17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 HAZİRAN 2007 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Ulusal Bor Politikası Hasan ÇETİN* PENCERE Türkiye’nin dünya bor fiyatlarını artırması ile mümkün oldu. Türkiye tarihsel önemdeki bir fırsatı değerlendiremedi. Devletleştirme sonrasında oluşturulan “yüksek fiyat politikası”yla borunu US Borax’a kaptırdı. Aslında yabancılar için değişen bir şey olmadı. Diğer bor ürünü fabrikalarıyla birlikte US Borax’m Avrupa’daki fabrikaları EtiMaden’den hammadde almaya devam etti. EtiMaden’in borlarını yurtdışında pazarlamak için 1982 yılında kurulan Etimine, kısa sürede US Borax tarafından yönetilen Truva Atı’na, bor madenlerimiz de bir avuç yabancı şirketin hammadde deposuna dönüştü. Bu süreç içinde Türk sanayicisine bor madeni ya pahalıya satıldı ya da hiç satılmadı. Yerli işletmeler kapanmaya zorlandı, kamuoyunun bu ilişkileri duyması engellendi. Milletin Vekillerini 35 Kişi Seçerken... Tayyip, Deniz, Devlet, Ağar, Mumcu!.. Bu kişiler ve onların üç beş arkadaşı!.. Önümüzdeki parlamentoda yukarıda adları yazılı insanların seçtiği, istediği, beğendiği yurttaşlar ‘milletvekili’ olarak TBMM’deki güzelim koltuklara kurulacaklar... Siz onları, gerçekten milletin vekili sayabilecek misiniz? Sandık başına gidip oy verdiğiniz adayın sizi gerçekten temsil ettiğine inanabilecek misiniz? ??? Tayyip Bey oturmuş, 170 eski milletvekilini kapı dışarı etmiş, yerlerine yenilerini getirmiş, sıralamış.. “Alın size benim adaylarım” demiş! Baykal da hep yaptığını bir kez daha başarmış... On beş yıldan bu yana kendisini kim destekliyorsa, kim buyruğuna boyun eğiyorsa, kim kongrelerde, kurultaylarda hep yanında yer alıyorsa, önce onları, sonra da işine gelenleri aday yapmış! “İşte milletvekilleriniz, gelin oylayın” demiş!. Hepsi öyle, Devlet’inden Ağar’ına, daha başkalarına!.. ??? 22 Temmuz seçimiyle ortaya çıkacak TBMM, üç beş liderin Meclis’i olsun ister miydiniz? Evet hep böyle oldu, hep böyle halkın onayından geçmeyen milletvekilleriyle yönetildik! Ama artık kendimize gelmemiz, oynanan oyunları görmemiz gerekmiyor mu? Hep yazdık, milletvekili adaylarını partilerin tüm üyeleri seçmelidir, dedik... Sanırım bir tek kez bu yöntem uygulandı. Genel merkeze belli bir aday tanındı, gerisini partilerin tüm üyeleri seçti.. Ama partileri bir koyun sürüsünü yönetir gibi yöneten parti kodamanları bunu istemediler. ??? “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyoruz. Kalabalıklar karşısında “demokrasi” diye bağırıyoruz, ama halkı, yurttaşı, onun özlemlerini, isteklerini düşünen yok!.. Partilerin yönetimini şu bu yoldan ele geçiren kişi, sürgit partisine egemen... Kurultay mı yapılır, koşullandırılmış delegeler ne güne duruyor, liderlerini bir kez daha tahtına oturturlar!.. İyi bilelim, 22 Temmuz’dan sonra oluşacak parlamento, halkın TBMM’si olmayacak, Baykal’ın, Tayyip’in, Ağar’ın, Bahçeli’nin oluşturacağı bir çeşit dostlar, ahbaplar meclisi olacak... ??? Geçen gün dediğim gibi, böyle bir çirkinliğe, böyle bir halka, demokrasiye, adalete, insanlığa ters düşen bir milletvekili seçimine Yüksek Seçim Kurulu ‘dur’ demelidir. Sunulan aday listelerini iptal etmek, tüm partileri önseçim yapmaya zorlamak, Yüksek Seçim Kurulu’nun kaçınılmaz görevidir. Demokrasiye, halka, adalete, uygarlığa biraz saygı varsa!.. U lusal bor politikası, bor madenlerinin uluslararası kartel ve aracıların elinden kurtarılması, Türkiye’nin dünya “bor ürünleri” piyasasından, “bor madeni” rezervlerine uygun oranda pay almasıdır. Türkiye bugün; Dünyaya bor madeni satan (yüzde 95), ama kendi sanayicisine satmayan, Dünyadaki en çok (yüzde 72) ve en kaliteli rezervlere sahip olmasına rağmen, Bor madenlerinin kolaylıkla işlenmesiyle elde edilen boraks, borik asit solibor gibi bor ürünleri piyasasından, adeta “sus payı” (yüzde 7) gibi az bir pay alan, İçinde bor bulunan herhangi bir kimyasalı üretemeyen, Yılda ortalama 220 milyon dolar bor geliri olan bir ülkedir! Bor sorununun çözümü, bu tablonun değiştirilmesi, Türkiye’nin bor ürünleri piyasasından bor madeni rezervlerine uygun oranda pay almasıdır. Dünya bor piyasası ve US Borax Günümüz dünya bor piyasasını belirleyen US Borax, 1860 1900 yılları arasında ABD’nin gümrük duvarları ile oluşturduğu ve koruduğu az sayıdaki bor üreticisinin lideri olarak ortaya çıktı. 1900 yılında Londra’daki uluslararası para piyasasından aldığı güçle, önce Türkiye’de (Osmanlı İmparatorluğu) Susurluk’taki (Balıkesir), sonra da Güney Amerika’daki madenleri satın aldı ya da etkisizleştirdi. Diğer üreticilerle anlaşarak dünya Ascotan bor kartelini oluşturdu. Böylece dünya bor piyasasına egemen oldu. duğu anlaşıldı. Türkiye’deki bor madenlerinin çalıştırılmasıyla, US Borax dünya bor piyasasında zorlanmaya başladı. Yıllar önce Ascotan karteliyle oluşturduğu, yüksek fiyatlara dayalı dengeler altüst oldu. O dönemdeki gelişmeleri, EtiMaden’in eski genel müdürlerinden Tahsin Yalabık’tan dinleyelim: “Fiyatlar düşmeye başlayınca her memlekette rafineri kurulmaya başladı. Çünkü küçük çaptaki rafineriler dahi rantabl olmaya başladı bu düşük fiyatlar karşısında. Fakat bizim cevherlerimiz o kadar temiz ve çıkarılmaları o kadar kolay ki, 21, 22, 23 dolara satışta dahi kârlı oluyordu. Neticede (US Borax’ın) bu fiyat düşürme politikası tersine tepen bir silah oldu. Onların maksadı Türkiye’den cevher çıkartmamaktı. Çünkü Türkiye’den her çıkan ton Kaliforniya’dan gelecek cevherin yerine kullanılıyordu. Bu defa geldiler, ‘Fiyatları artıralım’ teklifinde bulundular... Tabii böyle bir anlaşma olmadı.”(1) Bir süre sonra, US Borax yerine ABD’nin kendisi bor’cuların önüne önemli bir engel olarak ortaya çıktı. Bor, NATO gücüyle “stratejik maden” kabul edildi. Türkiye’nin dünya piyasasına girişi engellendi. Şehit Cenazesindeki Birliktelik... Halkta bölücü teröre karşı tepki katlanarak büyüyor; şehit cenazelerini uğurlayanların sayısı gün geçtikçe çoğalıyor; ülke bütünlüğü adına canını verenlere son görev kitleselliğe dönüşüyor... Kimileri bu manzaradan tedirgin mi tedirgin... Kim bu ‘kimileri’?.. En başta Başbakan!.. ? Şehit cenazesi, ulusumuza özgü bir kültürün yüreğimizdeki acısını dayanışmaya sarıp sarmalayan birlikteliğin başını çeker... İşte şehit.. İşte ailesi.. İşte yakınları.. İşte büyükleri.. İşte küçükleri.. İşte halk.. İşte bayraklar.. İşte imam!.. ? Başbakan da imam!.. Ama, o bir başka imam.. Koltuk hesapları nedeniyle teröre karşı savaşımda edilginleşmek zorunda kaldığından, şehit cenazeleri nedeniyle tedirginleşen bir imam... Şehit cenazeleri kitleselleştikçe duyduğu rahatsızlığı Başbakan RTE sonunda dile getirdi?.. Ne dedi: “ Kimse şehitler üzerinden siyaset yapmasın!..” ? Şehit cenazeleri kitleselleştikçe tedirginleşen, gerilime düşen, rahatsız olan ve olmadık siyasal hesaplara giren Başbakan Erdoğan’ın ta kendisi değil mi!.. Kutsal İslamı siyasette kullandığı için hüküm giymiş bir sabıkalıdır Başbakanımız... Bir kez daha yinelemekte yarar var; iktidar kavgasınde ne demişti RTE: “Minareler süngümüz.. Camiler kışlamız.. Müminler askerimiz.. Kubbeler miğferimiz..” RTE şimdi ne diyor: “ Kimse şehitler üzerinden siyaset yapmasın!..” Oysa camide yalnız mümin, minare, kubbe yok... Musalla taşı da var... Ve musalla taşının üstünde yatan kim?.. Şehit!.. ? Şehit oy veremez.. Ama her şehidin iki eli RTE’nin yakasındadır... PKK terörü AKP iktidarından önce bitirilmişti... AKP iktidarında canlandı... Neden?.. Çünkü Kuzey Irak’ı işgal eden ABD’nin Bush yönetimi PKK’yi himayesine aldı... Ve Türkiye’nin üstüne saldı... RTE’nin AKP’si ABD’ye karşı ağzını açamıyor... Eski deyişle lâli epkem... Halk bunu biliyor... Politika değil, gerçek bu!.. ? RTE yalnız sabıkalı değil.. Aynı zamanda zanlı.. Dokunulmazlığı kalktığı an yolsuzluk dosyalarından yargılanması kaçınılmaz... Bir imam hem sabıkalı, hem zanlı, hem de şehit cenazelerinden sorumlu olduğu zaman imamlığı geçerli olur mu?.. Ne yapmalı? Türkiye, öncelikle bor yakıtı, bor pili, bor arabası, bor reaktörü hayalleriyle oyalanmaktan vazgeçmelidir. Dünya bor madenlerinin yüzde 70’ine sahip Türkiye’nin bor ürünleri piyasasından aldığı yüzde 7 payın artırılması hedeflenmelidir. Bu amaçla, madenler devlet tarafından işletilirken borik asit, solibor gibi bor ürünlerinin özel sektör tarafından üretilmesine izin verilmelidir. US Borax’ın karşısına, EtiMaden’in bürokratsanayici ve bürokrattüccarları değil, gerçek tüccar ve sanayicilerin dinamizmi çıkarılmalıdır. Türkiye, ulusal sanayicisine güvenmelidir. EtiMaden’in eski genel müdürlerinden Ziya Gözler’in “Bor madenleri Yunanistan’a satılabilir ama Türk sanayicisine satılamaz”(2) görüşü bırakılmalıdır. Bor madenleri millileştirilmelidir. Kapanı kitabının yazarı (1) Abdi İpekçi’nin Etibank Genel Müdürü Tahsin Yalabık ile yaptığı görüşme: 11 Mayıs 1970 Milliyet (2) 21 Ocak 2001 Ekonomist *Bor Devletleştirme ve sonrası Bu ortam içinde bor madenlerinin ulusal çıkarlarımız yönünde değerlendirilmesinin çözümü devletleştirmede görüldü. 1968’de başlayan devletleştirme dalgası, 1978’de sonuçlandı. Devletleştirmenin felsefesi, “karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğumuz bir kaynağı ulusal bilinçle değerlendirmek” olması gerekirken, “Bor madenlerimiz ucuza satılıyor, daha pahalıya satmalıyız” gibi bezirgân bir anlayışa indirgendi. Bu tam da US Borax’ın istediği şeydi. ABD’deki bor madenlerinin işletilmesi, Türkiye’nin her yeri bor US Borax bu ortam içinde 1950’li yıllara kadar yaşadı. 1950’li yıllarla birlikte Türkiye’de (Balıkesir, Kütahya ve Eskişehir) çok geniş bor madeni yataklarına sahip ol SivilAsker İlişkileri Recep GÜVELİOĞLU ir eski deyim şöyle der: “Savaşı politikacılar başlatır, askerler bitirir.” Bizde ise kopan siyasal gürültünün sorumluluğu askerlere yüklendi. Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklaması, askerlerin tetiklediği bir siyasal olay olarak sunuldu. İşin garibi, Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklaması, Türkiye’de “askeri müdahale” olarak değerlendirilirken, bir yabancı televizyonun yaptırdığı anket, Avrupalıların olayı müdahale olarak görmediğini ortaya koydu. Açıklama enine boyuna tartışıldı. Ancak, ciddi demokrasilerde, sivil yönetim asker ilişkileri üzerinde ayrıntılı olarak durulmadı. Bir örnek vermek gerekirse, Amerika Birleşik Devletleri, işlevsel olarak “checks and balances” basit tercümesiyle “güçler arasında dengeleme” sistemiyle yönetilir. Bu da akılcılığın bir sonucudur. ABD’de askeri kurumların rolü, siyaset alanında B Seçimle Yapılan Atama umhurbaşkanlığı devletin en yüksek makamı, hatta sembolik olarak devletin kendisidir. Burada kimin bulunacağına ilişkin başkaları fikirlerini söyleyebilirler. Ama son sözü kimin söyleyeceği bellidir. Şeklen parlamentoda oylama yapılsa bile esas olan toplumsal uzlaşmadır. Cumhurbaşkanının sadece yürütmenin başı değil, devletin de başı olması, devletin hassasiyetlerini taşımasını gerektirmektedir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde krizin esas sebebi, atama yerine seçim yapılmasıdır. Seçilecek kişi seçimle değil uzlaşma ile belirlenir ve bu bir tür “atamadır”. Bu “atama” seçimle yapılmaya çalışılınca her seferinde ortalık karışır. Aslında seçim söz konusudur; ama bu, daha çok, üzerine anlaşılmış birinin onaylanmasıdır. Devletin başına kimin geleceği ordu için çok önemlidir. “Ordunun itirazı olan birinin Çankaya Köşkü’ne çay içmeye çıkması bile zordur.” İşin aslı seçim yoluyla atamadır. Ayrıca ülkemizde, bazen ordu, hükümetleri görevden alır ve Meclis’i kapatır, doğrudan atamayı gerçekleştirir. İnönü “Milli Mücadele, esasen bir ordu ihtilali idi” der. Milli Mücadele’yi örgütleyen ve başarı C ya ulaştıran ordu, devletin ve ülkenin “asli sahibi” olarak kendisini görmektedir. Bu anlayışla ordu kendisinde sivilleri görevden almayı hak görür. Bu anlayışa göre Çankaya Köşkü devletin kendisidir. Son söz ordunundur. Devlette her makama atama ile gelinir. Liyakat esastır. Yazılı olmayan kurallara göre devlet kendisini temsil edeni, devlet başkanını seçer. Tıpkı milletin kendi temsilcilerini, milletvekillerini seçtiği gibi. Doğru olan Cumhurbaşkanını uzlaşarak seçmektir. 1975 Yunanistan Anayasası’nda olduğu gibi çoğunlukla, beşte üçle seçilmesidir. Parlamenter sistemin ideal Cumhurbaşkanı tüm siyasal partilere eşit mesafede, tarafsız ve yetkisizliği kabullenebilecek birisinin olmasıdır. Eğer halk seçseydi, kıran kırana yapılacak seçim yarışında tarafsızlığın inandırıcı olması çok zor olacaktı. Cumhurbaşkanı sadece devletten yana taraftır. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ve konumunun fotoğrafı bu. Toplumda, her şeyi olduğu gibi, bu makamı da yalama yapmaya, iddia oyunlarıyla yıpratmaya çalışmışlardır. Bilinmelidir ki Çankaya’yı özel güvenlik şirketleri değil, muhafız alayı korumaktadır. Ercan YEŞİLYURT Gazeteci bile genişlemiştir. Bu yüzden, bir taraftan daha yoğun bir sivil kontrol gereği ortaya çıkarken, bir taraftan da askersivil arasında yeni irtibat unsurları yaratılmıştır. Asker kendi alanında, anayasal çizgiler, sınırlar içinde adeta özerktir. Siviller askeri yönetir. Ama nasıl? Sivili nasıl dengeyle, alver ilişkisiyle, kimi zaman taviz vererek yönetiyorsa, askeri de aynı metot, aynı denge politikasıyla yönetir. Askerin istekleri son derecede dikkate alınır ve dengelenir. Burada bir küçük parantez açalım. Askeri Şura, Türkiye’de profesyonel askerlerin kendi iç düzenini ilgilendiren terfi ve atamaların görüşüldüğü bir kuruldur. Burada doğal olarak sivil yönetim de yer alır. Sivillerin bulundukları bu toplantılarda ise örneğin “ordudan ihraç edilecekler” konusunda itirazlar, şerhler hiç bitmez. Bu, askerin profesyonel işine karışmak değil midir? “Ben seçimle geldim, karışırım” demek ne derecede doğrudur? Yine ABD’ye dönersek... Sivil yönetim altındaki askeri karar mekanizmasının gücünün artması, askerlerin profesyonel konumunu daha da zenginleştirmiştir. Bengt Abrahamsson, askeri personelin sanayiye ve siyasi çevrelere sızmasının, sivil sektörün askeri güç üzerindeki kontrolünün yetersiz kaldığı yolunda kaygılar doğurduğuna işaret etmektedir. Bunun gibi başkaları da, askeri stratejilerin sivillere hâkim olmasından endişe etmektedir. Burada askerlerin de bu kaygılar konusundaki tepkilerine işaret etmek gerekir. Özetle asker, ABD’de de etkin konumdadır (!). Ama sivillerce yönetilmektedir. Amerikan dış politikasında asker de hayli etkindir. ABD, sadece 1991’den 2002’ye kadar 176 askeri harekât yapmıştır. Bu nedenle dış politika, hatta terör konularında asker ciddi oranda söz sahibidir. Türkiye’de 35 bin kişinin öldüğü terörle ilgili olarak, askeri operasyonlar dışında, örneğin sosyal ya da ekonomik faaliyetlerde, çıkarılan yasalarda, askere ne kadar danışılmaktadır? Amerika Birleşik Devletleri’nde de askersivil ilişkilerinde yazılı olmayan kurallar vardır. Siviller, denge politikasıyla ve askersivil arasında iletişimi sağlayacak mekanizmalarla orduyu yönetebilmektedir. Sanırım ki Türkiye’deki bütün sıkıntı da burada yatmaktadır. Milli Güvenlik Kurulu, bazılarının karşı çıkmasına karşın sivilasker iletişiminin en üst kademesini teşkil eder. Altta ise doğru dürüst bir irtibat kurumu bile yoktur. Öte yandan “Beni halk seçti, her şeyi yaparım.. kimseye danışmaya ihtiyacım yok” mantığının da işlevsel olmadığı ortadadır. En demokrat ülkelerden biri olan ABD’de sivil iktidar orduyla iletişim kuruyor ve dengeyi sağlıyorsa, bizde de aynı şeyi yapmanın antidemokratik bir yönü olamaz. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle