23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 AĞUSTOS 2007 PERŞEMBE 2 Bir Fransız dostumuz mektubunda şöyle yazıyor: “Artık televizyon izlemiyorum. Her gün karşımızda insanlık dışı vahşet sahneleri. Açlık, işkence, savaş, şiddet... Ya kitap okuyorum, ya müzik dinliyorum.” TV’ler felaket tellallığı yapıyorlar!.. Gazeteler öyle!.. Denecek ki gerçekler böyle! Bir ayna gibi yansıtıyorlar çağımızın acılarını, çirkinliklerini... Bunlara göz yummak neyi değiştirir? Ama insanoğlunun yüreği, aklı belli bir sınırda tıkanıp kalmaz. Yeryüzünde bugüne dek nice acılar, ölümler, kıyımlar yaşanmıştır. Akla aykırı, bilimin gelişmesine ters düşen nice olaylar yaşanmıştır. Goethe’lerin, Schiller’lerin, Mann’ların, felsefede, edebiyatta, bilimde insanlığa büyük katkılarda bulunmuş insanların ülkesi Almanya’da, Hitler ve çetesinin yıllarca egemen olmasını anlamak olası mıdır! Amerika’da McCarthy çılgınlığını, Hiroşima, Nagazaki olaylarını? Kıyımları. Yığınsal açlığı!.. Sayısız nice çılgınlığı... Öğrenim, kültür, sanat, edebiyat, hatta bilim yetmiyor, önlemiyor insanın insana düşmanlığını... ‘Medeniyet tek dişi kalmış canavar’dır, mı diyeceğiz Mehmet Akif gibi! Uygarlık canavar olamaz. Kültür insana kıymaz. Sanat, edebiyat kişiye daha güzel, daha derin duyarlıklar kazandırır. Bu sözler bir aldatmaca mı? Bunca buluş, bunca bilimsel çalışma, teknik ilerleme, öğrenim olanakları, kişinin iç zenginleşmesi... Geçmiş yüzyıllarda var mıydı iletişim araçlarının yaşama yaptığı bunca katkı! Yoktu. Ama başka araçlar vardı.. gelişme, teknik araştırma, yaratma vardı. Ama alın eski zaman savaşlarındaki, alın Bi OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL rinci Dünya Savaşı’ndaki, hatta İkinci Dünya Savaşı’ndaki insanı, alın getirin, günümüzdeki insanla karşılaştırın! Değişen nedir? Duyguları mı, davranışları mı, düşleri mi? 17. yüzyılın sıradan bir kişisi ile çağımızın sıradan bir kişisi arasında önemli bir ayrım olduğuna inanmak kolay değil! ??? Geçmiş yüzyılların bireyine oranla bugünün bireyini çok daha nitelikli kılmak savaşımında başarıya ulaşılmış mıdır?insanoğlundaki kıyıcılık, acımasızlık güdüleri ortadan kalkmış mıdır? 2000 yıllarının insanları artık birbirini öldürmenin, başkalarını sömürmenin, birtakım çıkarlar uğruna işkencecilik yapmanın kökünü kazıyabilecek midir? Teknoloji geliştikçe gelişiyor, akla hayale sığmaz üstünlükler, yeni kazanımlar getiriyor. Belki uzayda yolculuklar yapılacak, belki başka gezegenlere gidilecek, oralarda yerleşim merkezleri kurulacak. Ama dört ayak yürürken birden ayaklanan insanoğlu acaba 21. yüzyılda içindeki canavarlardan kurtulabilecek mi? ??? Bertrand Russel, “İnsanların Yarını” (Çev. Akşit Göktürk, Bilgi Yayınları) adlı kitabında şu soruyu sorar: “Şimdi dünyanın en önemli sorunu şudur: Varılmak istenen bir şey savaş yoluyla elde edilebilir mi?” Karamsar kişi, “Böyle bir dünya olmasın daha iyi” diyebilir. Hani, arabesk şarkıdaki “Batsın bu dünya” sözleri gibi!.. Ama yüzyıllardır Umut mu, Umutsuzluk mu? sürdürülen mutluluk, barış arayışlarını ne yapmalı? Bunları boş bir çaba mı saymalı? Russel “Kötümserlere kulak vermeyelim, verirsek insanın geleceği konusunda alçakça davranmış oluruz” der. Ona göre ilk iş, savaşı ortadan kaldırmaktır. Dünyada açlıktan kırılan milyonlarca insan var. Zenginlikler, öldürmek için değil barış ve mutluluk amacında kullanılsa her şey değişmez mi, örneğin bir dünya hükümeti kurulamaz mı? Her bireye mutlu yaşama hakkının tanındığı bir dünya!.. Russel’ı okuyorum; (1961 yılında) insanlığa şu umutlu mesajı veriyor: ??? “Şimdiki güçlüklerimizin üstesinden gelinebilirse, insan’ı geçmişinden kat kat, yeni bir bakış genişliğinde, hep sürekli başarılarla beslenen sürekli bir umutla esinlenmiş bir gelecek bekleyebilir. İnsan, çocukluk süresince şaşırtıcı bir gelişme göstermiştir, çünkü biyolojik bakımdan canlı türlerinin sonuncusu olan insan daha çocuktur. Gelecekteki başarıları için hiçbir sınır düşünülemez. Düşüncenin alabildiğine dalbudak saldığı, umudun hiçbir zaman gölgelenmediği, soylu bir davranışın şu ya da bu paçavra bir amaç uğruna alçaklık diye cezalandırılmadığı ışıl ışıl bir sevinç dünyası kafamda canlanıyor. İstersek, bütün bunların gerçekleşmesi elimizdedir.” ??? Ne var ki TV’ler, radyolar, gazeteler, dünyanın gidişi, tutumu, (ne denli gözümüzü kapatsak da) bizlerde Russel’ın yaratmak istediği umudu uyandırmıyor. Şair dostum Orhon Arıburnu’nun şiirini anımsıyorum “Umut fakirin ekmeği Ye Memet ye...” CHP’de Muhalefet Neye? Ulus devlete, Mustafa Kemal Atatürk’e, Türk ulusuna yapılan saldırılar Lozan’ı delmek, Sevr’i dayatmak için emperyalizmin kurduğu tuzaklardır. AKP’nin yeni milletvekili, yeni sol döneklerden Zafer Üskül’ün anayasadan Kemalizmi çıkarmaya çalışması, bu tuzağın boyutlarını göstermektedir. PENCERE Çankaya’ya Cüdam Seçimi... Diyojen’i kim bilmez?.. Daha çocuk yaşlarımızda tanışırız onunla; ünlü öykülerini beller, yaşam boyunca, sırası geldiğinde, yineleriz... Anlatıldığına göre filozof her mevsim yalınayak dolaşır, bir fıçıda yaşarmış; Büyük İskender bir gün Diyojen’e sormuş: Söyle, benden ne dilersin?.. Yanıtı hepimiz biliyoruz: Gölge etme, başka ihsan istemem... Peki, bugün Diyojen’den niçin söz açtım?.. Türkiye bir cumhurbaşkanı arayışı içinde değil mi!.. Filozofun elinde fenerle güpegündüz sokaklarda dolaştığını görenler nedenini sorunca aldıkları yanıt: İnsan arıyorum, insan... Kimi zaman bu yanıt “Adam arıyorum” diye çevrilmiştir; ama, fark etmez, insan ile adam sözcüklerinden Diyojen’in neyi amaçladığı bellidir. Biz şimdi ne arıyoruz?.. Bir cumhurbaşkanı.. Nasıl biri?.. Adam ya da insan.. mı?.. Bugün öyle bir cumhurbaşkanımız var ki.. Adam mı adam.. İnsan mı insan.. ? Peki, görünürdeki cumhurbaşkanı adayı kim?.. Ortalıkta Abdullah Gül’den gayrısı görülmüyor; bu yazı sizin elinize geçinceye kadar bir başkası ortaya çıkar mı, bilemem.. Gül nasıl biri?.. Abdullah Gül, kadın ile erkeği, daha açık deyişle insan ile insanı eşit saymayan birisi... Gül, karısını tesettüre mahkum etmiş.. Başını bağlamış.. Türban takmış.. Yetmemiş, tesettürü savunma yolunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuş... Dışişleri Bakanı olunca da hanımıyla birlikte bu işten vazgeçmişler... Diyojen tesettürsüz Gül ile tesettürlü eşini yan yana görse ne yapardı?.. Fenerini söndürürdü. ? Peki, Abdullah Gül cumhurbaşkanı olsun mu?.. Olmasın mı?.. Bizim gazetede aklı başında bildiğim kulağı kesik çoğu kişi ne diyor: Gül cumhurbaşkanı olsun!.. Neden?.. Yanıt: Bu gidişle karısının başı açık bir sözde insan ya da salt görünüşü adam, ama kendisi cüdam birisi Çankaya’ya çıkacak, numarası bol olacak, herkesi aldatacak ve tesettürlü iktidarın hizmetine girecekse, hanımın başı ha açık olmuş, ha kapalı; ne fark eder?.. Çankaya’ya bir insan çıksın... Adam taklidi değil... İnsan mukallidi hiç değil... Cüdamdan cumhurbaşkanı Türkiye’nin bugünkü hali pür melalini daha da betere dönüştürür. Ali Rıza KOCA Eski CHP Muğla İl Başkanı ADD Muğla Merkez Şube Bşk. C umhuriyet Halk Partisi, kim ne derse desin; laik Cumhuriyetin Atatürk devrim ve ilkelerinin, ulus bütünlüğünün direnç kalesidir. Bu kalenin korunması ve güçlendirilmesine dünden çok daha fazla ihtiyaç vardır. Her siyasi kurum için yaşamsal önemi olan dinamizmi ve verimliliği artıran muhalefet, Cumhuriyet Halk Partisi’nde de var olmalıdır. Ancak partiyi örselemeden, parti yönetimine karşı linç kültürü uygulamadan... Sol özü ağır basan, kitle bağları olan, sağduyulu, geniş ufuklu, aceleci olmayan bir muhalefete ihtiyaç vardır. Değerli CHP kadrolarına, vefakâr Cumhuriyetçi dostlara sesleniyorum... Kimse kurtarıcı değildir. CHP’yi bugünden yarına iktidar edecek sihirli değneği olan bir kişi ya da kadro da şimdilik ortada görülmemektedir. Solun, sosyal demokrasinin iktidara hazırlanması, yaratıcı öze sahip kadroların yönetimine, emek örgütleri ile yoksul yığınlar arasında bağ kurulmasına bağlıdır. Kişilere ya da şöhretlere umut bağlamak, yenilgiyi kabul etmenin ilk basamağıdır. Çünkü koşullanmışlığı kırmak, atomu parçalamak kadar zor olsa gerek. AKP’nin yüzde 46 oranında oya yükselmesinde bu koşullanmışlığın etkisi olduğunu düşünüyorum. 22 Temmuz seçimleri AKP’yi iktidara taşımıştır. Görülüyor ki bu parti parlamento içi dengeleri kullanarak, Başbakanlık yanında cumhurbaşkanını, Meclis başkanını da kendi içinden seçecek, Anayasa Mahkemesi kararı ve meydanların zorlaması ile ertelenen ele geçirme tamamlanacak, “üçlü kadro” yerini alacaktır. Bu iktidarın Cumhuriyetin kurumları ile uyumlu çalışıp çalışmayacağı, IMF vesayetinde yürütülen borsabanka faizi sarmalında yürütülen sıcak paranın gelip geçtiği, cari açığın daha da açıldığı kırılgan ekonominin nasıl seyredeceği, Atatürkçülüğü, Kemalizmi anasayasadan çıkarmaya güçlerinin yetip yetmeyeceğini yaşayarak göreceğiz. Önümüzde partiyi iktidara hazırlayacak bir süre vardır. Doğru muhalefet doğru yöntem Eğer doğru bir muhalefet, doğru bir yöntemle yola çıkılırsa Sayın Genel Başkan’ın yetersiz kadrolara sahip çıkmayacağı, partiyi emin ellere teslim etmekten onur duyacağını ummak isteriz. Örgüt yapısı yenilenirken laik Cumhuriyetin temel değerleri Atatürkçü düşünce sistemi temelinde oluşmuş Kuvayı Milliye’den, tarihin içinden süzülmüş partimizin temel ilkelerinden ödün vermeden iktidara hazırlanmalıyız. Bu hazırlığı yapacak, CHP’de ve CHP’ye düşünsel bağı olanlar içinde kadrolar vardır, var olduğunu biliyoruz. Doğru teşhis, doğru tedaviyi doğuracaktır. Nasıl bir ortamda seçimlere gidildiğini, toplumsal güvensizliğin, var olanı da kaybetme korkusu ile mevcut iktidara yönelme psikolojisini, varoşları, dış etkenleri vb. etkileri irdelemeden, seçim sonuçları hakkında yorum yapmak elbette yanıltıcı olacaktır. Bütün bunlara karşın CHP üst yönetimi ve diğer birimleri, sayılan etkenleri temel alarak başarı yorumu yapmamalıdır. CHP söylemlerini kitlelere gereğince aktaramamıştır. Kitlelerin güvensizliğini, “daha kötü olur” düşüncesini ortadan kaldıramamıştır. Merkez sağın çöküntüsünden doğacak sonuç hesaplanamamıştır. DP’nin, ANAVATAN’ın, Genç Parti’nin, hatta dönek solun oyları AKP hanesine yazılmıştır. Çok yönlü bir sorgulama, CHP için acil ihtiyaç halini almıştır. Salt Ankara’da kurulan iki komisyon ile ODTÜ’de yapılacak bilimsel araştırmalar yeterli olmayacaktır. O nedenle genel başkanından sade üyesine kadar herkes, kendi ölçeğinde sorumluluktan pay almaktan korkmamalıdır. Bölge toplantılarında değerlendirme yapılarak küçük kurultay toplanmalı, olağan kurultay ise öne çekilmelidir. Genel sekreterliğe bağlı bir birim, parti örgütlerinin çalışıp çalışmadıklarını aylık formlar kanalı ile takip etmelidir. Çalışan örgütler motive edilmeli, çalışmayan örgütler yönetimden alınmalıdır. Bunu yaparken sizdenbizden kavramı asla düşünülmemelidir. Parti örgütlerinde aslında zafiyet vardır. Bu durum kurultaylar beklenmeden giderilmelidir. Ulus devlete, Mustafa Kemal Atatürk’e, Türk ulusuna yapılan saldırılar Lozan’ı delmek, Sevr’i dayatmak için emperyalizmin kurduğu tuzaklardır. AKP’nin yeni milletvekili, yeni sol döneklerden Zafer Üskül’ün anayasadan Kemalizmi çıkarmaya çalışması, bu tuzağın boyutlarını göstermektedir. Bu durumda Cumhuriyet Halk Partisi’ni kurumsal olarak korumak tarihi bir görevdir. Bu görevi yerine getirirken elbette yetersiz görülen yönetime muhalefet de görevler arasındadır. Koşullanmışlığı kırmak Bu yazıyı okuyanlar, parti iktidarından çok, parti muhalefetini eleştirmiş olmamı görerek, beni mevcut parti içi iktidardan yana sanabilirler. Yazının koşullanmışlık içinde okunmamasını diliyorum. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle