19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 TEMMUZ 2007 CUMA 4 HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN ALDIĞI ÜRÜNLERİN PARASINI ÖDEMEDİ CHP’DEN KOCA’NIN ATANMASINA TEPKİ Petkim de Gidenler Kervanına Katıldı Türkiye’de petrokimya sektörünün en büyük entegre kuruluşu, şu anda, son dönemlerde artan yıllık cirosu 1.6 milyar olan Petkim’in, kamuya ait olan yüzde 51 hissesi dün Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından açılan ihaleyle 2 milyar 50 milyon dolara, Transcentral Asia Petrochemical Holding ortak girişim grubuna satıldı. İhale teknik olarak bitmiş durumda. Bundan sonra, İhale Komisyonu karar alacak ve devrin yapılması için sadece Rekabet Kurulu’nun onayı gerekecek. Uzmanlar teknik olarak, Petkim’in yüzde 51 hissesinin blok satışının son zamanlardaki kapasite artışı yüzünden iyi fiyata gerçekleştiğini ileri sürmektedirler. Böylelikle, Petkim’in 1987 yılında başlayan özelleştirmesi, 20 yılda tamamlanmış oluyor. Kuruluşun yüzde 51 hissesini alan konsorsiyumun, tam olarak kimlerden oluştuğu ise henüz belli değil. İhale bitimi sonrasında, İhale Kurulu Başkanı Osman İlter’e sorulan, grupta kimlerin yer aldığı sorusu yanıtsız kalmış bulunuyor. Grup adına açıklama yapan kuruluşun sözcüsü Haluk R. Ulusoy’un bir Rus ve iki Kazak grubun yer aldığı, Kazakistan’da petrol işiyle meşgul olan kişi ve kuruluşların bir araya gelerek Kazak grupları oluşturduğu açıklaması ise tatmin edici bulunmadı ve Petrolİş gruplar hakkında tereddütlerini dile getirdi. ??? Sevgili okurlar, satışı izlerken Güngör Uras’ın daha önce de bu sütunda sözünü ettiğim 22 Haziran tarihli, “Elimizde bir şey kalmayacak (...kalmadı bile!)” başlıklı yazısı geldi aklıma. Yazı şöyle başlıyordu: “O gidiyor, bu gidiyor... Sonunda bir de bakacağız elimizde bir şey kalmamış. Kalmadı bile!” Sevgili dostum Güngör Uras’ın bu yazısına değinmekle, kimi yanlış anlamalara yol açmadığımı sanırım. G. Uras küreselleşen dünyanın gerçeklerinin farkında; yabancı sermayeye karşı olmayan, hamasi duygularla “milliyetçi” tavırların ekonomi dünyasında yeri bulunmadığını düşünen bir kişi. Hatta, Erdemir’in Oyak tarafından alınmasını eleştirmiş, bunun yerinde bir yatırım olmadığını ileri sürmüş, bu yazılarından dolayı Coşkun Ulusoy kendisini dava etmişti. Ama artık görmeliyiz ki, Türkiye son zamanlarda, özelleştirme adı altında hızlı bir yabancılaşma sürecinin içine girdi. Türkiye’nin yabancı sermayeye ihtiyacı olduğunu kimse yadsıyamaz. Aslında sokaklarda “Yabancı sermayeye hayır!” diye haykırıldığı yıllarda ülkemizde hatırı sayılır bir yabancı sermaye yatırımı yoktu. ??? Son dönemde Türkiye’ye yabancı sermaye geliyor. Acaba iyi oluyor mu? Yabancı sermayeden beklediğimiz avantajlar; doğrudan yatırım yapması, yani burada tesis kurarak, yeni ileri teknoloji getirip katma değeri yüksek ürünler üretmesi, ihracatı artırması ve istihdam yaratması. Gelen yabancı sermaye öyle ise, doğrudan yatırım ile ekonomimizle büyük ölçüde bütünleşiyorsa, kuşkusuz iyi oluyordur. Ama acaba öyle oluyor mu? Göründüğü kadarıyla, Türkiye’ye yabancı sermaye yoğun biçimde iki yolla geliyor. Birincisi, çeşitli alanlarda devlet ya da özel sektör olarak yerli sermayenin kurup geliştirdiği şirketleri satın alma yolu. Bu yolla, bankacılık, sigortacılık, enerji, perakendecilik gibi sektörlerde denetim yabancıların eline geçmekte, bu arada yeni iş alanı açılmış da olmamakta... Türkiye’ye gelen ikinci tür yabancı sermaye ise, düşük kur, yüksek faizden yarar uman ve de sağlayan, sıcak para dediğimiz paradır ki, bu aynı zamanda aniden kaçma olasılığı ile ekonominin kırılganlığını da artırmaktadır. Son zamanlarda dünya piyasalarında bollaşan likidite dolayısıyla, bu tür sermaye ülkemize mebzul miktarda gelmekte, cari açığımızı kapatmamıza ya da bir süre görmezden gelmemize katkıda bulunarak, bize geçici bir saadet zinciri sunmaktadır. Unutmayalım ki, tüm saadet zincirleri geçicidir. Dostlar küreselleşmeye karşı içimize kapanamayız. Kimse de bunu yapmıyor, ama yine kimse, elinde ne var ne yoksa satıp, sıcak para şeklinde gelen yabancı sermaye ile gününü gün ederek yarınlarını ipotek altına da atmıyor. Petkim de gidenler kervanına katıldı. Hayırlı olsun diyelim mi?.. Unakıtan’ın eşine tepki ‘Genel sekreter olamaz’ sını vermemesine tepki gösteren kadınlar, “Maliye BaESKİŞEHİR AKP Eskanı Kemal Unakıtan, Eskişehir 1. sıra milletvekili kişehir’de gezerken paraadayı Maliye Bakanı Kenın kendisinde olduğunu mal Unakıtan, seçim gezisöylüyor. Her işi halledelerine eşi Ahsen Unakıtan ceğini de söylüyor. Ama ile devam ediyor. Dar gelireşi el emeği, göz nurumuli kadınların yaptıkları ürünzun parasını ödemeyi leri sattığı sergiyi gezen Ahunuttu” dediler. Daha sonsen Unakıtan’ın aldıklarıra AKP’li Odunpazarı Benın parasını vermemesi teplediye Başkanı Burhan SaKemal Unakıtan. kallı devreye girerek kadınki topladı. Ahsen Unakıtan AKP’li ların parasını ödedi. Odunpazarı Belediyesi’nin açtığı ve Muhtarlardan habersiz olarak madar gelirli kadınların gittiği Odunpa halle sakinlerinin adına verilen “Kezarı Meslek Edindirme Kursları’nı mal Unakıtan’a teşekkür” ilanları ise (OMEK) ziyaret etti. Kadınların yap tartışmalara neden oldu. İlanlarda tıklarını satmak ve aile bütçesine kat “Çamlıca, Ertuğrulgazi ve Sümer kıda bulunmak için Alaattin Par mahalleleri sakinleri” imzası kullakı’nda açtıkları sergiyi gezen Ahsen nıldı. Çamlıca ve Ertuğrulgazi maUnakıtan çok sayıda elişi eşya aldı. halle muhtarlarının durumdan haberAhsen Unakıtan’ın aldıklarının para siz olması dikkat çekti. CAN HACIOĞLU ANKARA (Cumhuriyet ğını ve cezanın ertelendiğiBürosu) CHP Grup Başni kaydetti. Yargıtay’ın karakanvekili Kemal Anadol, rı onadığını belirten Anadol, Ali Osman Koca’nın Koca hakkında sübut bulan suçlamanın “kaymakamlıTBMM Genel Sekreterliği’ne ğın tespit ve uyarılarını göratanmasının, TBMM’nin komezden gelerek fuhuş için numu ve saygınlığıyla bağdaşmadığını, liyakat esaslayer temin edilen otele turına aykırı olduğunu, idari ve rizm işletme belgesi veryasal takdir hakkının kötüye mek’’ olduğunu ifade etti. kullanıldığını belirterek ataTBMM Başkanlığı’nın, takma işleminin geri alınmasıdir hakkını, hukuka aykırı Kemal Anadol. şekilde kullanarak bu kez nı istedi. Anadol, TBMM BaşkanlıKoca’yı genel sekreter olağı’na yaptığı yazılı başvuruda, Ko rak atadığını vurgulayan Anadol “Böyle ca’nın, Kültür ve Turizm Bakanlı bir kişinin, genel sekreter yardımğı’ndaki müsteşar yardımcılığından, 16 cılığı görevini dahi sürdürmesi yanAralık 2002 tarihinde TBMM Genel lışken TBMM Genel Sekreterliği göSekreter İdari Yardımcılığı’na atandı revine atanması, Meclis Başkanlığı ğını, bu göreve atanmasından sonra, işlemleri hakkında mevcut olan parAnkara 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nce tizanlık ölçütünün en yüksek ölçü“görevi kötüye kullanma’’ suçun ye geldiğini gösteren yeni bir uygudan 10 ay hapis cezasına çarptırıldı lama niteliğinde olmuştur’’ dedi. asirmen?cumhuriyet.com.tr 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin sabahını hatırlıyorum. Bir darbeyle devrilip Yassıada’ya kapatılan ve orada yargılanan Demokrat Parti iktidarının bakanlarının, milletvekillerinin duruşmalarını akşamları “Yassıada saati”nde dinlediğimizi de… 27 Mayıs’tan memnun olan bir ailenin içindeydim. Annem, babam CHP ilçe yönetimindeydiler. O kamplaşmayı, o gergin günleri yaşadığımızda 1314 yaşında bir çocuktum. Aradan yıllar geçti. 11 yıl sonra benim kuşağım, yani 68’liler bir başka askeri darbeyle yüz yüze geldi. 27 Mayıs bizim için “iyi” müdahaleydi, 12 Mart 1971 ise “kötü”. Çevremdeki arkadaşlarımın bir kısmı 27 Mayıs müdahalesinin mağduruydular. 11 sene sonra benim kuşağım askeri darbe mağduru olduğunda bu kez bir önceki darbenin mağdurları memnundu. Onların bir kesiminin çocukları bizim davalarda aleyhimizde tanıklık yaptılar. ??? Tabii her müdahale kendi gücüne göre bir tarih yazıyor, kendi gü Yassıada’da Yaptırılmayan Savunmalar cüne göre bir efsane oluşturuyordu. 27 Mayıs 1960 müdahalesinin üzerinden 48 yıl geçti. Şimdi olaylara daha sağlıklı bakamaz mıyız? Bundan çok emin değilim. Askeri darbelere yol açan gelişmelere dayalı kamplaşma aşağı yukarı aynen devam ediyor. Bu nedenle gelişmeleri nesnel bir gözle değerlendirmek hâlâ birçok insan açısından mümkün görünmüyor. ??? Birkaç gündür Hulusi Turgut’un derlediği “Yassıada’da Yaptırılmayan Savunmalar” (Doğan Kitap) kitabını okuyorum. Başbakan Adnan Menderes’in (62), Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun (51) ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın (46) el yazılarıyla hazırladıkları ve mahkemede okuma fırsatı bulamadan darağacına gittikleri savunmalarına dalıp gittim. 15 ve 17 Eylül tarihlerinde İmralı Adası’nda idam edildikten sonra mezar yerleri belli olmasın diye gömüldükleri alan traktörle sürülmüştü. Bu yakın tarihi çok yakından izlemeye çalıştığım halde, birçok konunun benim hafızamda yer ettiğinden çok farklı olduğunu fark ettim. Menderes, Zorlu ve Polatkan’a yöneltilen suçlamalara ve idam edilmelerine neden olan uygulamalara bakınca, hayıflanmamak elde değil. Çünkü o dönemde Türkiye’de bir kesim onların idam edilmesini memnuniyetle karşılamış, hatta Yüksek Adalet Divanı’nın idam kararı verdiği 15 DP’linin hepsi idam edilmedi diye tepki göstermişti. 27 Mayısçılardan Tümgeneral Sıtkı Ulay, idam kararlarından sonraki gelişmeleri kitapta şöyle anlatıyordu: “Üç kişinin idamı onaylanmış, ötekiler müebbede çevrilmişti. Karar içeride yazdırıldı, imzalandı… Mucip Ataklı dışarıda bekleyenleri yatıştırmak için, açıklamasını sanki hepsinin kararları onaylanmış gibi yapmıştı. Daha sonra Komite Başkanı Cemal Gürsel’in hiç yoksa Adnan Menderes’i kurtarma girişimleri olmuş, adını vererek İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Cemal Tural’ı aramış. Adayı aramış, ama kimseyi bulamamış ya da kimse karşısına çıkmamış ve yetkisi olmayan kişiler infazın yapıldığını söylemişler.” ??? Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın yaptırılmayan savunmaları, yıllar sonra ortaya çıktı. Bu savunmaları, tarihi birer belge olarak dikkatle okudum. Bir dönemi daha derinlemesine anlamak açısından çok yararlandığımı söyleyebilirim. Üç savunma da birçok tarihi gerçeğin öğrenilmesi bakımından önemliydi. Daha da önemlisi, bir dönem Türkiye’yi yönetmiş insanların nelerle suçlandıkları ve bunları nasıl cevapladıklarıydı. Ruh halleriydi, karşılaştıkları muameleydi. Adnan Menderes, daha yumuşak ve siyasi içeriği çok ağırlıklı olmayan bir savunma yapmış. Fatin Rüştü’nün savunması daha üstten, daha kendine güvenli. Hasan Polatkan ise tam anlamıyla siyasi bir savunma yapmış ve demokrasi vurgusunu öne çıkarmış. Hasan Polatkan’ın savunmasını yapmak istemesi sırasında Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol’la aralarındaki diyalog çok çarpıcıydı: “Tarih 26 Temmuz 1961… Saatlerin 17.50’yi gösterdiği sırada Başkan Başol ile sanık Polatkan arasında geçen şu konuşma, salonu dolduranların dikkat ve endişeli bakışları arasında sürüyor: Başol: ‘Polatkan, sen gel. Müdafaan kaç sayfa?’ Polatkan: ‘Müsvedde halinde olduğu için ne kadar olduğunu bilmiyorum efendim. On dakika içinde bitmez zannederim.’ Başol: ‘Öyle şey olmaz, kısa kes! Sen zaten diğer davalarda da uzun müdafaa yaptın.’ Polatkan: ‘Hayatımın mevzubahis olduğu bir meselede son sözlerimi söylememe müsaade edin efendim.’ Başol: ‘Olmaz, kısa kes, az konuş!’ Polatkan: ‘Öyle ise müdafaa yapmayayım mı?’ Başol: ‘Yapma!’” Yassıada’da “Yaptırılmayan Savunmalar” yakın tarihimizi anlamak açısından bugün daha da önem kazanıyor. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle