23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 OCAK 2008 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA DİZİ Atatürk daha Samsun’a çıkmadan önce ulusun nasıl kurtulacağına ilişkin bir modeli kafasında geliştirmişti: Ya bağımsızlık, ya ölüm 9 Mustafa Kemal’in kararlılığı D A Halide Edip Adıvar’ın mektubu rzurum Kongresi 23 Temmuz 1919’da aşılmış ve 7 Ağustos 1919’da sonuçlanmıştı. Bu aşamada Padişah tarafından görevinden azledilmiş Atatürk de “sinei millete” (milletin kalbine) döndüğünü açıklamıştı. Bugünlerle ilgili günceyi verelim: 8 Ağustos 1919’da Saray’a mensup olan Veliaht Abdülmecit basına bir açıklama yaptı ve “Anadolu’daki hareket haince, delice ve gaddarcadır. Türkiye Amerikalıların yönetimine bırakılmalıdır’’ dedi. 10 Ağustos 1919: Atatürk, henüz Erzurum’dayken, İstanbul’dan Halide Edip Adıvar’dan uzun bir telgraf mektup aldı. Bu mektupta Halide Edip, “Davamıza yardımı olabilmesi için bu fırsat dakikalarını kaybetmeden, taksim ve yok olma korkusu karşısında, kendimizi Amerika’ya müracaata mecbur görüyoruz” diyordu. Halide Edip’in uzun mektubunda; Fransa, İtalya ve İngiltere’nin; Amerikan Senatosu’na Türkiye’nin güdümünü Amerika’nın üstlenmesini önerdikleri, ancak İngiltere’nin “yeni araçlar ve yeni görüşlerle yepyeni bir Türk devleti kurulmasının, kendi egemenliği altında bulunan sömürgelerdeki Müslüman halk için kötü örnek olacağını” düşünerek, bunu içtenlikli olarak istemediği anlatılmakta ve şöyle denilmektedir: “Türkiye’yi bütün olarak İngiltere alabilse, kafasını kolunu koparır, birkaç yılda kendisine gönülden bağlı bir sömürge durumuna getirir. Buna en başta, özellikle yurdumuzdaki din adamları çoktan isteklidir.” Halide Edip, daha sonra Morison gibi tanınmış kişilerin, Türkiye’nin Amerikan güdümüne bağlanmasını istediklerini belirtmekte, “Biz İstanbul’da kendimiz için bütün eski ve yeni Türkiye sınırlarını kapsamak üzere geçici bir Amerikan güdümünü, katlanılabilir kötü durum olarak görüyoruz” demekte, vardıkları bu çözümün gerekçesini uzun uzun anlatarak İstanbul’da bulunan Amerikan Komisyonu’nu, Sıvas Kongresi toplanıncaya değin alıkoymaya çalıştıklarını, bu kongreye Amerikalı bir gazeteci göndermeyi bile belki başarabileceklerini, güdüm konusunda (Kara) Vâsıf Bey’le ortak düşünce taşıdıklarını, “serüven ve savaş zamanının artık geçtiğini”, Mustafa Kemal Paşa’nın Rauf (Orbay) Bey’le birlikte düşünüp çalışmasını beklediklerini yazmaktadır. Atatürk bu mektubun aslını Nutuk’ta aynen vermiştir. ABD mandacılığını yeğ tutanların görüşlerini belirten bu mektubun can alıcı noktalarını aynen vereceğiz: “Bugünkü hükümet, adamlarını takdir etmese bile, halkı ve halk hükümeti tesisini (kurulmasını) müfit (yararlı) bilen, Filipin gibi vahşi bir memleketi bugün kendi kendini idareye kadir asri (çağdaş) bir makina haline koyan Amerika, bu hususta çok işimize geliyor. On beş yirmi sene zahmet çektikten sonra yeni bir Türkiye ve her ferdi tahsilli, zihniyeti ile hakiki istiklali (gerçek bağımsızlığı) kafasında ve cebinde taşıyan bir Türkiye’yi ancak yeni dünyanın kabiliyeti vücuda geçirebilir.” .............. “*Bu sebeplerden dolayı süratle istememiz lazım gelen Amerika da, tabii mahzursuz (sakıncasız) değildir. İzzetinefsimizden (onurumuzdan) epeyce fedakârlık etmek mecburiyetinde bulunuyoruz. Yalnız bazılarının düşündüğü gibi Amerika’nın resmi sıfatında dini temayül ve tarafgirlik yoktur.’’ “* ... Resmi ve gayriresmi Amerika’nın fikri, hafi (gizli) olarak şudur: Türkiye’yi olduğu gibi hiçbir parçaya ayırmamak, eski hudutları dahilinde vahdet (birlik) içinde muhafaza etmek şartıyla umumi ve bir tek manda almak istiyorlar.” “* Eğer manda alırlarsa bütün milletleri müsavi şerait (eşit şartlar) altında bir memleket evladı olarak telakki edip alacaklarını en mühim mehafilden (yetkililerden) haber aldım.” “* Çok tehlikeli anlar geçiriyoruz. Anadolu’daki harekâtı dikkat ve muhabbetle (sevgi) takibeden (izleyen) bir Amerika var.” “* Amerika Komisyonu’nu alıkoymaya çalışıyoruz. Hatta Kongre’ye Amerikalı bir gazeteci göndermeye de belki muvaffak olabileceğiz.” Bu mektubun can alıcı noktalarından, edebiyatçı Halide Edip’in, Amerikan yanlısı ve kesin olarak Amerikan mandası istediği gayet açıktır. Atatürk, kongreden sonra 29 Ağustos 1919 tarihine kadar Erzurum’da kaldı. Bu süre içinde sadece Halide Edip Adıvar’ın yukarıda sözünü ettiğimiz mektubuna ilave olarak manda konusunda başka telgraflar ve iletiler de aldı. Bu telgraflara, gönderenlerin kişiliklerine kısaca bakmakta yarar vardır. E ün mandacılık düşüncesinin ilk kez Wilson Prensipleri’nin yayımlanması ile başladığını belirtmiş ve Aralık 1918 başlarında İstanbul’da oluşturulan Wilson Prensipleri Derneği’nin kuruluşunu anlatmıştık. Herkes bu kuruluşu olumlu bulurken, Atatürk’ün Minber gazetesinde yazılar yayımlayarak karşı çıktığını da vurgulamıştık. Bugün, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal’in Amasya bildirgesinde bağımsızlık ilkesini ilk kez ortaya koyuşu, Söylev’de ele aldığı kurtuluş yolları ve Erzurum Kongresi sırasında Halide Edip Adıvar’ın Mustafa Kemal’e gönderdiği mandayı savunan ünlü mektup üzerinde durulacaktır. Gerçekten bağımsızlığa giden yol evre evre böyle gerçekleşti. Atatürk’ün bu konudaki kararlılığı Samsun’a ayak basmasından hemen 33 gün sonra açıkça bütün dünyaya ilan tatürk’ün benliğinde oluşan bağımsızlık düşüncesi Samsun’a ayak basmasından itibaren aşama aşama gelişmeler gösterdi ve gerçekleşti. edildi. Bu noktayı özet olarak belirtmekte yarar vardır. Mayıs 1919 19 Mayıs 1919’da Atatürk Samsun’a ayak basınca, yukarıda belirtildiği gibi kafasında vatanın ve ulusun nasıl kurtarılacağına dair model kesinleşmişti: “Ya bağımsızlık, ya ölüm.” Ancak bağımsızlık düşüncesini tam anlamıyla kafalarında biçimlendirmeyenler hâlâ “manda” konusunda çalışmaktaydılar. Atatürk, Samsun’dan Amasya’ya doğru yol alırken mandacılık konusunda İstanbul’da ikinci önemli girişim yapıldı. Üç önemli Osmanlı generali: Ahmet İzzet Paşa (Furgaç): Eski Genelkurmay Başkanı, Harbiye Nazırı, eski Sadrazam. Cevat Paşa (Çobanlı): Eski Genelkurmay Başkanı. Ve Çürüksulu Mahmut Paşa.. İstanbul’daki Amerikan Kurulu’na resmen başvurarak ABD mandası istediler. Saltanat Şurası’nda da mandacılık sa vunuldu. Bu sırada, Hukuk Fakültesi’nde Devletlerarası Hukuk dersleri veren Ahmet Selahaddin Bey, derslerinde ve yazılarında “Türkiye için tam bağımsızlıktan” başka bir seçenek olmadığını ortaya koyuyordu. Belki de bu düşünce o günlerde sadece Mustafa Kemal’de ve Ahmet Selahattin Bey gibi çok az kişinin kafasında filizlenmişti. Halide Edip Adıvar (18821964) Çağdaş Türk edebiyatının en ünlü yazarlarından olan Halide Edip Hanım (Adıvar), 1882’de İstanbul’da doğdu. 1901’de Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ni bitirdi. 1908’den sonra kadın haklarının ateşli savunucusu oldu. Bu nedenle tutucu çevrelerin tepkisini çekti ve 31 Mart Olayı (13 Nisan 1909) olarak bilinen gerici ayaklanma sırasında kara listeye alındığı için Mısır’a kaçmak zorunda kaldı. Oradan İngiltere’ye gitti ve olayların yatışmasından sonra İstanbul’a döndü. Çeşitli kız okullarında öğretmenlik yaptı. İttihat ve Terakki’nin iktidarı yıllarında Türkçülük ve Turancılık akımlarına ilgi duydu; Türk Ocağı’na girdi ve çalışmalarına katıldı. 1917’de Adnan Bey (Adıvar) ile evlendi. 1918’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Batı edebiyatı dersleri okuttu. Osmanlı topraklarının işgalini öngören Mondros Mütarekesi’nin (30 Ekim 1918) imzalanmasından sonra Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı. 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’i işgalini protesto amacıyla düzenlenen Sultanahmet mitinglerinde duyarlı ve ateşli konuşmalar yaptı. Bu arada hazırlanan bir “muhtıra”yı, Rıza Nur ve Kemal Mithat ile birlikte İtilaf Devletleri temsilcilerine verdi. 16 Mart 1920’de İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesi üzerine kocası Dr. Adnan Bey ve diğer bazı aydınlarla birlikte Anadolu’ya katıldı. Ankara’da merkezde ve cephelerde çalıştı, onbaşı ve başçavuş rütbesi aldı. Savaştan sonra Mustafa Kemal’le anlaşmazlığa düştü. Cumhuriyetin ilanını erken buluyordu. 1926’da Türkiye’den ayrıldı, 1939’da döndü, İstanbul Üniversitesi’nde ders verdi, 1950’de DP’den İzmir milletvekili oldu. 1964 yılında İstanbul’da öldü. Düşünülen kurtuluş yolları ünkü yazımızda, Mustafa Kemal’in Söylev’de, o günlerin birçok aydın kişisini çaresizlik içinde bırakan seçenekleri irdelediğini belirtmiştik. Bugün Atatürk’ün söylemiyle düşünülen kurtuluş yolları anlatılacak. D Bu noktada Atatürk düşünülen kurtuluş yolları üzerinde durur ve bunları teker teker irdeler. Söylev’e dönelim. “Şimdi Baylar, izin verirseniz size bir soru sorayım: Bu durum ve koşullar karşısında kurtuluş için nasıl bir karar akla gelebilirdi? Açıkladığım bilgilere ve gözlem sonuçlarına göre, üç türlü karar ortaya atılmıştı: Birincisi, İngiltere’nin koruyuculuğunu istemek; ikincisi, Amerika’nın güdümünü istemek. Bu iki türlü karara varmış olanlar, Osmanlı Devleti’nin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir. Osmanlı ülkesinin ayrı ayrı devletler arasında paylaşılmasındansa, bu ülkeyi bütün olarak bir büyük devletin kanadı altında bulundurmayı yeğleyenlerdir. Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş yollarıyla ilgilidir. Örneğin bazı bölgeler, kendilerinin Osmanlı Devleti’nden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmamak yollarına başvuruyor. Bazı bölgeler de, Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılacağına, Osmanlı ülkesinin paylaşılacağına olupbitti gözüyle bakarak kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Bu üç türlü kararın gerekçesi, yapmış olduğum açıklamalar arasında vardır.” Ya bağımsızlık, ya ölüm AMASYA BİLDİRGESİ M “Baylar, ben bu kararların hiçbirini yerinde bulmadım. Çünkü bu kararların dayandığı bütün gerekçe ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte, içinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkesi bütün bütüne parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son olarak, bunun da paylaşılmasını gerçekleştirmek için uğraşılmaktaydı. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, Padişah, Halife, hükümet, bunların hepsi, içeriğini yitirmiş birtakım anlamsız sözlerdi. Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu? O halde sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi? Baylar, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayalı bağılsız koşulsuz (tam) bağımsız bir Türk devleti kurmak. İşte, da ustafa Kemal Samsun’da fazla eğlenmedi ve ğru Anadolu’nun içlerine do ’da ünlü yürüdü; 22 Haziran 1919 landı. Bu Amasya Bildirgesi yayım sidir ve şöyle bildiri bir ihtilal bildirge üğü, ulusun başlar: “Yurdun bütünl .” Hemen bağımsızlığı tehlikededir ıya varılır: arkasından şu kesin yarg yine ulusun kesin “Ulusun bağımsızlığını, caktır.” kararı ve direnişi kurtara a tam bağımsızlık Bu bildiri, işgalden sonr l bildirgesi ilkesinin ilk kez bir ihtila olarak dışavurumuydu. di ve Erzurum Oradan Erzurum’a geçil m Kongresi’nde Kongresi toplandı. Erzuru men gündeme manda konusu hemen he nrasında gelmemiştir. Bu kongre so maddesinde yayımlanmış bildirinin 2. nlüğünün ve “Osmanlı ülkesinin bütü ğlanması”ndan ulusal bağımsızlığının sa ve ulusumuzun ve 7. maddede “..devlet sızlığı ve içerden ve dışardan bağım ün saklı yurdumuzun bütünlüğün r. kalmasından” söz ediliyo ha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur. Bu kararın dayandığı en sağlam düşünüş ve mantık şuydu: Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve gönençli olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık önünde uşaklıktan öte bir gözle görülmeye layık olamaz. Yabancı bir devletin güdümüne girmeyi istemek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü, uyuşukluğu benimsemekten başka bir şey değildir. Bu aşağılık duruma gerçekten düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri hiç düşünülemez. Oysa, Türk’ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir. Öyleyse ya bağımsızlık, ya ölüm! İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktı.” (Söylev, Cumhuriyet Kitapları, Velidedeoğlu baskısı s. 4143) Atatürk, daha sonra bu önemli kararın bütün gereklerini ilk gününde açıklamak ve söylemenin elbette yerinde olmayacağını belirtiyor ve “Uygulamayı birta kım evrelere ayırmak ve olaylardan yararlanarak ulusun duygu ve düşünceleri üzerinde işlemek ve adım adım ilerleyerek amaca ulaşmaya çalışmak gerekiyordu” diyordu. Ulusal giz Atatürk Söylev’de anlattığı bu bölümü şöyle bağlamıştı: “...ben, ulusun duyuncunda ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir ulusal giz gibi kendi duyuncumda taşıyarak yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundaydım.” (s. 45) SÜRECEK CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle