18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 NİSAN 2007 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 18 Nisan 2000 tarihinde çıkan kapatma kararıyla Haliç ve Camialtı tersanelerine kilit vuruldu 15 ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Haliç Tersanesi’nin ressamları Ellerimizdeki kılların sayısı arttıkça, kâğıttan gemi yapmasını unutur, çocukluğumuzun tersanesinden ayrılırız. Kâğıtlar artık bizim için bir resmi evrak, fatura ya da senede dönüşüvermiştir. Peki ama, ya tersanede işçi olarak çalışıyorsak?.. Denizcilik tarihimizin nice gemisini kollarına ilk kez alan suları barındıran Haliç’in hali hiç de iç açıcı değil!.. Çünkü 18 Nisan 2000 tarihinde çıkan kapatma kararıyla, Haliç ve Camialtı tersanelerinin kapılarına kilit vuruldu. Cemal Süreya bir şiirinde, Fatih’in gemilerini karadan yürüttüğü günden beri deniz kaçkını bir ulus olduğumuzu söyler. Evet, Fatih gemileri karadan yürütür, ama onların gönlünü almak için suya kavuştukları Haliç’e bir tersane kondurur. 15. yüzyılın sonlarında yapılan resimlere bakıldığında, Haliç’te kadırga ve kalyonların yüzdükleri göze çarpar. Bu görünüm, Galata Tersanesi’nin bir merkez olarak gelişmeye başladığının işaretidir. Haliç’in tarihi dokusu... Yürekteki Mayınları Temizlemek... Bundan iki ay kadar önceydi. Önce bir avuç kadın, sonra iki kadın daha, sonra beş, sonra üç, sonra on beş kadın daha… Bir araya gelindi… Ne çok ne çok ölüm vardı çevremizde. Ne çok, ne çok şiddet! Konuşmaya, yüreğimizle konuşmaya başladık. “Şiddeti, nefreti, ayrılıkları, öfkeyi, kini besleyen; bizleri birbirimize karşı ötekileştirip ayrı düşüren karanlığın efendilerine karşı, kendi dilimizle konuşmanın vakti çoktan geldi” dedik. Topraklarımız mayınlıydı ama daha da kötüsü yüreklerimize de mayın döşenmişti… Herkes, birilerinin “ötekisiydi”. Sürekli olarak “ötekine” karşı öfke, kin, intikam, ceza kesmek kışkırtılıyordu. Tehdit göz göre göre yükseliyordu... Çok konuştuk, birbirimizi çok dinledik. Birinin yüreğine, aklına ve sözüne ötekininki eklendi. Sonunda, “Şiddet her kimi yalnızlaştırmaya, yok etmeye yöneliyorsa onu korumak, yaşamı yüceltmek istiyoruz” dedik. Ve “Birbirimizin gerçeğine, yaşamına, yüreğine dokunmanın ve içimize döşenmiş mayınları patlamadan temizlemenin, içimizdeki güvensizlik tohumlarını boy atmadan sökmenin, yüreğin diliyle konuşmanın vakti geldi” diyerek, Doğu’dan Batı’dan, farklı düşünce ve inançlardan, farklı mesleklerden ve konumlardan 100 kadına “Vakit Geldi” başlıklı çağrımızı yolladık. Çağrımıza hepsinden yanıt geldi. İlk toplantımızı İstanbul’da 83 kadınla yaptık. O tarihte İstanbul’da olamayacakları için katılamayanlar da desteklerini bildirdiler. Bugün Cumhuriyet Pazar Dergi’de (yanılmıyorsam, başka gazetelerde de) toplantıya katılan birbirinden çok farklı kadınların düşüncelerini okuyacaksınız. Her görüş çok değerli. Oya Baydar “hoş geldiniz” konuşmasında şöyle diyordu: “Bizler, burada bulunanlar savaşların, şiddetin, karşıtlıkların, ötekileştirmelerin, düşmanlıkların üzerine örteceğimiz bu büyük beyaz çarşafın uçlarını tutuyoruz şimdi. Hepimiz yüklüyüz, bu yük ortak yükümüz. Kendi dilimizi, kendi kadın değerlerimizi kullanarak ve genişleyerek, bu yükü birlikte taşıyabilir miyiz? Ölümün yerine yaşamı, ayrılıkların yerine çeşitlilikte birliği, ötekileştirmenin yerine, kendini ötekinin yerine koyabilmeyi, onun acısını, sevincini, sorununu, özlemini kendi içinde kendi acısı, kendi özlemi gibi duyabilme yetisini geliştirebilir miyiz? İçinde yaşadığımız günlerin gelişmeleri ve sarsıntıları, gelecek günlerde birbirimize daha fazla ihtiyacımız olacağını gösteriyor. Her şey bize bağlı. Umudu birlikte yeşertebilmek için gelin bugün ilk adımı atalım, birbirimizi dinleyelim, birbirimizin sesini duyalım, erkek dilinin iktidar söylemini elimizin ve dilimizin tersiyle itip hepsi öteki olan bizler, ötekini yüreklerimizle dinlemeye çalışalım.” Öyle yaptık. Birbirimizin sesini duyduk. Vicdanımızla konuştuk, vicdanımızla dinledik. Kimi ilk kez duyuyordu orada söylenenleri, kimi çok duymuştu ama buradan nereye varılacağını bilmiyordu, sorguluyordu, daha çok öğrenmek, daha çok çözüm üretmek istiyordu. Öyle ya da böyle, belki tüm sorunları çözemezdik ama, şiddeti dışlamaya, şiddete geçit vermemeye kararlıydık. Kadın dilimiz, kadın aklımız, kadın duyarlığımız ve kadın vicdanımız bunu şart koşuyordu. Birlikte çalışmak, birlikte üretmek, birlikte iş yapmak, bütün bu süreçleri birlikte yaşamak bir yol olabilir miydi? Bir anda öneriler yığılmaya başladı. Belki tüm öneriler gerçekleşemeyecekti ama herkes bir ucundan tutmaya gönüllüydü. Her şey sorumluluk duymaya, önerilerden herhangi birine sahip çıkmaya ve o alanda çalışmaya bağlıydı. Anında bir iletişim ağı (network) kuruldu. Bugün yüz kadındık, yarın yüz bin kadın olabilirdik… Ve çalışmaya başladık: İlk işimiz, içimizdeki “ötekileri” tanımak… İçimizdeki mayınları temizlemek… Sonra… eposta: [email protected] faks: 0 212 257 16 50 İstanbul, birçok işçi eylemi gördü. Ama işçiler bu kez, haklarını aramak için resim yapma yolunu seçmişlerdi. Bu eylem Brecht’in şu dizelerini anımsatıyor insana: “Ne oldu dersin, duvarcılar Çin Seddi bitince...” Kim bilir, belki onlar da seslerini duyurmak amacıyla Çin Seddi’ni boyamışlardı!.. İşçilerin, Haliç Tersanesi’nin Şişhane’den Kasımpaşa’ya inen Evliya Çelebi Caddesi’ne bakan duvarına yaptığı gemi resimleri, İstanbul tarihinde son derece önemliydi. Dedelerinin, hatta onların da babalarının tersanede çalıştığı işçilerin yaptığı gemi resimlerinden oluşan bir duvar, İstanbul’un mutlaka ziyaret edilecek yerlerinden biri olabilirdi… Ama buna olanak tanınmadı; koca duvar yeşile boyandı!.. Haliç Tersanesi’nde çalışan işçilerin yaptıkları son eser olan gemi resimleri, duyarsızlığın, sevgisizliğin, değerbilmezliğin bulanık, kirli sularında yok oldu gitti… Tersanenin duvarlarındaki resimler Tersanei Amire’nin yıldızı, denizciliğe önem veren I. Selim döneminde parlar. Gemi pencerelerini andıran üç sıfırın yan yana geldiği 2000 yılına girildiğinde, tersane için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Üç tarafı da denizlerle çevrili ülkemize, denizcilik tarihi bakımından, üç sıfırı barındıran 2000 yılı hiç de uğurlu gelmemiştir. İşlerin ters gittiği, denizi doldurarak yol yapma politikalarından belliydi aslında!.. Tarihin hiçbir döneminde deniz kaçkını olduğumuz bu denli gözler önüne serilmemişti. Denizin bir kuyumcu gibi yüzyıllardır işlediği kıyıları yol yap mak için dozer kepçelerinin aç dişlerinin önüne attık. Üstelik, denizin bir yol olduğunu unutarak!.. “Gemilerde talim var” şarkısının yerini “Onun arabası var” şarkısı almıştı ne de olsa!.. Tersane işçileri, Haliç’in tarihi dokusuna da sahip çıkarak, işyerlerini kaybetmemek amacıyla eylemler başlattılar. Kasımpaşa halkı ve Perşembe Pazarı esnafına bildiriler dağıttılar, pankartlar astılar. Kabataş iskelesine bağlı “Ata Nutku” adlı araba vapuruna, kapatılan Haliç Tersanesi’nde yapıldığına dair pankart asarak İstanbulluları duyarlı olmaya çağırdılar... İşçiler, yürütmeyi durdurma kararının iptali için mahkemeye başvurmaya hazırlanırken ellerine boyaları, fırçaları alarak sokağa çıktılar. Haliç Tersanesi’nin Evliya Çelebi Caddesi’ne ba kan 186 metre uzunluğundaki duvarına, gemileri bu sefer resim olarak çizmeye başladılar!.. İşçi ressamlar, denizcilik tarihimizin zenginliğini, önemini yaptıkları resimlerle halka anlatmak amacındaydılar. “Borucu”, “Pervaneci”, “Vinççi”, “Gemi İnşayeci” ve “Sac Kesimcisi” diye adlandırılan işçiler, kadırga ve kalyon gibi gemilerin yanı sıra Çanakkale zaferinin kazanılmasında önemli bir pay sahibi olan Nusrat mayın gemisi ve Bandırma vapuru gibi unutulmaz gemileri de duvarda yaşattılar. İstanbul’un iki yakası arasında mekik dokuyan ünlü “67 baca No’lu” Kalender vapurunun resmini yapan arkadaşına bakan bir işçinin ağzından şu sözler döküldü: “Benim babam bu vapurda otuz beş yıl çalıştı!..” Ne zaman o duvarın yanından geçsem, o işçilerden biri olan sevgili arkadaşım Necdet Çelen’in bir gün telaşla telefon açarak söylediği şu sözleri duyar gibi olurum: “Sunay kardeşim, tersanenin duvarlarına gemi resimleri yapacağız. Sende Bandırma’nın, Ankara gemisinin fotoğrafları var mı?..” Olmaz olur mu!?.. Hiç düşünmeden, üşenmeden eve gitmiştim… Kütüphanemden söz konusu gemilerin fotoğraflarını alarak tersanenin yolunu tutmuştum… Fatih’in kurduğu koca tersanede bir gemi yapımında emeğim geçmemişti… Ama tarihi mekânın yaşaması için çaba gösteren işçilerin son günlerinde yanlarında olmuştum… Boğaz Köprüsü ışıklandırıldı… İstanbullular asma köprünün ışıklı halini çok beğenmiş, her yerde köprüden söz ediliyor… Ben, İstanbul’un iki yakasını bir araya getirmeye çalışan vapurların ışıklı elbisesini seviyorum hâlâ… Onlara bu güzel kıyafetleri diken tersanedeki terzileri saygıyla anarak! Leyla Gencer’e Devlet Üstün Hizmet Madalyası verildi MİLANO (AA) Türkiye, dünyada önde gelen sopranolardan biri olan Devlet Sanatçısı Leyla Gencer’i Devlet Üstün Hizmet Madalyası’yla ödüllendirdi. Ödül, Gencer için Milano’da önceki akşam düzenlenen törenle, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer adına Türkiye’nin Milano Başkonsolosu Vefik Fenmen tarafından verildi. Gencer’in halen ders vermekte olduğu Scala Operası Akademisi salonunda düzenlenen törene, Milano Belediyesi temsilcilerinin yanı sıra sanatçının hayranları ve öğrencileri de katıldı. Başkonsolos Fenmen, davetlilerin huzurunda İtalyanca olarak yaptığı konuşmada, “Cumhurbaşkanımız, hükümetimizin önerisi üzerine, Sayın Leyla Gencer’e özellikle kültürel alanda kazandığı başarılarıyla ülkemizin uluslararası arenadaki tanıtımına katkılarına istinaden, Türkiye Cumhuriyeti’ne yüksek hizmetinden dolayı bu madalyanın sunulmasını kararlaştırmıştır” dedi. AB, Kültürel Miras Büyük Ödülü’nü Türkiye’ye verdi Kültür Servisi Vasco Turizm tarafından restore edilerek 2002 yılında kültür turizmine kazandırılan Sarıca Kilise, “Avrupa Birliği ve TümAvrupa Kültür Mirası Federasyonu Europa Nostra” tarafından verilen “Kültürel Miras Büyük Ödülü”nün sahibi oldu. Sarıca Kilise restorasyonu projesi, Avrupa genelinde 32 ülkeden kültürel mirası korumayı amaçlayan 158 proje arasından seçilerek “Mimari Mirasın Korunması” dalında büyük ödül aldı. Türkiye, İtalya, Almanya, Belçika, Birleşik Krallık, Fransa ve Romanya’dan 5 projenin kazandığı ödülün diğer kategorileri “Kültürel Peyzajın Korunması, Sanat Yapıtlarının Korunması, Kayda Değer Araştırma ve Özverili Hizmet” olarak sıralandı. Kültürel Miras Ödülleri, 8 Haziran 2007’de İsveç’teki Stockholm Belediye Binası’nda yapılacak olan ve İsveç Kral ve Kraliçesi’nin katılımıyla yapılacak yıllık Avrupa Mirası Ödülleri Töreni’nde sahiplerine sunulacak. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle