22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 AĞUSTOS 2007 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Bunun Adı Demokrasi… 1950’de toprak ağalarından oluşan DP iktidarını işbaşına getiren yoksul kitleler, 2007’de yine kendi yaşamlarına karşıt bir gücü iktidar yapmışlardır. Ayrıca; Sağ’laşıp, sığlaşarak ABDAB emperyalizmine karşı ciddi tavır alamayan, devrimin nice öğesinin örselenmesini seyreden, 13 Şubat 1937’deki “Altıok” esasını koruyamayanların ve AB fonlarıyla güya çağdaş uygarlık(!) blokunda yer alanların da 1946’lardan günümüze doğru veballeri bu yönde büyüktür. türk ve İnönü devirlerindeki CHP için doğru tanımlamalara ulaşmaktadır. Duverger; “Totaliter yapıdan uzak, iç muhalefete açık, durmaksızın çok partili sisteme geçmek isteyen özgün ve esnek bir yapı” görmektedir. Hatta Duverger; “Demokrasiye geçişin zorunlu ertelemelere uğramasının mahcubiyeti tek parti CHP’de yaşanmıştır” demektedir. 1925’te İngiliz tahrikli “şark isyanına” bulaşan “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” veya 1930’daki “Menemen” olayının ortam bulmasında açık rol sahibi “Serbest Fırka” olayları ortadayken, erteleme yanlış mıydı? İkinci Dünya Savaşı’nın 6 yıl süren ve 50 milyona yakın insanın canını yakan kan ve ateşle dolu çatışması anımsanmalıdır. Türkiye’yi bir barış adası olarak koruyan İnönü yönetiminin demokrasiye geçiş için kavganın sonucunu beklemesi isabetsiz miydi? Aslında açık söylenmesi gereken odur ki; çok partili yaşama erken geçilmiştir. Cumhuriyet rejimi kökleşmeden, Kemalist devrim pekişmeden, Köy Enstitüleri işlevini tamamlamadan, toprak reformu gerçekleşmeden, gericifaşist kıpırdanmaların temeli kazınmadan çok particiliğe geçilmiştir. Bu geçişte dış etmenlerin zorlamasından çokça konu açılmıştır. Ama kesin gerçek, Atatürk ve ardılı İnönü’nün; 1925,1930 ve 1945 yıllarındaki demokrasi aşamalarına öncülük eden istekli tavırlarıdır. 50.000 Cezayirliyi bir günde katleden Fransa, Hiroşima ve Nagazaki’yi atom bombalarıyla yerle bir eden ABD, hangi demokratik süzgeçten geçen iradelerin devletleridir? Kenyalı yurtseverleri kurşuna dizdikten sonra Hint Pakistan ve Kıbrıs boğuşmalarını yaratan İngiltere, Angola ve Mozambik’i haraca bağlayan Portekiz, 93.000 Endonezyalının soykırımcısı Hollanda veya Lumumba’nın katili Belçika hangi demokrasinin havarisidirler? Taçlı monarşiler ve Sevr’cilerin oluşturduğu majestelerinin telkinci demokrasileri mi Türkiye’yi zorlamıştır? Bunların hiçbiri, özellikle 1925 ve 1930’daki yönelişin adresleri değildir. 1945 yılındaki geçiş ise sonuçları bakımından Washington ve Brüksel mihraklarının emperyalist denetimine girmiştir. 1946 seçimiyle başlayan ve ulusal gerçekçiliğe dayalı Sol’a da kapalı, sınırlı ve ödünsel gidişatlı çok particiliğin adı demokrasi olmuştur. ABDAB tipi vahşi liberalizme ortam hazırlanmak üzere veya NATO hesabına Mehmetçik’i Kore’de heder ettikten sonra, üs ve tesisler vermek için mi çok particiliğe geçildi? Özelleştirmeler yapmak, tarikat ve cemaatleri canlandırmak kararıyla mı kargaşa seçildi? Halbuki “üçüncü yol” ve özgün bir ideoloji olan Kemalizmin doğasına uygun bir demokrasi modeli yaratılabilirdi. Böylesine bir demokrasi; ulusalcılık zemininde sürekli ilerici ve toplumcu yarışmalara tanıklık edebilirdi. Ama olmadı… PENCERE Gördüğümüz Rüyanın Yorumu?.. Mustafa Balbay dünkü yazısının başlığına iki satırda şu tümceyi kondurmuştu: “Cumhurbaşkanı Seçimini Ortaoyununa Çevirdiler!” Ortaoyunu nedir?.. Doğaçlamaya dayanan ortaoyununda Karagöz ve Hacivat’ın yerini Kavuklu ve Pişekâr almıştır... Pişekâr’ın elinde şakşak vardır... Birbirine çarpıldığında ses çıkartan iki dilimli şakşak neyi yansıtır?.. Şakşak da şakşak!.. Medyanın elinde de ortaoyundaki şakşak var... Oyun sürüyor. ? Cumhurbaşkanlığı seçiminin özü ne?.. Türban!.. İslamcılığın siyasal yorumunda kadın günahtır, tesettür modasına tabidir... Tesettür Çankaya’ya çıksın mı, çıkmasın mı?.. Tesettürün öteki adı ne?.. Türban... Hayır, ne başörtüsü.. Ne yemeni.. Ne yazma.. Ne çarşaf.. Ülkemizdeki çok partili rejimde “Amerikancı Ilımlı İslam Devleti”nin siyasallaşmış modası başa dolanmış türbandır. ? “Sağ mizah yoktur, mizah sol taraftadır” diyen mizah yazarı Vedat Özdemiroğlu, Cumhuriyet’in dünkü “Hafta Sonu” ekinde Çankaya sorununu çözümlemiş.. Nasıl?.. “ Cumhurbaşkanı” diyor “Emine Erdoğan olsun...” Neden?.. “ Çünkü eşi türbansız!..” Vallahi doğru... Cumhurbaşkanı seçimi, ortaoyunu gırgırında Pişekâr’ın şakşağına dönüştü... Şakşak da şakşak... ? Kim cumhurbaşkanı olacak?.. Bu vakitten sonra, kim olursa olsun, hayrını görmek zor... Türkiye’nin hali pür melâli meydanda.. Ne demeli?.. Ne desem boş!.. Softa mı desem, molla mı desem, o biçim biri Bektaşi’ye başvurmuş: Baba Erenler, bu gece bir rüya gördüm, anlatsam tabir eder misiniz? Baba: Hayırdır inşallah... Molla anlatmaya başlamış: Rüyamda bir bulut gördüm, ama, nasıl tabir etsem? Yağmur mu desem, fırtına mı desem, dolu mu desem?.. Bir ev gördüm; han mı desem, hamam mı desem, köşk mü desem, saray mı desem?.. Bir köpek gördüm; kurt mu desem, tilki mi desem, çakal mı desem?.. Mollanın lafını kesmiş Bektaşi: İmanım, demiş, Allah bir gün senin belanı verecek; ama, bugün mü desem, yarın mı desem, öbür gün mü desem?.. ? Ülkemizde ne başörtüsü derdi vardı, ne yemeni, ne yazma, ne çarşaf, ne siyasette tesettür derdi vardı... Türban modası çıktı çıkalı, cümlemize hayırdır inşallah... Ve en iyisi, bu rüyanın tabirini de Baba Erenler’e bırakalım... Şiirden, Anday’dan Söz Ederken! TBMM Başkanı’nı seçtik. Şimdi sıra Türkiye Cumhuriyeti’nin başkanını seçebilmekte... Ülke yönetiminde yeni bir düzenleme içindeyiz. Bir yandan “Atatürksüz” bir anayasa yapma girişimleri, öte yandan her gün şehit cenazelerinde “Şehitler ölmez vatan bölünmez” sesleri... Ahmet Necdet Sezer gibi gerçek bir aydının, gerçek bir “insan”ın yerine Çankaya’ya çıkacak kişi, kim olacak? Abdullah Gül mü, bir başkası mı? Bugünler, yeni açılımlar, yeni amaçlar, yeni yönelimler kargaşasında geçecek gibi... ??? Ben, son bir haftadır bu tür düşüncelerden, hesaplamalardan uzaktaydım. Sevgili Melih Cevdet Anday için Milas Ören’de gerçekleştirilen bir toplantıdaydım. Dört kez seçilen Ören Belediye Başkanı Kâzım Turan’ın Türkiye Yazarlar Sendikası ve “Cumhuriyet” gazetesiyle birlikte düzenlediği bir güzel tören!.. Bu yıl ikincisini yaşadık. Seçici Kurul’un Anday adına “Şiir Ödülü”nü bu yıl, Özdemir İnce kazandı. Şiir, sanat, edebiyat, siyaset konusunda güzel konuşmalar, tartışmalar yaşandı. ??? Güzel bir gelenek. Özellikle Ege kentleri, yazarlarını, sanatçılarını sahiplenmeye başlıyor; Nail Çakırhan, Rıfat Ilgaz, Necati Cumalı, Fakir Baykurt, Can Yücel, iki yıldır da Anday, bir süre yaşadıkları beldelerde her yıl anımsanıyor, yeniden değerlendiriliyorlar... Geçen yılki Anday günlerinde bir konuşma yapan İlhan Selçuk, “Namık Kemal vatan şairi, Tevfik Fikret hürriyet şairi diye anılıyor. Anday’ı da sen nasıl tanımlarsın” diye sormuştu. Ben önce “Şiirin şairi” demiştim. Herkes şiir yazar, herkes kendini şair sayar. Oysa “şiir” ucuz çalışmalarla ele geçirilecek bir “değer” değildir. Yüzyıllar geçer, kaç şair kalır, diye bir düşünürseniz, şiirin, şairin öyle kolay yetişmeyeceğini anlarsınız. Nâzım’lar, Dağlarca’lar Anday’lar... vb. Melih Cevdet Anday bence aklın şairidir. Kolay duygulanmalar, basit çözümlemeler, etkilemeler yoktur, öyle yüksek sesle okunan türde bir şiir değildir, her dizesi aklın, gerçeğin, bir çeşit felsefenin süzgecinden geçmiş gibidir. Anlaşılması zordur, o gerçek bir şiir tadı duymak isteyenlerin şairidir... Ben bunları anlatmaya çalıştım. Anday’ın şiiri, romanı, denemeleri, tiyatrosu üstüne konuşanlar da sanırım dinleyenleri gereği gibi aydınlattılar. Anday’ın kalıcı, etkileyici sanat gücünü duyurdular. ??? Geldik, döndük politikaya, iç dünyamıza! İşte Meclis Başkanı’nı seçtik, eski bir Adalet Partili Köksal Toptan’ı... Birkaç güne kadar da, belki yeni cumhurbaşkanımızı... İşler oysa karmakarışık, türlü dertler, sorunlar üst üste, halkımızın yüzde kırk yedisinin oy desteğiyle ikinci kez yönetime gelen Tayyip Bey ve arkadaşlarına kolaylıklar dilemek isterim. Ama istemek, ummak yeter mi, bilmem! Ertuğrul KAZANCI Eğitimci / Hukukçu ürkiye’de Cumhuriyet düşüncesi ve devrim bilincinin; “hurafe ve safsatalarla” bezeli teokratik, bağnaz ve hanedan egemenliğine dayalı bir zeminle yer değiştirmesi kolay olmamıştır. Kemalist ivme, evrensel nosyonlu ve etkin boyutlu devrimlerin alınyazısı olan; “halka karşın ama halk için” gerçeğini elbette yaşamıştır. Halkın; dirlik, esenlik ve kimliğini geliştirmeyi amaç edinen rejimlerin, geniş halk kitlelerine kendisini kabul ettirmesi tarihte daima zor olmuştur.Yüzyılların karanlığına bırakılmış saplantılarla iç içe girmiş halkların aydınlatılması için, çetin uğraşlar verilmiştir. “Biz, bizi yutmak isteyen kapitalizme ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı meslek izleyenleriz” yaklaşımı Kemalizmin ideolojik duruşunu kay T detmektedir. “Tam Bağımsızlık” ve uluslararası ilişkilerde eşitlik ilkesi ise vazgeçilmez ulusal politikalardır. Kamu İktisadi Teşekkülleri, halkçıdevletçi tutumun sosyal yansımasıdır. 1936 tarihli İş Kanunu, emekçi saygınlığı içeren devrimdir. “Köylü efendidir” ilkesi ve uygulamalar ise çiftçiye verilen somut değeri ifade etmektedir. Köy Enstitüleri, eğitimin yaşamsal taraflı kurumsallığıdır. Kısacası tüm siyasal, sosyoekonomik ve kültürel politikalar; toplumcu özellikli ve yerinde işlerdir. Kemalist Devrim; faşizm ve gericilik karşıtıdır. Din ve vicdan özgürlüğü laik esaslı ve istismara elvermemektedir.Yurttaş; kul değil , kişiliktir. Tutucu, liberal ve sömürücü yöntemler kıyasıya kenara itilmiştir. Fransız siyasal bilimci Maurice Duverger “tek parti, tek şef” karakterli partilerin değerlendirmesini yaparken, Ata Sonuç 1950’de toprak ağalarından oluşan DP iktidarını işbaşına getiren yoksul kitleler, 2007’de yine kendi yaşamlarına karşıt bir gücü iktidar yapmışlardır. Ayrıca; Sağ’laşıp, sığlaşarak ABDAB emperyalizmine karşı ciddi tavır alamayan, devrimin nice öğesinin örselenmesini seyreden, 13 Şubat 1937’deki “Altıok” esasını koruyamayanların ve AB fonlarıyla güya çağdaş uygarlık(!) blokunda yer alanların da 1946’lardan günümüze doğru veballeri bu yönde büyüktür. 1937 Anayasası’nın devrimci ruhunu savunan düşünce ve eylemler, sonraki çok partili süreçte kendilerine gerekli mevzileri bulabilselerdi ve bilinçlendirilmiş halkla birlikte Kemalizmi yeniden inşa edebilselerdi, işte o, Türk halkının demokrasisi olurdu. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle