25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 AĞUSTOS 2007 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA HABERLER Prof. Dr. Callot, yolsuzluktan hüküm giymiş isimlerin Meclis’e girmesini ‘paradoks’ olarak niteledi 9 ORTADOĞU’DA İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ‘Rüşvetin evi kamu sektörü’ BERİV AN TAPAN En küçük kamu kurumundan siyasilerin hesaplarına kadar uzanan “yolsuzluk ve rüşvet” konusundaki araştırmalarıyla tanınan Lyon III Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Emile François Callot, yolsuzluk ve rüşvetin yaşandığı ülkelerde demokrasiden söz edilemeyeceğini belirterek “Rüşvet, demokrasiyi kangren eder ve tartışılır hale getirir. İşte bu yüzden rüşvetle mücadele etmek gerekir” dedi. Rüşvetin artık sınır tanımadığına da dikkat çeken Callot, “uluslararası rüşvet”i ve rüşvetin en çok görüldüğü alanlar ile ülkeleri anlattı. Yolsuzlukla suçlanmış ya da bundan hüküm giymiş milletvekillerinin yeniden Meclis sıralarına taşınmasını “Büyük bir paradoks, bir demokrasi oyunu” diye nitelendiren Callot, yolsuzluk ve rüşvetin çok yaşandığı ül ? Lyon III Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Emile François Callot “Rüşvet, demokrasiyi kangren eder ve tartışılır hale getirir. İşte bu yüzden rüşvetle mücadele etmek gerekir” dedi. Rüşvetin bir fazilet ve etik meselesi ve tamamen insanların vicdanına bağlı olduğunu vurgulayan Callot, iletişim ağının genişlemesi ile beraber rüşvetin sınırlarının da artık genişlediğine dikkat çekti. kelerde demokrasiden söz edilemeyeceğine vurgu yaparak “Bir milletvekili kara para aklıyorsa demokrasi bunun neresinde? Her milletvekili Meclis’e girerken mal bildiriminde bulunur. Milletvekilliği düştüğünde de daha önce verdiği mal bildiriminde gözle görülür bir artış var ise Maliye anında harekete geçer. Milletvekili bu artışı açıklamak zorundadır. Bu Cumhurbaşkanı için de böyledir” dedi. Dünyanın her ülkesinde, yolsuzluk suçuna karışmış milletvekilleri bulunduğunu, ancak seçim dönemlerinde bu durumun seçmen üzerinde bir etki bırakmadığını savunan Callot, “Fransa’da Siyasal Bilimler Enstitüsü’nün araştırmasına göre halkın yüzde 60’ı politikacıların ve üst düzey yöneticilerin rüşvet aldığını söylüyor. Buna karşın bu milletvekillerini yeniden seçiyor. Bu büyük bir paradoks” dedi. Callot, “Rüşvetin evi kamu sektörüdür” diye ekledi. yorsunuz. Haksız iş için birine rüşvet veriyorsunuz. Ancak rüşveti kendisine değil, Nijerya’daki bir hesaba yatırmanızı istiyor. Böylece ulusal sınırlar içerisindeki rüşvet şekil değiştirip uluslararası hale geliyor. Bunun adı da uluslararası rüşvet oluyor” ifadesini kullandı. Rüşvette en sıkıntılı olan 8 ülkenin Nijerya, Filipinler, Kuk Adaları, Guatemala, Endonezya, Sen Vincent, Gradini ve Britanya olduğu bilgisini veren Callot, rüşvetin en çok inşaat ve silah ticareti alanlarında görüldüğünü belirtti. Yolsuzluğun önüne geçilebilmesi için gerekenleri ise Callot Rüşvetin sınırları genişledi Callot, iletişim ağının genişlemesi ile beraber rüşvetin sınırlarının da artık genişlediğine dikkat çekerek “Rüşvet artık uluslararası hale geldi. Örneğin, Türkiye’de iş yapmak isti şöyle sıraladı: “Cezalar artırılabilir, uygulamaları kolaylaştıracak önlemler alınabilir, etik değerler artırılabilir. Ayrıca bankalar ile ortak çalışmalar yapılmalı.” Yolsuzluğu Nasrettin Hoca’nın bir fıkrası ile ilişkilendiren Callot, şöyle konuştu: “Selçuklu sultanlığı Moğol istilası altında kalınca kadılar içinde tam bir şüphe durumu egemen olur ve rüşvet başını alır. Nasrettin Hoca da ‘Hiçbir şey gizli kalmayacağından, her şeyin ortaya çıkmasından duyulacak korku, bilgeliğin başlangıcı olmalıdır’ der. Durumun özeti budur. Rüşvet bir kültür meselesidir. Ülkeden ülkeye değişir. Verilen tepkiler de. Rüşvet, bir fazilet ve etik meselesidir. Tamamen insanların vicdanına bağlıdır. Bu nedenle fıkrada geçtiği gibi, rüşvet ve yolsuzluğun ortaya çıkmasından korku duyulursa ancak önlenmesinde adım atılabilir.” Savaş gazetecileri vuruyor SİBEL BAHÇETEPE MEB GELENEĞİ YIKAMADI Kayıt için cep telefonu ve klima şartı ZEYNEP ŞAHİN ‘Temizlik, tamir parası’ Türk EğitimSen Genel Başkanı Şuayip Özcan, MEB’in kayıt parası geleneğini yıkamadığını, okullara yetersiz ödenek gönderdiği sürece de yıkmasının mümkün olmadığını söylerken “Yöneticilere fırsat tanınıyor” dedi. Velilerden, okulun temizliğinden çatının tamirine kadar her türlü ihtiyaç için para istendiğini vurgulayan Özcan, “İdareciler tahsildarlık yapıyor. Kimileri parayı gerçekten okula harcıyor ve mecbur olduğu için alıyor, ama art niyetliler de var. Özellikle son atamalarla binlerce kişinin layık olmadığı, hak etmediği yerlere yönetici olmasıyla sistem giderek laçkalaştı, daha çıkarcı hale geldi” değerlendirmesini yaptı. ‘Buradan geçmek yasak’ Sezai Yakar adlı yurttaş ise Beyoğlu’nda trafik uygulamasında tartıştığı polisler tarafından dövüldü. Geçimini midye satarak sağlayan ve transseksüel olan Esmeray, 5 Haziran tarihinde saat 23.00 sularında Tarlabaşı’ndaki evine dönerken, Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü önündeki polisler tarafından “Buradan geçmek yasak” diyerek tekme tokat dayak yedi. Bazı ‘polis vakaları’ Taksici şoförü Engin Topal, 22 Mayıs günü, Hacıhüsrev Mahalle Selçuk Belediye Başkanı H. Vefa Ülgür, ‘Kent Belleği Evi’ projesinin amacını anlattı ‘Senet bile imzalatılıyor’ Eğitimİş Genel Başkanı Yüksel Adıbelli ise çıkarcı yöneticilerin sayısının hiç de az olmadığını ve bunların “Bal tutan parmağını yalar” mantığıyla hareket ettiğini kaydetti. Velilere de büyük görev düştüğünü belirten Adıbelli, yurttaşların sesini çıkarmadan bu düzene dahil olmasının, tablonun değişmemesini beraberinde getirdiğini ifade etti. “Bu yıl da değişen bir şey yok” diyen Adıbelli, bazı okullarda kayıt parası için senet dahi imzalattırıldığını vurguladı. Adıbelli, kayıt dönemlerinin “para kazanma zamanı” olarak görüldüğüne işaret ederken “Hatta öğrenci mezun olurken bile yakası bırakılmıyor. Çocuk ödeyememiş kimi aidatları ya da kayıt parası verememiş, önüne koyuyorlar makbuzları, para almadan diplomasını vermiyorlar. Veli ve öğrenciler de ses çıkarmadan ödüyor” diye konuştu. Adıbelli, okullarda toplanan bağışların hepsinin eğitimöğretimin niteliğini yükseltmek için kullanılmadığını, pek çok yönetici tarafından kişisel çıkarlar için suiistimal edildiğini de dile getirdi. ‘Tarihsel bilinci geleceğe taşıyacağız’ İstanbul Haber Servisi Efes gibi dünyanın en büyük, korunmuş, eski kentlerinden birine ve 6.5 kilometrelik bir sahile sahip olmanın avantajını yaşayan İzmir’e bağlı Selçuk, yapılan yatırımlar ile öne çıkan turizm bölgelerinin başında yer alıyor. Yılda 1 milyon 800 civarında turist alan Selçuk, tüm altyapı çalışmaları yapılmış, 4 golf sahasına sahip, 39 bin yatak kapasiteli, 600 hektarlık bir alanı da turizme katmayı amaçlıyor. Bölgenin futbol takımlarının kamp çalışmaları için de uygun bir mekân olduğunu belirten Selçuk Belediye Başkanı Hüseyin Vefa Ülgür, “Kamp çalışmaları için yalnızca İstanbul ve Antalya’da yer var. Selçuk, bunun için üçüncü ve güçlü bir alternatif olacak” dedi. Selçuk’ta 108 yıldır süren kazılarla ortaya çıkarılan 65 bin kayıtlı tarihi eser sayısı ile birlikte turist sayısını da artırmayı hedeflediklerini belirten Ülgür, özellikle geçen yıl Papa 16. Benedikt’in Türkiye ziyareti sırasında Selçuk’taki Meryem Ana Kilisesi’nde ayin yönetmesi, dünVarto depreminin ardından göçle gelen Güneydoğulubin kayıtlı tarihi eser sayısı ile birlikte turist sayısını da lardan oluştuğunu söyleyen Ülgür, şöyle devam etti: artırmayı hedeflediklerini belirten Ülgür, Papa 16. “Durum bu olunca da taBenedikt’in Türkiye ziyareti sırasında Selçuk’taki rihsel bir birlikteliğin oluşMeryem Ana Kilisesi’nde ayin yönetmesinin, turulması için bir kent bihedeflerine büyük katkıda bulunduğunu söyledi. linci, hemşerilik anlayışını yerleştirmek istedik. Bu nedenle de bu coğrafya Katoliklerini Meryem Ana’yı ziyarete çağıryanın tarihsel geçmişini bilince vardırmak ve masının da bu durumu desteklediğini anlattı. Ülgür, “Doğal yapısı gereği, tüm dinlerin ke o değerlerin gelecek değerlere taşınması için orsiştiği özel bir yapısı var Selçuk’un. Dünyanın tak bir bakış oluşturmak istiyoruz. Bunun için 7 harikasından biri olan ve pagan dinine ev sa de ‘Kent Belleği Evi’ projesini hazırladık. Şehhipliği yapmış olan Artemis Tapınağı, Hıris rin dokusunu oluşturan insanların geliş netiyanlığa şahitlik etmiş olan San Jan Kilisesi, denlerinin yansıtılacağı söz konusu projeyle, Selİsabey Camii ve hamamı, 7 Uyurlar... bölge çuk’ta dil, sağlık, bilim konularında neler yanin zengin yapısını gözler önüne seriyor” diye pılmış, objelerle anlatılacak. Bu projenin başı sonu yok kısacası. 8 bin yıllık bir geçmişi var. konuştu. Geleceğe ve geçmişe dönük bir çalışma bu.” Kent Belleği Evi Projenin bir ayağının da Şirince’ye mübadele Selçuk’un etnik yapısının, 1922’deki mübade yoluyla gelmelerinden dolayı Yunanistan olduğuleyle yerleştirilen Selanik göçmenleri, ardından nu belirten Ülgür, “Böylece kültürler harmanyerleşik hayata geçen Yörükler, 1957’deki Make lanacak ve gelecek nesillere de geçmişte yaşadonya göçmenleri ve daha sonra da Erzincan nanlar anlatılabilecek” diye konuştu. Selçuk’ta 108 yıldır süren kazılarla ortaya çıkarılan 65 Kan örnekleri temiz çıktı ? ÖDEMİŞ (AA) Ödemiş Devlet Hastanesi Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Bilge Kayhan, İzmir Atatürk Eğitim Hastanesi’nde bir mahkumun ölümü üzerine, cezaevinde kalan mahkumlardan alınan kan örneği tahlillerinin temiz çıktığını bildirdi. 2 yıl önce Muğla’dan Ödemiş yarıaçık cezaevine gelen H.A. (41) adlı mahkum, akciğer rahatsızlığı ve epilepsi nöbeti nedeniyle sevk edildiği İzmir Atatürk Eğitim Hastanesi’nde yaşamını yitirmiş, ölümün AIDS’ten kaynaklandığı iddia edilmişti. Sağlık Bakanlığı’nda genelge ? ANKARA (ANKA) Sağlık Bakanlığı otel, hastane, okul, cami, çok konutlu binalar gibi yerlerde su depolarının temizliğine dikkat edilmesi gerektiği konusunda bir genelge yayımladı. Bakanlık, valiliklere gönderdiği genelgede, sağlık kurum ve kuruluşlarında su kullanımı ve su depoları konusunda bazı önlemlerin alınmasını istedi. Genelgede su kesintisinin herhangi bir sağlık sorununa yol açmaması, salgın hastalık riskinin önlenmesi ve ekonomiye katkı sağlanması bakımından suyun tasarruflu kullanılması gerektiği de vurgulandı. CUMHURİYET 09 K Samir Qumsieh. ANKARA Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) “Kayıt parası alınmayacak” söylemi bu yıl da “lafta kalırken” veliler okula araçgereç almaya, bağış yapmaya mecbur bırakılıyor. Kimi okullarda ise yöneticiler kişisel çıkar sağlamaya çalışıyor. Bağış alınamayan veliye, “Şimdi kayıt yapamıyoruz, eylülde gel” yanıtı veriliyor. Kayıt parası için senet imzalatılan okullar bile bulunduğu belirtiliyor. Çocuklarını okula yazdırmaya giden veliler, her sene olduğu gibi bu yıl da kayıt parası mağduru oluyor. MEB’in kayıt dönemlerinde okullarda denetim sağlayamaması nedeniyle veliler çocuğunu devlet okuluna göndermek için para ödüyor. Eğitim sendikalarından alınan bilgiye göre, velilerden kayıt için kimi okullarda 10001500 YTL’ye varan oranlarda bağış isteniyor. Okulların çeşitli eksiklikleri öne sürülürken MEB’in okullara kısıtlı ödenek göndermesi okul yönetimlerinin kendini savunma aracı olarak kullanılıyor. Eğitimciler, isteklerin sadece kayıt parası ile sınırlı kalmadığına, bazı yöneticilerin kendisine yeni bir cep telefonu alınmasından okula klima takılmasına varan taleplerde bulunduğuna dikkat çekiyor. Okula hiçbir maddi katkı sağlayamayacak durumdaki velilerin çocuklarının ise kayıtlarının yapılmadığının ve “Eylülde gel” dendiğinin altı çiziliyor. Polisin toplumsal olaylardaki şiddet içeren davranış ve tutumu tartışma konusu olurken, geçen 1 Mayıs etkinliklerinde aralarında gazetecilerin de bulunduğu çok sayıda yurttaş polisin şiddetli müdahalesine maruz kalmıştı. Polisin yurttaşalara gösterdiği sert tavır TV ekranlarına da yansımıştı. Beyoğlu’nda kaba dayak ve kötü muameleye maruz kalanlar İHD’ye başvuruyor Yasa keyfi uygulamaları artırdı CİHAN ORUÇOĞLU AKP’nin “Polis Vazife ve Selahiyet Yasası”nda yaptığı değişiklikle yetkileri artan polisin Kadıköy, Bakırköy ve Şişli gibi merkezi yerlerde “şüpheli” adı altında bazı kişilere yönelik kötü muamele ve “kaba dayak” attığı ileri sürüldü. Beyoğlu’nda polisin 45 kişiden oluşan timler kurarak kimlik sorma adı altında birçok kişiye kötü muamele yaptığı belirtildi. İnsan Hakları Derneği (İHD) verilerine göre, 2007 yılında 20’nin üzerinde yurttaş, Beyoğlu’nda polis şiddetine maruz kaldı. İHD İstanbul Şube Başkanı Rıza Dalkılıç, Beyoğlu’nda polisin kendince ‘suç işleme potansiyeli bulunan’ kişilere karşı, ulusal ve uluslararası hukuku çiğneyerek işkence ve kötü muamele yaptığını söyledi. Dalkılıç, “İstiklal Caddesi’nde, rastgele ve keyfi olarak kimlik kontrolü yapan, aralarında özel tim mensubu polislerin de bulunduğu ekipler, çoğu zaman kendilerince suçlu olma olasılığı bulunan kişileri sokak ortasında alenen dövmekte ve ‘seni bir daha burada görmeyeyim’ tarzı hitaplarla İstiklal Caddesi ve çevresinden kovabilmektedir. Polise geniş yetkiler tanıyan Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu’ndaki değişiklikler sonrası polisin neler yapabileceğini düşünmek bizleri oldukça endişelendiriyor” diye konuştu. İHD raportörü Şaban Dayanan ise, yılbaşından bu yana İstanbul genelinde 50, Beyoğlu’nda ise 20’nin üzerinde yurttaşın polis şiddetine maruz kaldıkları gerekçesiyle kendilerine başvurduğunu söyledi. Dayanan, “Beyoğlu’nun arka sokaklarında polis ekipleri 45 kişilik timler kurarak kendilerince ‘şüpheli’ gördükleri kişilere herhangi yasal bir emir olmaksızın kimliğini soruyor. Copla ellerine, kafasına vurma, bulunduğu alanı terk etmesini isteme hakkını kendine meşru görüyor” dedi. Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) avukatlarından Selda Yılmaz, yasada yapılan değişikliklerle polise çok geniş yetkiler tanındığını ve bunun sonucunda zaten yürürlükte olan ‘polis devleti’nin kurumsallaştığını savundu. Yılmaz, “Yasa polise sokakta yürüyen ya da aracıyla trafikte seyir halinde olan herkesi, keyfi biçimde durdurma, kimlik sorma, alıkoyma yetkisi tanımakta; ayrıca durdurulan kişinin üzerinde, eşyalarında ve aracında, hâkim kararı veya savcı emrine gerek olmaksızın, arama yapma yetkisi tanımaktadır. Hukuki güvenceler bertaraf ediliyor” ifadesini kullandı. si’nde iki kişinin saldırısına uğraması sonucu, şikâyet için gittiği polislerin de saldırısına uğradığını, polislerin araya girmeye çalışan Ali Bakaca adlı yurttaşı da “Sen ne karışıyorsun” diyerek dövdüğünü anlattı. 26 yaşındaki Ferhat Yalçınkaya da Galatasaray Lisesi önünde polisler tarafından durdurularak kimliğinin yanında olmadığı gerekçesiyle feci şekilde dayak yediği gerekçesiyle polisten şikâyetçi oldu. Ortadoğu’da yıllardır yaşanan savaş, bölgede görev yapan basın mensuplarının zaman zaman ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına, şiddete maruz kalmalarına, hatta yaşamını yitirmelerine neden olabiliyor. Bu bölgelerde görev yapan gazeteciler savaşın kaotik durumunun en önemli hedefinin kendileri olduğunu belirterek, bu durumun zaman zaman ifade özgürlüğünü de kısıtladığını söylüyorlar. Lübnanlı gazeteci Mazen Abboud, bölgede yaşanan olayların gazeteciler üzerinde birtakım baskılar kurduğunu ve ifade özgürlüğünün tam anlamıyla olmadığını vurgularken, FiMazen listinli gazeteci SaAbboud. mir Qumsieh ise kendileri üzerindeki en önemli baskının Hamas ve El Fetih baskısı olduğunu kaydediyor. Sürdürülebilir Gelişme İçin Kuzey Kurumlar Birliği Başkanı ve Lübnanlı gazeteci Mazen Abboud, ülkesinde gazetecilik mesleğinin önündeki en önemli baskının bölgesel baskılar olduğunu belirterek “Lübnan’da devlet baskısı değil bölgesel birtakım baskılar bulunuyor. Savaşın kaotik durumunun en önemli hedefi gazeteciler” dedi. “Lübnan’daki ifade özgürlüğü Türkiye’deki kadar” diyen Abboud, Türkiye’nin bölgede önemli bir egemen gücü olduğunu ve güvenlik sorununun bulunmadığını, bu nedenle Türkiye’deki gazetecilerin daha rahat çalıştığını söyledi. Türkiye’nin durumu hakkında değerlendirmede bulunan Abboud, İslam ile laikliğin darbe almaması gerektiğine, aksi halde ortaya çıkabilecek durumun tehlike yaratabileceğine değindi. Abboud, sözlerini şöyle sürdürdü: “İstanbul ile Türkiye’nin gerisi çok farklıdır. İstanbul çok farklı inançları bir arada barındıran bir şehirdir. Türkiye’yi yöneten elit grupla halk arasında da çok büyük uçurumlar bulunuyor. Bu durum biraz sıkıntı yaratıyor. Biz Türk politik modelinin devam etmesini istiyoruz. Dünya politikasının İslam ve laikliğin bir arada olmasını desteklemesi gerektiğine inanıyorum.” Filistin’den Radyo ve Televizyon Özel İstasyonları Başkanı Samir Qumsieh ise ülkelesinde basın üzerinde iki tür baskının olduğunu belirterek, “Birincisi İsrail askerinin yarattığı baskı, diğeri ise Filistin otoritesinin yarattığı baskıdır. Filistin otoritesinin kırmızı çizgileri vardır ve gazeteciler hiçbir zaman bu çizginin sınırını tam olarak bilmemiştir. Kırmızı çizgiyi geçen gazeteciler ya hapse atılır, ya kaçırılır ya da öldürülür” dedi. Geçen yıl evine molotofkokteylli bir saldırı düzenlendiğini anlatan Qumsieh, Filistin’de yönetimi elinde tutan El Fetih ile çekişen Hamas’ın gazeteciler üzerinde baskılar kurduğunu söyledi. Gazetecilerin El Fetihli ve Hamaslı olarak değerlendirildiğini kaydeden Qumsieh, bugüne kadar da toplam 11 gazetecinin öldürüldüğünü dile getirdi. Filistin’de 40 televizyon kanalı, 45 radyo istasyonu bulunduğunu anımsatan Qumsieh, 1 Ocak ile 30 Nisan 2007 tarihleri arasında bölgede 45 Filistinli, 58 İsrailli gazetecinin cezaevine girdiğini, baskı ve işkenceye maruz kalanların oranının ise kadınlarda yüzde 56, erkeklerde yüzde 44 olduğunu kaydetti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle