29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 TEMMUZ 2007 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Kimileri için yine tatil... arisliler için Paris sokakları yine en sevimli, en güzel manzaralarına bürünmeye başladı. Kent tenhalaşıyor. Binaları, caddeleri, parkları, cafeleri çıplak gözle daha bir görülebilir hale geliyor. Farkındayız, biraz bencilce söylediklerimiz. Ne demek istediğimizi herhalde büyük kent sakinlerinin çoğu anlar. Temmuz başında okulların kapanmasıyla ilk ferahlık hissediliyor. Her şeyden önce, “şimdiki modern çağların” eşsiz mucizesi, vazgeçil(e)mez (mi?) baş belası otomobil, motorlu taşıtlar azalıyor. Kent daha bir rahat nefes alıyor. Yalan mı? 2.5 milyon Parislinin hiç olmazsa 2 milyonu temmuzağustos aylarında tatile çıkınca Paris’te kalanlar, çalışsalar bile tatile çıkmış hissine kapılıyorlar. Oraları bilemeyiz ama buralarda adeta bir baskıdan kurtulmuşuz gibi geliyor. Zaten Avrupa dillerinin birçoğunda da “tatil” sözcüğünün karşılığı olan “vacances, vacaciones, vacanze, vacation...”, Latince “vacare” fiilinden türemiş bir kavram ve “özgür olmak” başka bir deyişle, geçiçi de olsa “otoritenin baskısı”ndan kurtulmak anlamına geliyor. Arapça kökenli “tatil”in etimolojik ağacını azıcık kurcaladığımızda karşımıza hemen, “durmak” veya iyimser ihtimalle “boş olmak” fiilleri çıkıyor. Tatilin anlamını P genişlettiğimiz zaman, örneğin “dinlenme” gerektiğine karar verip, onlara tatil yaptırmış. Gezmenin, “turist olmanın”, dediğimizde de, galiba evrensel bir dinlenme veya tatil kavramına takılması uzlaşma sağlayabiliyoruz. 19. yüzyıl başlarında ilk İngilizlerde göze Neyse biz haddimizi bilip, kelimelerin çarpıyor. Aynı yüzyılın sonlarında bütün irdelenmesini dilbilimcilere bırakıp Avrupa okullarında tatil olduğu gibi, tatil Fransa’da tatile dönelim. kampları bile kurulmuş. Artık tüm Avrupalı Dinlenme olgusu, neredeyse insanlık tarihi aristokratlar, burjuvalar tatile çıktıkları gibi, boyunca mevcut. Ancak daima iktidar ve Akdeniz ve Atlantik kıyılarında tatil zengin olanların ayrıcalığı kalmış. Tek kentleri bile gelişmiş. Emekçi yığınlarının, tanrılı dinler doğdukları dönemlerde işçilerin tatile çıkabilmeleri için devrimcilik hanelerine ücretlerinden kaybetmemeleri yazılabilecek bir ileri görüşlülükle PARİS gerekiyor. Toplu bir hak olarak müminlerine, köle (pek değilse bu kazanımı tarihte ilk kez bile) olsun, köylü olsun, bir 1936’da Halk Cephesi sağlıyor. O gününü ibadete ayırmak adına yıl 550 bin emekçi iki haftalık “dinlenme” salık(!) vermişler. Bu “ücretli tatil” hakkından gün kimileri için cuma, kimilerine yararlanıp, ilk defa gerçek de pazar olmuş. Sonra adına ister UĞUR HÜKÜM anlamda, geçici de olsa patron, “dinler üstü” deyin, ister “dinler şef, usta baskısından arınıp(!) ötesi” bir Aydınlanma Çağı “dinleniyorlar”. İkinci yıl 1 milyon gelmiş ve hukuk devleti, sosyal adalet gibi olan tatilci sayısı, 2007’de, yani 70 yıl kavramlar zamanla ön plana çıkmış, baştacı sonra 40 milyonu aşıyor, hem de 5 hafta edilmiş. (Her yerde ne kadar uygulanmış, ücretli izne hak kazanmış olarak... uygulanıyor o da ayrı bir sorun.) İşte günümüzde havasu kadar doğal olan Bulabildiğimiz kadarıyla modern “tatil” bu insani hak milyonlarca Fransızı tatil kavramının ilk örneğine öğrencilerde yollarına düşürüyor. Her 100 tatilci rastlıyoruz. Paris’in en prestijli akademik Fransızdan 77’si Fransa’da kalırken, 2005 kurumu Sorbonne’u kuran Robert Sorbon sonu istatistiklerine göre ülke dışına 1257 yılında, devamlı okuyan ve çalışan çıkanların yüzde 15’i İspanya, yüzde 10’u öğrencileri biraz azad etmek, dinlendirmek İtalya ve sırasıyla İngiltere (5.9), Belçika (5.6), Almanya ve Fas (4.9), Tunus (4.6), Mısır (2.9), Portekiz (2.6), ABD (2.4) ve Yunanistan’ı (1.6) yeğliyor. Fransa’da bu yıl beklenen yaklaşık 80 milyon yabancı turist (2006’da 78 milyonla dünya birincisi) gibi Fransızların yaklaşık yarısı yazın yaptıkları ortalama üç haftalık tatili deniz kıyısında geçiriyorlar. Bu sürede yine ortalama 680 Avro harcama yapan Fransızların yüzde 25’i yıl içinde ikinci bir tatile daha çıkıyor. Önceleri yüzde 99 oranında yazın yapılan tatil, 1950’lerden itibaren artan izinli günlere de paralel kış mevsimine, çocukların okul tatillerine, bayramlara göre yıl içine yayılmış. Kimileri deniz, kum, dağ, nehrin tadını çıkaradursun, hak ve hukuka rağmen bir de tatile gidemeyen 21 milyon var ki, bunun 8 milyonu olanaksızlıktan ötürü tatile çıkamadığını söylüyor. Halk Cephesi’nden 71 yıl sonra acı ve düşündürücü. Peki, Türkiye, günün birinde emekçi ve ücretlilerinin yüzde 67’sini 5 haftalığına en basit insani hakkı “dinlenme”ye kavuşturabilir mi bilmiyorum? Yoksa hafta sonu cumaya sıkışmasın, ona da şükür mü dedirttirir? 22 Temmuz’da tatile çıkan herkese, iyi tatiller!.. [email protected] Bakire kızlar bandosu İ sveç’teki ilk arkadaşlarımdan biriydi o. Bir Orta Anadolu ilçesinden gelmiş, çocukluğu komşu ülke Danimarka’da geçmişti. Para biriktirerek Türkiye’de mal mülk edinme derdindeki babası, “Git, harçlığını kendin kazan’’ diyerek onu beş parasız sokaklara salmıştı. Yaşamını dişiyle tırnağıyla kendisi kurmaya çalışıyordu. Para kazanmak için çok ilginç projeleri vardı. Zaman zaman “Dikkatini çekti mi, buralarda hiç ayakkabı boyacısı yok. Getireceksin Türkiye’den fiyakalı bir boya sandığı, oturacaksın bir köşenin başına, bak o zaman para nasıl kazanılır’’ derdi. Benim gibi parasız pulsuz biri olmasına karşın önünden geçtiği küçük işyerleriyle ilgilenir; kâr, zarar, maliyet hesapları yapar, ciddi ciddi alıcı rolüne girerdi. Danimarka’da, ilkokul düzeyindeki zorunlu öğrenimi zar zor bitirmesine karşın tarihten anlardı, coğrafyadan anlardı, sosyal konulara kafa yorardı. Şimdi müze olan Malmö’deki, etrafı sularla çevrili tarihi cezaevinin mahzenlerini gezdiğimizde gerçek mi, uydurma mı olduğuna bir türlü akıl erdiremediğim hikâyeler anlatırdı: “Şu zincirleri görüyor musun’’ derdi, “Vikingler savaş gemileriyle bizim oralara gelir, yakaladıkları tutsakları getirip buralarda zincire vururlarmış...’’ Anlattıklarını inandırıcı bulmayıp “Gemilere altın, gümüş, değerli eşya yükleyip getirmek varken tutsakları ne yapsınlar’’ diyerek söylediklerini hafife aldığımda kızardı. Bir gün, Söder Gatan’da, Almanya’daki Bremen Mızıkacıları’nı andıran İyimserler Bandosu heykelinin önünden geçerken kolumdan tutarak: “Dur!’’ dedi, “Bunun hikâyesini MALMÖ biliyor musun?’’ “Hayır, bilmiyorum!’’ “Bakire kızlar bandosu bu..’’ ALİ HAYDAR Yüzüne tuhaf NERGİS tuhaf baktım. O konuşmasını sürdürdü: “Biliyorsun, bu ülkede namus, ahlak hak getire...’’ “O senin yorumun...’’ dedim. Kızdı, ama anlatımını bozmadı: “Bu heykellerin yanından 18 yaşını doldurduğu halde bakire kalabilmiş bir genç kız geçtiğinde bando bütün müzik aletleriyle çalmaya başlarmış... Ancak bugüne dek bu bandonun çaldığı hiç duyulmamış’’ dedi. Sonra aradan çok uzun yıllar geçti. Yaşam, arkadaşımla yollarımızı ayırdı. Ben keçinin kuyruğu gibi ne uzayan, ne kısalan bir adam olarak kaldım. O, Malmö’deki en işlek içkili yerlerden birinin sahibi oldu. Geçenlerde Söder Gatan’da İyimserler Bandosu’nun (Bakire Kızlar Bandosu) önünden geçerken arkadaşımın anlattıklarını bir kez daha anımsadım ve heykellerin gerçek hikâyesini öğrenmek için İsveç kaynaklarından araştırmaya başladım. Heykeller, 1978 yılında, heykeltıraş Yngve Lundell tarafından Polonya’nın o yıllardaki sendika liderlerinden Leh Valesa ve zenci hakları savunucusu Martin Luther King’in mücadelesini anlatmak için yapılmış. Kötü yönetimlere başkaldıran iyi insanların kararlı mücadelesini ifade ediyor. Bunları okurken arkadaşımın anlattıkları usuma geldi, gülümsedim. Nereden, nasıl da uydurmuştu o bakire kızlar bandosu hikâyesini... Çoktandır da görmemiştim hergeleyi, hem bilgileri aktararak eski günleri yâd etmek hem de bir rakısını yudumlamak için işyerinin yolunu tuttum... Güneşi çok özledik! H yağmuruna tutarlar zaman aftada bir yazınca zaman. Kimse de çıkıp konular epeyce anasını babasını “sürgüne” birikiyor. Ama göndermez gençlerin. gelin görün ki, bugünün Çoğu, üstünü başını “özelliği” nedeniyle silkeleyip, güler geçer. hepsini yazmak olası Ama aralarından zaman değil. Çünkü “seçim zaman “olgun” olmayanlar yasakları” var. da çıkabiliyor. Örneğin Avrupa’da yaşamaya Rita Verdonk gibi. 26 bin başlayalı beri 34 tane seçim gördüm. Ve tümünde sığınmacının sınır dışı de çok şaşırdım. Hiçbirinde edilmesi kararı ile İkinci “seçim yasağı” diye bir şey Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük insan sürgününe yoktu. En sağcısından en imza atan eski bakan solcusuna tüm partiler güle Verdonk, “hoşgörü ülkesi” oynaya hazırlandılar Hollanda’yı şaşırtan seçimlere. Son dakikaya davranışlar sergiledi. kadar hepsi seçmenle Üstünü başını ketçapa yüz yüzeydi. Basın bulayan iki kadın ile organları kısıtlamayla yüzüne okkalı bir tükürük karşılaşmadılar. Kimi fırlatan üniversiteli genç, kanalda ilkokul çocukları, bakanın korumalarınca kimi kanalda liseli, tartaklandı. Bu sırada üniversiteli gençler son dakikaya kadar sorguladılar Verdonk, protestocu gencin üzerine yürüyüp, “Hain. durdular siyasileri. Hele Senin anan da hain, yaşları 7 ile 14 arasında baban da, kız kardeşin değişen çocukların, siyasi de” dedi mi bilmiyoruz... parti liderleriyle bir araya Neyse, ben sakındıkça geldiği programı unutmak klavyem yine olmadık olası değildi. O pırıl pırıl, yerlere sürüklüyor. İyisi mi, o duru beyinleriyle havadan sudan söz edelim. çocuklar öyle sorular Ara sıra bir iki gün şöyle sordular ki, çoğu afalladı bir güneş yüzünü gösterse kocaman adamların. de, hâlâ yaz Yani kısacası buralarda AMSTERDAM gelmedi buralara. Her gün “yasak” bardaktan sözcüğüne hiç boşanırcasına tanık olmadım yağmur. seçim sürecinde. Hava birden O nedenle, kararıveriyor klavyem YUSUF ÖZKAN yağmurla biraz afalladı birlikte. İnsanın bu yazıya içi kararıyor. Öyle anlarda, başlayınca. Ne yazsam “memleket özlemi” daha “yasak” kapsamına bir ağırlaşıyor. Ege’nin, girecek çünkü. Örneğin, Akdeniz’in o doyumsuz “kanallar ülkesi” yaz akşamları gelip Hollanda’da, en küçük kuruluyor düşlerimizin kasabadan en büyük baş köşesine. 2.5 aylık kentlere kadar her yerde oğlum Mehmet Deniz bulunan limanları ve her kucağımda, delice yağan dakika karşımdan salınıp yağmuru izlerken, ona geçen “gemicikleri” durmadan Türkiye’yi anlatsam olmayacak. anlatıyorum. Anlıyor mu Aklınıza başka türlü bilmiyorum ama boyuna çağrışımlar getirmiş gülümsüyor ben olacağım. “Yasak” konuştukça. O daha kapsamına girecek. Adımız uzun yolculuklara “servet düşmanı, hain”e dayanamayacağı için çıkacak. Gencecik şimdilik Türkiye tatilini çocukların, gencecik yaşta erteledik. Neyse, sahip olduğu deniz kahvaltınız bitmek üzere. taşıtlarında gözümüz Ben sizi daha fazla varmış gibi bir hava tutmayayım. Gidip, yaratacağız. Gazetem zor aydınlık, çağdaş bir durumda kalacak. Türkiye için yurttaşlık Neme lazım, başka bir görevinizi yerine getirin. şeyler bulmak gerek. Ondan sonra da, atıp En iyisi, yine buradaki kendinizi parklara, seçimlerle devam edelim. sahillere, yaz güneşinin Siyasilerin büyük tadını çıkarın. Oğlum çoğunluğu “olgun” biraz daha toparlansın, insanlar. Özellikle ilk fırsatta Türkiye’de üniversiteli gençlik, olacağız. Çünkü güneşi beğenmedikleri çok özledik!.. politikacıları çürük [email protected] domates ya da yaş pasta Sel hayatı felç etti İngiltere’de şiddetli yağışların yol açtığı sel, kara ve demiryollarının kapanmasına ve yüzlerce yolcunun geceyi yollarda geçirmesine yol açtı. 2 bin kişinin acil yardım merkezlerinde barındığına dikkat çeken yetkililer, halktan çok acil olmadıkça seyahat etmemesini istedi. Selden etkilenen bölgelerde kayıp ihbarlarının alındığı ve evlerini su basan ailelerin okullara yerleştirildiği bildirildi. Pakistan’ın kuzeybatısındaki Dirbala bölgesinde etkili olan fırtınanın yol açtığı sel ve toprak kaymalarında ise 70’ten fazla kişi öldü. Fırtınadan etkilenen köylerin bölgenin en ücra ve dağlık kesiminde olmasının, arama ve kurtarma çalışmalarını zorlaştırdığı kaydedildi. (Fotoğraf: AP) ‘Koşun koşun... yıldızları içiyorum’ ransız keşiş Dom Pierre Perignon 17’nci yüzyılda şampanyayı bulduğunda “Koşun koşun… yıldızları içiyorum’’ diye bağırmış. Aynı yüzyılın sonlarında yüksek basınca dayanıklı şişelerin üretilmeye başlamasıyla şampanya, Fransa’nın kuzeyindeki Champagne bölgesinin en önemli ticari etkinliği haline gelmiş. Toprakları kireçli bu bölgenin içlerine trenle girdikçe, bölgenin yaz aylarındaki serin havası ve tepelere dizilmiş üzüm bağları şaşırtır gezgini. Reims kenti, Champagne bölgesinin tarih, kültür ve şarap incisidir. Uluslararası ün yapmış şampanya markalarını aynı kentte bulmak şaşırtıcı değil aslında. Bu bölgenin üreticileri yalnızca Champagne bölgesinde üretilen köpüklü şaraplara F “şampanya’’, diğerlerine “köpüklü 27 yaşında dul kalan eşi Nicole, aile şarap’’ adının verilmesi konusunda şirketini devralır ve Veuve Clicquot ısrarcıdırlar. Bu bölgede yetişen (Dul Clicquot) adıyla kocasının Chardonnay, Pinot Noir ve ailesinin küçük şampanya işini büyütür. Pinot Meunier üzümleridir Bölgede yeni bağlar alan, teknolojik şampanyaya özel tadını yeniliklere imza atan ve büyük veren. Reims’e gelmişken B R Ü K S E L iş risklerinin altına giren Madam Clicquot, şampanyayı şampanyayı dünyaya tanıtan Avrupa, Rusya ve kişiyi ziyaret etmeden gitmek ABD’ye satarak ün yapar. olmaz. 19. yüzyılın başlarında Madam Clicquot, Napolyon başarılı iş kadınlarından döneminin ardından Fransa’yı biri olarak tarihe geçen NicoleBarbe Ponsardin’den ELÇİN POYRAZLAR işgal eden Ruslara şarap mahzenlerini açtığında Ruslar söz ediyoruz. Phillipe o kadar çok şampanya içer ki Clicquot, Champagne Clicquot’ya iş arkadaşı, “Bir kuruş bölgesinde şarap üreticisidir ve vermeden tüm stokumuzu içecek oğlu François ile aile şirketini bu Ruslar’’ diye serzenişte bulunur. yönetmektedir. François’nın genç yaşta Madam ise “Önemli değil’’ der, beklenmedik ölümü, tüm aileyi yasa “bugün içerler, yarın öderler’’. boğar. Baba Clicquot bunalıma girer Gerçekten de Ruslar geri çekildikten ve tüm işleri bırakır. François’nın sonra çarlık yıkılana kadar şampanyanın en büyük tüketicisi olurlar. Şampanya o kadar büyük bir cazibe noktası haline gelir ki, bu köpüklü içkinin insanı ölümsüz kıldığı efsaneleri dolaşır. Kral 16’ncı Louis’nin karısı MarieAntoinette’in göğüslerinden alınan alçı modelleriyle üretilen şampanya bardakları, Paris’in Belle Epoque döneminde gece kulüplerinde çalışan dansçıların jartiyelerinde taşınma kolaylığı sağlaması için ince ve uzun olarak üretilmeye başlanır. Şampanya, yozlaşma eğilimli zenginlerin ve seçkinlerin içkisi haline gelir. Oysa Madam Clicquot, şampanya ile erken kaybettiği kocasının hayalini yaşatırken manastır keşişi Dom Perignon, üzümün yıldızlarını içmeyi istemiştir. CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle