16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 HAZİRAN 2007 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Geldikleri Gibi Gidiyorlar... Erol ERTUĞRUL “Ey vatan gözyaşların dinsin, dinsin artık, yetiştik çünkü biz...” nceleri, AB’ye girersek tüm ekonomik, sağlık, eğitim sorunlarımız çözülecekmiş gibi gösterildi. Ulusumuz bu yalanlara inandırılmaya çalışıldı. Sonra görüldü ki, AB bizi birliği içerisine almak amacında değil, ama alacakmış gibi yaparak bizden ödünler koparmak amacında. Kıbrıs’taki haklarımızdan vazgeçecektik. Sözde Ermeni soykırımını kabul edecektik. Güneydoğu bölgemizi Kürdistan olarak görecektik. TSK’nin etkinliğini azaltacaktık. Özelleştirme adı altında tüm ekonomik kaynaklarımızı elden çıkaracaktık. Boğazlarımızın, önemli akarsularımızın uluslararası bir kurul tarafından yönetilmesine evet diyecektik. Bunları yaparsak, bizi AB’ye almayacaklardı ama, bu yolda görüşmelere başlayabilecektik. Ülkemizin bölünmesine, onurumuzun yok olmasına, ekonomik kaynaklarımızın kurutulmasına neden olabilecek bu istemleri, çıkarcı, satılmış basın görevlileriyle AKP yönetimi uygun görüyordu. AKP, son genel seçimlerde aldığı yüzde yirmi beş oyla “Ben seçilip geldim, demokrasi budur, her istediğimi yaparım” diyordu. Böylece demokrasi adına, TSK’yi etkisizleştirmeye çalışıyor, ulusalcıları susturmayı planlıyordu. Yönetime gelmeden ABD’ye giden ve onay alan Başbakan Bay Erdoğan, Bay Bush’a, komşumuz Irak’a ABD ile birlikte gireceğimiz sözünü veriyordu. ABD, Ortadoğu’nun haritasını BOP adlı bir proje ile değiştirmeyi düşlüyor. AKP yönetimi de bu projeye destek oluyordu. TBMM, Türk ulusunun birkaç milyar dolara satılamayacağını gösteriyor ve ABD ile birlikte Irak’a girmek istemini geri çeviriyordu. Buna tepki olarak sözde dost ABD, 4 Temmuz 2003 günü Irak’ın Süleymaniye kentinde bulunan 11 Türk askerinin başına çuval geçiriyordu. AKP yönetiminden bu alçakça girişime karşı hiçbir ses çıkmıyordu. ABD’nin Türkiye’ye biçtiği, Ilımlı İslam Devleti dayatması ise AKP yönetimi tarafından uygun görülüyordu. ABD’de Türkiye’yi bölen uydurma haritalar yayımlanıyordu. Tüm bunlara, AKP yönetiminden inandırıcı bir karşı görüş gelmiyordu. AKP, Türkiye’de dinsel bir düzen kurmak istiyor, bu yolda, kendisine destek olabilecek her tarafa ödünler vermeye hazır görünüyor, görülmemiş dinci bir kadrolaşmayı gerçekleştiriyordu. Bu amaçla AB’ye ve ABD’ye teslim olunuyordu. AKP, içeride ise Cumhurbaşkanı ile, TSK ile, üniversiteler ile, Yargıtay ile, Danıştay ile, Anayasa Mahkemesi ile çatışmaya giriyordu. Cumhuriyetimizin değiştirilemez ilkesi laikliği tartışmaya açıyordu. Güzel yurdumuz ve ulusumuz için açık bir tehlike vardı. Ulusumuzun çoğunluğunu temsil etmeyen AKP yönetimi, Cumhuriyetimizin geleceğini karartıyordu. Tarikatlar ve cemaatler, etkin duruma getiriliyordu. Başbakanlığı, yönetimi, TBMM Başkanlığı’nı ele geçirmiş, yoğun bir dinci kadrolaşmayı PENCERE Havadan Sudan Bir Yazı... Yusuf Ziya Ortaç, Akbaba dergisinde bir ömür boyu mizahın çizgisi ve yazısıyla harman olmuştur; ama, edebiyat tarihinde “hece şairi” olarak bilinir... Ders kitaplarına girmiş, “hece vezni”ne örnek gösterilmiş bir şiirinden dizeler: “Yer sıcak, hava sıcak Kırlara kucak kucak Papatyalar yayılmış” ? Nerden aklıma geldi bu şiir?.. Kimle konuşsam ilk laf: Off.. çok sıcak!.. Sıcaktan yakınan yakınana!.. Diyorlar ki: Sıcaklık 50 dereceyi aşacak... ? Durmadan sıcaktan yakınmak, anlaşılan ısı 50 dereceye ulaştığı zamana özgü bir şey... Çünkü aslında sıcak insanın dostudur... Sıcak bir çay.. Sıcak bir çorba.. Sıcak bir insan.. Cahit Irgat’ın şiiri: “Ekmek gibi ellerin var Sıcacık.. Seni niçin sevmeyeyim!” ? Havanın sıcaklığı ya da soğukluğu ancak “mevsim normalleri”ni aştığında medya haberine dönüşür... Ne var ki bu kez evdeki hesap çarşıya hiç mi hiç uymuyor.. Zaten insanın geleceğe bakışı bir süredir çarpıldı.. Kıyamet yakın gibi görünüyor... Tüm gazeteler “doğanın sonu geliyor, doğa ölüyor” diye bar bar bağırıyorlar; ama, aldıran yok... ? Dünya ahvaline ve insanlığın haline baktığımızda görüyoruz ki en uygarından en ilkeline dek herkes kafayı yemiş... Cahit Irgat’ın “İnsan” adlı şiiri, çok yıllar önce sanki bu gerçeği vurgulamak için yazılmış: “Allah’ı şimdi gördüm Ağlıyordu. İki gözü iki çeşme, Elinde fener, Diyojen’i arıyordu.” ? Âdettir, iki dost bir araya gelip de yârenlik yaptılar mı, sorulur: Ne konuştunuz?.. Havadan sudan... Biz bu yazıda havadan konuştuk; sudan da söz açmak gerekmez mi?.. İsa’dan sonra 1’inci yüzyılda yaşamış şair Martialis yazmış: “O suyu kirletmeye kıçın yetmez Kafanı daldır, Zoilus, kafanı!..” Karabağ’ı Unutmak... “Yâr bezenip durmuş canlar almaya Ölmenin günüdür, Vakıf öl bugün.” 20 Ağustos 1978 sabahıydı. Şuşa’dan ayrılıyorduk. Karabağ Hanlığı’nın başveziri, büyük şair Vakıf’ın anıtının dikileceği yerdeydik. Ama şimdi ne oldu Vakıf’ın Karabağ Ovası’na bakan dev heykeli? Yıkıldı mı? İzi bile kalmadı mı? “Ölmenin günüdür, Vakıf öl bugün” demiş sevgilisini anarken... Şuşa, Karabağ bir başka sevgili değil mi? Ölmenin günü! Şuşa’yı bırakıp kaçmanın günü mü yoksa? Şuşa, ta tepelerde bir güzel kent. Döne döne çıkılıyor. Bir de kalesi var. İçkili bir lokanta yapmışlar. Aşağılara bakmıştım. Ermenilerin yerleşim yeri Stepanakert altımızdaydı. Orası Ermenilerin; ama Şuşa, Türklerin! İranlılarla Osmanlıların anlaşmasıyla Şuşa kurulmuş. Cevanşör’ler 1749’dan 1822’ye kadar egemen olmuşlar. Ne Rus, ne İran orduları ele geçirebilmiş Şuşa Kalesi’ni.. Yıllarca dayanmışlar. Bir ihanet sonucu Rus ordusu girmiş Şuşa’ya... Kendine bağlı bir yönetim kurmuş. Sonra da özerk bir bölge olan Karabağ’a bağlanmış. Karabağ da Azerbaycan’a... Penah Ali Han, İbrahim Han, bir süre Mehmet Han, sonra Mehdi Kuli Han... Karabağ Hanlığı’nda o yıllarda Ermeniler azmış. İran’dan gelen Ermeniler bu yöreye yerleştirilmiş, zamanla çoğalıp bu topraklarda hakları olduğunu söylemeye başlamışlar. Azeriler, iyilik edelim derken başlarına dert açmışlar!.. Şuşa’da 15 bin Azeri yaşıyordu 1978’de. Şimdi kaçı kaldı? Kaçı nereye gitti? Kaçı öldürüldü? Şu bilgileri vermişlerdi 1978’de! Haftada üç gün çıkan gazetenin tirajı 3200. Kentte on bin, köylerde beş bin insan yaşıyor. 22 okul var, altı kolhoz, iki şolhoz. Turistik bir yöre, sanatoryumunda 1100 yatak var. Yaz aylarında nüfus 40 bine çıkmakta. Dokuz katlı bir oteli var. Müzik aletleri yapan bir fabrikası, 600 kişilik bir sinema salonu. Elli bin kitaplık bir kütüphane. Beş bin kişilik stadyum... Ya Şuşa’da yetişen ünlü sanatçılar? “Köroğlu”, “Arşın Mal Alan” gibi operaların bestecisi Üzeyir Hacıbekov, orkestra şefi Niyazi Takızade, şarkıcı Bülbül, besteci Reşit... Kolay kolay bırakılacak bir yer değildi Şuşa, dolayısıyla Karabağ! Nasıl oldu, nasıl becerdiler bu güzel bölgeyi Ermenilere kaptırmayı? Üstelik de savunması kolay bir yer... Böyleyken Azeri savaşçıların fazla bir direnme göstermeden çekilmelerini anlamak güç! Bunda, Baku’daki sandalye kavgasının etkisi de var elbet! Birkaç kişinin hırslı çekişmesinin sonucudur Karabağ’ın elden gitmesi, başka ne denebilir ki! Şuşa’dan ayrılırken parti sekreteri Ehed bana bir tar armağan etmişti. Yıllardır duvarda asılı... Sessizce bakıyor bana. Bir çeşit acıyla!.. Yurdundan koparılmış bir çiçek. Becerebilsem çalmasını, konuşacak, neler neler diyecek!.. Şuşa, Agdam, Laçin vb. Türk yöreleri bugün Ermenilerin elindedir. Bu yerleri kurtarmak olası mıdır? Ermeni güçleri bu güzel doğa parçasını kolay kolay kaptırmazlar. Hele arkalarını birtakım güçlere dayamışlarsa!.. Karabağ Hanı İbrahim Han, Çarlık ordularına aylarca dayanmıştı. Ancak bir ihanet sonunda düşmüştü Şuşa.. Han ve ailesi Ruslar tarafından idam edilmiş, ancak Han’ın iki küçük torunu canlarını kurtarabilmişlerdi. 1992 yılının Azerileri İbrahim Han’ın savaşçıları kadar direnemediler. Bu acı bir gerçek... Şuşalı tara gözüm iliştikçe bir hüzün duyuyorum. Yaşadıkça zaman zaman duyacağım bir hüzün... Ö gerçekleştirmiş AKP, bu kez Cumhurbaşkanlığı’nı da elde etmeyi ve böylece Türkiye’yi tam bir din devleti yapmayı düşlüyordu. Bunun adı ise demokrasi olacaktı. ABD, AB, Barzani, Kıbrıs Rum Kesimi, AKP’nin yönetimde kalmasını istiyorlar. Çünkü AKP, onların işine gelecek politikalar izliyor. Adını büyük Atatürk’ün verdiği Cumhuriyet gazetesi, büyük tehlikeyi gördü. Ulusu uyandırmak görevini yerine getirdi. AKP yöneticilerinin gerçek amaçlarını ve kimliklerini sergileyerek ulusumuza tehlikeyi gösterdi. Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı, konuşmalarında tehlikeyi gösterdiler. Dinci görüşleriyle bilinen TBMM Başkanı Bay Arınç, “Millet dindar cumhurbaşkanı istiyor” diyerek içinden geçenleri ortaya döktü. Sonunda ulusumuz çıldırdı. 14 Nisan’da Ankara Tandoğan’da, 29 Nisan’da İstanbul Çağlayan’da, daha sonra, Manisa’da, Çanakkale’de, 13 Mayıs’ta İzmir’de milyonlarca insanımız, “Ne şeriat, ne darbe, tam bağımsız Türkiye” diyerek alanları doldurdu. Ulusumuz, Mustafa Kemal Atatürk’ün yolunda, laik Cumhuriyet ilkelerine yürekten sahip çıktığını gösterdi. Şimdi, aydınlanmacı ve Atatürkçü güçlerin genel seçimlerde, el ele vermeleri gerekiyor. Ulusumuza yakışmayanlar geldikleri gibi gidiyorlar. Başbakan’ın, Şeyh Sait’in torunu olan danışmanı Bay Zapsu, ABD’de, yetkililere, “Başbakanı süpürmeyin, kullanın” demişti. Ancak ulusumuz, AKP yönetimini tarihin çöplüğüne süpürecektir. Demokrasi Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR T üm siyasal partiler, sivil toplum örgütleri, liberaller, neoliberaller, sol liberaller, ikinci cumhuriyetçiler hepsi demokrasi istiyor. Türkiye’nin ortak paydası demokrasi. Ancak bu sözcükle neyin istendiği çok açık değil. Soldan dönüş yapanların, liberallerin içinde bulunduğu grup ordunun demokrasi önündeki başlıca engel olduğunu, onlar susturulursa önümüzün açılacağını düşünüyor. Hem de bu ordunun bugün laikliği savunmanın ya nı sıra ABD ve AB’nin Türkiye üzerinde oynadığı oyunları iyi algılayan ve bu konuda politikacıları, halkı uyaran yurt savunmasını üstlenmiş bir anayasal kurum özelliği taşıdığını unutarak. Onlara göre emperyalizmin Türkiye üzerindeki planları, AKP’nin dışa bağımlı, başarısız iç ve dış politikaları, demokrasi oluşumunda çok önemli bir faktör olan halkın eğitim düzeyi, işsizlik, yoksulluk büyük önem taşımıyor. Ta rikat ve cemaatlerin uygarlık karşıtı faaliyetleri, ülkenin mal varlıklarının ardı ardına satılması onları ilgilendirmiyor. Hiçbir konuda dik duramayan AKP’nin teslimiyetçi politikalarını demokrasi ile bağdaşır buluyorlar ve ona karşı çıkmıyorlar. Ulusalcılık, ulusun çıkarların savunmak faşizmdir, statükoculuktur, gericiliktir. Borsanın yüzde 70’inin, banka sermayesinin yüzde 42’sinin yabancı kontrolünde olduğunu ileri sürer, bağımsızlıktan söz ederseniz değişime karşısınız ve statükocusunuz. Sol artık emeksermaye çelişkisini unutmuştur. Sınıf kavramları, emperyalizm, kapitalizm demode yaklaşımlardır. Bunları ileri sürmek demokrasiye karşı olmaktır. Yoksullukla, işsizlikle boğuşan, aydınlanmadan uzak bırakılmış, dogmalardan yakasını kurtaramamış halkım bir kıskacın, bir kumpasın içinde kaldı. Bu yeni moda sol liberal aydınlarımızla demokrasiye ulaşabileceğimiz umudunu taşıyor musunuz, sevgili Cumhuriyet okurları? CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle