15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 EYLÜL 2007 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA SAĞLIK Dr. Günçe, ‘Kitlesel Felaketlerde Kimliklendirme, DVI ve Adli Diş Hekimliğinin Önemi’ konulu bir tez hazırladı 7 Felaketlerde diş kimliği geliyor Türkiye’de patolog sayısı yetersiz ? İstanbul Haber Servisi Türk Patoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Sıtkı Tuzlalı, Türkiye’de 1500 civarında patolog bulunduğunu belirterek bu sayının dünya ve Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığı zaman yetersiz kaldığını söyledi.Tuzlalı, “Patoloji alanında dünyada en gelişmiş ülkenin ABD olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye eğitim ve insan kalitesi bakımından dünya ile yarışabilir konumda. Ancak maddi yetersizlikler yaşıyoruz” dedi. ŞULE KÖKTÜRK elaket kurbanlarının kimliklendirilmesi “disaster victim identification” (DVI) çalışmalarında, DNA, parmak iziyle yoğun ve başarılı bir şekilde ise diş kayıtları kullanılıyor. 2002 yılından bu yana Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi’nde adli diş hekimi olarak görev yapan ve “Kitlesel Felaketlerde Kimliklendirme, DVI ve Adli Diş Hekimliğinin Önemi” konulu bir tez hazırlayan Dr. Elif Günçe, dişten kimliklendirmenin çok önemli bir ayak olduğunu belirterek Tayland’da yaşanan tsunami felaketinde, yaşamlarını yitirenlerin yaklaşık yüzde 85’inin diş kayıtlarıyla kimliklendirildiğini söyledi. Dr. Günçe, kitlesel felaketlerde kim F liklendirmeyle ilgili sorularımızı yanıtladı. Kimliklendirmeyi ölüm öncesine ait kayıtlarla, ölüm sonrasına ait kayıtların karşılaştırılması şeklinde tanımlayan Günçe, “Temelde, ölüm öncesine ait kaydımız yoksa ölüm sonrasına ait kaydımız ya da bulgularımızın olması bizi çok ileriye götürmüyor ne yazık ki. O yüzden sağlıklı diş kayıtlarının tutulması gerekiyor” dedi. Röntgen filmleri ve yazılı tüm diş kayıtlarının kimliklendirme sırasında yardımcı olabileceğini vurgulayan Günçe, diş hekimlerinin, hastalarıyla ilgili düzenli kayıt tutmalarını ve bir felaket anında, bu kayıtları yalnızca kim liklendirme amaçlı olarak kendileriyle paylaşmalarını istedi. Diş hekimleri arasında ne yazık ki böyle bir organizasyon olmadığını ifade eden Dr. Elif Günçe, deprem ve felaket bekleyen bir ülke olarak bir an önce ulusal bir DVI ekibi kurulması gerektiğini söyledi. Günçe, 2006 yılında, bu konuda yoğun çalışmalar yaptıklarını, ancak bazı bürokratik engeller nedeniyle çalışmaların tamamlanamadığını anlattı. Türkiye’de 1999 depreminde rutin olarak kimliklendirme çalışmasının yapılmadığını, 2003 yılındaki patlamalarda bu çalışmaların sürdürüldüğünü açıklayan Günçe özetle şunları söyledi: “2003’teki patlamalarda toplam da 53 kişi yaşamını yitirmişti. Bunların 7’sine yalnızca DNA ile kimliklendirme yaptık. İlk patlamalarda 10 olguda, dişle ilgili bulgular toplandı, ikinci patlamada, 17 olguda dişi kullandık. Kişisel eşyaları da kullandık. Tayland’daki kimliklendirme çalışmalarına katılacaktık. Ancak, bürokratik gecikmeler ve diğer ülke ekiplerinin daha erken gitmeleri nedeniyle Tayland’daki çalışmalarda bulunmadık. Tayland’da tarihin en büyük DVI çalışması yapıldı. Çünkü, Tayland’da ölen turistlerin ülkelerinden gönderilen kayıtlar vardı. Bugün hâlâ o veriler tartışılıyor. Burada yapılan çalışmalarda, diş çok faydalı oldu, yüzde 85’i dişle kimliklendirildi. DNA ile komfirme edildi.” ‘Hastalıklara karşı su sigortadır’ İstanbul Haber Servisi Susuzluk enfeksiyon hastalıklarını beraberinde getirirken susuzluğun, özellikle kalabalık büyük kentlerde kendini göstermesi tehlikenin boyutlarını arttırıyor. Uzmanlar, susuzluğun yol açacağı enfeksi yonlara karşı önlem için bağışıklık sisteminin de güçlendirilmesini öneriyorlar. Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastalıkları İç Hastalıkları Uzmanı Doç Dr. Mesut Başak, sıcak hava şartlarında hijyenin azalışının öncelikle enfeksiyon hastalıklarına yol açacağını belirterek, astım hastalarının veya cildi dış etkenlerden çabuk etkilenen kişilerin bu dönemde sağlık açısından risk taşıdığını söyledi. Susuzluğa karşı en önemli korunmanın ise vücudumuzda enfeksiyon ve mikrop saldırılarına karşı bir kalkan görevini gören bağışıklık sistemimizi desteklemekten geçtiğini ifade eden Başak, “Bağışıklık sistemimiz birçok hastalığa karşı bir fanus gibi bizi koruyor. Ortak kullanım alanlarında, suyun olmayışı da gözetilerek destek hijyen şartları oluşturulmalı. Bu dönemde fazlasıyla sıvı tüketilmeli ve doğal bir yaşam koşulu olmadığından mutlaka betaglukan gibi bağışıklık sistemini destekleyen dış besin değerleriyle takviye sağlanmalı. Bu ileride karşılaşabileceğimiz sistematik hastalıklara karşı da bir nevi sigorta önemini taşıyor” dedi. Novartis’e ödül ? İstanbul Haber Servisi Novartis Türkiye’nin başlattığı “Sağlık Vagonu” Projesi, Ortadoğu ve Afrika bölgesinin “En İyi Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projesi” seçilerek, sosyal sorumluluk çalışmaları ile bilinen Uluslararası Stevie Ödülü kazanan ilk Türk şirketi oldu. Sağlık Bakanlığı ve TCDD’nin yanı sıra yerel yönetimler, sağlık birimleri ve tıp fakülteleri işbirliği ile 2006 yılında Türkiye genelinde başlatılan proje ile Türkiye genelinde 20 il gezildi. Bu illerde hipertansiyon, diyabet, astım, epilepsi, kanser, parkinson, alzheimer, mantar, osteoporoz gibi çeşitli hastalıklar hakkında bilgiler verildi. 70 YAŞINDAKİLER DİKKAT! Günde en az 1 litre su tüketin SİBEL BAHÇETEPE Kanser masaya yatırılıyor ? İstanbul Haber Servisi Periyodik olarak düzenlenecek olan MedyaTıbbi Onkoloji Derneği buluşmaları, bugün saat 10.00’da Elmadağ’daki Tıbbi Onkoloji Derneği binasında düzenlenecek toplantı ile başlayacak. Onkoloji uzmanlarının katılacağı toplantıda, kanserin yakından tanınması, gerekli tedbirlerin alınması, kanserin belirtileri ve tedavi yollarındaki son çalışmaları ve son dönemlerde gündemde tartışılan tedavilerin doğruluğu ele alınacak. Türkiye’nin obezite haritası ? İstanbul Haber Servisi Tüm dünyada ve Türkiye’de önemli bir tehlike haline gelen obezite hastalığı, 20 Ekim tarihinde Gen Bilimsel Tıbbi Araştırma, Geliştirme ve Projelendirme Şirketi tarafından ilk defa düzenlenecek “1. Obezite Haftası” ile masaya yatırılacak. Pilot bölge seçilen İstanbul’da başlayacak ve ortalama 10 yıl boyunca koruyucu hekimlik, tarama ve tedavi edici çalışmaları kapsayan “Obezite Haftası” ile Türkiye genelinde 45 milyon kişiye ulaşılması hedefleniyor. Çalışmalar kapsamında Türkiye’nin obezite haritası çıkarılacak. u insan için hayati önem taşıyor. Yetişkin insan besin almadan bedenindeki karbonhidrat ve yağın tümünü, proteinin yarısını yitirdiğinde yaşamı tehlikeye girerken suyun yüzde 20 azalması ölümle sonuçlanıyor. Uzmanlar, bu nedenle insanların besin almadan günlerce yaşayabildiğini ancak su içmeden sadece birkaç gün yaşayabildiğine dikkat çekiyorlar. Özellikle yaşlılıkta bedenin su oranının azaldığını vurgulayan uzmanlar, 70 yaşından sonra mutlaka günde en az bir litre su tüketilmesi gerektiğini söylüyorlar. Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden emekli Prof . Dr. Ayşe Baysal, yaşlılıkta bedenin su içeriğinin azaldığını belirterek yetişkinlikte ortalama yüzde 60 olan bedendeki su oranının 70’li yaşlarda yüzde 53’lere düştüğünü ifade etti. Yaşlı bireyde su yetersizliğinin fizyolojik işlevlerin bozularak hastanelik bir duruma gelinmesine neden olduğunu vurgulayan Baysal, su eksikliğinin hastalıkların ortaya çıkışını hızlandıran faktörler arasında olduğunun altını çizdi. Yaşlılardaki su eksikliğinin önceden var olan hastalıkların ilerlemesine neden olacağını anımsatan Baysal, midede oluşan lezyonların su eksikliğiyle ilerleyerek kusma ve ishale neden olduğunu söyledi. Baysal şunları söyledi: “Benzer olaylar bağırsaklar içinde söz konusudur. Unutkanlık ve bunama gibi sorunları olan yaşlılarda bu durumlar gözlenmiştir. İleri derecedeki su eksikliği derinin kuruyarak normal işlevini yitirmesine, derinin ısı denetim işlevinin ve bireyin dengesinin bozulmasına neden olabilmektedir.” Yaşlı bireylerdeki ölümlerin yüzde 16’sının su eksikliğinden kaynaklandığına dikkat çeken Baysal, çocuk ve 70 yaş üzerindekilerde susama duygusunun gelişimi yeterince hissedilmediği ya da açıklanamadığı için aralıkla su içilmesinin önemli olduğunu ifade etti. S ‘Her mahalleye spor parkı’ Avcılar Belediyesi, sağlıklı ve zinde bir Avcılar için “Her Mahalleye bir spor parkı” adıyla başlattığı proje kapsamında ilçede birçok sağlık parkını hizmete açtı. Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci, her mahalleye spor aletleri koyduklarını belirterek projenin amacının sağlıklı nesiller yetiştirmek olduğunu söyledi. Projenin yurttaşlardan büyük ilgi gördüğünü vurgulayan Değirmenci, “Biz bu aletleri ilk önce Avcılar sahiline koyduk. Burada sabah sporu yapan yurttaşlarımız cimnastik aletlerine büyük ilgi gösterince projeyi diğer mahallelere taşıdık” dedi. Hayatın her alanında spor yapan insanın daha sağlıklı ve uzun süre yaşadığına dikkat çeken Değirmenci, “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur boşuna denmemiş. Biz de Avcılar halkına böyle bir hizmeti getirdik. Tüm yurttaşlarımız bu aletlerden yararlanabilir” diye konuştu. Alzheimer’lılar tedavi edilmiyor İstanbul Haber Servisi Hafif unutkanlıkla başlayan Alzheimer, yaşlılarda sıklıkla görülen sağlık sorunu olarak biliniyor. Günlük yaşam işlevlerini yerine getirmede güçlük, konuşma problemi, zaman ve mekânı karıştırma, değerlendirme, karar vermede güçlük, ruh halindeki değişiklik gibi belirtilerle ilerleyen Alzheimer hastalığı, bugün dünyada 24 milyon, Türkiye’de ise 300 bine yakın insanın karşı karşıya kaldığı bir sağlık sorunu olarak biliniyor. 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü nedeniyle açıklama yapan Alzheimer Derneği Başkanı Prof. Dr. Murat Emre, bu seneki Dünya Alzheimer Günü sloganının “Alzhemir hasta ve yakınları susmayın, konuşun’’ şeklinde belirlendiğini ifade etti. Türkiye’deki 300 bine yakın Alzheimer hastasının yalnızca 3035 bininin tedavi edildiğini anımsatan Prof. Dr. Murat Emre, hastalığın maliyetinin yüksek olduğunu ve ABD’de yıllık ortalama 100 milyar doları bulduğunu kaydetti. Kilo almadan sağlıklı beslenme nasıl olur? İstanbul Haber Servisi Ramazan ayında uzun süre aç kalınması nedeniyle yavaşlayan metabolizma oruç tutan birçok insanda ciddi sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden oluyor. Beslenme ve diyet uzmanları, yavaşlayan metabolizma nedeniyle ramazan ayında çok yağlı, tuzlu ve aşırı tatlıdan kaçınılması gerektiğini belirtiyorlar. Özel İstanbul Hizmet Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Aşkın Yüksel, ramazan ayı boyunca sahura mutlaka kalkılması, sıvı ve posa alımının arttırılması, en az 4 öğün yemek yenilmesi gerektiğini söyledi. Sahura kalkmanın önemli olduğunu dile getiren Yüksel, sahura kalkmadan tutulan orucun açlık süresini arttırdığı için kan şekerinin düşmesine ve boş midede asit salgısının artmasına sebep olduğunu dile getirdi. Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölü mü’nden Dr. Ela Tahmaz, emziren annelerin oruç tutmasının, annede sıvı kaybını azaltabileceğini, bu sıvı kaybının fazla olması durumunda süt üretiminin azalacağını ve süt kalitesinin düşeceğini belirterek özellikle ilk 6 ayda emziren annelerin oruç tutmamasını önerdi. stanbul Haber Servisi Türkiye Diyetisyenler Derneği Genel Başkanı Sacide Gümüşel, diyetisyenlerin, multidisipliner bir yaklaşımla, çok sayıda branş doktoru ile iletişim halinde çalıştığını ifade ederek diyetisyenlerin kesinlikle zayıflama ürünü yazmadığını, yazamayacağını, yalnızca besin tedavisi uyguladığını söyledi. Gümüşel, “Çalışmamız sırasında, eğer hastanın ihtiyacı varsa, biz hekim muayenesine yönlendiririz ya da eğer hekim hasta için diyet öngörürse hastayı bize yönlendirir. Tıp multidisipliner bir yaklaşımla icra edilir” dedi. Gümüşel, “Diyetisyenlik bir meslek grubudur ancak hâlâ kendilerine ait Diyetisyenler yasaları yok. Hayasalarını zırlanan yasa tasaistiyor rısını 2 dönemdir hükümete sunuyoruz ancak henüz yanıt alamıyoruz. Yasanın bir an önce çıkmasını istiyoruz” diye konuştu. Türkiye Diyetisyenler Derneği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi M. Turgay Köse de diyetisyenlerin yalnızca zayıflama ürünü ile ilgilenmediğini, çok geniş bir çalışma alanına sahip olduğunu belirterek bu nedenle çok sayıda branş doktoru ile birlikte çalıştıklarını söyledi. Türkiye genelinde 2 bin 500, İstanbul’da 350 diyetisyen bulunduğunu söyledi. İ Nöropatik ağrı ‘jilet değmiş’ gibi acıtıyor İstanbul Haber Servisi Sinir hasarı sonucu ortaya çıkan, geceleri şiddetlenen yanma ve donma hissi, karıncalanma, uyuşma ve dokunmakla ağrı duyma şeklinde kendini gösteren “nöropatik ağrı” en çok şeker hastaları ve zona hastalarının acı çekmesine neden oluyor. Uzmanlar, Türkiye’de yaklaşık yüzde 14 oranında kişinin, şeker hastalarının ise yüzde 50’sinin bu ağrıları çektiğini belirterek “jilet değmiş” gibi ağrı hissetmeleri nedeniyle bazen şeker hastalarının çorap bile giyemediklerini ifade ediyorlar. Pfizer Türkiye’nin düzenlediği Medya Bilgi Paylaşım Günleri’nin bu ayki konusu “Nöropatik Ağrı” oldu. The Marmara Otel’de düzenlenen toplantıda konuşan, İstanbul Üniversitesi (İÜ) İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mustafa Ertaş, şiddetli ve kronik bir ağrı olan nöropatik ağrıyı, “Sinir hasarıyla oluşan; sıklıkla diyabet, zona, kanser, HIV (AIDS), multipl skleroz, inme, travma sonucu yaralanma gibi sık rastlanan rahatsızlıklarda görülen ve ciddi oranda işlev kaybına yol açan bir ağrı türü’’ olarak tanımladı. Nöropatik ağrıları “hastalarda özellikle geceleri şiddetlenen yanma ve donma hissi, karıncalanma ve uyuşma hissiyle dokunmakla ağrı duyma’’ şikâyetleri olduğunu ifade etti. Ücretsiz tıbbi malzeme ? İstanbul Haber Servisi Çevre ve Tüketici Haklarını Koruma Derneği’nin (ÇETKODER) toplumsal kalkınma, mutabakat, bilinçlenme adına yaptığı çalışmalar içinde yurt genelinde başlattığı, aralarında Batman, Bitlis, Bingöl, Erzincan, Bursa, Hakkâri gibi 48 ilin köylerine tıbbi malzeme yardımı yapıldı. Dağıtım sırasında ÇETKODER Genel Başkanı Mustafa Göktaş, 21 ayrı ekip derneğinin imkânlarıyla temin edilen sargı bezi, yara bandı, gazlı bez gibi tıbbi malzemeleri ücretsiz olarak dağıttıklarını söyledi. Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR niversitede öğretim üyeliğine başlamadan önce bir devlet hastanesinde uzman olarak 10 yıl kadar çalıştım. Sağlık Bakanlığı’nın başlıca kaygısı çok sayıda hasta görülmesi idi. Hizmetin kalitesi, uzmanlık eğitiminin dünya standartlarına yükselmesi, uzmanlık eğitimi ve unvanı verme yetkisini taşıyanların bilimsel düzeyi önemsenen şeylerden değildi. Nöroloji bilmeyen iki klinik şefi ile çalıştım. Çok emek verdiğim bir kliniği 1968’de bırakarak üniversiteye geçtim. Üniversitede olanaklar ve beklentiler elbette çok farklı idi. Ama sistem bozuktu. Bilimi, bilimselliği, bilim üretmeyi ön planda tutan bir anlayış üniversiteye egemen değildi. İyi öğretim üyesi yetiştirmek ve onlardan en üst düzeyde yarar sağlamak hiçbir zaman tıp fakültelerinin ana hedefi olamamıştır, olsa idi öğretim üyesini saat 12’de muayenehanesine ya Ü TIP FAKÜLTELERİ... da özel hastanelere kaçırmazdı. Kendisi kullanırdı. Bugün AKP iktidarı kamu hastanelerinde ve üniversitede tam gün çalışma sistemini getirmeyi amaçlıyor. Ancak kayıtsız şartsız liberal ekonomiyi savunan ve sosyal devlet anlayışını dışlayan bir iktidarın gerek halk sağlığı, gerekse hekim özlük hakları konusunda doğru ve yararlı şeyler yapması beklenemez. Başlıca kaygılarının kadrolaşmayı güçlendirmek olduğunu tahmin ederim. AKP iktidarı popülist yaklaşımlarla sağlıkta dönüşüm ve reform adı altında halkın üniversite hastanelerine başvurmasını olanaklı kıldı. Bu bir reform sayılabilir mi? Önde gelen görevi bilim üretmek ve eğitim vermek olan tıp fakültelerinin hasta yükünü arttırmak ve fakülteyi sağlık ocakları yerine kullanmak doğru olabilir mi? Bu yük artışı neye mal oluyor, acaba iyi hesaplandı mı? Ne getirip ne götürüyor, bu uygulama? Tıp fakültelerinin finansal durumu nedir? Laboratuvarlar ne durumda? Sağlık personeli ihtiyacı nasıl? Ağır bir yük altında bunalan uzmanlık öğrencileri hayatlarından memnunlar mı? Öğretim üyelerine ve yöneticileri bu yeni uygulamalar konusunda ne düşünüyorlar? Soran, sorgulayan ve bunu önemseyen var mı? Sağlık harcamaları durmadan artıyor. 19 milyar doları aştı. İlaç tüketimi bunun yarısını oluşturuyor. Avrupa’da bu oran yüzde 25’i bulmaz. Tıp teknolojisi gibi o da dışa bağımlı. Yerli ilaç firmaları birer birer satılıyor. Hekimler daha çok, daha çok tetkike özendiriliyor ve sınırsız laboratuvar incelemeleri yapılıyor. Oysa toplumsal sağlık göstergeleri yükselmiyor. İnsani gelişmede dünya 92’ncisiyiz. Serbest piyasa ekonomisi, hiçbir şekilde sağlıklı gelişmenin bir aracı olamıyor. Ancak büyük sermayeye yarar sağlıyor. Bu yüzden onlar önümüzde kendileri için istikrarlı bir 5 yıl görüyorlar. Bu 5 yıl içinde AKP iktidarı hastanelerde, gücü yeterse üniversitelerde de kadrolaşmayı sürdürecektir. Kamu hastaneleri yönetiminde ticaret odaları var olacak, ama tabip odaları bulunmayacaktır ve bu hastaneler tam bir ticari işletme haline dönüşecektir. Bütün bunlar büyük sermayedarlarımızı hiç rahatsız etmez. Onların kazançları süregelecektir ve bir mutlu azınlık olarak yurtiçinde ve yurtdışında en iyi hastanelerde en iyi sağlık hizmetini alacaklardır. Demokrasilerde halk da sadece oy vermek için kullanılır. Büyük ulusal ve küresel sermaye ile aynı paralelde oy kullanan yoksul, işsiz, eğitimsiz halk da iktidarlar ve büyük sermayedarlar için makbul ve memnuniyet verici bir topluluktur. [email protected] CUMHURİYET 07 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle