Koruyucu ailelerin yanına yerleştirilmek için sıra bekliyorlardı. Kızlardan biri Afrika kökenli bir ana babadan doğmuştu. Annesi, ablası İsveç’e gelmeden önce, cinsel birleşmeden zevk almasınlar diye ülkelerinde sünnet edilmişti. O, İsveç’te doğmuştu. Bu ülkede kadına sünnet geleneğini sürdürmeye çalışmak suçtu. Onun sünnet edilmesi için ülkesine götürülmesi gerekiyordu. Ancak ekonomik nedenlerle, geçen yıla dek dönüş için adım atılamamıştı. Okulun son günleriydi. Biletler alınmış, yol hazırlıkları sürdürülürken, erkek kardeşi, ona anne ve babasının arasında geçen bir konuşmayı aktarmıştı: “Abla, seni götürdüklerinde orada sünnet edeceklermiş!..” Kız, durumu öğretmenine anlattı. Öğretmeni okul idaresine haber verdi. Onu evden alarak bir çocuk sığınma evine yerleştirdiler... Sünnet edilmekten korktuğu için anne ve babasının yanına dönmek istemiyordu. Kızlardan 14 yaşında olanı Afgandı. İncecik, çelimsiz bir bedeni, siyah, uzun saçları vardı. Kendisini Müslüman olarak tanımlıyordu. Patates cipsi satın alırken, üretimde domuz yağı kullanılıp kullanılmadığını soruyordu. Sığınma evinde, domuz eti yemeyen Müslüman çocukları için ayrı yemek çıkarılıyormuş. O, ailedeki altı çocuktan üçüncüsüydü. Büyük ablası, Afgan bir tanıdıklarıyla evlendirilmişti. Diğeri bir Afganlıyla nişanlıydı. Sıra ona geliyordu. Oyunu MALMÖ artık bir kenara bırakıp evde kısmetini beklemesi gerekiyordu... Evde zorla başına geçirilen ALİ HAYDAR siyah örtüyü okulda NERGİS çıkarıyor, akşamları eve geç dönüyordu. Bir gün, Afgan bir aileden babasına bir şikâyet geldi: “Kızın okulda başörtüsünü çıkarıyormuş...” Baba gizlice okula gitti, kızını ders arasında okul bahçesinde oynarken uzaktan izledi.. Evet doğruydu. Kızı, okulda örtünmüyordu. Baba, bütün Afgan tanıdıkları karşısında rezil olmuştu. Kızı ona bu utancı da mı yaşatacaktı. Kız, akşam geldiğinde onu kapıda yakaladı! Yumrukladı, başını duvarlara vurdu!.. Çocuğun zaten bir avuç canı vardı. Bir ara nefesi kesilir gibi oldu. Diğer kardeşlerin çığlıklarını duyan komşuları polis çağırdı, gelip onu götürdüler. Babayı da tutukladılar. Şimdi kardeşlerini çok özlüyordu. Annesiyle birkaç kez gizlice görüşmüştü. Ancak, artık eve dönemezdi. Babası, hapisten çıktıktan sonra onu öldürürdü!.. Üçüncü kız, bir İsveçliydi. Kırmızı, tombul yanaklıydı. Diğer iki kıza göre uzun boylu sayılırdı. Mutsuz ve soğuk bir aile ortamında büyümüştü. Annesi, babası bir gün olsun onu “yavrum” diyerek öpüp sevmemişlerdi. Sofrada onlarla birlikte olduğunu hiç anımsamıyor. O, önüne konan yemekleri hep tek başına yemişti. Odasına kapanıp saatlerce birlikte olduğu bilgisayarından başka oyuncağı, arkadaşı olmamıştı. Biraz büyüdüğünde, günlerce eve gelmediği oluyordu. Ancak, ne annesi, ne babası, “nerede kaldın” diye sormamışlardı... Geçen yaz, babasının cinsel tacizine uğramıştı. Annesi alkol bağımlısıydı... “Ailem” diyeceği kimsesi, “evim” diyerek gidebileceği bir yeri yoktu... alinergis@yahoo.se Kerbela şehitleri anıldı Kerbela şehitleri, öldürülüşlerinin 1368. yılında “Aşure Günü” etkinlikleriyle dünyada ve Türkiye’de anıldı. Hz. Hüseyin’in anısına her yıl geleneksel olarak düzenlenen “Aşure Günü” törenleri, dün Halkalı’da yapıldı. Caferilik İnancını Tanıtma Araştırma ve Eğitim Derneği’nin düzenlediği törende, binlerce kişi yasın sembolü olan siyah giysiler giyerek öldürülenler için ağıt yaktı. Ellerini zincirleyerek alana giren katılımcılar, “Lebbeyk (Emrindeyiz) ya Hüseyin”, “Lebbeyk ya Zeynep” diye haykırarak dua ettiler. Halkalı’daki Zeynebiye Camisi önünde bir araya gelen Evrensel Aşure Matem Merasimi Tertip Komitesi üyeleri, kadınerkek ayrı kortejler oluşturarak alana girdiler. Hz. Hüseyin’in öldürülen bebeği Ali Asker’in temsili tabutunu ve Hz. Hüseyin’in katliamdan kurtulan kız kardeşi Hz. Zeynep’in resimlerini taşıdılar. Aşure günü anmaları için 2 milyonu aşkın Şii Kerbela kentine akın ederken yüz binlerce kişi, sembolik olarak sırtlarından ve kafalarından kan akıttı. (Fotoğraflar: VEDAT ARIK / AFP) Kerbela Prosohi (Dikkat)! olduğunu biliyor muydunuz? Bu bilgi notu iki ülke ilişkilerinde son altı yılda gelinen notayı gösterir. Öte yandan haftanın başlığında yapılan editöryal Yunan silahlı kuvvetlerine girmek isteyen adaylar içinde “Türkçe” hata yüzünden haklı olarak eleştiri bilenlere daha bir öncelik tanınırken, aldım. Aslında bir kısım Cumok’lar bu yanlışlığa dikkat çekerken, komşunun Yunan istihbarat kuruluşu “EİP” (bizdeki MİT) “Türkçe” bilenleri lisanını bilmeyen diğerleri yazının neredeyse havada kapıyor. Tabii bu Yunanca kelimelerle süslenmesinden duydukları memnuniyeti dile getirdiler. kuruluşların derdi başka!.. Yanlışlık konusunda mail kutuma düşen Meraklı Cumok’ların isteği doğrultusunda bugünkü Yunanca elektronik postalara elimden geldiğince dersimiz ve Yunanistan ile ilgili cevap vermeye (özür ve düzeltme) bilgilere kısa bir ara vererek gelelim çalıştım. Ulaşamadıklarım için bir kez asıl konuya, yani TürkYunan daha ve özür dileyerek önemle ilişkilerindeki son döneme. Bilindiği belirtmeliyim ki, geçen haftaki yazımın gibi Yunanistan Başbakanı Kostas başlığında yer alan “Politis” kelimesi Karamanlis üç gün sonra (2325 (şehirli anlamında kullanılır) aslında Ocak) Türkiye’ye geliyor. Yunan “Politiki” olacaktı (siyaset, politika). Başbakanı’nın İşte bu yanlışlık yüzünden Erzurum’dan Batı Trakya’ya kadar Türkiye ziyareti ATİNA Yunanca bilen Cumok’lar tarafından öncesinde tuhaf bir uyarıldım. İlk başlarda bu editöryal huzursuzluk yaşamaya başladım. hatanın yapılmasına çok ama çok Önsezilerim sürekli üzülmüştüm. Ancak gerçeği olarak “prosohi” söylemem gerekirse sonraki günlerde yapılan bu hatadan dolayı (dikkat) diyor. Bu MURAT İLEM memnun oldum. Çünkü gelen eönemli ziyaret postaların sayısı dikkate alındığında öncesi (ya da bu köşenin oldukça fazla okuyucusu sırasında) ne olacak? Ne ya da neler olduğu ortaya çıktı. Eh bu da bir olabilir? Şimdilik bilmiyorum. Ama gazeteci için en büyük onur. huzursuzluğum bu ziyaret bitene kadar Şimdi gelelim bu haftaki başlığa. sürecek, bunu biliyorum. Gerçeği “Prosohi” kelimesi Türkçeye söylemem gerekirse bu kritik günlerde çevrildiğinde “dikkat” anlamına gelir. Yunanistan ya da Türkiye’de birilerinin Ben bu başlığı son dönemde biraz da (!) düğmeye basmasından korkuyorum. olsa gerginleşen TürkYunan “Basarsa bassın” demeyin. Bilindiği ilişkilerine “dikkat” çekmek için gibi düğmeye basılması demek kullandım. Eğer ikinci şahıslara uyarı birtakım güç odaklarının harekete anlamında “dikkat” demek geçmesi demektir. Bu odakların istiyorsanız, “prosehe” kelimesini harekete geçmesi ise her defasında kullanmalısınız. Örneğin yoldan istenmeyen olayların kaynağı olarak karşıya geçen bir arkadaşınızı ortaya çıkmıştır. Bu konuda günlerdir “prosehe” diyerek uyarırsınız. Bu Yunanistan’dan kötü kokular geliyor. noktada şunu belirtmeliyim, Birtakım çevrelerin (!) ki siz bunlara Yunanistan’ın en büyük ikinci kenti ister derin devlet, ister derin muhalefet, Selanik’teki dil kurslarında birinci ister şer odakları deyin, hareketlenmeye sırada ilgi gören dilin “Türkçe” başladığını seziyorum. Bu güçlerin umhuriyet okurları bu hafta da başlığın Yunanca olmasını C istediler. Benim için risk, çünkü geçen yaşam kaynağı iki ülke ilişkileridir. Sabırla ve inatla beklerler, en umulmadık anda harekete geçip TürkYunan ilişkilerinde gerginlik yaratacak vuruşu gerçekleştirirler. Atina’daki derin odaklardan ilk işaretler Türk misyonuna ait araçların meçhul (!) kişilerce yakılmasıyla geldi. Karanlık güçlerin çirkin saldırısı sonucu iki diplomatımızın aracı kullanılamaz hale geldi. Bu saldırıların üzerinden bir hafta geçmeden bu defa Ege bir anda hareketlendi. İki ülkeyi savaşın eşiğine getiren “Kardak” adası çevresinde çipura balığı yüzünden olaylar cereyan etme başladı. Karasuları, kıta sahanlığı, hava sahası, adaların silahsızlandırılması ve Batı Trakya konuları zaten yıllardır “dikkat” edilen kronik ve tehlikeli konular. Yine bu günlerde birtakım hedeflere terörist saldırılar beklendiği yönünde gazete haberleri çıkıp duruyor. Yunanlı meslektaşların bu bilgileri nereden aldıkları bilinmiyor ama kritik dönemde yapılan bu uyarıları “dikkate almak” gerekiyor. Öte yandan Ege’nin uluslararası hava sahasında uçan Türk savaş uçaklarını önlemeye çıkan Yunanlı pilotların son dönemde çok heyecanlı oldukları gözleniyor. Bizimkileri görünce mi böyle oluyorlar bilmiyorum. Ancak bu konuya da “dikkat” notu düşüyorum. Karamanlis’in ülkesine dönüşünden hemen sonra Türkiye’nin Ege’de petrol arama çalışmalarını başlatacak olması da ilişkileri çok fazla gerebilir. Bu konuya “iki defa dikkat” edilmesi gerekiyor. Görüldüğü gibi TürkYunan konularında son dönemde sürekli olarak “prosohi” (dikkat) kelimesini kullanmak durumunda kalıyoruz. Keşke bu kelime yerine keyifle “İrini ke filia” (barış ve dostluk) diyebilseydik, ne güzel olurdu. murilem@otenet.gr CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle