24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 NİSAN 2007 CUMARTESİ 4 Köşe yazarlarının karabasanı karikatüristlerdir. Köşe yazılarında bir sürü sözcük ve tümceyle anlatılmaya çalışılanı, çizer, üç çizgi tek cümleyle daha çarpıcı, daha özlü biçimde, hem de kimi zaman tebessüm ettirerek, kimi zaman kahkahalar attırarak iletiverir. Dün Cumhuriyet’i açtığımda, üçüncü sayfada, Turhan Selçuk’un karikatürü çarptı gözüme. Yobaz: “Darbe, darbe diyerek sivil darbeyi gerçekleştirdik, arz ederim” diye özetliyordu içinde yaşadığımız dönemi. Gerçekten de öyle oldu. AKP iktidara geldiği andan başlayarak, devletin erkini kullanarak anayasanın ilkelerini teker teker çiğneyip demokrasinin onsuz olmazlarını birer birer yaşamımızdan silerek sivil darbeyi adım adım gerçekleştirirken dış destekçileri ve içerdeki “liberal” payandalarının feryatlarıyla sivil darbesini tamamlamaya koyuldu. Bütün bunları yaparken “Cambaza bak! Cambaza!..” misali dikkatleri askeri darbe üzerinde yoğunlaştırmaya çalıştı. Oysa askeri darbe falan olacağı yoktu. Bu bir kandırmacadan başka bir şey değildi. Gerçek olan ise adım adım yaşama geçirilmekte olan sivil darbeydi. 2007 yılı, darbenin tamamlanma süreci olacak. ??? Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın önceki günkü basın toplantısı bu gerçeği bir kez daha gözler önüne sermiştir. Genelkurmay Başkanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinin en büyük tehlikeleriyle karşı karşıya olduğunu açıklıkla dile getirmiştir. Sayın Büyükanıt, aslında, meşru zemini terk etmeden, diplomatik bir dille Cumhurbaşkanlığı seçiminin nasıl bir tehlikeyi içerdiğini de ad vermeden, ilkeleri işaret ederek belirtmiştir. Gelecek cumhurbaşkanının, Cumhuriyetin temel değerlerine ve laikliğe sözde değil, özde inanmış bir kişi olmaması halinde ülkenin daha da büyük bir tehdit ile karşı karşıya kalacağı bilmem daha açık nasıl anlatılabilirdi? Ama, Genelkurmay Başkanı bütün tehditleri teker teker açıkladığı konuşmasında, HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN İşin Özü... darbe yaygaracılarına hiçbir fırsat vermemiş, askeri darbe olasılığını saf dışı bıraktığı gibi, temelsiz iddiaların da belgeleri olmadığını açıklamıştır. Adalet Gemisi’nin son oturumu Kabataş açıklarında gerçekleştirildi Görüntü nettir: Türkiye’nin önünde, bir askeri darbe olasılığı yoktur. Ama Türkiye’de laik demokratik rejimi İslamcı bir yönetime dönüştürme yolundaki sivil darbe adım adım yaşama geçirilmektedir. ??? Görüntü budur. Ama sivil darbe geri dönülmez bir olgu haline gelmemiştir. Sivil darbeyi önleyecek olan güç, sivil bilinçtir. Kabul etmek gerekir ki, sivil bilincin uyanarak demokrasiye sahip çıkmasının önünde ciddi engeller var. Bunlardan birincisi, medyanın gerçekleri saptıran tutumudur. İkinci etken ise, muhalefetin dağınıklığı, bir türlü güç birliği yapıp Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma çözüm getirecek politikalar ve öneriler geliştirememesidir. Gerçekte, seçmenin en iyi olasılıkla üçte birinin bile oyunu toplayamayacak olan AKP her alanda iflas etmiş bir parti olmasına karşın, gücünü muhalefet boşluğundan ve medya desteğinden almaktadır. Ama özellikle önümüzdeki günlerde yaşayacağımız olaylar, bütün bu engellere karşın sivil bilincin daha da gelişmesine yol açacaktır. Zaten AKP’nin korktuğu da, askeri darbe değil, sivil darbeye karşı oluşmakta olan sivil demokratik bilinçtir. Son derecede demokratik bugünkü Tandoğan mitingine böylesine saldırılmasının, ifade özgürlüğünün tezahürü olan bir toplantının böylesine yalanlarla karalanmasının nedeni de bu sivil bilinçtir. Önceki gün, sivil Meclis Başkanı da konuştu, asker Genelkurmay Başkanı da; her ikisinin de konuşmalarının içeriğine bakarak kimin sivil bilinçten yana olduğunu, kimin sivil bilinçten korktuğunu açıklıkla görebilirsiniz. İşin özü budur. Gerisi lafügüzaftır. asirmen?cumhuriyet.com.tr ‘1 Mayıs 1977 katliamı dosyası yeniden açılsın’ İstanbul Haber Servisi Adalet Gemisi’nin denizde adalet arayışı 1 Mayıs 1977 katliamının duruşmasıyla sona erdi. Kabataş iskelesi açıklarında gerçekleştirilen son oturumda, katliam davasının yeniden açılmasına, başta dönemin Başbakan’ı Süleyman Demirel olmak üzere tüm sorumluların yargı önüne çıkarılmasına ve 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına karar verildi. Adalet Gemisi’nin dünkü oturumunun jüri üyeliğini, 1 Mayıs 1977 davasının avukatı Rasim Öz, sinema sanatçısı Halil Ergün, 78’liler Türkiye Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, İsviçre UNIA Sendikası Genel Başkanı Jacques Robert ve Kayıplara Karşı Uluslararası Komite (ICAD) Türkiye Temsilcisi avukat Özlem Gümüştaş yaptı. Daha önceki duruşmalarda, Susurluk ve Şemdinli davaları; Gazi, Maraş, Sıvas ve Çorum katliamı davaları ile “aydın cinayeti davaları”nın ? Adalet Gemisi’nin dünkü oturumunun jüri üyeliğini, Rasim Öz, Halil Ergün, Celalettin Can, İsviçre UNIA Sendikası Genel Başkanı Jacques Robert ve Özlem Gümüştaş yaptı. 1 Mayıs katliamının sorumluları yerine mağdurların yargılandığı belirtilen iddianamede, dosyanın yeniden açılması ve sorumluların cezalandırılması istendi. görüldüğü gemide, 1 Mayıs katliamı davasının iddianamesi okundu. Coşkulu başlayan 1 Mayıs kutlamalarının kan gölüne çevrildiği belirtilen iddianamede, Sular İdaresi tarafından gelen silah sesinin ardından işçilerin, emekçilerin yaylım ateşine tutulduğu anlatıldı. Yüzlerce katılımcının yaralandığı olaylarda 29 kişinin ezilerek, 5’inin de kurşunlarla öldürüldüğü anlatılan iddianamede şöyle denildi: “34 kişinin katledildiği dava tam bir hukuksuzluk abidesine dönüştü. Halkın üzerine ateş açanlar, panzerlerle, ses bombaları ile kovalayanlar değil, kutlamaya katılanlar yargılandı. Dava zamanaşımına uğratıldı. Sendikacıların, avukatların, insan hakları temsilcilerinin dosyanın yeniden açılması talepleri şimdiye dek hep reddedildi.” DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in 77 katliamından kurtulduktan sonra 1980’de katledildiği anımsatılan iddianamede, 77 katliamıyla ilgili soru işaretleri sıralanarak, dosyanın yeniden açılması gerektiği belirtildi. Demirel, dönemin İçişleri Bakanı Sabahattin Özbek, Emniyet Genel Müdürü Metin Dirimtekin ve İstanbul Emniyet Müdürü Nihat Kaner olmak üzere sorumluların yargı önüne çıkarılması istendi. Kutlamalar için 1979’dan bu yana Taksim Meydanı’na konan siyasi yasağın kaldırılıp meydanın kutlamalara açılması da talep edilerek, “1 Mayıs İşçi Bayramı yeniden resmi tatil ilan edilmelidir” denildi. Jüri üyelerinin ortak kararını açıklayan Rasim Öz, “Bu yolculuk, adalet arayışı yolculuğudur. Halkın adalet ve özgürlük özleminin dışavurumudur. Katliamcıların yargılanması talebidir. Biz 12 Eylül’ün sorumlularının anayasa maddesiyle korunmasını içimize sindiremiyoruz” dedi. Adaleti kırk yıldır karada bulamadıkları için şimdi denizde aradıklarını dile getiren Öz, “Seneye de havada adalet balonu patlatacağız” diye konuştu. Halil Ergün de, “Her yaştan her kesimden insan bayram sevinci ile alanlara koşuyordu. Müthiş senaryolarını uyguladılar ve romanlarda olabilecek o coşkuyu kana buladılar” dedi. ‘Bu karanlık bertaraf edilmeli’ ? ADANA (Cumhuriyet Bürosu) Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’nde, EğitDer Adana Şube Başkanı Fikret Öz, Eğitim Fakültesi Sekreteri İbrahim Aykan ve öğretim üyesi Ömer Aslantaş’ın da katıldığı toplantıda konuşan Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Necmi Yaşar, ülkemizde tehlikeli bir süreç yaşandığına dikkat çekerek “Biz laik, demokrat, Atatürkçü eğitimciler bu tehlikenin farkındayız. Tehlike bizi bir şeyler yapma gayretine götürüyor. Bu karanlığı birlikte bertaraf etmeliyiz” dedi. 24 Saat Sonra Büyükanıt’ın Konuşması Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın basın toplantısını hep beraber izledik. Cumhurbaşkanı seçimlerine hazırlanan kamuoyu açısından ne diyeceği büyük önem taşıyordu. Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına nasıl yaklaşıyordu? Büyükanıt konuşmasında Kuzey Irak’taki gelişmelere değindi, sorulacağını bildiği için Cumhurbaşkanlığı konusundaki düşüncelerini sorulmadan önce açıkladı. Söylediklerini şöyle yorumlayabiliriz: Ben Meclis’te olsam ona oy vermezdim, ancak zaten seçecek olan da ben değilim, Türkiye Büyük Millet Meclisi. ??? Bütün bunları neden yazdım? Dünkü gazetelerin ve köşe yazarlarının bu konuşmayı nasıl yorumladıklarını okudum. Benim anlamadığım ne demiş olabilir diye merakla köşeler arasında gezindim. Daha da önemlisi, ülkemizin kamuoyu oluşturucusu kanaat önderlerinin bu konuşmaya ilişkin yaklaşımları neydi? Tahmin ettiğim gibiydi. Herkes durduğu yere göre anlamıştı söylenenleri. Örneğin Emin Çölaşan, “Daha ne desin” diyerek tepkisini dile getirmişti. Yani ona göre, söylenecekleri söylemişti. Taha Akyol ise Genelkurmay Başkanı’nın hukuka saygılı, dengeli bir konuşma yaptığını vurgulamıştı. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Herkes kendi durduğu yere göre Büyükanıt’ın konuşmasını anlamış, daha doğrusu anlamak istemişti. Bu yorumlara bakınca, Genelkurmay Başkanı’nın oldukça dengeli bir konuşma yaptığı sonucunu çıkarabiliriz. Çünkü herkes durduğu yere göre olumlu sonuçlar çıkarmıştı konuşmadan. Sonuç olarak herkes tatmin olmuş, bir başka açıdan bakarsak hiç kimse tam anlamıyla tatmin olmamıştı. Bu yönüyle baktığımızda Orgeneral Büyükanıt’ın konuşmasının oldukça “esnek” ve “politik” olduğu söylenebilir. ??? Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasının ağırlığını oluşturan Kuzey Irak ve Irak’ın geleceğine ilişkin söyledikleri önemli ve ilginçti. Büyükanıt, Irak’ın üçe bölünmesinin kaçınılmaz bir noktaya geldiğini ifade etti. Yani Türkiye’nin yıllardır üzerinde ısrarla durduğu “Irak’ın toprak bütünlüğü” tezine askerler artık pek de inanmıyorlardı. Irak’ın parçalanacağına neredeyse kesin gözüyle bakıyorlardı. Genelkurmay Başkanı’nın bu sözleri yalnızca Genelkurmay’ın görüşlerini mi yansıtıyordu, yoksa devlet içindeki bir ortak bakış açısını mı? Şimdiye kadar hükümet yetkililerinin hiçbirinden Irak’ın bölünmesinin kaçınılmaz olduğu şeklinde bir açıklama duymadık. Ya böyle düşünmüyorlardı ya da siyaseten böyle bir şeyi söylemeyi uygun görmüyorlardı. ??? Büyükanıt’ın konuşmasıyla birlikte bu konu artık Türkiye’nin gündemine girmiş sayılır. Gerçekten, Irak’ın ŞiiSünniKürt unsurlarına bölünmesi kaçınılmaz mıdır? Irak artık dönüşü olmayan bir yola mı girmiştir? Büyükanıt’ın konuşmasının ve saptamasının en önemli noktası bence buydu. Peki, Irak üçe bölünecekse Türkiye’nin böyle bir durum karşısında pozisyonu ne olacaktı? Türkiye, şimdiye kadar Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasını “kırmızı çizgi” olarak gördüğünü belirtiyordu. Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasını hayati bir strateji olarak ifade ediyordu. Orgeneral Büyükanıt ise artık bunun mümkün olmadığını, Irak’ın bölünmesinin kaçınılmaz olduğunu söyledi. Bu görüş ilk kez dillendirilmiş oldu. Muhtemelen bunlar Milli Güvenlik Kurulu’nda da konuşuldu. ??? İşte, bu koşullarda Türkiye ne yapacak? Irak’ın üçe bölünmesini “kabul etmiyoruz” söylemi geride mi kalıyor? Öyleyse, bağımsız bir Kürt oluşumu ya da devleti karşısında Türkiye’nin tutumu ne olacak? Şunu biliyoruz ki, Kuzey Irak’ta Kürt oluşumunun varlığı, ABD ve özellikle İsrail açısından hayati önemde bir güç ve yapılanma olarak kabul ediliyor. İsrail’in kendisini çevreleyen Arap ülkelerinin düşmanlığını ortadan kaldırması mümkün görünmüyor. Filistin’de yaşananlar ve Irak’ın işgali Arap dünyasında ABD’ye ve İsrail’e karşı artan öfkeyi iyice kışkırtmış durumda. İşte bu kuşatma içinde Kürtler, İsrail açısından hayati önemde bir müttefik olarak kabul ediliyor. Bunun stratejik bir ittifak olduğunu da gözden uzak tutmamak gerekiyor. Burada belki en temel sorun, Batı’nın bölgedeki en önemli müttefiki Türkiye’nin durumu. Türkiye, bu karmaşık sorun konusunda nasıl bir yol izleyecek? ??? Yaşar Büyükanıt’ı dinlerken bu konuşmada benim asıl dikkatimi çeken, Irak’ın bölüneceğine ilişkin fikirleri oldu. Bu bir ortak saptama mıdır? Bunu da merak ediyorum… CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle