05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 OCAK 2008 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Erdoğan’ın ‘siyasi simge olarak türbana yasak konulamayacağı’ sözleri hukukçulardan büyük tepki gördü GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU ‘Din siyasete alet ediliyor’ İLHAN TAŞCI ‘Medeniyetler İttifakı’, Çatışması, Tuzağı… “Başbakan Erdoğan, Medeniyetler İttifakı 1. Forumu’na katılmak üzere İspanya’ya gitti” haberi, aklıma “Bu ittifak kime karşı?” sorusunu, “kasapla koyunun ittifakı” imajını getirdi. Bu imaj, abartılı gelebilir ama, biraz yakından bakarsanız gerçeklikten çok uzak olmadığını da görebilirsiniz. DEVRİM YASALARI İZİN VERMİYOR ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Tayyip Erdoğan “Simgelere, sembollere yasak getirebilir misiniz” derken anayasa ve yasalarının buna izin vermediği gerçeğini göz ardı etti. Devrim yasalarından Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Yasa’da “hangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar ruhanilerin mabet ve ayinler haricinde ruhani kisve taşımaları” yasaklanıyor. Yasada, kimi “alametlerin”, simgelerin giyilmesi de yasaklı veya koşullu kullanımı öngörülüyor. Anayasanın 174. deniyle Anayasa Mahkemesi’nce kapatıldığını anımsattı. Kanadoğlu, kapatılan partilerden RP’nin AİHM’ye yaptığı başvurunun da reddedildiğini belirterek şu değerlendirmeyi yaptı: “Anayasa gereği mahkeme kararları bağlayıcıdır. Yasaklanmış bir eylemin simgesi, kuşkusuz o yasağın kapsamı içindedir. Ayrıca simgelere ve sembollere yasak, bu konuda acı anıları olan her ülkede vardır. Terör örgütünün yasak olması karşımaddesinde de Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun’un da aralarında bulunduğu devrim yasaları korumaya alınıyor. 174. maddede, “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılap kanunlarının, anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz” deniliyor. Prof. Azrak ise Başbakan’ın “Dünyanın neresinde siyasi simgelerin yasaklanması var” sözlerini anımsatarak “O kadar çok örneği var ki. Almanya’da gamalı haç Nazileri hatırlattığı için yasaktır. Çoğunluğu Katolik olan Bavyera eyaletinde okullarda haç kullanımı öğrencilerin ikiye ayrılmasına neden olacağı gerekçesiyle yasaklanmıştır” diye konuştu. Azrak, anayasa değiştirilse bile üniversitelerde türbanlı öğrencilerin ser ANKARA Başbakan Tayyip Erdoğan’ın simgelere yasak getiren ülke olmadığına ilişkin değerlendirmesi gerçeği yansıtmıyor. Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcası Sabih Kanadoğlu, dini inanç perdesi altında türbanın siyasi simge olarak kullanılmasının açıkça, “dinin siyasete alet edilmesi” olduğunu vurguladı. Prof. Dr. Ülkü Azrak ise siyasi simge yasağının birçok ülkede olduğunu belirterek “Başbakan dünyayı bilmediği için siyasi demagojiye sapıyor” dedi. Kanadoğlu, Erdoğan’ın sözlerini değerlendirirken siyasi simgelerin yasak olduğuna dikkat çekti. Kanadoğlu, “Anayasanın değiştirilmesi teklif edilemeyecek, gerek laikliğin tanımını içeren başlangıç bölümü ve gerekse ikinci maddesinde yer alan laik Cumhuriyet ilkesi ve ayrıca anayasanın 24/son maddesi bu kullanmayı açıkça yasaklamıştır” dedi. Kanadoğlu, iki siyasi partinin türbanı savunmaları ne sında onu çağrıştıran simge ve sembollerin serbest olması nasıl düşünülemez ise yine yasak olan dinin siyasete alet edilmesinin simgelerinin de siyasi amaçlarla kullanılması da aynı şekilde düşünülemez. Anayasanın 69/6 maddesi uyarınca, bir siyasi parti genel başkanının partiyi bağlayıcı sözlerinin, o partinin laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerin odağı olduğunu kabulde yeterli olduğu da unutulmamalıdır.” bestçe dolaşamayacağına işaret ederek “Çünkü kendi yaptıkları anayasa değişikliğinin başka hükümleri buna imkân vermez. Başbakan anayasaya açıkça aykırı olan bir şeyin propagandasını yapıyor. İşte bu dünyada görülmemiştir” dedi. YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu da Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarının “demokraside dinin siyasallaşamayacağı” anlamını taşıdığını vurgulayarak şunları söyledi: “Dolayısıyla serbest olmayan bir şeyin simgesi de asla serbest olamaz. Dinin siyasallaşması demek, siyasal alanda demokratik kuralların yerini dinsel kurallara terk etmesi, demokrasinin dinsel kurallara feda edilmesi demektir. Erkler ayrılığında çoğunluk iradesi bile asla kendi yargısını yaratamayacağına göre, tek yapılacak şey yargı kararlarına uymaktır. Başka bir seçenek de söz konusu olamaz. Aksi söylemler, yargı üzerinde sindirme ve baskı amaçlıdır ki asla kabul edilemez.” ‘Uygarlık’ masum bir kavram değil Huntington’un “uygarlıklar çatışması” tezini bir kez daha eleştirmek istemiyorum. İlgilenenler için Edward Said’in eleştirilerini, (The Nation, 22/10/2001), Robert Kagan ile Amaratya Sen’in tartışmalarını, (Slate, 25/05/26), Prof. Kongar’ın Cumhuriyet’teki, Dei Welt’in Editörü Josef Joffe’nin Middle East Strategy at Harvard sitesinde 10 Ocak’ta yayımlanan yazısını önerebilirim. Ben, bu tezin kaynağına, anlamına, sonuçlarına değinmekle yetineceğim. Başbakan’ın bir numaralı dış politika danışmanının o ünlü “stratejik derinliği” Huntington’un, bu kitaptaki, Türkiye Cumhuriyeti’ne ilişkin teziyle kazdığını da anımsayarak. “Uygarlık”, Huntington’un da değindiği gibi, 18. yüzyılda, Avrupa’da, “Aydınlanma” ile birlikte doğan bir kavram. Biri açık diğeri örtülü iki amaca yönelik olduğu söylenebilir. Birincisi Avrupa’nın kendini, dünyanın geri kalanı karşısında, daha “üstün”, “gelişmiş” bir toplum olarak tanımlamasıyla ilgili. “Uygarlık” kavramı, Atina’nın Persler karşısında Isparta’yı desteklemesinin mantığından hareketle, esas olarak, dil, ırk ve din birliğine dayandırılıyor. İkincisi, Avrupa, böylece kendine, “uygar” olmayan yerlere müdahale etmek (sömürgeleştirmek) için ideolojik gerekçe yaratıyordu: “Mission civilatrice”, “beyaz adamın yükü” vb… “Irk birliği” fantezisi de daha baştan kavramın içinde olduğundan, böyle sınırlı, tüm insanlığın hikâyesini, uzun tarihsel karşılıklı etkileşim sürecini, göz önüne almayan bir “uygarlık” tanımı da, kolaylıkla “üstün ırk” varsayımını doğurabilecekti. Bu “uygarlık” kavramı daha baştan “emperyalist ve ırkçı” bir içerikle doğdu. “Uygarlıklar çatışması” tezi de tarihsel koşulların, “soğuk savaş sonrasının”, ABD hegemonyasının “yumuşak (ideolojik, kültürel kapasitesinin) gücünün” zayıfladığı bir dönemin ürünü. ABD’nin, hegemonyacı bir ülke olarak, “soğuk savaş” boyunca, yönlendirdiği ülkeler grubu üzerindeki (“Batı bloku”) etkisi zayıflıyor, “tek kutuplu” dünya projesini benimsetemiyordu. Zizek’in, Hegel’e göndermeyle, işaret ettiği gibi, gerçekliğe ilişkin yapılan tanımlama, tanımlayanın ona müdahale edebilme olasılığını da belirler. ABD’nin de zayıflayan etkisini restore edebilmek için, dünyayı, “ABD liderliğindeki ülkeler ve diğerleri” olarak yeniden tanımlaması, bu tanımı diğer ülkelere de kabul ettirmesi gerekecekti… Bu bağlamda karşımıza üç kavram çıktı. “Tarihin sonu”, “Küreselleşme”, “Uygarlıklar çatışması”. İlk ikisi, gerçekliği, ABD’nin ekonomik ve siyasi modelini (liberal demokrasi ve serbest piyasa) egemen kılacak biçimde tanımlarken “uygarlıklar çatışması”, “Batı (ABD ve Avrupa hatta Hıristiyan dünyası) ve geriye kalan herkes (West and the rest) kamplaşması için gereken siyasi koşulları sağlayabilecek özelliklere sahipti. AKP DÜĞMEYE BASTI İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN ERDOĞAN’A SORU Fırat: Anayasada türban yer alacak ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) AKP, üniversitelerde türban yasağını, yeni anayasa taslağına hüküm koyarak kaldırmayı planlıyor. AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat, taslakta bu yönde düzenleme olacağını açıkladı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın türban ile ilgili açıklamaları, AKP’nin anayasa taslağına son biçimini verdiğini ortaya koydu. Erdoğan, üniversitelerde türban yasağının anayasayla kaldırılacağının sinyallerini verdi. AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat da anayasaya bu yönde bir hüküm konacağını açıkladı. AKP, “Ceza hukuku ve genel ahlaka aykırı olmamak kaydıyla yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir” hükmüyle türban yasağını kaldırmayı planlıyor. pılması ile ilgili esaslar, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak yasayla düzenlenir” hükmü getirilmesi hedefleniyor. Taslakla, atama ve terfi dışındaki YAŞ kararlarına yargı yolu açılacak. Buna göre, YAŞ kararlarıyla irticai faaliyetler nedeniyle TSK’den ihraç edilen subaylar “göreve iade” için yargıya başvurabilecek. Taslakla dokunulmazlıklar sınırlandırılacak. Kamu çalışanlarının yargılanması için amirinin izin verme hükmü kaldırılacak. YÖK kaldırılarak yerine “Yükseköğretim Koordinasyon Kurulu” oluşturulacak. AKP ajandası Meclis’e taşındı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek, AKP’nin Cumhuriyet tarihini “görmezden gelen” ajandasını TBMM gündemine taşıdı. Dibek, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na verdiği soru önergesinde, gazetemizin kamuoyuna duyurduğu AKP’nin yeni yıl ajandasıyla ilgili haberi anımsattı. Ajandada cumhuriyet tarihinde önem taşıyan bazı günlerin yer almadığı, buna karşın Makarna Günü, Nineler Günü, Kaynanalar Günü, Komşular Günü, Ozon Tabakasını Koruma Günü gibi günlere yer verildiğini anımsatan Dibek, Erdoğan’dan şu sorulara yanıt istedi: “Ajandada Cumhuriyet tarihimizin en önemli devrimlerine ait günlerin yer almamasını doğru buluyor musunuz? Cumhuriyet tarihimizin önemli günlerinin AKP’nin 2008 yılı ajandası içerisine konulmaması için parti yetkililerince verilmiş talimat var mıdır? Bu konuda talimat verilmemişse, AKP’nin ajandası içerisinde Cumhuriyet tarihimizin en önemli devrimlerine ait bilgiler neden yer almamıştır? Bu konudaki eksiklikleri düzeltmek için girişimde bulunmayı düşünüyor musunuz?” ‘Uygarlıklar çatışması’ Bu kavramları benimseyenler, ister istemez, ABD hegemonyasının etki alanına girdiler. Halbuki, Edward Said’in, Oriantalism kitabıyla başlattığı tartışmaların zemininde, Ortadoğu’da entelijansiyanın, siyasetçilerin bu kavramlara en azından kuşkuyla yaklaşması beklenirdi. Aksine, “uygarlıklar çatışması” tezi, “uygarlık”, el çabukluğu marifet dine indirgendiğinden, siyasal İslamın liderliği tarafından hemen kabul edildi. Batı ilk kez onları da bir uygarlık (eşit olmasa bile var olan bir uygarlık) olarak kabul ediyordu ya… Gerisi önemli değildi… Dikkatle bakınca, bu kesimin çok da “saf” olmadığı, belli amaçlar doğrultusunda “şeytanla” “çok zekice”(!) bir işbirliğini kabul ettiklerine inandığı, diğer bir deyişle “zokayı” bile bile yuttuğu görülür. ABD ve Avrupa’da dış politika seçkinlerinin, bu “uyumlu” yaklaşıma, “uygarlıklar ittifakı” kavramıyla cevap vermeleriyse bu “ince hesabın” dikkatlerden kaçmadığını gösteriyor. Peki kime karşı bu “ittifak”? Huntington’un tezini (Popper’ci “reddedilebilirlik koşulu”ndan hareketle) yanlışlayan iki olgu var: Türkiye Cumhuriyeti ve “ulusal proje”. Huntington açısından “uygarlığı” tanımlayan, din, ırk ve dil ölçütleri söz konusu oduğunda, laiklik, Arap olmamak ve Türkçe, Türkiye’yi, Müslüman, Araplarla aynı “uygarlığa” sokmayı olanaksızlaştırıyordu. “Ulusal proje” ise ulusların varlığına işaret ederek “uygarlık” tanımını istikrarsız kılıyordu. Huntington da teorisinin boğazına kaçan bu iki “kılçığı”, bir ad hoc hipotezle, “sapma” diyerek çıkarmaya çalışıyor. Ama, “teorinin boğazındaki bu iki kılçık” da bize “ittifakın” aslında kime karşı tasarlandığını gösteriyor. İttifak, Ortadoğu’da moderniteye ve “ulusal proje” peşinde koşan seküler rejim ve akımlara karşı… Bölgenin, uluslararası sermayenin, ABD siyasi makinesinin açık avlanma alanına dönüştürülmesini amaçlıyor. Siyasal İslamın da bu ittifak sayesinde, bölgenin tek siyasi taşeronu olmayı, “koyunları” emperyalizm adına gütmeyi amaçladığı da çok açık. Şeytanla ittifak daha baştan şeytana biat etmeyi gerektiriyor. Siyasi iktidar ve servet “hakikate” kulluktan çok daha önemli ne de olsa… [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com [email protected] Türk, dava yetkisinin Köşk’te olmasını istedi Gazeteciler sorunca Erdoğan’ı eleştirdi Bahçeli’den zoraki tepki ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) MHP lideri Devlet Bahçeli, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın türbana ilişkin açıklamalarına, “Toplumsal uzlaşmayı dinamitleyen, sorunu çözümsüzlüğe iten bir görüşü ortaya koyması başörtüsü meselesindeki istismarın boyutunu, derinliğini ortaya koymuştur” diyerek tepki gösterdi. Bahçeli, grup toplantısında hükümeti birçok konuda eleştirirken Erdoğan’ın türbanla ilgili açıklamalarına değinmedi. Çıkışta gazetecilerin soruları üzerine Bahçeli, Erdoğan’ın açıklamaları yurtdışında yapmasına tepki gösterdi. Türbanın toplumsal uzlaşmayla çözülmesi gerektiğine inandığını kaydeden Bahçeli, Erdoğan’ın açıklamalarıyla çözümsüzlük ortaya koyduğunu belirterek “Başbakan samimi değil” dedi. “Siyasal simge nitelendirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz” sorusuna da Bahçeli şu karşılığı verdi: “Türkiye’deki başörtüsünü çözümsüzlüğe iten tartışma budur. Bu tartışmayı Türkiye’de olgunlaşmış bazı görüşlerin yavaş yavaş uygulama aşamasına gelmiş bir dönemde Başbakan’ın İspanya’da tartışmaya açması çok yanlıştır.” ‘301 sembolik olsun’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) DTP Grup Başkanı Ahmet Türk, TCY’nin 301. maddesinin “Mussolini döneminden kalma” olduğunu belirterek maddenin “farklılıkları koruyan sembolik bir maddeye dönüştürülmesini” istedi. Türk, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İspanya’da türbanla ilgili açıklamalarına da “İspanya’da türban sorunu yok; Endülüs’te zil, şal ve gül var. Bu ülkenin sorunlarına, Endülüs’e giderken açıklama yaparak çözüm bulamazsınız” diyerek tepki gösterdi. Partisinin grup toplantısında konuşan Türk 301. maddeyi “Demokratik değişimin önünde en büyük engel” olarak nitelendirdi. Almanya, İspanya ve İtalya’daki faşist rejimlerin sonrasında bu ülkelerin demokratik anayasalar hazırladığını kaydeden Türk, “Ama biz, Mussolini dönemindeki 301. maddeyi alıp kendi yasalarımıza ikame ediyoruz” diye konuştu. Dava açma izninin Adalet Bakanı’na bırakılmasının “kuzuyu kurda emanet etmek” anlamına geleceğini ileri süren Türk, “301’i sembolik maddeye dönüştürmek mümkün. Dava açma yetkisi cumhurbaşkanına verilmeli” dedi. MYK’de görüşülecek AKP’nin taslağı ne zaman açıklayacağı ise henüz netleşmedi. AKP’nin hafta başında yapılacak Merkez Yönetim Kurulu (MYK) toplantısında konunun son bir kez daha değerlendirilebileceği ve hangi tarihte açıklanacağına karar verilebileceği kaydedildi. AKP’nin taslağında, türban yasağının kaldırılmasının yanı sıra Kürtçe eğitimin önünün açılmasına ilişkin hüküm de yer alacak. Bu konuda “Eğitim ve öğretim dili Türkçedir. Türkçeden başka dillerde eğitim ve öğretim ya İkisi Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı üç Hıristiyanı boğazlayarak öldürmekten yargılanan katil sanıklarından birisi “Onlar Hıristiyan biz Türk’üz” diyerek durumu izah etmiş. “Karşı taraf” sözünü açıklamak için böyle bir deyim kullanmış. Bu bir Türkiye gerçeğidir. Vahşi cinayetin sanıkları bu düşünceye kendiliklerinden varmış değiller. Ülkemizdeki resmi söylem zaten Hıristiyan yurttaşı “yabancı” sayıyor. “Öteki”nin de ötesinde yabancı işte. Bu “yabancı” deyimine mahkeme kayıtlarında rastlayabilirsiniz, Vakıflar Kanunu taslağında gayrimüslim yurttaşlarımızı “yurttaş” görmeyen anlayışı paragraf paragraf, madde madde okuyabilirsiniz. Unutmayalım, Hrant Dink de Hıristiyandı. Namluların hedefi haline getirilmesi için onun Ermeni ve Hıristiyan kimliği üzerinden saldırılar düzenlenmiş, yayınlar yapılmıştı. ??? Malatya katliamı davasında katil sanığının söylediği “Onlar Hıristiyan biz ‘Onlar Hıristiyan Biz Türk’üz’ Türk’üz” açıklaması üzerinde düşünmeliyiz. Bu düşüncenin nasıl üretildiğini ve hangi siyasi, psikolojik anlayışın ürünü olduğunu yeni baştan gözden geçirmeliyiz. Türkiye, ne yazık ki uzunca bir süreden beri farklı olanı, değişik olanı düşman gören, dışlayan bir düşüncenin etkisiyle şekilleniyor. Avrupa Birliği sürecinin ortaya çıkmasıyla “yabancı” kavramı ve “yabancı” düşmanlığı daha da yaygın şekilde kullanılır olmuştur. “Öteki” çeşit çeşittir. Etnik kökeni, cinsel tercihi, mezhepsel tercihi farklı olan ötekidir. Ama ötekilerin en ötekisi ise gayrimüslim yurttaşlarımızdır. Onlar, bazı çevreler için düşman sınıfındadır. Bazı çevrelerin içine bazen kendisini “solcu” olarak tanımlayanlar da giriyor. Kilise kapılarına kilit vurmaya kalkışan solculara tanık oldu bu ülke. Bu arada “misyonerlik” konusundaki bazı yargılara da değinmek istiyorum. ??? Misyoner, bir dinin, bir inancın yayılmasını kendisine görev edinen kimselere verilen addır. Türkiye’de de dünyanın birçok yerinde de misyonerler var olur, var olmaya devam eder. Türkiye, yüzde 99’unun Müslüman olduğu söylenen bir ülke. Gayrimüslim sayısı ile binde birler düzeyinde. Diyelim ki, bu misyonerler bazı Müslümanların kafasını çeliyor ve onları Hıristiyanlık inancına çekiyor. Bunun laik bir ülkede nasıl bir sakıncası olabilir? Müslümanlar da her gün kendi inançlarını yaymak ve pekiştirmek amacıyla propaganda yapmıyorlar mı? İnancına güvenen bundan çekinmez. Kaldı ki laik bir devlet Müslüman yurttaşı ile gayrimüslim yurttaşı arasında ayrım yapamaz. Yapmaya kalkarsa laikliği yok sayıyor demektir. Peki Türkiye’de Müslüman olmayan yurttaşlara karşı negatif bir ayrımcılık yapılmıyor mu? Tabii ki yapılıyor. Vakıflar Kanunu bunlardan birisidir. Daha çok kanun maddesi ve yönetmelikte bu dışlayıcı anlayışı görebiliriz. ??? Türkiye Cumhuriyeti Devleti laik bir devlettir. Anayasasında öyle yazıyor. Bizler de Türkiye’nin laik kalmasını isteyenlerdeniz. Laiklik, özellikle din ve inanç karşısında devletin taraf tutmaması anlayışını savunur. Peki gerçekte böyle mi oluyor? Örneğin Alevi yurttaşlarımız, devletin önünde Sünni yurttaşlarımızla eşit haklara sahip mi? Tabii ki değil. Onların Alevi sözcüğünü kullanmaları bile düne kadar yasaktı. Hıristiyan yurttaşlar devletten eşit muamele görüyorlar mı? Tabii ki gör müyorlar. Hatta bazen iktidarlar, Hıristiyan Rum yurttaşlarımızı, Batı Trakya’daki TürkMüslüman azınlığa karşı “rehin” olarak görecek kanun maddeleri bile hazırlayabiliyorlar. ??? Eğri oturup doğru konuşalım; Türkiye’de egemen olan milliyetçilik, ne yazık ki farklı inançtaki insanlarımızı hedef haline getirecek bir anlayış içinde yürümeye devam ediyor. Malatya’da ortaya çıkan yüz kızartıcı, yürek yakıcı tablo, ilkel bir milliyetçiliğin, ilkel bir dinciliğin çok ötesinde, kurumsal bir anlayışı gözler önüne seriyor. Buna karşı ne yapacağız? Çocuklarımızı nasıl yetiştireceğiz? İlkel milliyetçilik bir eğitim sisteminin ve egemen anlayışın sonucunda ortaya çıkıyor… Gelin, üzerinde bir kez daha düşünelim ve katil üreten anlayışı önce özeleştiri yaparak sorgulamaya çalışalım. ‘DEVRİM YASALARINA AYKIRI’ Avukat Tanal’dan İspanya konuşmasına suç duyurusu İstanbul Haber Servisi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında, İspanya’da “Türban siyasi simge olsa suç mu? Sembollere yasak getirilir mi?” şeklindeki ifadeleri nedeniyle suç duyurusunda bulunuldu. İstanbul Barosu üyesi avukat Mahmut Tanal, dün Sultanahmet’teki İstanbul Adliyesi’ne gelerek Erdoğan hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Tanal, Erdoğan’ın, “Türban siyasi simge olsa suç mu? Sembollere yasak getirilir mi?” şeklindeki açıklamasıyla, anayasanın 11, 24, 138. ve 174. maddeleriyle, 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Yasa’ya muhalefet ettiğini belirtti. Erdoğan’ın açıklamasının devrim yasalarına da aykırı olduğunu kaydeden Tanal, halkı yasalara uymamaya alenen tahrik ederek suç işleyen Erdoğan hakkında gerekli yasal işlemin başlatılmasını istedi. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle