19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 TEMMUZ 2007 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ARADA BİR Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR Üniversite Sınavlarıyla İlgili Bir Uyarı Sorun, başarının nerede olduğunu iyi anlamamaktan ve bazı grupların bu belirsizliği kendi çıkarlarına kullanma çabasından kaynaklanıyor. Başarı, giriş sınavını, istenilen üniversite bölümüne girebilecek ölçüde kazanmaktan ibarettir. Ödülü de kendisinde, bu bölümde okuyabilmekte bulunuyor. Bunu sağlarken, kazanılan derece açısından başka öğrencilerden ileride ya da geride olmanın hiçbir kalıcı anlamı yoktur. PENCERE 22 Temmuz’da Ne Oylanıyor?.. Açık seçik bu seçimde Türkiye Cumhuriyeti’nin varoluşunu sağlayan iki kırmızı çizgi oylanıyor.. İki kırmızı çizgiden biri: Laiklik!.. İki kırmızı çizgiden ikincisi: Bölünmezlik!.. “Laiklik”; çağdaşlık, insan hakları, kadınerkek eşitliği, demokrasinin “olmazsa olmaz” koşulu demek... “Bölünmezlik” Türkiye Cumhuriyeti’nin emperyalizme karşı bütünlüğüyle varoluşu demek... ? Emperyalizmin bugünkü dünyada en büyük patronu Amerika’dır; ABD dünya kapitalizminin doruğundadır... Emperyalist düzen 21’inci yüzyıl dünyasında geçerli tek sistemi dile getiriyor; 20’nci yüzyılda bu sisteme karşı çıkmak isteyen girişimler başarılı olamadılar ve yıkıldılar... Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki “Atatürk gerçekçiliği” bugün daha çarpıcı biçimde anlaşılıyor; biz dünyada ve Ortadoğu’da emperyalizmi ortadan kaldırabilecek bir konumda değiliz... Ancak sistem içinde ABD ve AB olgusu kapsamında varoluşumuzu, bağımsızlığımızı, bütünlüğümüzü koruyabiliriz. ? Bütünlüğümüz uluslararası bir tarihsel belgeye dayanıyor ve dünya çapında meşrulaşıyor... Bu belge “Lozan Antlaşması”dır. Lozan Antlaşması’nı Kuzey Irak merkezli terörle “fiilen” tehdit eden güç, bugün ABD ve ortaklarınca destekleniyor... Halkımız bunun farkındadır... Türkiye’de ABD’ye yüzde 90 ölçeğinde olumsuz bakış ve tepki bu nedenle gelişti. ? Emperyalizm 22 Temmuz seçimlerinde AKP’yi destekliyor ve kullanıyor... AKP’nin yalakalığını yapan dönek solcular da bugün en büyük medya grubunca gözetiliyorlar... Tarikatlar elbette AKP’yi tutuyorlar; dün Milliyet gazetesinin birinci sayfasında şu haber vardı: “Nakşibendilerin en önemli kollarından biri olan İskenderpaşa cemaati oylarının AKP’ye gitmesine kesin gözüyle bakılıyor...” Nakşibendilerin cemaatlerinden Fethullah Gülen kolu da AKP’yi destekliyor... Gülen cemaati başta “Zaman” olmak üzere her gün 1 milyon gazeteyi bedava dağıtıyor... Milliyet gazetesinin yazdığına göre, İskenderpaşa’da yetişen politikacılar arasında Recep Tayyip, Bülent Arınç, Abdullah Gül de var; bu üçlü İskenderpaşa şeyhleri Coşan’larla sonuçta ve amaçta siyasal görüş birliği içindeler. ? Evet, emperyalizm, Türkiye’nin “laiklik” ve “bölünmezlik”ten oluşan “iki kırmızı çizgi”sini çiğnemek için AKP’yi kullanmaktadır... Bülent Arınç açıkça neyi istedi: “ Dindar bir cumhurbaşkanı...” Bu talepteki “dindarlık” bütünlüğüyle “İslam” anlamında değil, “Nakşibendilik” anlamındadır. Başbakan Tayyip Erdoğan PKK terörüne nasıl sahip çıktı?.. Söyledikleri ve tutumu açık seçik ortada... ? 22 Temmuz’da Türkiye’nin iki kırmızı çizgisi oylanıyor... Laiklik... Ve bölünmezlik!.. Cumhuriyet’in başlığı altında her gün yayımlanan uyarılar, işte bu gerçekliği dile getiriyorlar. Halkın Egemenliği 30 Haziran akşamı AKP iktidarının yıkmak istediği AKM’de nefis bir konser izledik. Kraliyet Concertgebouw Orkestrası, Beethoven’in 8’inci senfonisini ve Stravinski’nin Bahar ayinini yorumladı. Özellikle bu ikinci zor parçayı olağanüstü bir performansla sundular (Umarım Evin İlyasoğlu benim bu yargımı onaylayacaktır). Seçkin dinleyici kitlesi, büyük bir coşku içinde bu muhteşem orkestrayı dakikalarca ayakta alkışladı. Ünlü orkestra şefi Maris Jansons’un mutlulukla olduğu kadar, bu büyük ilgi ve takdir karşısında biraz da şaşkınlıkla salondaki coşkuyu izlediğine tanık olduk. Ama buna yanıt vermekte gecikmedi ve iki güzel bisle yine büyük alkışlar arasında programı tamamladı. AKM önünde değerli tiyatro sanatçısı Macide Tanır ve diğer dostlarla uzunca süre bu dinletinin etkisi altında söyleştik. Onlara, böyle mükemmel bir orkestrayı ve onu böylesine bir heyecanla, coşku ile dinleyenleri izlerken içimde filizlenen bir düşünceyi açtım. “Buradaki dinleyicilerden AKP’ye bir oy çıkar mı ve bu insanlar AKP iktidarına mahkum olmaya layık mıdırlar” diye sordum. Bu hazin durumu aramızda, kaygılar içinde konuştuk ve tartıştık. Evet, bu ülkenin aydınlıktan, sanattan, kültürden, uygarlıktan pay almış insanları, yurdunu bilinçle seven, benimseyen, onun çağdaş bir ülke olması için uğraş verenler acaba niçin Tayyip Bey ilkelliğine, AKP gericiliğine mahkum edilmişlerdir. Bu memleketi bu kadar kötü yöneten ve bir taraftan Batı öte yandan Arap emperyalizmi ile iç içe yaşayan bu kadro nasıl oluyor da hâlâ (anketlere göre) halkın birinci partisi olarak yerini koruyor. Halk hangi ölçülere vurarak bu konser dinleyicilerinden çok daha fazla kendisine karşı politikaları sürdüren büyük sermaye yanlısı, özelleştirmeci, piyasacı iktidara desteğini devam ettiriyor. Deniz Kavukçuoğlu seçimler için insanlarımızı akıllı olmaya davet ediyor. Ataol arkadaşımız, “Bugünkü tehlike çok büyük, bugün artık tek tek yok edilmekten de öte topluca, ulusça, ülkece var olup olmama yol ayrımındayız” diyor. Türkiye Komünist Partisi halkı sömürüye karşı çıkmaya ve düzeni değiştirmeye çağırıyor. Peki, bu çağrılara cevap verecek bir halk var mı? Benim bu soruya cevabım kesinlikle ‘Hayır’dır. 60 yıldan beri böyle bilinçli bir halkın yetişmesi büyük bir tutarlılıkla önlenmiştir. Ahmet Taner Kışlalı’nın “50 yıldan beri Milli Eğitim Bakanlığı milli ihanet bakanlığı olarak görev yapmıştır” deyişi boşuna değildir. Bugün ortalama 4 yıllık bir eğitime sahip olan ve yaşam mücadelesi veren halk, bu yüzden büyük çoğunlukla sağ muhafazakâr partileri oyları ile desteklemiştir. Onun önüne güçlü bir sol partinin çıkarılması da sistemli bir şekilde engellenmiştir. AKP’nin gücü açıkça azgelişmişlikten, feodal öğelerin egemenliklerini sürdürmesinden ve halkımızın eğitim yoksunluğundan ileri geliyor. Onlar da bunu iyi biliyor ve politikalarını buna göre yönlendiriyorlar. Aslında seçimlerle Meclis’te yer alacak olan milletvekillerini de büyük çapta parti liderleri saptıyor. Bu koşullarda kayıtsız şartsız millet egemenliğinden nasıl söz edebiliriz acaba? Bu seçimde duygu, tepki oyları değil, akıl oyları kullanılmalıdır. Eleştirilerimizde ne kadar haklı olsak da bu seçimde oyumuzu CHP’den yana kullanmalı, daha sonra eleştirilerimizi, dileklerimizi, özlemlerimizi dile getirmeliyiz. İlk ve öncelikli hedef AKP iktidarından kurtulmak olmalıdır. Yurtsever insanlarımızın öfkeden, tepkilerden ve duygusallıklardan arınarak bu gerçeği görebilmesini diliyorum. [email protected] Erdal İNÖNÜ SHP Onursal Başkanı ir buçuk milyondan fazla öğrencinin kaderinde rol oynayan üniversite giriş sınavları kamuoyunda haklı bir ilgi uyandırıyor. Hatta lise son sınıfını okumayı ihmal ederek, aylarca, bazen yıllarca dershanelere giderek hazırlanan öğrencilerden bir bölümü özledikleri üniversite bölümüne girmeye hak kazandılar. Kendilerini ve ailelerini kutluyorum. Sınavı kazanamayan öğrencilerin de gereğinden fazla üzülmemelerini, gelecek yıl daha şanslı olabileceklerini ya da önlerine başka fırsatlar çıkabileceğini düşünmelerini öneriyorum. Her yıl, üniversitelerin alabileceği öğrenci sayısı, lise mezunları sayısından çok az olduğu sürece, böyle insafsız bir giriş sınavı yapmak zorunlu bulunuyor. Bunlar bilinen ve değiştirilmesi yakın gelecekte olanaklı görünmeyen gerçekler. B Ben burada değiştirilmesi olanaklı başka bir yaklaşımı eleştirmek istiyorum. Bu, sınavları üst derecelerde kazanan öğrencileri gazetelerde, televizyonlarda tanıtarak, onları büyük işler başarmış kişiler gibi gösterme eğilimidir. Böyle bir tutumu zararlı buluyorum. Çünkü öğrencilerde yanlış bir izlenim yaratıyor, yaşıtlarından her bakımdan üstün oldukları kanısını uyandırıyor, geleceklerini yanlış yolda etkiliyor. Sorun, başarının nerede olduğunu iyi anlamamaktan ve bazı grupların bu belirsizliği kendi çıkarlarına kullanma çabasından kaynaklanıyor. Başarı, giriş sınavını, istenilen üniversite bölümüne girebilecek ölçüde kazanmaktan ibarettir. Ödülü de kendisinde, bu bölümde okuyabilmekte bulunuyor. Bunu sağlarken, kazanılan derece açısından başka öğrencilerden ileride ya da geride olmanın hiçbir kalıcı anlamı yoktur. Öğrenci ler arasında kazanma derecelerine göre bir sıralama yapmak tamamıyla yapay, doğanın sorunlarıyla ilgisi olmayan bir değerlendirmedir. Önemli sakıncası da sıralamanın başındaki öğrencilerde, bundan sonraki yaşamlarında karşılaşacakları gerçek sorunları, üstün yetenekleri sayesinde zahmetsizce aşabilecekleri duygusunu uyandırmasındadır. Geçmişte üniversiteye ön sıralarda girdikten sonra bu yanlış duyguya kapılarak yeteri kadar çalışmayan ve başarısız olan öğrenciler gördüğüm için bu uyarıyı yapıyorum. Üniversitenin hayal ettiği bölümüne girebilmesi, bir öğrenci için elbette önemli bir başarıdır. Ama henüz yolun başında olduğunu unutmayalım. Asıl başarı, bundan sonraki yıllarda iyi okuyarak, üniversiteyi bitirip, özlediği meslekte, doğanın ve toplumun sorunlarıyla uğraşarak kazanılacaktır. Bu mücadelelerde, üniversiteye kaçıncı sırada girmiş olmanın hiçbir rolü yoktur. Sözlerim yanlış anlaşılmasın. Herhangi bir yarışı kazanmak insana mutluluk verir, o yüzden de kutlanmaya değer. Ama kendi icadımız olan yapay yarışmalarla, yaşamın gerçek yarışmalarını birbirine karıştırmamalıyız. Öğrencilerin, öğretmenlerin, anababaların bu konuda biraz düşünmelerini, giriş sınavındaki başarıyı kutlarken ölçüyü kaçırmamalarını diliyorum. Karanlıktan Tek Çıkış Y olu... Güngör AYDIN Emekli Vali C umhuriyet’in 13 Nisan tarihli sayısında “Cumhuriyet ve demokrasi güçlerine çağrı” başlığı altında “Cumhuriyeti Koruma ve Demokrasiyi Yerleştirme İçin Güç Birliği Projesi” yayımladık. Bu açıklamada, küresel emperyalist güçlerin, ülkemizde Cumhuriyetin antiemperyalist bir ulusal kurtuluş savaşı temelinde yükselen tam bağımsızlığa dayalı kuruluş felsefesini etkisiz kılmayı ve demokrasinin yerleştirilmesini engellemeyi hedefledikleri belirtildi. Emperyalist güçler 1980 yılında gerçekleştirdikleri bir askeri darbe eliyle önce Yeşil Kuşak Projesi’ni yürürlüğe koydular. 12 Eylül’den sonra Cumhuriyet ve demokrasi güçlerinin giderek toparlanması ve halkın da oynanan bu oyunun ayırdına vararak ulusalcı güçlere desteğini artırması üzerine de bu kez TürkKürt, laikantilaik, ırk ve din çatışmaları üretip yaratarak, kontrol altında bulundurdukları medyayı, yeraltı ve işbirlikçi güçlerini de kullanarak bugünkü din merkezli demokrasi ve çağdışı arkaik bir yönetim felsefesini “Ilımlı İslam” kılıfı altında iktidara taşıdılar. Bugün, bu ortam ve koşullarda, Türkiye’yi öncelikle içeride din ve mezhep kavgalarına, ortaçağ karanlığına, kaçınılmaz bir iç hesaplaşmaya ve kaosa; dışarıda ABD emperyalizminin saldırgan Ortadoğu politikalarının aracılığına ve savaşa sürükleyen, politik ve yönetsel teslimiyet içinde bir iktidar vardır. Bu iktidardan kurtulmak ivedi yerine getirilmesi gereken bir vatan borcuna dönüşmüş bulunmaktadır. Ancak tehlikelere açık bu süreçten çıkışın en az sancı ile ve demokrasi içinde gerçekleştirilmesi, yakın ve uzak geleceğimiz, toplumsal barış ve huzur açısından olduğu kadar ülkemizin ve devletimizin uluslararası topluluktaki saygınlığı başta olmak üzere, her açıdan büyük önem taşımaktadır. Ülkemizi bu derin bunalımdan, tıkanıklıktan, karanlıktan ve demokratik çıkışsızlıktan yalnızca ve ancak sol demokratik iktidar seçeneği çıkarabilir. Çünkü; Ulusal sınırları ve ulusal çıkarları tanıma yıp yok sayan, bireyi ve ekonomik yönden güçsüz kesimleri ezen saldırgan küreselleşme olgusu karşısında, ancak sol düşünce ulusal değer ve çıkarları, bireyi/insanı ve ekonomik yönden güçsüz kesimleri ayırım yapmadan koruyabilir. Bugünkü ılımlı İslam iktidarının dayandığı dinsel tarikat ve şeriat güçlerinin politik iktidarın ve siyasi alanın dışına çıkarılması, ülkemizi bu karanlık süreçten çıkarmanın bir gereğidir. Ülkemizde sağ düşünce çok partili yaşama geçildiğinden bu yana dini sömürme yolundan, din ve kutsal kavramları kötüye kullanarak iktidara gelme ve iktidarını bu yönde sürdürme geleneğini, alışkanlığını ve bu çizgisini bir türlü değiştirmemektedir. Çağcıl aydınlanma, hukuk, demokrasi, bilim, bilimsel ve eleştirel düşünce, insan hakları ve benzeri evrensel ileri değerler Cumhuriyetle ülkemize gelmiştir: AB küresel emperyalizme ve ABD hegemonyasına karşı çıkamıyor. AB’nin ülkemizle ilişkilerinde nükseden geleneksel emperyalist kimliğinin aşılması için, gerçek Avrupa solu ile birlikteliği yalnızca ülkemizde gerçek sol düşünce sağlayabilir. Son olarak, ülkemiz için barış ve huzur içinde, bölünmeden birlikte yaşamanın zorunlu bir gereği ve vazgeçilmez yönetim biçimi olan demokrasinin yerleştirilmesi ve egemen felsefe haline getirilmesi konu sunda ülkemiz sağ güçlerinin genelde isteksiz olmaları, bu yönde gerekli ve yeterli çabayı ve bilinci ortaya koymamış bulunmaları nedenleri ile sağ düşünce ülkemizi içinde bulunduğu bu süreçten çıkaramaz. Bugün içinde bulunulan demokratik seçeneksizlik ve çıkışsızlığa ek olarak Cumhuriyet Devrimi ile çatışma içinde bulunan demokrasi dışı ‘Ilımlı İslam İktidarı’nın, bu seçimlerde iktidarını bir 5 yıl daha sürdürebilme olanağının bulunması ve azınlığa dayalı iktidarlarının son aşamasında, devrimin, laikliğin, demokrasinin, ulusal bütünlüğün ve onurun, devletin ve tüm ulusun simgesi ve güvencesi olma durumundaki Cumhurbaşkanlığı’nı da ele geçirmeye çalışması karşısında, içinde yaşadığı gittikçe kötüleşen koşullara, her geçen gün derinleşen bunalıma, geleceğinin karartılmasına ve gördüğü karanlık tabloya zaten isyan halinde olan halk, artık önlenemez hale gelen tepkilerini, meydanlara çıkarak ortaya koymuştur. Cumhuriyeti ve demokrasiyi savunan güçlerden ivedilik taşıyan istem ve beklentilerini büyük bir coşku ile dile getirmiştir. Şimdi artık görev, bu tepkileri örgütlemek ve iktidara taşımak üzere, savsaklanamaz ve ertelenemez biçimde tarihsel, toplumsal ve demokratik bir ulusal ödeve dönüşmüş olarak Cumhuriyet ve demokrasi güçlerinin önünde bulunmaktadır. Şimdi ve ivedilikle, görevin öncelikle kendile rinde bulunduğu sol güçler, sol partiler ve yöneticileri, Cumhuriyeti koruma ve demokrasiyi yerleştirme için zorunlu güç birliğinin gereklerini eksiksiz biçimde yerine getirmek, ülkemizi içinde bulunduğumuz karanlıktan, bunalım ve tıkanıklıktan çıkarmak durumundadırlar. Cumhuriyetin kurucu ve solun en büyük partisi olma nedenleriyle sol demokratik iktidar seçeneğini oluşturma, gerçekleştirerek yaşama geçirme misyonunu üstlenmek, buna öncülük etmek durumunda/konumunda bulunan CHP yönetimi, bu yönde olumlu bir adım niteliğinde olmakla birlikte, yalnızca DSP ile güç birliği yapmakla sınırlı bir çabayla yetinmiştir. Ülkemizi, Cumhuriyet devriminin antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı, aydınlanmacı ve laiklik doğrultusundan saptırarak, küresel emperyalist güçler tarafından yönetilip yönlendirilebilir bir duruma ve ortaçağ karanlığına taşıyan, içeride ve dışarıda tehlikelere, iç kavgaya ve savaşa sürükleyen, demokrasi dışı ve din merkezli Ilımlı İslam iktidarına karşı, bir ulusal demokratik iktidar seçeneği oluşturup gerçekleştirmesi gerekirdi ve çok iyi olurdu. Güzel ülkemizin bilinmezliklere, tehlikelere ve karanlığa sürüklenip gömülmesine yol açacak bu partiye yeniden siyasal iktidarın teslim edilmesine yol açılırsa, demokrasi yelpazesinde yer aldığı varsayılan siyasal partileri tarih ve toplum asla bağışlamayacaktır. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle