22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 EYLÜL 2007 PAZAR 2 “Körfezdeki durgun suya bir bak göreceksin/Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde.” İçimden yineliyorum hep. Sabahın yedisi! Körfez sularında bir kıpırtı bile yok. Kumsal boyunca genç yaşlı, kadın erkek bir gelip, bir gidiyor. Kimi hızlı, kimi yavaş yavaş... Sabahın tadını çıkarıyorlar. Körfezin nemli havasını içlerinde duya duya... Aylardır İstanbul’dan uzaktayım. Hekimler de böyle demişlerdi. Bir yaz, hele bir ağustos ayı geçmeliymiş bu ağrıların yok olması için. Önce Gökova, bir haftadır da ÖrenBodrum!.. Okuyarak, yazarak, haftada üç gün de sizlerle dertleşerek. Yurt, dünya sorunları, kısacası yaşamak, sevmek, öğrenmek... “Yazmak yaşamaktır” diyerek. ??? Birkaç gündür bazı eski kitapları yeniden okumaktayım. Arcayürek’in çok ilginç anıları; Necip Fazıl’ın “O ve Ben” i; Italo Stevo’nun “Zeno’nun Bilinci”... Aylar yıllar önce okuduğumuz öyküler, anılar belli bir yaz çizgisinde yeni anlamlar duyurur. Öyle ya, yirmisindeki bir insanla altmışında, yetmişindeki, seksenindeki insan aynı olabilir mi? Doğrusu, kişinin bir kez ölmediğidir. Bizler, zaman içinde değişe değişe yok oluruz. Gel de yirmisindeki, on beşindeki, hatta otuzundaki kendini ara? Bir yakın dostum bir gün sormuştu: “Sen iki yıl önce bana bir şey söylemiştin. Geçenlerde anımsadım, sen neden o konuyu sormuştun?” Unutmuş gitmişim, ama o, belleğinin derinliklerinden OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kendini Harcayan İktidar EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Körfezdeki Durgun Su... çıkarıvermiş o günü, o zaman parçasını... Şimdi hesap soruyor! Bir gün de şöyle demişti: “Tam kırk yıl öncesine kadar indim. Anıların içinde bir anı, sanki bugündeymiş gibi yaşıyorum...” ??? “Zeno’nun Bilinci”ni dilimize çeviren Gül Işık önsözün sonunda şöyle der: “Kendi kendisini amansızca bir oyuna oturtur Zeno: Belleğini hırpalayarak anıları soruşturur, sorguya çeker. Belleğin her bilinçli yanıtına bilinçaltı gülümser, masaya bir kâğıt daha açar, imge ya da olay yeni bir kanıtla zenginleşir, karmaşıklaşır, içinden çıkılmaz olur.” Zaman zaman hepimizin yaşadığı bir andır bu. Anılarınızın dibinde bir şeyler bulmak istersiniz. O gün neden böyle davrandım; neden o sözü söyledim ya da söylemedim; neden ondan kaçtım? Neden’ler dizilir ardı ardına. En zoru kişinin kendisine hesap vermesidir. Nedense, yalnız hastalıklarda kendisiyle uğraşır, kendini yaşar kişi... Hastalık, bir çeşit kapatılmışlık, bir koparılma ha lidir de ondan mı? Svevo, “Gerçi yaşam biraz hastalığa benziyor” dedirtir kahramanı Zeno’ya: “Nöbetleri, ayılmaları, kendine göre bir seyri var, bir günlük iyileşmeleri, kötüleşmeleri var. Öteki hastalıklardan ayrı olarak her zaman ölümcül. Tedavisi yok. Böyle bir şey bedenimizdeki delikleri yara sanıp tıkamaya benzer, tedavi olduk derken boğulup ölürüz.” ??? Körfezdeki durgun suya bakıyorum. Bir ara taraçaya çıkıp yürümek istedim. Yahya Kemal’i anımsadım. Park Otel pastanesinde hızlı hızlı bir şeyler atıştırması... Kavga eder gibiydi yiyeceği şeyle! Şaire benzemezdi hiç! Nerde Alfred de Musset ya da Eluard! Şairler neye benzer ki! Alıştırmışlar bizi, şair deyince romantik bir tipi canlandırmamıza. Oysa şair de her insan gibi, yakışıklı, çirkin, zayıf, şişman... Gelip geçici gövdesiyle, bir başla, dudukla, gözle değil, dizeleriyle anımsanan... “İnsan için sağlıklı olma çabası boştur” diyor Zeno. Sürgit hastayızdır. Bilerek bilmeyerek! Ama bir hastane yatağında isek, daha çok hastayızdır. Belleğin derinliklerinde kendimizi aramaya, bulmaya başladık mı, iyi bilelim gerçekten hasta olduğumuzu... “Körfezdeki durgun suya bir bak” demiş şair. Bir yaşam anı. Bir kesit. Bir kopuş. Yetmez mi kendimizi sağlıklı duymaya? PENCERE Baskı Basanındır... “Mahalle baskısı” diye bir deyiş son günlerde moda oldu... Neymiş mahalle baskısı?.. Dincilik, türbancılık, tesettür, softalık, irtica mahallenin düzenine dönüştü mü artık kimse gözünü açamazmış... Bir korku başladı... Ne korkusu?.. Soruyorlar: Malezya olur muyuz?.. Bu gidişle oluruz... ? Peki, yalnız mahalle baskısı mı söz konusudur?.. Ya ihale baskısı?.. Vatan gazetesinin birinci sayfasında (22 Eylül 2007) bir haber başlığı: “Eşi türbanlı müteahhit devletten kolay iş alır...” Mahalle baskısı mı bu?.. Hükümet baskısı mı?.. Devlet baskısı mı?.. Vatan gazetesinden Nuray Başaran, AKP Kütahya Milletvekili Hüseyin Tuğcu’ya soruyor: “ Son dönemde, devletten iş alacak müteahhitlerin eşlerinin örtünmeye başladığı, hükümetin bu tür uygulamalarda bulunduğu yolunda iddialar var; ne diyorsunuz?..” AKP’nin kurucu üyelerinden Kütahya Milletvekili Hüseyin Tuğcu’nun yanıtı açık seçik: “ Evet, tabii ki bunlar olabilir... Elbette iş alacaksa, iş yapacaksa kendine çekidüzen verecektir insan... Bu, yönetimin durumuna göre şekillenecektir.” Evet, “Sermayenin dincileştirilmesi” siyasetinin devlet eliyle uygulaması tepeden inme yürütülüyor... Uygulamada mahallelinin suçu yok... Devlet gücü kullanılıyor... ? Dahası var... Amerika, Türkiye’nin “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ne oturtulması için ağırlığını koymadı mı?.. Emperyalizm ülkemizde laikliğe karşı çıkıyor... Baskı, mahalle baskısı mı?.. ABD baskısı mı?.. ? ABD Türkiye’de laikliğe karşı... Kemalizme karşı... Neden?.. ABD desteğini AKP’nin arkasından çeksin, ülkemizde dinciliğin sonu çok çabuk gelir... Ama, Amerika İslamcılığı destekledikçe, dincilik yoğunlaşacak, mahallede türbancılık baskısı dinciliğin taban siyasetine dönüşecektir... ? Bektaşi işte bu mahalleden geçerken bağırmış: Ulan pezevenkler... Bütün pencereler açılmış, meraklı başlar uzanmış... Bektaşi söylenerek yürümeye başlamış: Ne de çok.. ne de çok.. ne de çok... Mustafa Özbek Türk Metal Sendikası Genel Başkanı ürkiye, cennet ile cehennem arasındaki köprüde yerini ve yönünü şaşıran bir faniye benziyor. Sahip olduğu jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik değerler, bu güzel ülkenin ve halkının “cenneti hak ettiğini” ısrarla vurgularken ülkeyi yönetenlerin içinde olmaktan büyük keyif aldıkları kısırdöngü, sanki kaderimizin cehennem olacağını bir şamar gibi yüzlerimize çarpıyor. Bu ülkeye düşünceleri ve projeleriyle hizmet etmesi gereken aydınlarımızın, bu ülkenin dinamik bir yapıya kavuşması için ortaya çıkan sivil toplum örgütlerinin, bu ülkeyi hem içeride hem de dışarıda “onurlu bir yere getirmek için” yemin etmiş siyasetçilerin bu gerçeği biliyor olmasına rağmen, ölü toprağını bir türlü üzerimizden atamıyoruz. Sorunların gerçek sebebini öğrenmekten, sorunlara çare bulmaktan hep kaçıyoruz. Ama kendimize göre, işimize gelecek şekilde bir suçlu aramaktan da geri kalmıyoruz. Holding medyası can yakıcı gerçeklerin üstünü, magazinler ve şovların yanı sıra, “satılık” kalemler ile örtmeye çalışadursun, ulusal haysiyet sahibi her kişi T ? Arkası 8. Sayfada CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle