22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 AĞUSTOS 2007 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Adil Muammer Selek: “Çankaya’ya çıkarsa adil olacağını söyleyen Abdullah Gül, bugüne kadar adil olmadığını mı itiraf ediyor!” Ya ğ m u r E k i m Piyasalarda Türkiye zayıf halkaymış... “Besleme sermaye ile bu kadar!” LATİNCE bir özdeyiş: Corruptio optimi pessima. Okunuşu şöyle: Korrupsiyo optimi pessima. Anlamı: “En mükemmel olması gerekende görülen küçücük bir bozukluktan daha kötü hiçbir şey yoktur.” Bu Latin özdeyişini Ankara’dan Dr. Hikmet Keskineğe anımsatıyor bize ve bu sözün değer yargıları imbikten geçmiş toplumlar için doğru olduğunu söylüyor. Peki, ya değer yargıları imbikten geçmemiş toplumlarda bir anlamı var mı? Dr. Keskineğe: “Bir ülkede yakın geçmişte laik cumhuriyet döneminin ömrünü tamamladığını söyleyen, laiklik ilkesi karşıtlığı uluslararası mahkemelerde görülen davalar ile tescil edilmiş, Necmettin Erbakan’ın hapis cezası aldığı davada suçlular arasında olduğu halde dokunulmazlık sayesinde ceza almaktan kurtulmuş, mensubu bulunduğu PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Barzani’den terör örgütüne: Türkiye’ye saldırı yapmayın! İçkisiz İlker Çamkır: “Ankara’daki meşhur içkili mekân, karşısına AKP taşınınca neden içkisiz lokantaya dönüştü: a) Tamamen laiklik gereğinden. b) Demokrasiyi geliştirmek için. c) Avrupa Birliği’ne üyelik koşulu olarak. d) Hepsi.” hükümet ülkeyi her hafta 1 milyar dolar faiz ödeyerek adeta post modern düyunu umumiye dönemine sokmuş, daha önce cumhurbaşkanlığına aday gösterilip kendi partisinin beceriksizliği ve aymazlığı nedeniyle seçilemeyince iktidarda olduğu halde mağdur olduğunu ileri sürecek kadar ağzından çıkanı kulağı duymayan, kendisini cumhurbaşkanı olarak görmek istemeyen Türk halkının yarıdan fazlasını karşısına almakta sakınca görmeyecek kadar makam hırsı ile gözünü karartmış birisi veya bir düşünce, cumhurbaşkanlığı adayları arasında görülebiliyorsa ‘corruptio optimi pessima’ yerine kısaca pes demek daha doğru olur diye düşünüyorum.” Bulantı Latinlerin “corruptio optimi pessima”sının tam karşılığını vermese de Türkçede benzer bir özdeyiş var: Sinek küçüktür ama mide bulandırır. Her toplum kendi değer yargılarını, kendi imbiğinden geçirerek yaratıyor. Avrupa, 500 yıl kadar önce Rönesans ve Reform süreçlerini yaşadı. Biz ise ancak 20. yüzyılın başında Atatürk’ün önderliğinde Aydınlanma Devrimi’ni yaşadık. Fakat ne yazık ki daha sonra karşıdevrim süreci başlatıldı. Daha dün birileri tarafından hazırlanan ilanlarda birbirini tamamlayan Adnan Menderes, Turgut Özal, Recep Tayyip Erdoğan fotoğrafları boşuna değildi! Evet, sinek küçüktür ama mide bulandırır ve bu ulusun midesi bulanmayagörsün... Geldikleri gibi gitmezlerse, geldikleri gibi gönderilirler! Biraz da Hayatın İçinden Geçen cumartesi, öğleden önce… Silivri Migros’tayım; elimde eşimin verdiği sipariş kâğıdı, alışveriş arabasını ite çekiştire reyonlar arasında koşuşturuyorum. Akşam konuklarımız gelecek, bir an önce ve de başarıyla tamamlamalıyım bu ailesel görevi. Eşim de sağ olsun, öyle bir sıralamış ki siparişlerini, biri bir uçta, biri öbür uçta, koşuşturmaktan kan ter içindeyim. Sıra rakılara geldi, içki reyonuna bakıyorum, yok! Bir görevliye soruyorum, o da işe yeni başlamış, bilmiyor, ama iyi niyetli. Raflara bakınıyor, sonra bana el ediyor, “Arkamdan gelin” anlamına. Peşine takılıyorum, biraz önce şarapları aldığım içki reyonuna götürüyor beni. “Teşekkür ederim, ama burada rakı yok” diyorum. Üzülüyor, “Hay Allah!” dedikten sonra kasaya sormaya gidiyor. Geri döndüğünde yüzü gülüyor. Rakılar kasada, kasadar kızın arkasındaki kilitli, camekânlı dolapta duruyormuş. Sevinip kasaya doğru seğirtiyorum. Ve olay başlıyor… “İki şişe 70’lik rakı, lütfen” diyorum. Kız, kilitli dolabı açıp iki şişe istediğim marka rakıyı çıkarıyor, bana uzatıyor. Alışveriş arabamı kasanın tam karşısına düşen reyonun karşısına bırakmışım, elimde şişeler o yöne doğru yürüyorum. Birden kızın sesi: “Beyefendi, beyefendi!” Kıza dönüyorum, sormama olanak bırakmadan, “Onları içeri götüremezsiniz!” diyor. Elimde iki şişe rakı, suçüstü yakalanmış bir hırsız gibi ortada kalakalıyorum. “Niçin” diye soruyorum. “Prosedür” diyor kız, “prosedür!” Altımda şort, üzerimde tişört, iki koca şişe cebe de sığmaz, bir anlam veremiyorum. “Kim belirlemiş bu prosedürü” diye soruyorum. “Merkez” diye yanıtlıyor. “Dangalakça bir prosedür” diyorum, “çünkü içki reyonundaki şaraplardan birçoğu rakıyla aynı fiyatta, size de anlamsız gelmiyor mu ‘merkez’in bu prosedürü?” Evet diyecek hali yok ya, “Bekleyin, müdürü çağırayım” diyor. Rakıları da, daha önce aldıklarımı da bırakıp çıkıyorum. ??? Kapitalizm gürbüzleşip halk da ters oranda yoksullaştıkça kapitalistler, sırtından beslendikleri insanları potansiyel hırsız olarak görüp ona göre davranıyorlar. İşyerleri özel güvenlik elemanları tarafından korunuyor, modern teknolojiler kullanılarak güvenlik altına alınmış korunaklı konutlarda oturuyorlar. Tüm yaşam alanlarını halktan soyutlayarak gettolaştırmışlar; gettolarının dışındaki halk kitlelerini, hayattaki varlık nedenleri yalnızca ‘sömürü objesi’ olmakla sınırlı yaratıklar olarak görüyorlar. Gün, onların günü. Karşılarında sindirilmiş, susturulmuş, pusturulmuş bir halk, dilediklerince at koşturuyorlar. Konuştun, ‘çat’; düşündüğünü söyledin, ‘pat’; karşı geldin, ‘şırak’… Kes sesini, otur oturduğun yerde, ‘küt’… 12 Eylül 1980 darbesini nasıl da yürekten alkışlamışlardı para babaları, anımsıyor musunuz? Darbeden bir ay sonra yapılan nüfus sayımına göre nüfusumuzun 44 milyon 737 bin olduğunu da anımsıyor musunuz? Size o darbeyi izleyen gün, hafta ve aylarda toplam 1 milyon 200 bin yurttaşımızın dayaktan geçirildiğini, dayaktan geçirilen yurttaşlarımızın 18 yaş üstü yetişkin nüfus içindeki paylarının yüzde 7 olduğunu, bu oranın kentlerde yüzde 10’un üzerinde olduğunu da ben size anımsatayım. Benzeri görülmedik bir dayak rejimiydi 12 Eylül. Bu halk nasıl sinmesin, susmasın, pusmasın? Kapitalizm halkı önce sindirmiş, susturmuş, pusturmuş, şimdi de ‘potansiyel hırsız’ diye aşağılıyor halkı. Bunu, kimsenin bu aşağılanmaya ses çıkarmayacağına, direnmeyeceğine güvenerek yapıyor. ??? Eskiden adı ‘Migros Türk’tü Migros’un. Kurşuni renkli satış kamyonları mahalle aralarında dolaşır, sonra her gün durduğu yerde dururdu. Kamyonun yan kapakları açılıp satış tezgâhına dönüşürdü. İnsanlar kuyruğa girip alışveriş yaparlardı. Migros’un tarihi, aynı zamanda Türkiye kapitalizminin büyüme tarihidir. Önce marketler açtı, sonra süpermarketlere, daha sonra da hipermarketlere geldi sıra. Adından ‘Türk’ ne zaman kalktı? Bilmiyorum. Kendisini var eden müşterilerine yüzü ne zaman asılmaya başladı? Bunu da bilmiyorum. Biri söyler, öğreniriz belki. (eposta: dkavukcuoglu?superonline.com) SESSİZ SEDASIZ (!) Bitli başlar üzerinde defne çelengi! CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, CHP İzmir Milletvekili Güldal Mumcu’nun Meclis Başkanvekili seçilmesi üzerine sevgili Uğur Mumcu’ya selam gönderince Ahmet Duman da Deniz Baykal’a selam gönderme gereksinimi duymuş: “Deniz Baykal, Uğur Mumcu’ya nasıl selam gönderilir ya unuttu ya da bilmiyor. Bağımsızlık ve özgürlük üzerine küresel sermayenin Türkiye üzerinde kurduğu baskılarla bölünmüşlük, talan edilen devlet malları, borçlanma karşılığı elimizden çıkan topraklarımız için tek cümle kurmadan, Kemalist ideolojiye en ufak Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Melih Taner Başlı: “Melih Gökçek dediğinizde Ankara’da akan sular durur!’’ Slogan Gülhan Elmas: “Melih Gökçek’in yeni sloganı: Kirlenmek güzeldir!” bir gönderme yapmadan bir seçim dönemi geçireceksiniz, sonra da bunlar için yaşamını vermiş bir insana, eşini parlamentoya aldınız diye anısına saygı gösterdiğinizi söyleyeceksiniz. Bu tavır CHP Genel Başkanı’na hiç ama hiç yakışmadı. Şimdi şöyle bir düşünelim; demek ki Güldal Mumcu, Uğur Mumcu’nun eşi diye korunup kollanmış. Böyle bir düşünce, böyle bir sosyal demokrat parti olur mu? Dostoyevski, unutulmaz cümlelerinden birinde ‘Biz bitli başlar üzerine defne dallarından çelenkler koymuşuz’ diyordu. Sanki bizi tanımlıyor!” Yeni dış politikamız: Ne AB ne ABD... Hem AB hem ABD! ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Acil ‘Başkent Yasası’… Başkentimiz “susuz” kaldığından beri bu yazıda “tereddüt” ettik… Çünkü sorun sadece yerel yönetimdeki “sorumsuz”luk değildir. Daha “vahim”i, başta “ülkeyi yönetenler” olmak üzere, kimse bu kentin “başkentimiz” olduğunu önemsemiyor… Günlerdir bunu söylemekten çekinmemizin nedeni ise, “Daha önce de yazmıştık” dememek için… Ne var ki yıllardır her fırsatta söylediğimiz, hatta raporlar hazırladığımız “başkent yasası” önerimiz, elçilikleri bile susuz bırakarak dünyaya rezil olmamıza rağmen, hâlâ gündemde değil… Tartışmalara bakın, herkes yerel yönetime yüklenmekle yetiniyor. Melih Gökçek’in başkentimiz için zaten “talihsiz”lik olduğunu söyleyenler de dahil, kimsenin aklına bir başkentin “sadece seçilenlere teslim edilemeyeceği” gelmiyor... Örneğin DSİ ile ASKİ arasındaki “suç bende değil” polemiğine kızanlar bile “Aynı konudaki iki yetkili kurum, neden başkent “ortak özellik”, oranın “başkent değeri”ni gözeten özel yasalarla yönetilip ayrı bir özenle bakılmalarıdır… Ne var ki bu küresel gerçek, dünyayı dolaşmada rekor kıran bir başbakanın ülkesinde hâlâ görülemediği gibi, dünya kentleriyle kardeşlik yarışına giren yerel yöneticilerimizce de umursanmıyor… Örneğin geçen aylarda Suriye’yi ziyaret eden Türk heyetinde belediye başkanları da vardı. Aslındasınıfta kaldığımız “imar” konusunda bile “ders” vermeye kalkmışlar. Ne var ki komşumuzda da başkent Şam’ın diğer kentlerden farklı yasalarla imar gördüğünü “öğrenemeden” dönmüşler… Ulusal güvenceler Ankara’mız için de ayrı bir “başkent yasası”nı her gündeme getirişimizde, bunu sadece “Melih Gökçek tahribatı”na karşı önermediğimizi özellikle vurgulamıştık. Yerel yönetimde kim olursa olsun, bir başkentin sadece ora hal ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN Sadece Ankara’nın değil, Türkiye’nin onur anıtı... için ortak sorumlu kılınmıyor?..” diye sormuyor. Ya da yine, belediyenin otomobil için kenti delik deşik eden batçıkları yerine, başkentteki ulaşım planlamasının üniversitelerle birlikte yapılmasını “zorunlu” kılacak bir yasa önerilmiyor… kının seçtiği kişilere emanet edilemeyeceğinin, ülke adına da güvenceleri olması gerektiğinin “evrensel tutum” olduğunu belirtmiştik. Çünkü başkent hepimizindir; ulusal onurumuzdur… Altyapısının eksiksiz olması, planlı ve doğru imar görmesi, tarihsel dokularının yaşatılarak kimlikli bir çağdaşlık içinde gelişmesi ve bir daha Melih Gökçek gibilerin elinde kalmamasını sağlayacak kurallarla donatılmış, ilgili tüm kamu, sivil ve özel kurumların katılımlarına açık, olanakları ve kaynakları yeterli, devletin de sahiplendiği bir demokratik sistemle yönetilmesi gerekiyor… Bunun nasıl olabileceği konusunda ise vaktiyle Sadettin Tantan İçişleri Bakanı’yken Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü’nce derlenen “Dünya Başkentlerinin Özel Yasaları Arşivi” esin kaynağı değil midir? Böyle bir düzenlemenin “demokrasiyi dışlayacağı”nı sanan kimi “dünyadan habersiz” itirazlara da aynı yasalara sahip birçok ülkedeki “demokratik hakların zenginliği” yeterince yanıt oluşturuyor… Çünkü demokrasi, yönetimde “keyfi bir özgürlük” olmadığı gibi, ulusal ve evrensel değerler üzerinde “tahribat hakkı” anlamına da gelmiyor… ekinci?cumhuriyet.com.tr Elçiler de şaşkın Evet… Dünyanın hemen tüm başkentleri için o ülkelerde “ayrı” ve “özel” bir yönetim yasası olduğunu; yerel hizmetlerin “farklı” yetki ve kaynaklarla yapıldığını kim bilir kaç kez anımsattık… Nitekim Ankara’da susuz kalan bir AB ülkesi elçisi demiş ki; “Böyle bir su kesintisinin Türkiye’nin başkentinde olması şaşkınlık verici…” Sularımızın pazarlanmak istendiği Arapların diplomatı bile bakın nasıl konuşmuş; “Bizde de su yok ama başkentimizde böyle kesinti olmaz…” (Cumhuriyet10 Ağustos 2007) Çünkü başkentler, sadece “orada yaşayanlar”ın değil, “tüm ulusun ortak değerleri”dir. Başkentlerin yönetimleri de sadece “yerel demokrasi”yle değil, “ulusal sorumluluk”la da belirlenir. Bu ise ancak “hukuksal güvence”lerle sağlanabileceğinden, Londra’dan Tokyo’ya, Moskova’dan Paris’e kadar, hatta Kahire’den Havana’ya, Tahran’dan Pekin’e kadar “farklı siyasal sistemler”deki ülkelerin başkentlerine ait OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 15 Ağustos www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Ortaoyununun başlıca 1 dekoru olan 2 küçük par 3 maklık. 2/ Kabuğu düğ 4 me ve süs eş 5 yası yapımın 6 da kullanılan 7 bir deniz hayvanı... Kamer. 8 3/ Evcil bir 9 geyik... Dar, 1 2 3 4 5 6 7 8 9 uzun ve hafif bir yarış kayığı. 4/ Uzak... 1 M A L A G U E N A S E K Kuru tütün yaprağı 2 Ü N İ T E 3 H K İ D E O K nı andıran kızılımsı U kahverengi. 5/ Kuş 4 R A K K A S E A A L A Y kanadının büyük tü 5 E R R yü. 6/ Sahip... Tavla 6 S A L L A M A A İ L E S U da “üç” sayısı... 7 E Gözleri görmeyen. 8 N U H T T O K 7/ Ortadoğu’da, 9 K R O K O D İ L “Ölüdeniz” de denilen göl... Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde bir kaplıca. 8/ Japonlara özgü çiçek düzenleme sanatı. 9/ Mekik oyasına benzer bir tür dantel. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ürünü toprak sahibiyle yarı yarıya bölüşme işi. 2/ Orta Anadolu’da bir göl... “Ne zaman seni düşünsem / Bir ceylan içmeye iner” (İlhan Berk). 3/ “Yok” anlamında argo sözcük... İlgi çekici ve değişik kimse. 4/ Vilayet... Genellikle yakmak için kullanılan iri saman... Akım şiddeti birimi kiloamperin kısa yazılışı. 5/ Ticaret mallarını saklamak için rıhtımda yapılan büyük depo... Kara batmamak için ayağa takılan bir çeşit örgülü ayaklık. 6/ Bir çokluğu oluşturan varlıkların her biri... En küçük izci kuruluşu. 7/ Hamamböceği. 8/ Şaşma belirten bir ünlem... Halk edebiyatına özgü bir şiir türü. 9/ “Civanperçemi” de denilen otsu bir bitki. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle