15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 EYLÜL 2007 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Mevsimin ilk müzik dinletisi Aksanat’ın düzenlediği sanatçılar demeti konseriydi 15 GÜZELİN ARDINDA BERTAN ONARAN Genç orkestralar atakta eçen hafta mevsimin ilk dinletisi olarak Aksanat’ın düzenlediği sanatçılar demeti konserine tanık olduk. Genco Erkal’ın o güzelim yorumuyla Nâzım Hikmet şiirini dinledik. Zeynep Tanbay’ın hep yerçekimine direnen kanat çırpmasını izledik. Toros Can ile hangi yüzyılda yaşadığımızın farkına vardık. Bekir Küçükay’ın gitarıyla gizemli bir ortamı, Tuluğ Tırpan’ın olağanüstü tekniğiyle piyanonun rengârenk klavyesini, Mertol Demirelli’nin o katıksız Schubert yorumunu ve Ulucan kardeşlerin pırıltısını izledik. Bence çok hoş bir şölendi Aksanat’ın “Buluşma” adlı açılış konseri. Aya İrini’de Rengim Gökmen yönetimindeki Doğuş Çocuk Orkestrası’nı dinlemek de konser mevsimine bir başka hoş geldin mesajı veriyordu. Doğuş Grubu’nun sponsorluğunda kurulan topluluk, Türkiye’nin dört bir yanından çocukları barındırıyor. Bu kocaman ailenin üyeleri, uygarca bir uygulamayla, genç şef yardımcıları tarafından konsere hazırlanıyorlar. Bütün dünyadaki gençlik orkestralarında bu uygulamayı görürüz. Hatta sonradan o şef yardımcılarının da çok ünlü şefler olduklarını duyarız. Topluluk, Rengim Gökmen’in birleştirici değneği altında, özellikle Dvorak’ın senfonisinde güzel bir ton, enerjik bir yorum, kısacası üstün bir performans sergiledi. Fazıl Say gibi dünyaca ünlü ve de kalıpların dışına taşabilme özgürlüğüne sahip bir sanatçıya eşlik edebilmek ise onlar için zor ve tarihi bir olaydı. Başkemancı Hasan Gökçe Yorgun’un bis olarak çaldığı Sarasate, konserin en can alıcı olayıydı. Tertemiz entonasyonu, kadife gibi tonuyla geleceğin değerli bir kemancısıyla tanışmış olduk. Doğuş Çocuk Orkestrası’nı düzenleyenlerin işi zor: Çocuklar büyüdükçe arkasından gelenleri kollamak, aynı yürekle çalıştırmak ve de bu ünü, bu düzeyi yitirmemek gerekiyor. URSA GENÇLİK ORKESTRASI PERAHİA İLE AÇILIYOR Bursa Filarmoni Derneği 2004 yılında AB Fonu ile Türkiye’nin ilk uluslararası çocuk senfoni orkestrasını Bursa’da kurmuş, Cem Mansur yönetiminde üç konser yapmıştı. Bu orkestranın birçok çocuğunu daha sonra kurulan Doğuş Çocuk Orkest Miloş Forman’ın Goya’sı Film adını hak eden film görmeyeli kaç ay oldu acaba? O yüzden, Alkazar’ın girişinde Miloş Forman’ın adını görünce ağzımız açık kaldı Nilgün’le; içimizde gizli de bir korku: Acaba serbest piyasa, Hollywood bu yeteneği de sulandırıp eritti mi, daha önce birçoğuna yaptığı gibi? Başaramamış şükür, Miloş, bugüne dek bir sürü nitelikli filmde adını alkışladığımız öykü yazarı JeanClaude Carrière’le el ele kusursuz bir çekimöyküsü yazmış önce; ne kadar usta bir anlatımcı olduğunu zaten biliyorsunuz. Fransız Devrimi’nden hemen sonra, Madrid’deyiz; ilk görüntülerde, Goya’nın siyahbeyaz baskı resimleri dolaşıyor elden ele; Kutsal Din Mahkemesi’nin yargıç papazları bunlar. Hemen hepsi bu resimlerde dine saldırıldığını, düpedüz şeytanın övüldüğünü söylüyorlar faltaşı gözlerle. Filmin başkişisi olacak Lorenzo ise bunların şeytanı övmediğini, tam tersine iblisin tanınması için yol gösterdiğini söyleyerek Goya’yı kurtarıyor; meğer ona resmini yaptırıyormuş. Büyük Usta, aynı günlerde varlıklı bir işadamının güzel kızının da İspanya Kraliçesi’nin de resmini yapıyor. Lorenzo’nun gönüllü olarak yöneticiliğini üstlendiği Katolik kurallarının uygulanmasını denetleme kurulu, sudan bir bahaneyle bu güzel kızı zindana atıyor; ve Lorenzo Efendi, yarı süzgün gözleriyle kıza günah çıkartmaya gelip altına alıveriyor. Tarih kitaplarında hemen hepimizin okuduğu korkunç işkencelerle kızdan gizli Yahudi olduğu, o dinin törenlerini uyguladığı itirafı alınmış, kurtulması hemen hemen olanaksız. Kızın çaresiz babası Goya’ya gelip bir kasa altın da bağışlayarak kızını kurtarması için kendisini Lorenzo’yla görüştürmesini istiyor. Ve filmde göreceğiniz bir kurnazlıkla rahipten aslında kiliseyi çökertmek üzere din adamı olduğunu, Darwin’in kuramı uyarınca maymundan geldiğimize inandığını dile getiren bir itiraf alıyor; alıyor da bu belge kızının kurtulmasına yetmiyor, çünkü onu okuyan Kral, Kutsal Din Mahkemesi’nden kızı çekip almasına kalmadan, Fransa Kralı, akrabası XIV. Louis’nin kafası uçuruluyor; FormanCarrière ikilisi tarihi, eytişimi kusursuz bildikleri için, Lorenzo’yu bu kez Napolyon’un ordusuyla İspanya’ya geri getiriyorlar. Günümüzde de hem siyasal partilerde, hem gazetelerde, üniversitelerde bol bol gördüğümüz fırıldaklara çok çarpıcı bir örnek. Fransız Devrimi’nin ardından insan hakları, özgürlük, eşitlik, kardeşlik gözde olmuş ya, Kutsal Din Mahkemesi kapatılıyor, zindandakiler bırakılıyor; bizim kız yarı deli çıkıyor çıkmasına, ama ne evi kalmış, ne ailesi. O da gelip Goya’ya sığınıyor. Bu sığınmanın ardından yaşanacakları filmde göreceksiniz; Lorenzo’nun başında bulunduğu Halk Mahkemesi, bu kez Kutsal Din Mahkemesi yargıçlarını yargılayıp ölüm cezasına çarptırıyor. Ama insanlık tarihi diye yüzyıllardır hepimize okutulan egemenler(?) arasındaki kapışma sürüyor elbet; İspanya’yı kurtarmaya gelmiş Fransızlardan da İngilizler kurtarıyor İspanyolları. Yakılan yıkılan evler. Darmadağın edilen halk pazarları arasında, sarayların balkonlarında yeni krallar, kraliçeler beliriyor. Filmin sonunda, bir alanda toplanmış hem yeni krallarını alkışlayan, hem o günkü şeytanın işkenceyle öldürülüşünü izleyen halk, sonunda anamalcı küreselleşmeye yol açmış ataerkil düzensizliğin hepimizi aslında hangi cehennem kazanında kaynattığını açıkça gösteriyor. Atatürk’ün tasarladığı, ama ömrü yetmediği için yürürlüğe koyamadığı, şimdi Küba’da Fidel Castro ile gönüldeşlerinin başarıyla uyguladıkları eğitim birliği sağlanmadan; diyelim ki bizim gibi Cumhuriyetle yönetilecekseniz, o Cumhuriyeti koruyup kollayacak gerçekten bilinçli yurttaşlar yetiştirmeden ağızlarda dolaştırılan özgürlük, bağımsızlık, insan hakları gibi sözlerin aslında yığınları çok daha amansızca köle yapmaya yaradığını kusursuz biçimde gösteriyor Miloş FormanJeanClaude Carrière ikilisi. Yürekten alkış! Ama hemen koşun Alkazar’a, bu başyapıt bir haftadan fazla gösterilmeyebilir. [email protected] G HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ Gülsin Onay’a fahri doktora Kültür Servisi Hacettepe Üniversitesi, Devlet Sanatçısı piyanist Gülsin Onay’ı “Fahri Doktora” ile onurlandırıyor. Gerekçe, sanatçının uluslararası alanda ve ülkemizde verdiği sayısız konser ve resitaller, gerçekleştirdiği kayıtlar ve başta Ahmet Adnan Saygun olmak üzere çağdaş Türk bestecilerinin yapıtlarını dünyanın pek çok sanat merkezinde seslendirerek, Türk sanatının dünyada tanınmasına yaptığı büyük katkı olarak açıklandı. Doktora töreni 25 Eylül’de Beytepe Açıkhava Tiyatrosu’nda yapılacak. Ardından Gülsin Onay, Erol Erdinç yönetimindeki Hacettepe Senfoni Orkestrası eşliğinde Chopin’in 2. Piyano Konçertosu’nu seslendirecek. Chopin yorumları nedeniyle 2007’nin Ocak ayında Polonya Devleti’nin “Üstün Hizmet Nişanı”yla onurlandırılan Gülsin Onay’a 1988 yılında da Boğaziçi Üniversitesi’nce “Fahri Doktora” verilmişti. (www.gulsinonay.com) B rası’nda da görüyoruz. Şimdi de projenin öncüsü Nihan Özmutlu, Bursa Filarmoni Derneği’nden bir grup, Cem Mansur, Ahmet Say ve Zekeriya Aydın ile birlikte, “Gençlik Orkestraları Derneği ve Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası”nı kurdu. Uludağ’daki kampta tüm Türkiye’den gelen gençlerle konserlere hazırlanıldı. Didim ve Yalıkavak konserlerinden sonra şimdi de 24 Eylül 2007’de İstanbul AKM’de dünyanın en büyük piyanistlerinden Murray Perahia ile vereceği konsere hazırlanıyor. Cem Mansur’un yöneteceği programda Beethoven’in 4. Piyano Konçertosu, Grieg’in Per Gynt Süiti’nden bölümler, Bizet’nin Carmen Süiti ve Schumann’ın 4. Senfonisi gibi yapıtlar yer alacak. AYGUN’LA YÜZ YÜZE’ Adnan Saygun’un 100. yaşına sunulmuş en güzel armağanlardan biri keman sanatçımız Hande Özyürek’in yeni çıkan CD’si. ‘S Özyürek Almanya’da solist kemancı olarak mesleğini sürdürmekte. Saygun’un ve onun iki öğrencisinin, Manav ve Tongur’un ilk kez seslendirilen yapıtlarını içeriyor. CD başlığını, Özkan Manav’ın en son çalışması olan, yalnız keman için “Saygun’la YüzYüze” adlı yapıtından almış. Aynı seçki içinde bir de Babür Tongur’un Nuri İyicil anısına bestelediği yalnız keman için bir sonatı var. Her iki yapıt da Saygun öğretisini 21. yüzyıla taşıyor. Saygun’un halk ezgisi kullanımı, gizemli deyişi kadar yeni yöntemlerle sarmalıyor. Saygun’un 1941’de yazdığı Op. 20 Keman Sonatı ilk kez bir CD için seslendirilmiş. 1956’da yazdığı süit ise daha önce Jülide YalçınDittigen, Orhan Ahıskal, Atilla Aldemir gibi sanatçılarımız tarafından CD üstünde sunulmuştu. Oysa keman sonatı daha hiç kayda geçmemişti. Yapıtı dinledikçe bunun bestecinin gençlik yıllarına ait bir ürün olduğunu ve süit kadar albenisi olmadığını duyuyorsunuz. Hande Özyürek’in karakter dolu yorumu, tertemiz tonlaması ve yapıtların CD üstündeki uyumu övgüye değer. Piyanist Uwe Brandt, abartısız ve kişilikli eşliğiyle dikkat çekiyor. Umarız bu CD ülke dışından da önemli bir ses getirir. www.evinilyasoglu.com CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle