29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 AĞUSTOS 2007 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Susuzluk ve Su Sağlama Çalışmaları... Dünyada olduğu gibi, ülkemizde de tatlı su kaynakları oldukça sınırlıdır. Bu olgu, bu kaynaklarımızın rasyonel bir şekilde kullanılmasının gerekli olduğuna işaret etmektedir. Bu ise ancak, politik ve kişisel çıkarlar yerine bilimsel bilgilerin uygulanmasıyla gerçekleştirilebilir. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi stanbul ve Ankara kentlerimizin günü konudaki bilgileri de oldukça yeterlidir. Bumüzde önemli bir susuzluk sorunu ile nunla birlikte asıl olarak bilgi noksanlığı, bikarşı karşıya kaldıkları görsel ve yazı rinci grupta verilen ve uzmanlık alanıma gilı basınımızın gündemine oturmuştur. ren “Su Üretimi” konusundadır. Bunun için Yetkili ve sorumlu kişiler bu sorunu bu makale, su üretimi konusuna ağırlık veküresel ısınmaya bağlamışlardır. Kanımca, bu rilerek hazırlanmıştır. saptama doğru değildir. Zira, bu illerimize su Ülkemizde, toplum ve bilim çevreleri tasağlayan baraj havzalarındaki yağış azlığı rafından pek tanınmayan bir konu olan ve or2006 yılının sonbahar, 2007 yılının ise kış ve man fakültelerimizin orman mühendisliği ilkbahar mevsimleri olmak üzere kısa bir bölümlerinde Havza Amenajmanı (havza yödevreyi kapsamaktadır. Halbuki, su sağlama netimi) dersi kapsamında ayrıntılı işlenen su çalışmalarında gözetilmesi gereken en önem üretimi ile yağış havzalarından en fazla mikli hususlardan biri, yağışlı yıllarda birkaç yıl tar ve kalitede ve düzenli olarak suyun sağyetecek kadar suyun depolanmasıdır. Her iki lanması amaçlanmaktadır. Bu amaçlara havilimizdeki susuzluk sorunu ise su sağlama ça zaların su kaynaklarının, her türlü kirleticilışmalarında yukarıda belirtilen temel husu lerden korunması ve ıslah edilerek geliştirilsun dikkate alınmadığını göstermektedir. Di mesiyle ulaşılmaktadır. Bu geliştirme kavrağer bir anlatımla, bu illerimizdeki su sorunu, mı, aynı yağış miktarı altında havzalardan en su sağlama çalışmalarının plansız ve yeter fazla miktar ve kalitedeki suyun düzenli bir siz yapılmasından kaynaklanmıştır. Su sağ şekilde sağlanması anlamındadır. Diğer bir lama çalışmalarında su miktarının yanı sıra anlatımla, bir havzanın yağış miktarı sasuların kalitesi ve sürekli üretimi de söz ko bit kalmak koşuluyla o havzadan sağlananusudur. Çünkü, bu çalışmaların temel ama cak suyun miktarını ve kalitesini artırcı; istenilen miktar ve kalitedeki suyun iste mak mümkündür. Zaten su kaynaklarının nildiği anda en ucuz fiyatla kullanıma sunul geliştirilmesi de budur. Örneğin; bir havmasıdır. zada sel derelerinin ıslahı, akarsu yatakDünyada olduğu gibi, ülkemizde de tatlı su larının uygun yerlerine sediment havuzlakaynakları oldukça sınırlıdır. Bu olgu, bu rının yapılması ve erozyona karşı önlem kaynaklarımızın rasyonel bir şekilde kulla alınması suların kalitesini yükseltir. Dinılmasının gerekli olduğuna işaret etmekte ğer taraftan; 1) baltalık ormanların korundir. Bu ise ancak, politik ve kişisel çıkarlar ması veya koru ormanlarında boşluklar yayerine bilimsel bilgilerin uygulanmasıyla ratılması, 2) ülkemizin iklim koşullarında gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla bu yazı; baş ağaçlandırmalarda iğne yapraklı (çam, ta politikacılarımızın, ilgili kamu kurum ve sedir ve köknar gibi) ağaç türlerinin yekuruluşlarımızın yöneticilerinin ve kamu rine; yapraklı, az su tüketen ve sığ köklü oyunun tatlı sularımızın kullanılması ve ge ağaç türlerinin kullanılması, barajlara giliştirilmesine yönelik bilgi dağarcıklarını zen den su miktarını yüzde 15 20 oranında artırabilir. ginleştirmek için kaleme alınmıştır. Su sağlama çalışmalarının yukarıda belirİşte, su üretimi amacıyla kullanılan havtilen amaçlarına ulaşılması için genel ola zalarda su üretimlerini optimuma getirmek rak; 1) havzaların yağışlarından su üretimi, için bunların planları yapılmaktadır. Bu 2) bu suyun depolanması ve dağıtımı için planlar; havzalarda yapılması gereken işbaraj, gölet, arıtma ve dağıtım şebekeleri gi leri ve bunların havzaların nerelerinde, bi altyapı tesislerinin yapım faaliyetleri ger hangi yöntem ve materyal kullanılarak çekleştirilmektedir. Öte taraftan, tatlı su kay yapılacağını kapsar. Havzalarda su üretinaklarımızın günümüze dek yaklaşık yüzde mini etkileyen iklim, jeoloji, topografya, top35’i kullanıma sunulmuştur. Bu husus su sağ rak, bitki örtüsü, güncel arazi kullanma lama çalışmalarının ikinci ayağını oluşturan şekilleri, erozyon, dere sıklığı, drenaj yoaltyapı tesislerinin oldukça yetersiz olduğu ğunluğu ve sosyoekonomik yapı gibi öğenun bir belirtisidir. Diğer bir anlatımla, su ler ve bunlar arasındaki ilişkiler ayrıntılı yumuz olmasına rağmen susuzluk çek incelenerek bu planlar oluşturulur ve uymekteyiz. İlgi grupları ve kamuoyunun bu gulanır. PENCERE Askerin İkilemi Nedir?.. (2) İkinci Dünya Savaşı yeryüzünün sözüm ona en uygar devletlerinin marifetidir; Osmanlı’nın “Fetih” şiarını bırakarak Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine bağlanan Türkiye, İsmet Paşa’nın ustalıklı yönetimi sayesinde bu felaketin dışında kalabildi. Ne var ki savaştan sonra kurulan yeni dünyada yerimiz nerede olacaktı?.. Sovyet liderliğindeki ‘Doğu Bloku’na karşı Türkiye, ‘Batı Bloku’nu yeğledi; 1952’de de NATO’ya girdik... Ordumuz buna göre ayarlandı, konuşlandı, eğitildi, düzenlendi... ? Batı Bloku’nun askeri örgütü NATO Amerika’nın patronajı altındaydı... Türkiye aşağı yukarı tüm birliklerini NATO komutası altına vermişti; hesaba göre “Kuzeyden gelecek komünist saldırısı”na karşı “ileri karakol” işlevini üstleniyorduk; yarım milyonluk bir orduyla savunmanın gereğini yerine getirecektik... ABD, yalnız Türkiye’de değil, Sovyetler’i Asya’da güneyden çevreleyen tüm ülkelerde “Yeşil Kuşak” kuramını uyguluyor, İslamcılığı destekleyip körüklüyordu. ? Ne var ki Türkiye’ye yönelik saldırı, Sovyetler’den ve kuzeyden değil, güneyden, Rum ve Yunan dostlarımızdan geldi... Saldırıya uğrayan Kıbrıs’taki Türkleri korumak istediğimiz zaman da karşımıza ABD ve İngiltere çıktı. Yine de antlaşmalardan doğan hakkımızı kullanarak Kıbrıs’a çıkarma yaptık... Ordu görevini başarıyla yerine getirdi. ? 1991’de Sovyetler dağıldı... “Komünizm tehlikesi” ortadan kalktı... “Kuzeyden gelecek tehdit” bir kalemde gündemden silinmişti... Peki, tehdit nereden gelecekti?.. ABD, Türkiye’yi (ve Türk ordusunu) nasıl ve hangi amaçla elinde tutacaktı?.. ? Bugün yeterince üstünde durulmamış, sorgulanmamış, düşünülmemiş çok büyük bir sorun karşısındayız... “Sovyet tehdidi” artık yok... Ama, ABD’nin yeni dünyadaki “küreselleşme” kapsamında “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” var... Bu projenin Türkiye ayağı, “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ni öngörüyor... Bölgenin en büyük gücü ve dünyanın sayılı ordularından bir olan ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’ geçmişte ABD’nin “antikomünist, antisovyet, Batı Bloku” çerçevesinde yerini alabiliyordu... Aynı ordu bugün ABD’nin BOP’u kapsamında “Ilımlı İslam Devleti Modeli” içine giremiyor... Sorun bu noktada odaklanıyor. ? ABD çoğu coğrafyada olduğu gibi ülkemizde de çok güçlüdür. Türkiye’de, ekonomiyi IMF ve politikayı AKP aracılığıyla eline geçirmiştir... Atatürkçü ve laik Cumhuriyetçi asker, BOP kapsamında ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’nin ordusu olabilecek midir? Konuyu yarın da işlemeyi sürdüreceğiz. Kuzey Irak’ta başına NATO müttefiki tarafından çuval geçirilen asker, Afganistan’da NATO hizmetinde çalışıyor; PKK’ye karşı sınır ötesinde harekâta girişmek isterken karşısına AKP ile ABD çıkıyor... İlginç bir tablo değil mi!.. Yüksek Gerilim SAYIN GÜL cumhurbaşkanı seçilir mi, seçilmez mi? Neler olabilir, henüz tam bilinemiyor. Ama, bilinen ve bilinmesi gereken şu ki, iktidar partisince onun bir kez daha aday gösterilmesi bile, bir zemin yoklama değil, başlıbaşına bir meydan okumadır. Uzun süredir sözü edilen ve herkesçe benimsendiği sanılan “uzlaşma”, daha doğrusu “oydaşma” gereği bir yana itilmiş, “Arkamızda halkın oyu var; istediğimizi yaparız” direnişiyle yeni bir yüksek gerilim dönemine girilmiştir. mursanmayan kurumlar ve kuruluşlar küçümsenecek gibi değil. Önce, liderini beğenin beğenmeyin, anamuhalefet partisi. Büyük çoğunluğu cumhuriyetçi felsefe konusunda Sayın Gül’den farklı düşünen yargı organlarının mensupları, Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere, bütün yüksek mahkemeler. En önemlisi de, ordu. “Niçin en önemli olacakmış; burası bir demokrasi değil mi?” diyenler çıkacaktır elbet. Evet, burası bir demokrasidir ama, sırasıyla bağımsızlığı, cumhuriyeti ve demokrasiyi getiren süreçte askerin payı asla yadsınamaz. Üstelik, iktidar partisine oy verenler de dahil, halkın çok büyük çoğunluğunca ülkenin en güvenilir, en sağlam, en toz kondurulmaz kurumu sayılan da yine Silahlı Kuvvetler’dir. Politika, onu kaale almazsa, ABD’nin, AB’nin ordularını mı alacak? Şimdi böyle bir orduca devlet başkanı ve o sıfatla “başkomutan” olması istenmediği açıkça belli edilmiş bir kişiyi Cumhurbaşkanlığı’na aday göstermek, askere meydan okumak değildir de nedir? Yoksa devletin varlığı, ülkenin bağımsızlığı, insanlarının özgürlüğü tehlikeye düştüğünde ABD’nin ve AB’nin orduları mı koşup gelecektir kurtarmaya? u meydan okuyuşu, AKP yandaşlarının ve “birtakım enteller” ile “bir kısım medya”nın vurguladığı gibi “demokrasi mücadelesi” diye sunmak kadar yanlış bir tutum olamaz. Mücadele, Cumhuriyetin kurucusu olan bir ordunun sistem içindeki ağırlığını azaltmakta kendi açılarından sayısız yararlar bulan dış çevreleri arkaya alarak yapılmaz. Böyle bir arkaya alışın ve dış destekle içte iş görmenin adı başkadır. Demokrasi mücadelesi, seçim sistemindeki gülünç barajlar olduğu gibi dururken, ulusal yargı organlarını bir yana iten uluslararası hakemlik kuralları anayasada kalırken, “menkul kıymetler” yoluyla yabancı sermayenin etkisi altına girmiş bir “piyasa” ekonomik sağlığın tek göstergesi sayılırken, TRT’nin özerkliği çiğnenip kamuoyunu bilinçlendirme işinde meydan medyaya bırakılmışken her fırsatta yalnız orduya yüklenerek yapılmaz. Siyasal sistemdeki çarpıklıkları yüzüstü bırakarak tek yanlı yaratılan böyle bir yüksek gerilim, sonuçta herkesten önce kendi inatlarıyla onu yaratanları çarpacaktır. [email protected] Prof. Dr. Ahmet HIZAL U İ B Yukarıdaki açıklamalar yanıtlanması gereken bazı soruları da beraberinde getirmiştir. Örneğin; su sağlama amacıyla kullanılan havzalarımızdan hangilerinin su üretim amaçlı havza planları yapılmıştır? Yapılmış ise, bunlar uygulanmakta mıdır? DSİ, İSKİ ve ASKİ gibi kamu kuruluşlarımızda havzaların su üretim planlarını yapabilecek uzman havza amenajmancısı istihdam edilmekte midir? Bu soruların yanıtları büyük olasılıkla ‘Hayır’dır. O halde ülkemizdeki su sağlama çalışmalarının, özellikle su üretim ayağından yoksun, bilimsellikten uzak olarak yürütüldüğünü belirtebiliriz. Bu olgu, tatlı su kaynaklarımızı korumak ve geliştirmek yerine köreltmekte olduğumuzu vurgulamaktadır. Nitekim, akarsularımız kirlilik yönünden 3. sınıf (kirli) ve 4. sınıf (çok kirli) düzeylere ulaşmıştır (*). Buna paralel olarak, İstanbul su havzaları kaçak yerleşim ve endüstriyel tesislerin tehdidi altındadır. Bu bağlamda, Küçük Çekmece Gölü ile Elmalı Barajı’nın suları kirletilerek içme suyu özelliklerini yitirmişlerdir. İstanbul içme suyu sisteminin kalbi olan Ömerli Barajı da güney yönünden kirletilmektedir. Formula1 pistinin Ömerli havzasının sınırında yapılması ve İSKİ yönetmeliğinde sık sık gündeme getirilen değişiklikler de Ömerli ve İstanbul’un diğer su havzalarının cazibesini ve dolayısıyla kirletilmesini artırmaktadır. Bu örnekler, yapılaşma olgusu ile su havzalarının birer birer elden çıktıklarını göstermektedir. Bu olgu aynı zamanda, DSİ’nin GAP’tan sonra ikinci büyük yatırımı olan ‘Büyük Melen Projesi’ne de büyük ölçüde bel bağlamanın doğru olmadığına işaret etmektedir. Zira, ülkemizin en verimli tarım topraklarına sahip Düzce ili, anayasamızın 45. maddesine rağmen hiçbir incelemeye gerek görülmeden bilinçsizce endüstri bölgesi ilan edilmiştir. Sonuç olarak, şimdiye kadar yapılan açıklamaların ışığında ülkemizde su üretimi, dolayısıyla tatlı su kaynaklarının geliştirilmesi çalışmalarının olmadığını; aksine, su havzalarımızdaki bilinçsiz yapılaşmalar ile su kaynaklarımızın köreltildiğini vurgulayabiliriz. Buna ek olarak, su depolama tesisleri ve dağıtım şebekeleri gibi altyapı tesislerinin yetersizliği de ortadadır. Bunun için iki büyük kentimizde ortaya çıkan susuzluk sorunu, küresel ısınmadan çok, bilimsellikten uzak, gelişigüzel uygulanan su sağlama çalışmalarının bir sonucudur. (*)Tobbaş, M.T., Brohi, A.R., Karaman, M.R., 1998. Çevre Kirliliği. TC Çevre Bakanlığı, Ankara. Kültürel Yozlaşma Dörtnala... Gürol SÖZEN Ressam, Yazar A Kendinize yatırım yapmak istiyor ve bu konuda profesyonel bir yol haritasına ihtiyaç duyuyorsanız; İŞTE HAZİNENİZİN HARİTASI burada. Haydi yelkenler fora, yola çıkıyoruz... ‘Yaşam koçu’nuzla tanışın. 0 533 302 84 48 maç, umutsuzluğun kapılarını aralamak değil. Umut, bireyin ve her toplumun vazgeçilmezi. Bir kır çiçeğinin uyanır uyanmaz güneşi beklemesi gibi. Karanlığın aydınlığa, korkunun dirence ve başkaldırıya, umarsızlığın ise birlikteliğe dönüştüğü, geç de olsa görülmüştür hep. Çünkü doğa en büyük tanığıdır insanoğlunun. Kendiliğinden yeşerip çiçeklenen doğa, en büyük öğretimizdir. Hele, geçen aylarda Ankara, İstanbul, İzmir ve diğer kentlerdeki toplumsal başkaldırının önünü çeken aydınlık ve güleç yüzlü “…ve kadınlar/bizim kadınlarımız…” en büyük tanığıdır ‘umut’un. Ama, insanoğlu aynı zamanda doğanın ve ‘hayatın düşmanıdır(lar).’ Özdemir Asaf’ın “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu / birinciliği beyaza verdiler” şiirini de unutmayalım. Evet, bütün renkler aynı hızla kirlendi. En nazlısı olan ve tüm renkleri tek tek, üşenmeden aydınlatan beyaz baştan gitti! Aldırmadan, bile bile, inatla ve hınçla; çıkar tanrısını da öne katarak. Gene de sorulması gereken sorular var, günah çıkarmak için belki: Çirkinliği nasıl güzel görebilir insan? Güzelliği neden yok etmek isteyebilir? Çirkinliği ve yoz olanı yönetmek, yönlendirmek bir hüner işidir ama bu topraklarda, onlara alkış tutanların arasında, neden okumuşlarımız çoğunluktadır? Var olma nedenimizi, kendi kimliğimizi ve görkemli kültürel mirasımızı dışlayıp, uğruna savaştığımız toprağın erdemini iteleyerek, el kapısını neden baş tacı ederiz? Hem de hiç sorgulamadan... Yalanı, kurnazlığı ve iş bitiriciliği ağız bozukluğu ile yıkayıp, bir çula onuru ve toprağı satabilmek de neyin nesi? Üstelik, binlerce yıldan beri süregelen, toprakaltı ve topraküstü kültürel varlığı da yok sayıp, ardından sırıtabilmek de neyin nesi? Neyin nesi, Cumhuriyet’te doğup, Cumhuriyet’in olanaklarından nasiplenenlerin Cumhuriyet’e ihanetleri? Varsayalım ki geleneğimize, atalarımıza, atlarımıza, obalarımıza ve dergâhlarımıza çok bağlıyız!.. Peki, onların mirasına ‘çok bağlı’ isek, onların kültürel mirasını neden umursamıyoruz o zaman? O zaman, Anadolu toprağının hangi kültür katmanı bizleri ilgilendiriyor dersiniz? Hadi anladık!.. Hititliler, Frigyalılar, İyonyalılar bizden değildi! Değil miydi? Çatalhöyük, Alacahöyük, Kültepe, Çayönü, Boğazköy, Truva, Gordion bizim topraklarımızda değil!.. İyonyalı (İzmir) Homeros, Bodrumlu Herodot, Miletli Thales ve Hippodamos, Amasyalı Strabon, Prieneli Bias gibi bilgeler, tarihçiler, coğrafya yazarı ve mimarlar da buralı değil!.. Buralı değil mi? Peki, tüm bunların arasında yalnızca Selçuklu ve Osmanlı uygarlığını benimsiyor isek, başta Mimar Sinan’ın anıtsal birçok eseri olmak üzere, hattatların piri sayılan ve kendi üslubunu yaratan Şeyh Hamdullah’ın mezarı ne halde? Bilen var mı? Dört yüz yıl öncesinde, Üsküdar burnunda, bir mücevher gibi Mimar Sinan’ın kondurduğu Şemsi Paşa Camisi’ni kuşatan tostçuçaycı ile Eminönü’nde, çinileri ile de ünlü Rüstem Paşa Camisi ve külliyesinin duvarlarına çakılmış ipler, paçavralar, pantolonlar ve satıcılar tarafından kuşatılmış sakillik neyin nesi?.. Hangi gelenek? Yaslanmak istediğimiz, hangi ‘medeniyet’? Bir de isterseniz ‘hanlar hanı’ olarak özlediğimiz Sultan II. Abdülhamid, Sultan Mahmut ve Sultan Abdülaziz’in ve diğer sultanların Cağaloğlu’ndaki türbesini ziyaret edin. Büyük sandukalarının önünde, iğreti konmuş yırtık dosya kâğıtları. Bu yırtık dosya kâğıtlarına, tükenmezkalemle ve ilkel bir el yazısı ile sultanların adları yazılmış!.. Hafızasız bir toplum olmadığımızı umuyorum! alan, nefti ve yeşil çinileri yeniden yapmak üzere söktüler. Tıpkı, AKM’nin yıkılıp yeniden yapılacağını söyleyen yetkili dostlarımız gibi: “Yenisi ve daha güvenlisinin yapılması kaydıyla” diyebilen kültür ve sanat koruyucuları!.. Bizi, yarınlarda nasıl anacaklar bilemem! Ama bilinen bir şey var: Kamil Masaracı’nın (tarihini anımsayamadığım) Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış bir karikatürü: Birinci kare: “Ortaçağa gidilecektir”. İkinci kare: “Lütfen”. Üçüncü kare: “Yer ayırtınız”. Ortaçağa yolculuk 21. yüzyılda yaşayıp, olağanüstü teknik donanımı edinmişlerin, övgüyle ve tüm şiddeti ile varlığını savundukları birkaç olgu: En başta, sevgili yalan. Kişisel ve kurumsal yalan. Öylesine çoklar ki!.. Cepten cebe kamuflaj ise en güzeli!.. Batılı gözükmeye çalışıp, Doğu’nun dükkânında kafa bulanların da hayranıyım! Bir de… Evet, bir de yıkım işlerinde, dikkatli icazette bulunmak var: Bu Haydarpaşa Garı da olabilir, Atatürk Kültür Merkezi de. İleride Süleymaniye de. Çağdaş sultanın biri gelip, “Benim ruhum Hitler” derse, ne diyeceğinizi bilemem! Para tanrısı önünde topluca secdeye varanları da bu arada unutmayalım! Evet, Dostoyevski, “Gerçek, insanların önünde. Ama almıyorlar onu. Uydurdukları şeyin peşinden koşuyorlar” diyor. Ama biz onun çok ötesindeyiz: Gerçeği görüyoruz ama almak istemiyoruz. Bunca yangında önemsiz (!) sayılabilir. Karaköy Tünel’inin duvarlarında yer CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle