23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 AĞUSTOS 2007 PERŞEMBE 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Yeni anayasa “ulusal mimarlık politikaları” ile “kimlikli kentleşme”yi de içermeli ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Anayasada kent ve mimarlık aberlere bakılırsa, adına “sivil” denilen yeni anayasa, öncelikle dincilerin “aşamadığı” hukuksal engelleri kaldıracakmış… Ne var ki bunların sadece “türbana özgürlük” ya da “tarikatçı okullara serbestlik” gibi hedefler olduğunu söylemek eksik ve yanıltıcı oluyor... Çünkü örneğin “2B” denen “kaçak” yapılaşmış ormanların “işgalcilere satılabilmesi”; ulusal değerlerin pazarlanmasına yönelik özelleştirmelerdeki “kamu yararı sınırlaması”nın kaldırılması; cumhuriyet karşıtı tarikatların da “sivil toplum örgütü” sayılabilmeleri; ülke ve toplum çıkarlarına aykırı yasalara ve siyasi kadrolaşmaya “cumhurbaşkanının karışmaması” gibi beklentiler de kimi “akademisyenlerce” “anayasa taslağı”na dönüştürülmüş durumda… Başbakan ise böyle bir anayasanın da başında “Atatürk ve cumhuriyet ilkeleri”nin yer alacağını belirtiyor. Oysa yine ormanlardaki yasadışı yapılaşmayı “kent”leştirerek meşrulaştırmak; ya da kamu arsalarını “müşteriye özel” ayrıcalıklı imar haklarıyla pazarlamak; imar yağmasını ve emlak rantı ekonomisini “hukuksal güvence”lere bağlamak da devrimci cumhuriyetin “önce planlama” ilkesini ve “önce ulusal çıkar” hedefini açıkça çiğnemek değil midir? 22 Temmuz’daki yüzde 46.6’lık desteğin, önemli oranda “denetimsiz imar rantı cennetine dönüşen yasadışı kentleşme bölgeler”inden sağlandığını hâlâ göremeyen kimi “aydın”larımız(!) ve “tarafsız”(!) medya, anayasa tartışmasını işte bu gerçeği de sorgulayarak değil, sadece “türban” vb. simgelerle sınırlı bir “polemiğe” dönüştürdükleri sürece aymazlıktan kurtulamayacaklar… Gerçekten çağdaş, demokratik ve laik bir hukuk devletini savunanlar, toprak ticareti ve yasadışı inşaat yağmasından nemalanan şeriat örgütlenmesinin, buna olanak sağlayan imar özgürlüğünü de “sivil anayasa güven ‘Eleştiri’, ‘İftira’ ve Bir Kavram Kargaşası… Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’i görünüşe bakılırsa biraz tuhaf bir kader bekliyor; çünkü bir kısım medyada çıkan değerlendirmelerden anlaşıldığı kadarıyla, Sayın Sezer, yapmaması gereken bazı şeyleri yaptığı için değil, fakat daha çok ne yapması gerekiyorsa onu yaptığı, anayasamızın kuralları gereği hangi çizgileri aşmaması gerekiyorsa o çizgileri aşmadığı ve bizim sistemimiz gereği, Cumhurbaşkanının nasıl bir duruş sergilemesi gerekiyorsa o duruşu sergilediği için eleştirilmekte! Hukuk bilincinin henüz yeterince özümsenmediği bir toplumda böyle bir durumla karşılaşması, yani hukuka uygun tutum ve davranışların eleştiri oklarına hedef olması belki de normal sayılmak gerekir. Örneğin Sayın Sezer, bazı gazete yazarlarınca “dış politikada yeterince aktif olmadığı” gerekçesiyle eleştirilmektedir. Oysa bizim anayasamız ve parlamanter sistemimiz gereğince herhangi bir konuda izlenecek dış politikayı belirlemek ve uygulamak, cumhurbaşkanına değil, hükümetlere düşen bir iştir. Ama demek ki Sayın Sezer, bu kurala uyacak yerde, örneğin seleflerinden rahmetli Turgut Özal’ın yaptığı gibi, dış politikaya doğrudan karışsaydı, bu konuda yabancı devlet başkanlarıyla kapalı kapılar ardında yaptığı görüşmelere kendi dışişleri bakanını bile içeri almayacak kadar ileri gitseydi ve örneğin Türkiye’yi, yine kendi inisiyatifiyle, ülke için belki de felaketle sonuçlanabilecek bir savaşın eşiğine getirseydi, o zaman dış politikada ‘aktif’ sayılacak ve övülecekti! Şimdi gelelim bugün üzerinde durmak istediğim asıl örneğe. Değerli yazar Yalçın Doğan, birkaç gün önce gazetede çıkan bir değerlendirmesinde sözü sayın Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü alışından sonra cumhurbaşkanı tarafından kutlanmamasına getirerek, Sayın Sezer’i “Orhan Pamuk’un Sartre karşısındaki De Gaulle’ü olamadı…” tarzında eleştirdi. Yalçın Doğan’ın atıfta bulunduğu olay, De Gaulle’ün, Cumhurbaşkanlığı döneminde Fransa’nın Cezayir politikasını şiddetle eleştiren ve bunun için düzenlenen bazı gösterilere de katılan JeanPaul Sartre’ın gözaltına alınmasına, “Sartre da Fransa’dır” diyerek karşı çıkmasıydı. Bu durumda, Sayın Doğan’ın eleştirisine katılabilmemiz için, Orhan Pamuk’un da Sartre’ın yaptığını yapmış, yani ülkesinin herhangi bir politikasını eleştirmiş olması gerekmektedir. Ama durum, ne yazık ki böyle değildir! Sartre, Fransa’nın Cezayir politikasını eleştirirken, hep vatandaşı olduğu devletin somut uygulamalarından yola çıkmış ve eleştirilerine, bu somut uygulamalara ilişkin yorumlarını temel almıştır. Başka deyişle, Sartre hiçbir evrede gerçekliği çok tartışma konusu, henüz kanıtlanmamış olay ya da olgulardan yola çıkarak ülkesine herhangi bir iftirada bulunmamış, yorumlarıyla sadece düşünce özgürlüğünü kullanmıştır. Bu durumda Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, müdahalesiyle Sartre’ın şahsında ülkesinde geçerli olması gereken düşünce özgürlüğünü sahiplenmiştir. Orhan Pamuk olayında ise durum, daha önceki bazı yazılarımda da belirttiğim gibi, çok farklıdır. Çünkü Orhan Pamuk’un bu ülkede “bir milyon Ermeni’nin öldürüldüğü” şeklinde yabancı basına yaptığı açıklama, dil bilgisi ve mantık kuralları gereği, bir yorum ya da eleştiri değil, fakat düpedüz bir yargıdır. Ancak –üstelik kesin sayı verilerek– açıklanan bu yargının kanıtlardan yoksun oluşu, onu ne yazık ki bir iftiraya dönüştürmektedir. Değerli araştırmacı Ali Püsküllüoğlu’nun Türkçe Sözlüğü’nde iftira’nın karşılığı şöyle verilmiştir: “…bir kimseye gerçek olmayan, olumsuz bir durumu, bir suçu …yükleme, kara çalma…” Orhan Pamuk, örneğin: “Bir soykırım olmuş olabilir …” gibi bir söylemle bir olasılığa atıfta bulunup düşüncesini dile getirmemekte, fakat sözlük anlamında bir iftirada bulunmaktadır. Bu durumda Sayın Ahmet Necdet Sezer’den, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı sıfatıyla, bu topluma iftirada bulunan bir yazarı kutlaması nasıl beklenebilirdi? Ben, Sayın Ahmet Necdet Sezer’i, üstelik iftirayı da ‘düşünce özgürlüğü’ diye savunmaya kalkan bir “aydın” şamatasına rağmen, Sayın Orhan Pamuk’u kutlamama gibi makamına yakışan bir medeni cesaret örneği sergilediği için içtenlikle kutluyorum! acem20@hotmail.com H KARŞIDEVRİMİN KENTSEL GÖRÜNTÜSÜ Türkiye’yi “imar rantı ekonomisi”nin siyasal, toplumsal ve kültürel yozlaşmasına tutsak kılan bu “kentsel”(!) görüntülerin ardındaki çağdışı yağma yapılaşmasına “etkin anayasal önlemler” alınmazsa, demokrasiyle birlikte uygarlığımız da tarihin karanlık dönemleri arasında yer alacak… cesi”ne bağlamak istediğini görmeli ve önemsemeliler… İşte böyle bir süreçte, Mimarlar Odası’nın son yıllardaki “Ulusal Mimarlık Politikası” çalışmaları tarihsel bir değer kazandı. Yeni anayasayı hazırlayanlara, daha önce Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık’la birlikte, ilgili tüm kurumlara sunulan ve gerekirse “anayasal düzenlemeler”le desteklenmesi istenen “Türkiye Mimarlık Politikası” önerisi de acaba “şuna da bir bakın” denerek verildi mi? Üstelik önerinin esin kaynağı, İstanbul’da 2005’te ev sahibi olunan ve Başbakan Erdoğan’ın açılış konuşmasında “Bu buluşma MİMARLAR ODASI’NIN ÇAĞRISI dan doğacak fikirler bize rehber olacak” dediği “Dünya Mimarlık Kongresi”ndeki değerlendirmeler olmuştu. Diğer ülkelerdeki “mimarlık ve imar düzeni” ile Türkiye’deki “düzensiz”liğin kıyaslanmasıyla başlatılan çalışmalar, bilim ve meslek çevrelerinin yanı sıra ilgili kuruluşların da katkıları alınarak ve çok sayıda tartışma toplantısında irdelenerek olgunlaştırıldı. Dahası, özel gündemli genel kurullarda görüşülerek, geniş katılımlı demokratik karar alma süreçlerinde sonuçlandırıldı. Dünya kent ve mimarlık tarihine imza atmış Türkiye’nin de çok sayıdaki gelişmiş ülkede olduğu gibi mimarlıkta ve kentleşme ANAYASAYA ÖNERİLER de artık “çağdaş ve kimlikli bir ulusal politika”yı kurumsallaştırmasını hedefleyen çalışma, özellikle anayasada da buna uygun yeni düzenlemeleri öngörüyor. Örneğin her duyarlı yurttaşın bir an önce giderilmesini isteği “imar başıboşluğu” için, şimdiki anayasada bulunan “özel mülkiyetin kamu yararına kısıtlanması” ilkesini kaldırmak yerine kapsamını netleştirmek; bunun özellikle planlı kentleşme ve sağlıklı yapılaşmaya dönük uygulanmasının gelecek kuşaklar adına da “toplumsal bir hak” olduğunu vurgulamak gerekiyor. Benzer şekilde, şimdiki anayasada sadece “konut hakkı” maddesinde yer alan “doğayı ve çevre koşullarını gözetecek yerleşme planlama”sı ilkesi de ülkenin tüm imar ve gelişme alanlarında geçerli bir “temel yapılaşma koşulu”na dönüştürülmeli. Yine mevcut anayasadaki tarih ve kültür değerlerinin korunmasında “devleti ve vatandaşları görevli” sayan madde de bunu tüm kurum ve kuruluşlar için “öncelikli ulusal sorumluluk” kılmalı; karayollarından enerji projelerine kadar tüm yatırımlarda “uygarlık değerlerimizin asla gözden çıkartılamayacağı” vurgulanmalı… Hele şu “ayrıcalıklı imar ulufeleri”ni önlemek için de anayasadaki “eşitlik” ilkesinin kentsel arazi kullanımı, planlama, imar ve yapılaşma kararlarında da esas alınacağı belirtilmeli. Bütün bunlarla birlikte, insana, topluma, çevreye ve kimlik değerlerine saygılı bir yapılaşma için, bunları doğası gereği içeren mimarlığın da ulusal ve evrensel bir “kültürel hak” olarak gözetilmesi gereği, “dünya mimarlığının tarihsel ülkesi” için bir onur maddesi olmaz mı? Yeni anayasa, Türkiye’de de artık kent ve çevre planlarında demokratik ve bilimsel ilkelerin birlikte gözetilmesini; imar sürecinde yağmanın değil, düzenli ve dengeli yapılaşmanın egemen kılınmasını ve çevre ile kültür değerlerinin her türlü yerleşim kararında temel alınmasını devlete, hükümetlere, topluma ve herkese “görev” olarak verirse, bu aynı zamanda çağdaş uygarlığın da sözde değil özde hedeflendiği anlamına gelecektir. İşte bütün bunlar, AKP’nin doruğa çıkardığı 50 yıllık “imar rantına sevdalı kentleşme” politikalarının da “terk edilmesi”ni öngöreceğinden, anayasa için gerçek “sivil”liğin göstergesi değil midir?.. Tahliye sürecinin başında verilen sözün tutulmadığı iddia ediliyor SERGİ 5 EYLÜL ’DE PORTAKAL SANAT VE KÜLTÜR EVİ’NDE EKAV Sanat Merkezi boşaltılıyor Anonim yapıtlara Sarkis imzası SELCEN AKSEL EKAV Vakfı, merkez binasından bugün çıkarılıyor. Çalık Grubu’na bağlı GAP İnşaat, İstanbul Zincirlikuyu, Büyükdere Caddesi’ndeki 1991’de kurulan EKAV’dan binayı 30 Ağustos’a dek boşaltmasını istedi. Daha önce İktisat Leasing’e ait olan bina, Halkbank’ın alacağına karşılık nisan ayında Çalık Holding grubundan GAP İnşaat’a satılmıştı. ANAT VA KÜLTÜRE KÖTÜLÜK EDİLİYOR’ Sanat galerisi, gösteri salonları olan, yurtiçi ve yurtdışında eğitim ve uzmanlık bursları veren vakfın başkanı İnci Aksoy, tahliye sürecinin başında, kendilerine “yıl sonuna dek binayı kullanma” izninin verilmiş olduğunu, ancak bu tarihten 4 ay önce, 30 ‘S Ağustos’ta binayı boşaltmalarının istenmesinin kendilerini çok zor durumda bıraktığını bildirdi. Aksoy, geçen hafta GAP İnşaat’tan yetkililerin polis eşliğinde gelerek, bir serginin yer aldığı Kahve Dünyası’nı tahliye ettiklerini hatırlattı. Yurtiçi ve yurtdışında anlaşmalar imzaladıklarını, ilgili sanatçı ve kurumların da mağdur olduğunu hatırlatan Aksoy, “Sanat ve kültüre çok büyük kötülük ediliyor. Biz burada, kâr amacı gütmeden çalışıyoruz. Vakfımız burdan çıksa bile, burada ticari bir şirket yer almamalı’’ dedi. GAP İnşaat adına konuşan bir yetkili ise nisan ayından bu yana hukuken boşalttırma hakları bulunan binayı, EKAV’ın kamuya hizmet veren bir kuruluş olması nedeniyle 30 Ağustos’a dek boşaltmalarını istemediklerini, bu tarihi ise kendilerine 3 ay önce bildirdiklerini söyledi. Kültür Serviyaptığı sersi Dünyaca ünginin katalü kavramsal saloğuna Fenatçı Sarkis’in rit Edgü bir “Sarkis İmzalı metniyle Anonimler” serkatkıda bugisi, 5 Eylül’de lunuyor. Portakal Sanat ve Metinde Kültür Evi’nde ergi ana kaynağını sanatçının 1619. yüzyıla ait imzasız ya Edgü, Saraçılıyor. Sergi pıtlara hem yaratıcılarından hem kendinden izler taşıyan kis’in resimana kaynağını sa birer neon imza atmaya karar vermesinden alıyor. ressamimnatçının Portakal za arasındaSanat ve Kültür Evi koleksiyonundaki 16 ki ilişkiye bakışını “Resmin içindeki bir 19. yüzyıla ait imzasız yapıtlara hem ya biçim, bir renk, bir ışık, bir lekede resratıcılarından hem kendinden izler taşıyan samı görebilen bir gözü var” cümlesiybirer neon imza atmaya karar vermesin le özetliyor. Bu farklı sergi 25 Eylül’e dek den alıyor. Raffi Portakal tarafından dü gezilebilecek. zenlenen, tasarımlarını Bülent Erkmen’in (0212 225 46 37) S T.C. KOCAELİ 3. İŞ MAHKEMESİ’NDEN İLAN ESAS NO: 2007/201 Esas DAVACI: SOSYAL SİGORTALAR KURUMU BAŞKANLIĞI TEBLİĞ YAPILACAK DAVALI: ARMADA DENİZCİLİK TURZM. İHT. MALZ. TİC. LTD ŞTİ DAVA: Rücuan Tazminat Davacı Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı vekili Av. Meliha ÖZELÇAĞLAYAN tarafından, davalılar Armada Denizcilik Turizm İht. Malz. Tic. Lid. Şti ve Petkim A.Ş. aleyhine Mahkememize açılan rücuan tazminat davasının yapılan yargılaması sırasında, aşağıdaki Yargıtay bozma kararının, davalı Armada Denizcilik Turizm İht. Malz. Tic. Ltd. Şti’nin dosyadaki adresinde bulunamaması nedeniyle tebliğ edilememiş, araştırmalara rağmen tebligata yarar açık adresi tespit edilememiştir, bu nedenle Yargıtay Bozma Kararı ve duruşma gününün davalıya ilanen tebliğine tensiben karar verilmiştir. Mahkememizin, 17.10.2005 tarih, 2005/45 esas, 2005/264 karar sayılı ilamı, Yargıtay 10. Hukuk Daire Başkanlığının, 03.05.2007 tarih, 2007/246 esas, 2007/6755 karar sayılı bozma ilamı ile ‘’Fiili ödeme halinde, kurumun talep edebileceği miktar ilk peşin değerin kusur karşığı fiili ödeme miktarından düşük ise ilk peşin değere göre; fiili ödeme miktarı ilk peşin değerden düşük ise fiili ödeme miktarı dikkate alınarak belirlenir” gerekçesi ile bozulmuştur. Yukarıda içeriği açıklanan bozma ilamı ve davanın duruşmasının 22.10.2007 günü, saat: 11:45’de Kocaeli 3. İş Mahkemesi duruşma salonunda yapılacağına dair, ilan metninin yayınlandığı tarihten itibaren, 15 gün sonra davalı Armada Denizcilik Turizm İht. Malz. Tic. Ltd. Şti’ne tebliğ edilmiş sayılacağı hususu ilan olunur. (Basın: 46770) T.C. KANGAL SULH CEZA MAHKEMESİ DOSYA NO: 2007/82 KARAR NO: 2007/58 GEREKÇELİ KARAR HAKİM: YÜCEL DAĞDELEN 42609 KATİP: SERDAR ÇAY 99867 DAVACI: K.H. SANIK: ORHAN ÖLMEZ, Abdulvahabi Gazi ve Süheyda oğlu, 01/05/1978 MANAVGAT doğumlu, Sivas, Kangal, Örencik Köyü mah/köy nüfusunda kayıtlı, Levazım Mahallesi, Korukent Sitesi, E Blok, Daire 6, Levent Kağıthane/ İSTANBUL adresinde oturur. SUÇ: Bakaya SUÇ TARİHİ: 01/04/200426/10/2004 KARAR TARİHİ: 08/05/2007 Yukarıda açık kimliği yazılı sanık hakkında, mahkememizde tensiben dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda: GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: 1Mahkememizin YETKİSİZLİĞİNE, 2Dosyanın, Askeri Ceza Kanununun 63/1 A maddesi (3 aydan sonra gelenler cümlesi) uyarınca, yargılama yapılmak üzere İstanbul Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmesine, 3Yargılama giderlerinin yetkili mahkemede nazara alınmasına, Dair; Sanığın yokluğunda kararın tefhim veya tebliğinden itibaren, 7 gün içerisinde mahkememize verilecek dilekçe veya zabıt katibine yapılacak beyanla, itiraz yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı. 08/05/2007 (Basın: 46819) CUMHURİYET 14 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle