02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 OCAK 2008 SALI 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Sanata, sanatçıya inançla, saygıyla, sevgiyle dönen yüzler ise aydınlanmanın umut ışıkları AYNA ADNAN BİNYAZAR 2007’ den izlenimler... ? Bernard Shaw, “Sanat var olmasaydı, gerçeğin kabalığı katlanılmaz kılardı dünyayı” der. Sanatçı olmak bir ayrıcalık. Türkiye’de iğneyle kuyu kazarak yapılıyor sanat. Sanata, sanatçıya inançla, sevgiyle, saygıyla dönen yüzlerse aydınlanmanın umut ışıkları. lek kuruluşları sahip çıktılar Cumhuriyetimizin, İstanbul’un en önemli kültürsanat simgelerinden biri olan AKM’ye. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın konuya uygar ve mantıklı yaklaşımı ise onarım seçeneğine öncelik tanıdı. Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ne gelince; yıkılacak gerekçesiyle sezon başlarken binasının kapısına kilit vuruluverdi. Olaylar bu noktaya gelene kadar Şehir Tiyatroları sanatçıları tarafından sağlam bir karşı duruş sergilendi mi? Bilmiyorum... Kırk altı yıllık tarihinde ilk kez 1 Ekim’de binanın ışıkları yanmadı... Muhsin Ertuğrul’un kemikleri sızlamıştır herhalde. Kasım ortasına gelindiğinde ise perdeler birden açıldı! Tabii ki sevindirici bir olay. Bu beklenmedik karar değişikliği geçici mi, kalıcı mı meçhul. Söylentiler çeşitli ve de geçici olduğu yönünde. Getireceği rant düşünüldüğünde, Kongre Vadisi kolay uykuya bırakılacak bir proje olmasa gerek... 2007’yi düşünüyorum. Aklımın bir köşesine takılanlar genelde olumsuzluklar... Güzellikler yok mu? Tabii ki var, ama.... AKM yıkılacak mı, yıkılmayacak mı? Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi ‘Kongre Vadisi Projesi’ kapsamına alınacak mı alınmayacak mı gibi kentin kültür ve sanat yaşamı ile ilgili önemli tartışmalar uzun süre gündemi meşgul etti... Yıpratıcı bir süreçti bu ve sanatçılar, çeşitli mes2007 yılının olumsuzluklar zincirinde son halka Şehir Tiyatroları’na “ihale ile sanatçı alımı” ilanı oldu. Şaşırtıcı olmanın ötesinde, belediye bürokrasisi açısından umursamaz, sanatçı açısından önemle sorgulanması gereken bir yaklaşım sergiliyordu ‘ihale’ ve ‘sanatçı’ sözcüklerinin yan yana gelmesi. Böylelikle ciddi bir yanlışın altı da çiziliyordu: Şehir Tiyatroları bütçesinin iki yıl önce katma bütçeden çıkarılarak genel bütçeye geçmesi bu kurumda bundan sonrası için de benzeri olumsuzluklara gebe tehlikeli bir yapılaşmanın işaretini veriyor. Neden bu geçişin önü kesilemedi ve Şehir Tiyatroları’nın belediyenin onca müdürlüklerinden biri olmadığı/olamayacağı izah edilmedi? Giderek büyüyecek bir sorun kuşkusuz. Özel Tiyatrolara Devlet Desteği ile ilgili olarak hemen her yıl yaşanan tartışmalar, geride bıraktığımız yıl, sistemin, kurulların, dağıtım ölçütlerinin ileriye dönük olarak yeniden ele alınmasını kaçınılmaz kılıyordu. E ARTILARDAN BİRKAÇ ÖRNEK Tabii ki hoşluklar da yaşandı 2007’de. Keyifli oyunlar izlendi. Genç tiyatrocular rüzgârı arkalarına aldılar. Alternatif mekânlarda ilgi çeken yapımlar sergilediler. Tüm sorunlara rağmen sanki tiyatro trafiğinde bir canlanma yaşanıyor. 2008’e umutla bakıyorum bu bağlamda. Bu yıl yapılacak Tiyatro Festivali’ne gönderilen onlarca proje de umutlarımı destekliyor. Garajistanbul ve Santralistanbul çeşitli alanlarda üretimi destekleyen, yeni yaratı alanları açan sanat kurumları olarak hayatlarımıza girdiler... Lemi Bilgin, hakkında açılan tüm davalardan aklandı ve Devlet Tiyatroları Genel Müdürü olarak görevinin başına döndü. Umarım 2005’te olduğu gibi yine politik oyunlarla yerinden edilmeye çalışılmaz. Genç Oyuncular 19571963 yılları arasında araştırmacı ve öncü çalışmalarıyla dikkatleri üzerine çeken bir amatör tiyatro topluluğuydu. Bunun ötesinde, çağdaş tiyatromuzda bir köşe taşıydı. Neden? Bu sorunun yanıtını günümüzün genç tiyatrocuları Atila Alpöge’nin yazdığı ve 2007’nin son günlerinde çıkan “Hayat Ağacında Tavus Kuşları Genç Oyuncular” adlı kitapta (Mitos Boyut Yayınları) bulacaklar kuşkusuz. 2007’nin en güzel olaylarından biri hiç kuşkusuz Kenter Tiyatrosu’nun kuruluşunun 45. yılını kutlamasıydı. 1959 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu’ndan ayrılarak İstanbul’a gelen ve Karaca Tiyatro’da oynadıkları “Salıncakta İki Kişi” ile seyirciyi adeta büyüleyen Yıldız ve Müşfik Kenter için Vedat Nedim Tör şöyle diyordu: “İstanbullular!.. Sevinin... Övünün... Bayram edin. Şehrimizin kültür kesafetini arttıran, sanat seviyesini yükselten iki artist kazandık: Kenter kardeşler... İki eliniz kanda da olsa, ne yapıp onları görmeye gidiniz!” 1962’de Kenter Tiyatrosu kurulmuştur artık. 1968’de, kendilerine ait bir tiyatro binasının, ilk özel tiyatro binasının yapımı için uğraşmaktadır Kenterler; “Yedi yıldır sürdürmekte olduğumuz tiyatro hizmetini genişletmek amacıyla bir tiyatro binası yaptırmaya karar verdik” der Yıldız Kenter. O günden bu yana o kadar güzel oyunlar izledik ki Kent Oyuncuları’ndan... Yitirdiklerimiz oldu Şükran Güngör, Kamran Yüce gibi... Gidenler oldu... Gelenler ve de kalanlar oldu... Bugün, başta Yıldız Kenter olmak üzere Kent Oyuncuları bayrağı özenle taşıyorlar ellinci yıllara doğru.... Bernard Shaw, “Sanat var olmasaydı, gerçeğin kabalığı katlanılmaz kılardı dünyayı” der. ‘Sanatçı’ olmak bir ayrıcalık. Türkiye’de iğneyle kuyu kazarak yapılıyor sanat. Sanata, sanatçıya inançla, saygıyla, sevgiyle dönen yüzler ise aydınlanmanın umut ışıkları. İnsanı Onursuzlaştırmak Türkiye’de yeni bir zam furyası başlarken, Başbakan valilere, kaymakamlara sesleniyor: “Valilerimiz, kaymakamlarımız şunu bilsin, eğer evinde soba yoksa sobasını da alacaksın. Ama benim fakirim onurludur, gururludur, senin kapına gelmesini beklemeyeceksin, gideceksin, arayacaksın. Sayın valim, sayın kaymakamım, atlayacaksın şoför mahalline oturacaksın, gerekirse sen gideceksin. Kapıyı çalacaksın, kömürü, sobayı sen vereceksin, bunu yaptığın gün Türkiye uçar, uçar, bu noktaya gelir.” Söz şehvetine kapılmanın tiksindirici örneği sayılabilecek bu sözler, insan onurunun nasıl ayaklar altına alındığının da göstergesidir. Başbakanın, devlet memuruna bir uşağa buyruk verircesine seslenmesi ise, en başta yurttaşlık haklarına aykırıdır. Heveslisi çok olsa da, umarım uşaklığı kendine yakıştıracak biri çıkmaz! Ayağına da götürülse, sadaka, muhtaç olanda onur kırıklığına yol açar. Onuru kırılanda gurur aranmaz. Özveri gösterisine çıkmış kimi paralıların kamyonlara doldurdukları yiyeceği mahallenin ortasında halka nasıl dağıttıklarını getirin gözlerinizin önüne. Yaşlı genç, kadın erkek, sürüyle çocuk; bir torba yiyecek kapmak için kamyonların başına üşüşüyorlar. O an belki nefislerini körletiyorlar, ama her lokma, köpekbalığı kapmışçasına, onurlarından bir parçayı koparıp götürüyor. Bir an, elinde kaplarla kamyonlara koşan kadının yerine koyun kendinizi... Bayramlarda ellerine armağan tutuşturulan kimsesiz çocukların ölgün gözlerine hiç baktığınız oldu mu?.. Ülkeler gibi, kişiler de başkalarına el açacak durumlara düşürülmemelidir. O durumdaki ülkede de, kişide de ne onur kalır ne gurur! Muhtaç insanın boynu büküktür. Yevtuşenko’nun şu sorusu hiç aklımdan çıkmamıştır: “Her istediğimi veriyorsunuz; ona karşılık benden istediğiniz nedir?” IMF’nin, AB’nin, bedeli ağır isteklerde bulunmasının nedeni budur. Onlardan isteyen biz olduk çünkü... Atatürk’ün, yurttaşlarına “ateşin ve ihanetin” içinde “tam bağımsızlık” diye seslenmesinin temelinde bu yatar. Onur, bir ülkenin iffetidir; iffetinden olan, gururundan da olur. Başbakan onurdan, gururdan söz edeceğine, halkı sadaka verilecek durumdan kurtarmayı düşünmeli, onu sadakalarla köleleştirmeyi değil! Büyük kötülükler, bilinçsizce yapılan iyiliklerden doğuyor. Öyle ki, her an, onur kazandırmayı düşündüğümüz kişiyi onursuzluğa sürükleyebiliriz. İyilik yapan, ayaklarının altındaki çakıl taşlarını hışırdatmamalıdır. Hışırdattı mı, iyilik ucuz kahramanlığa dönüşür. Bu, insanı, kahramanın onursuzluğunu tartışmaya kadar götürür. Brutus, yapılan iyiliğin altında ezilmeseydi, hançerini Sezar’ın yüreğine saplar mıydı?.. Kahramanlık bulaştırılmış iyilik, insan onuruna yapılmış en büyük kötülüktür. Başbakan, kendi kesesinden ödemediği halde “sekiz milyona altı milyon kömür dağıtıldığını” kahramanca ilan ediyor. El kesesi kullananın eli açık olurmuş; oğlunu gemi sahibi kılan, başkasının çocuğunun eline hiç değilse gemiden bir oyuncak verebilmelidir. Devlet halka sadaka dağıtmayı erdemsizlik, onursuzluk sayıp, halkına ekonomik bağımsızlık sağlarsa devletliğini gösterir. Yoksa soyut bir kavramı tartışır dururuz... [email protected] Performans Günleri ? Kültür Servisi Bu yıl dördüncüsü düzenlenecek olan “KargArt Performans Günleri”, 18 31 Mart 2007 tarihleri arasında yapılacak. Geçen yıl sahne çalışmaları ekseninden çıkartılarak; müzik, videoart, fotoğraf, yerleştirme, ses tasarımı gibi farklı disiplinlerde ya da disiplinlerarası işlere ev sahipliği yapan performans günleri, bu yıl da benzer bir mantıkla her türlü performans sunumuna açık olacak. Performans günleri için konu sınırlaması henüz belli değil. Gelecek başvurularla belirlenecek içerik, KargArt salonundan farklı kardeş kurumlara ve salonlara da taşınabilecek. (0 216 330 31 51) V Kültür Servisi İş Sanat yeni yılın ilk konserinde Ska ve Brit Pop izlerini taşıyan özgün vokali, virtüözitesini kanıtlayan piyano çalışı ve yaptığı düzenlemelerle caz dünyasın Paddy Milner Konseri da adından söz ettiren Paddy Milner ve topluluğu The Big Sounds’ı 4 Ocak Cuma akşamı İş Sanat Kültür Merkezi’nde İstanbullu müzikseverlerle buluşturuyor. S A N AT S A L E L E Ş T İ R İ H A Z I M S I Z L I Ğ I ‘Bu Âlemin Hastasıyım’ ? Kültür Servisi Tiyatro sanatçısı Levent Tülek, çok ses getiren kitabı “Lumpen Sözlüğü”nün sahne versiyonu olan “Bu Âlemin Hastasıyım” adlı tek kişilik oyununu aralık ayında sergilemeye başladı. Yazarlığını ve yönetmenliğini Levent Tülek’in yaptığı, dekor ve kostümleri Ayçın Tar’a, müzikleri Tolga Çebi’ye ve ışıkları Murat İpek’e ait oyun, 15 Aralık’tan itibaren de Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi Turhan Tuzcu Salonu’nda izleyiciyle buluşuyor. ‘Ananı da al git’ tepkisi ÖMER ŞAN Sokak sanatları atölyeleri ? Kültür Servisi Santralistanbul ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Bölümü olarak Fransız Kültür Merkezi ortaklığında yürütülen ‘Sokak Sanatları ve Yeni Sirk Projesi’ kapsamında sokak ve sirk sanatları alanında sekiz adet atölye çalışması yürütülecek. Fransa’daki ‘Académie Fratellini’den gelecek deneyimli eğitmenlerle gerçekleştirilecek atölye çalışmalarından ilki, 23 Ocak1 Şubat tarihleri arasında Santralistanbul’da yapılacak. Katılımcılar jonglör Vincent Berhault eğitmenliğinde beden/nesne ilişkisini keşfetmek üzerine bir laboratuvar çalışması yapma fırsatı bulacaklar. RİZE Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği “Düğün ya da Davul” adlı oyunda Başbakan Erdoğan’ın sözlerine yapılan göndermeler Rize protokolünü rahatsız etti. Oyundan sonra bir açıklama yapan Rize Valisi Kasım Esen, “Devletten maaş alıp siyasi mesaj vermek etik değil” derken; CHP il Başkanı Saltuk Deniz ise tepkileri “sanatsal hazımsızlık” olarak değerlendirdi. Oyunun bir bölümünde, oyuncular izleyenlere “Başbakan kimden korkar” sorusunu yöneltti. İzleyicilerin verdiği değişik cevaplar sonrası tiyatro oyuncusu kendi sorusunu, “Başbakan ABD’den korkar” diye yanıtladı. Oyun içinde ayrıca Başbakan Erdoğan’ın söylediği “Ananı da al git”, “Burası yan gelip yatma yeri değildir” şeklindeki sözler de kullanıldı ve bu sözlere taşlamalı göndermeler yapıldı. Bazı izleyiciler tepki göstererek salonu terk ederken, protokol üyeleri de tepkilerini birkaç gün sonra dile getirdi. Vali Kasım Esen, “Benim orada tiyatroya müdahalem söz konusu olamazdı. Oynadıkları oyun programda olan bir oyundur. Eğer senaryoya uymamışlarsa, bir suç işleyip kuralı ihlal etmişlerse gerekli inceleme yapılır. ‘Başbakan ABD’den korkar’ gibi bir ifade Türkiye Cumhuriyeti’nde başbakanlık yapmış herkese atfen söylenmiş bir söz. Bu etik bir söz değildir” dedi. İYASAL İÇERİKLİ MESAJLAR’ Trabzon Devlet Tiyatrosu Müdürü Murat Gökçer de oyunda “siyasal içerikli mesajlar” olduğuna ilişkin iddiaları değerlendirdi ve Devlet Tiyatroları’nda oynanan eserlerin Devlet Tiyatroları Kanunu gereği edebi kurulda kabul edilmiş oyunlar olduğunu belirterek “Bu oyunlar kuruldan ‘S geçtiği şekilde oynanır. Herhangi bir ekleme yapılması söz konusu olamaz” dedi. Gökçer, gerekli araştırma ve soruşturmanın başlatıldığını da kaydetti. Oyundaki söz konusu diyalogların oyunun metninde bulunduğu ve Trabzon’daki temsillerde de aynen kullanıldığı öğrenildi. Öte yandan, bunların “sanatsal eleştiri hazımsızlığının” açık bir ifadesi olduğunu kaydeden CHP Rize İl Başkanı Saltuk Deniz, “Sonuçta oyunda geçen ve eleştiri konusu olan ifadeler Sayın Başbakan’ın kullandığı ve kamuoyunda yankı uyandırıp çokça eleştirilen ifadelerdi. Başbakan eleştirilemez mi? Devlet Tiyatrosu oyuncularının devletten maaş alması, tiyatronun ve sanatın evrensel boyutluluğunu engelleyen bir unsur mudur? Devlet hepimizin devleti, Başbakan hepimizin başbakanıdır ama başbakan devletin değil hükümetin başıdır. Bu iki kavram karıştırılmamalıdır. Tiyatronun bu evrensel yönünü eleştirmek de Sayın Vali’ye kalmamıştır” dedi. FAZIL SAY’IN BABASI AHMET SAY ‘Gerçekleri dile getirdi’ SELDA GÜNEYSU Ateşi çıplak elle tutup karanlığın üstüne fırlatıvermiştir Say ülkemizin ‘yakışığı’dır... MUHSİNE HELİMOĞLU YAVUZ ‘Cennet’ bahara kaldı... ? İSTANBUL (AA) Yönetmen Biray Dalkıran’ın ikinci filmi “Cennet’’in gösterim tarihinin, İngiltere’den gelecek efektlerin gecikmesi sebebiyle ertelendiği bildirildi. Film Konsept Yapım ve Danışmanlık’tan yapılan yazılı açıklamaya göre, filmin yönetmeni ve yapımcısı Biray Dalkıran ile filmin dağıtımcısı 35 Milim Yapım ve Dağıtım arasında yapılan görüşmeler sonucu, 4 Ocak’ta sinemaseverlerle buluşması beklenen filmin 11 Nisan tarihinde vizyona girmesi kararlaştırıldı. emokrasinin istenen düzeyde gelişmediği; yönetsel, siyasal baskıların yoğun olduğu toplumlarda, insanlar çoğunlukla duygu, düşünce ve eleştirilerini, halkbiliminde adına “örtük transaksiyon” yani imalı iletişim denen bir yöntemle dolaylı olarak dile getirirler. Toplumun büyük bir kesimi de buna alışıktır. Fakat Fazıl Say gelişmiş bir birey, aydın sorumluluğu taşıyan yetkin bir sanatçı olarak, bu dolaylı yola hiç başvurmadan, bir koruyucu kalkanın ardına gizlenmeden, düşüncelerini, eleştirilerini doğrudan doğruya söylemiş, yani bir başka deyişle, ateşi çıplak elle tutup karanlığın üstüne fırlatıvermiştir. Ve dahası, üstüne ateş ve aydınlık düşenlerin, onu “elin yanar ha” yollu, korkutmaya, yıldırmaya yönelik naralanmaları karşısında, elindeki ateşi bırakıverme yerine, ikinci bir adım daha atarak, o ateşeaydınlığa daha da sıkı sarılmış ve onu çoğaltarak bir kez daha fırlatmıştır. Fazıl’ın çocukken yaşadığı, büyüyüp yetiştiği entelektüel, namuslu, tutarlı, aydın aile ortamını bilenler için, bu hiç de beklenmedik bir davranış değildir. Tam tersine, doğal bir nedensonuç ilişkisi olup, beklenen ve gerekli bir davranıştır. Onun kişiliğini sanatçı yönü dışında tanımayanlar, çalgısını çalıp, parasını ve alkışını alıp her iktidar döneminde ön koltuğa oturmaya alışanlardan bekledikleri ve alışkın oldukları itaat D “Karanlığa öyle kolayca teslim olacak değiliz” kâr, “cici çocuk” davranışının tam tersine bir davranış biçimi gördükleri için, böylesine ürküye kapılıp en yukarıdan en aşağıya kadar yetkili yetkisiz, ilgili ilgisiz hep bir ağızdan, böylesine yüksek sesle “naralanmışlardır”. Oysa, sağduyuyla şöyle bir durup düşünebilseler görecekler ki gerçek sanatçının göstermesi gereken asıl tepki, sergilemesi gereken asıl tutum Fazıl’ınkidir. Ayrıca bu tepkiye bir de “biçem ve anlambilim” açısından bakmak gerekir. Şöyle ki: Eğer Fazıl yalnızca “çeker giderim” deseydi, bu karşı tarafı pek fazla irkiltmez, hatta memnun bile ederdi. Zaten bir bakıma istenen de budur. Bu nedenle de hemen, giderse ardından teneke çalmaya hazırlanan, gönüllü ve çıkarcı “tenekeciler takımı” bu görevlerini yerine getirmeye başlamışlardır. “Demokrasiye saygılı ol, farklılıklarla yaşamasını öğren, hadi canım sana güle güle” gi bi işi özünden saptıran, çapsız kalem söylemleri bunun tipik bir göstergesidir. Fakat Fazıl ikinci ve çok daha kararlı bir adım atarak, “Karanlığa öyle kolayca teslim olacak değiliz” dedi. İşte karşı tarafta, asıl ürkü yaratan söylem de bu olmuştur. Daha da doğrusu, bu cümlenin “değiliz” sözcüğünün sonundaki “çoğul eki” olmuştur. O ek “değilim” şeklinde birinci tekil şahıs olsaydı, yine pek oralı olmayabilirlerdi. Ama o “birinci çoğul şahıs eki”, yani o “değiliz”deki “iz” eki, bilinçaltı bir ürküyü tetikledi. Çünkü, o “iz”deki “izler”in bir araya gelip, Fazıl’ın piyanosu eşliğinde, “karanlığa teslim olacak değiliz” türküleri söylemeleri olasılığı, bu ürküyü somutlaştırmıştır. Ki, bu türkü de işte şu anda bile artık söylenmektedir... Sonuç olarak, Fazıl aydın sorumluluğu, yetkin sanatçı duyarlılığı, yürekliliği ve o hiç bozulmamasını dilediğim yüreğindeki, gözlerindeki çocuksu dürüstlüğüyle, öyle evirip çevirmeden “kral çıplak” demiştir. Gerçekten de çıplak olan krallar ve kraldan çok kralcılar da bu bıçak gibi kesici ve soğuk, bu çok doğru söylemin rüzgârı karşısında, iliklerine kadar üşümektedirler. Yani özetle, bir “kral çıplak” saptamasıyla ve bir “kral üşümesi” olgusuyla karşı karşıyayız. Fazıl’a gelince... O bizimdir ve ülkemizin yakışığıdır, gönüllerimizden başka hiçbir yere gidecek de değildir. ANKARA Dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say’ın babası Ahmet Say, ülkedeki sanat eğitiminde yaşanan eksikliklerin ilk kez oğlunun yaptığı açıklamalarla dile getirildiğini vurguladı. Say, “Fazıl sözlerinde çok haklı. Fazıl’ın sözlerinin üzerine çok şey söylendi, çok tartışıldı. Unutulmamalıdır ki Fazıl’ın sözleriyle ilk kez ülkede sanat eğitiminde yaşanan eksiklikler dile geldi” dedi. Ahmet Say, Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümüyle birlikte ülkede, birçok alanda olduğu gibi kültür sanat alanında da bir karşıdevrim hareketinin yaşandığını kaydetti. Toplumların çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmasında sanat eğitiminin çok önemli yer tuttuğunu vurgulayan Say, AKP’li İstanbul milletvekili Osman Yağmurdereli’nin, bir televizyon kanalında oğluyla ilgili söylediği sözlerle ilgili olarak, “Osman Yağmurdereli’yi muhatap kabul etmiyorum. Bu yüzden onun sözleriyle ilgili bir yorumda bulunmak dahi istemiyorum” dedi. Ahmet Say, şöyle devam etti: “Fazıl’ın da dile getirdiği gibi ülkede müzik eğitimi son yıllarda maalesef gerileme kaydetmiştir. Zaten Fazıl’ın açıklamalarından sonra Müzik Eğitimcileri Derneği (MÜZED) Genel Başkanı Refik Saydam, rakamlarla durumu açıkça ortaya koydu.” UMURSAMIYORUM’ Oğlu Fazıl Say’ın doğruları dile getirdiği için bazı çevrelerin tepkisiyle karşılaştığını anlatan Say, dinci basında oğlu ile ilgili yer alan haberleri de “umursamadığını” dile getirdi: “Bazı basın organlarında Fazıl ile ilgili açıklamalar doğruları yansıtmıyor. Onlar sadece saldırganlıkla bir yerlere varabileceklerini sanıyorlar. Ancak saldırganlıkla bir yerlere varılmaz” diyen Say, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün nesnel gerçeklik neyse onun tartışılması gerekir. Unutulmamalıdır ki Fazıl’ın sözleriyle ilk kez ülkede sanat eğitiminde yaşanan eksiklikler dile geldi. Böylece insanlar ilk kez sanat eğitimini tartıştı. Fazıl’ın ülkenin ortaçağ karanlığına doğru sürüklendiği şeklindeki sözleri de gerçekleri yansıtıyor.” ‘DİNCİ BASINDAKİ HABERLERİ ‘KRAL ÇIPLAK’ CUMHURİYET 14 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle