22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 MART 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Dünden bugüne Türkİş, SSK hastanelerinin işçinin elinden alınması sürecinde 2004 yılının kasım ayında bir bildiri yayımlamıştı. Bildiride çalışanlar, başlarına gelecekler konusunda tek tek uyarılıyorlardı. Türkİş Danışmanı Celal Tozan ile birlikte 2004’teki uyarıları bugünkü gerçekler ile karşılaştırdık. Şöyle bir tablo çıktı karşımıza: 2004 bildirisi: Reform adı altındaki düzenlemenin ardından devlet sağlık hizmeti vermeyecek, sağlık hizmeti satın alacaktır. Bugünkü gerçek: SSK, AKP’nin sözde reformu öncesi sağlık hizmetlerinde açık değil, fazlalık veriyordu. Sözde reform sonrası, sağlık hizmetlerini satın almaya başlayınca SSK iki yıl içinde yaklaşık 10 milyar YTL açık verdi. SSK, toplu ilaç alımında büyük ölçüde indirim sağlıyordu, bu haktan da yoksun kaldı. SSK’nin sağlık maliyeti giderek arttı. Maliyet arttıkça sigortalılara verilmesi gereken sağlık hizmeti daraltıldı. 2004 bildirisi: Kuyruklar sona ermeyecek, sağlık hizmetinin kalitesi artmayacaktır. Bugünkü gerçek: Kuyruklar sona ermedi. Hastalar sabah erkenden sağlık tesislerine gitmelerine karşın sıra doluyor, ertesi güne kalıyorlar. 2004 bildirisi: Kaliteli sağlık hizmeti cebinizden ödeyeceğiniz ilave para ile mümkün olacaktır. Bugünkü gerçek: Devlet hastaneleri haline dönüştürülen SSK hastaneleri artan maliyetleri karşılayamayınca parasız kaldılar. Ameliyat olacak sigortalılara “Seni ameliyat etmemiz lazım, ama ameliyat malzememiz yok. Malzemeleri sen cebinden ödediğin para ile edin, sonra sigorta kurumundan alırsın” önerisi götürülüyor. Laboratuvarlarda gerekli kit olmadığı için tetkikler erteleniyor ya da parayla dışarıda yapılıyor. İşletdevret... SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Sınır Kapısı KKTC Ulusal Birlik Partisi (UBP) Genel Başkanı Tahsin Ertuğruloğlu’nun geçen hafta Ankara’da yaptığı temaslar, Lokmacı barikatının açılması ile ilgili tartışmalara denk geldi. Rum tarafı, olayı beklenen yöne çekmiş, barikattan sivil geçişler için “Türk askerinin çekilmesini, KKTC ve Türk bayraklarının indirilmesini” önkoşul olarak ileri sürüyordu. Ertuğruloğlu, Ankara izlenimlerini aktardı bize: “Lokmacı barikatının, Rumların önkoşullarıyla, KKTC devletinin varlığını simgeleyen unsurların ortadan kaldırılması gibi bir yöntemle açılması söz konusu olamaz. Adada birkaç tane sınır kapısı mevcut. O sınır kapılarında hangi yöntem uygulanıyorsa, Lokmacı barikatında da aynı yöntemlerin uygulanması halinde, orası sınır kapısı olarak açılabilir. Bunun dışındaki herhangi bir uygulamayı onaylamayız. Aynı görüşün anavatanda da herkes tarafından paylaşıldığını teyit etmiş olduk.” UBP heyeti, anavatandan mutlu ayrıldı. Sayılmaz Kıbrıs’ta, Rum kesimindeki ABD elçisi Ronald Schiller, “Lokmacı köprüsünün açılması ile Avrupa’nın son bölünmüş şehri de birleşecek” demiş. Balkanlar’da insanları birbirine düşürürüp parçaladıkları, küçük küçük kent devletçiğine dönüştürdükleri şehirler, Avrupalıdan sayılmaz zaten... Otoban ölümlerine son İçişleri Bakanlığı başkontrolörlerinden, Yerel Yönetim Araştırma ve Eğitim Derneği (YAYED) kurucularından Deniz Sayın, sağlam bir yurtsever, değerli bir uzman, her şeyden önemlisi örnek bir “iyi insan”dı... Deniz Sayın, geçen hafta Melih Gökçek’in “kent otobanları”ndan birinde, gündüz gözüyle, Sayıştay binasının önünde bir aracın çarpması, daha sonra düştüğü yerde üstünden bir aracın daha geçmesi yüzünden yaşamını yitirdi. YAYED ve dostları, olayın peşini bırakmamakta kararlı: “Kent içinde otoban olmaz. Kentler yaya ve taşıt birliğinin yaya lehine düzenlendiği yerleşmelerdir. Kent içinde, kent merkezlerinde taşıt çarpmasıyla yok olan insanlarımızın hiçbiri ‘dikkatsiz’, ‘kurala uymama’ gibi açıklamalarla ‘kendi suçlarının bedelini ödemiş’ ilan edilemeyecektir. Kent içi ulaşım, yaya taşıt beraberliğinde yaya için düzenlenir; yayanın dikkatsiz olabileceği, kuralı ihlal edebileceği varsayımı baştan kabul edilerek planlanır ve yapılır. Kent içinde yaya ölümlerinin sorumlusu, kent içinde otoban mantığına dayalı yol yapma politikasıdır. Bu politika, bir an önce değiştirilmelidir. Sorun doğru saptanmalı, sorumlular doğru belirlenmelidir. Biz, YAYED olarak bu sorunu gündemimizin baş maddesi kılıyoruz.” YAYED, katkı bekliyor: “Kentiçi ulaşım cinayetlerini bildirin. Olayı, tarihini, mağduru, sevenlerinin yaşadıklarını anlatın. Bu cinayetlere son verilmesini sağlayalım.” YAYED, başvuru bekliyor: “Ziya Gökalp Caddesi, No: 30 Kat: 5 D: 17 06420 Kızılay Ankara, Tel: 0 312 430 35 60, merkez@yayed.org” Sağlık Bakanlığı “sağlıkta dönüşüm” denen şeyin son perdesi anlamına gelecek bir yasa taslağı hazırlamış. Taslağa göre, devlet, eğitim ve araştırma hastaneleri “işletme”ye dönüştürülecekmiş. Her hastanede bir yönetim kurulu olacakmış. O yönetim kurulu il genel meclislerinden, sanayi ve ticaret odalarından gelecek kişilerden oluşacakmış. Hastane işletmesinin bütçesini belirleyecek, araç gereç edinme, satma, kiralama, devir, takas, ihale işlemlerini yürütebilecekmiş. Döner sermaye saymanlıkları para basarken hastanelerde çalışan personelin her türlü ödemeleri işletme bütçesinden karşılanacakmış... Taslağa “stratejik liderlik, verimlilik, kırtasiyecilikten sıyrılma” gibisinden alışıldık laf salatasıyla karışık bir de genel gerekçe eklenmiş. Öyle gözüküyor ki, sağlıkta dönüşüme kuş konduracaklar. Çürütülmüş bulunan kamusal sağlık hizmeti tümüyle batağa sürüklenirken eşler, dostlar ve yandaşlar işletmelerde zengin edilecek, sonra denecek ki: “Sağlık sistemi battı, borcu kapatmak için hastaneleri satıyoruz. Hastalar başının çaresine baksın.” İşletdevretgebert! Pek yakında sinemalarda... ‘Meclis’e Girmek İçin...’ (II) KADER’in kampanyası, yalnız seçime endeksli: İç konjonktür açısından değil, dış konjonktür açısından da hedefi 12’den vuran bir zamanlamayla devreye girdi. Bu yıl Avrupa’da “kadınerkek eşitliği yılı”. Avrupa Parlamentosu 8 Mart’ı “Eşitliği yakalamak, 50/50” sloganıyla kutladı. Sözün kısası, geçen yüzyıl başında “kadına oy hakkı vermek” neyse, bugün “kadına siyasette eşit temsil hakkı tanımak” o! Bunu şöyle ifade etmek de mümkün: Kadına oy hakkı vermeyen ülkelere uygar dünya bir zamanlar ne gözle bakıyor idiyse, siyasette kadına eşit temsil tanımayan ülkelere bugün o gözle bakıyor! “Cumhuriyet felsefesini” baştan sona “kadınlı erkekli karma yaşam” üzerine inşa eden, buna büyük önem atfeden Atatürk; sözünü ettiğim “o bakışın” ne olduğunu derhal kavradığı için, “öncü bir hamleyle” 34’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı getirdi. Bunu Atatürk mirasına sahip çıkan CHP lideri Baykal başta olmak üzere, Atatürkçülükten dem vuran tüm liderlere tane tane, gerekirse altyazı geçerek hatırlatmak ve anlatmak gerekiyor! Bir “anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az” haliyle karşı karşıyayız. KADER sonuçta “davul zurna çalmaya” karar verdi... Şimdi “Bu davul zurnayı liderlere nasıl duyururuz”un tartışması yapılıyor. Liderlerle pazarlık Bu konuda okuduğum en isabetli değerlendirme, Altan Öymen’in Radikal’de cumartesi günkü yazısıydı. Somut sonuçlar açısından Öymen, kamuoyu üzerinde etkili bir kampanyanın yanı sıra “liderleri kıskaca almanın” önemine işaret ediyor. “Kadın milletvekili oranının artmasını isteyen örgütler...” diyor yazısında, “genel başkanlara somut, inandırıcı uyarılar yapabilmeli. ‘Listelerinizin seçilecek yerlerinde kadın aday sayısı az olursa, size oy vermeyiz’ diyebilmeli. ‘İnandırıcı’ olmak için, ‘size oy vermeyiz’ diyenlerin arkasındaki seçmenlerin seçim sonucunu etkileyecek kadar fazla olması, bunun genel başkanlar tarafından açıkseçik görülmesi gerekir... (Bu) Kolay değil. Ama 8 Mart sonrası hareketlenme, bunun bu seçim öncesi denenebileceğini gösteriyor. Ayrıca bazı partilerin o arada AKP’nin bu konuda kadın oylarını hedefleyen çalışmalar yaptığı anlaşılıyor. Bunlar, öteki partileri rekabet içine sokabilir...” Liderlerle anladıkları tek dil üzerinden “Güç politikası diliyle” konuşmanın yaşamsallığına parmak basan Öymen, genel başkanları piyasa kızıştıran “bir rekabet ortamına” çekmenin önemine vurgu yapıyor. ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ‘Rekabete’ İtalya örneği... “Rekabet faktörü”, yaygın bir “kadın kotası” dayatması olmayan İtalya’da örneğin çok etkili oldu. Prodi, 2006 seçimlerinde “kadının temsil oranını artırmak” misyonuyla sahaya indiği anda, Berlusconi kontrpiyede kaldı. Merkez sol koalisyon lideri Prodi de aslında Zapatero ile rekabete girmişti! Kabinesinin yarısını kadınlarla kuran Sosyal Demokrat İspanyol Başbakanı Zapatero’nun Akdeniz Avrupa’sına getirdiği “yeni standartlar” karşısında eli mahkum harekete geçen “Sol Birlik” lideri Prodi, “kadının temsili” meselesine sonunda asılmaya mecbur kaldı. Ve arkasındaki koalisyon ittifakının getirdiği tüm kısıtlamalara, pazarlıklara rağmen, “kabinesinin 1/3’ünü kadınlarla kurmak” sözü verdi. Rakip kamptaki Berlusconi de bunun üzerine, kampanyanın ortasında apar topar hiç hesapta olmadığı halde “1/3 kadın bakan, artı kadın bir başbakan yardımcısı” taahhüdü vermek zorunda kaldı. Prodi “6 kadın bakanla”, maço İtalyan politikasında rekor kırarken parlamentodaki yüzde 11’lik “kadının temsil oranı”; meclisin alt kanadında yüzde 17, senatoda da yüzde 14’e ulaştı... Bunlar, tüzükle filan değil, “rekabetle” temin edilen sonuçlar. Mesele, liderlerden birinin bu işe kafayı yatırması... Bizdeki ironi tabii, “kadın adayları artırmak” konusunda “çalışma yapan” öncü partinin CHP değil, AKP olması. Öymen’in satırlarında, böyle bir hava seziliyor ki benim de aldığım duyumlar bu yönde. Bu klinik vakayı bir yana bırakarak, söz “rekabete” gelmişken, sadece “kadın aday oranı” değil, “kadın bakan sayısı” üzerinde de bir pazarlık açmanın yararlarını hatırlatmak isterim. Göstermelik “tek bir kadın bakanın” bulunduğu hükümetler de artık, “muasır medeniyetlerde” tarih oluyor. Yalnız Avrupa’da değil, demokrasiye geçen Güney Amerika ülkelerinde bile bu yönde bariz bir değişim var. Şili’de “Pinochet dönemini” tarihe gömen Devlet Başkanı Michelle Bachelet örneğin, bu konuma gelmeden önce “Savunma Bakanlığı” yaptı... Ölmeden biz de acaba Türkiye’de bir “kadın savunma bakanı” görebilecek miyiz? Çalışan Emekli ve Sosyal Güvenlik Destek Primi Emekli aylıklarının çok yetersiz olması, emeklileri çalışmaya zorlamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin 15.12 2006 tarihli kararında “yurttaşların emeklilik dönemlerinde de çalışmaya devam etmelerinin nedeninin, kazanma hırsı veya servet edinme arzusu değil, insan onuruna yaraşmayan yaşlılık aylığı ile geçinmek zorunda bırakılmalarının olduğu” vurgulanmaktadır. 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası’nın 3.maddesi, yasayla kurulu “sosyal güvenlik kurumlarından malullük veya emekli aylığı almakta iken” SSK kapsamında bir işte aylıkları kesilmeksizin çalışmalarına sosyal güvenlik sigortası primi ödemeleri koşuluyla olanak tanımıştır. Ancak bu haktan yararlanmak isteyen emekli ile onu çalıştıran işvereni “bir bedel ödemek” durumunda bırakılmıştır. Bu bedelin adı, sosyal güvenlik destek primidir. Sosyal Sigortalar Yasası kapsamında çalışan emeklilerden yüzde 7.5, işvereninden de yüzde 22.5 olmak üzere toplam yüzde 30 oranında sosyal güvenlik destek primi kesilir. “Sosyal güvenlik destek primi ödenmiş süreler, sigortalılık süresinden sayılmaz, ayrıca bu süreler için 2829 sayılı sosyal güvenlik kurumlarına tabi olarak geçen hizmetlerin birleştirilmesi hakkında yasa hükümleri uygulanmaz. Bu sürelere ilişkin ödenen primler toptan ödeme olarak geri ödenmez. Sosyal güvenlik destek primi ödenmiş süreler, sigortalılık süresinden sayılmaz ve SSK dışında kalan diğer sosyal güvenlik kurumlarına tabi olarak geçen hizmetleri ile de birleştirilmez.” İşveren aracılığı ile kesilen ve dolaylı bir vergi özelliği taşıyan sosyal güvenlik destek primine esas alınan ücretin alt sınırı asgari ücrete eşitlenmiş olup 1 Ocak ile 30 Haziran 2007 döneminde bu alt sınır 562.50 YTL olarak belirlenmiştir. Prime esas alınacak üst sınır kazancı ise 16 yaşından büyük işçiler için saptanan asgari ücretin 6.5 (altı buçuk) katı olan 3626 YTL ’dir. “Günlük kazançları alt sınırın altında olan sigortalılar ile ücretsiz çalışan sigortalıların günlük kazançları alt sınır üzerinden, günlük kazançları üst sınırdan fazla olan sigortalıların günlük kazançları da üst sınır üzerinden hesaplanır. Sigortalının kazancı alt sınırın altında ise bu kazanç ile alt sınır arasındaki farka ait sigorta primlerinin tümünü işveren öder.” Sigorta primine esas kazancın alt sınırından alınan destek priminin tutarı ayda 168 YTL, kazanç üst sınırından alınan destek primi ise 1.035,45 YTL ’dir. Üst sınır kazancı olan 3.451 YTL ücret alan bir emekli, ayda 1096 YTL destek primi ödeyerek aldığı yaşlılık aylığını fazlasıyla geri ödemektedir. Taban Ücret Destek Primi (sigortalı) Destek Primi (işveren) Destek Primi Toplamı Tavan Ücret Destek Primi (sigortalı) Destek Primi (işveren) Destek Primi Toplamı Ücret 562,50 562,50 % Oranı Tutarı YTL 7,50% 42,19 22,50% 126,56 30,00% 168,75 % Oranı Tutarı YTL 7,50% 274,22 22,50% 822,66 30,00% 1.096,88 HARBİ SEMİH POROY nilgun@cumhuriyet.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com Ücret 3.656,25 3.656,25 Sonuç olarak, sosyal güvenliği desteklemek amacı gerekçe gösterilerek alınan ve karşılığı olmayan bu prim, bir anlamda sigortalı ve işvereninden alınan “sosyal güvenlik vergisi” niteliğinde görünmektedir. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN ÇERKEZKÖY 1. ASLİYE HUKUK (TİCARET) MAHKEMESİ YARGIÇLIĞI’NDAN DOSYA NO: 2006/438 Esas Davacı Aydın Ulusoy vekili Avukat Turan Kabaklar tarafından davalı Urgancılar Tesisat Malzemeleri San. ve Paz.AŞ Çerkezköy aleyhinde açılan iflas davası mahkememizde görülmekte olup duruşması 26.03.2007 günü saat 15.35’e bırakılmıştır. İlan tarihinden itibaren on beş gün içinde iflası istenen Urgancılar Tesisat Malzemeleri San. ve Paz.AŞ’den alacaklı olanların mahkememize müracaat ederek iflası gerektiren bir hal bulunmadığını ileri sürerek mahkememizden iflas talebinin reddini isteyebilecekleri hususu tebliğ olunur. Basın: 11231 19 Mart www.mumtazarikan.com 1/ Sıcaklık nedeniyle su buharı ve kirli gazların atmosfere yükselemeyip yeryüzüne çökmesi; inversiyon. 2/ Eski Yunanistan’da müzik ve tiyatro yapıtlarının sunuldu1 2 3 4 5 6 7 8 9 ğu yapı... Asmanın ya da bostanın verdiği 1 A B D Ü L A Z İ Z sürgün. 3/ Divan ede 2 M A U N N A L E biyatının en uzun şiir 3 E L A M A R O N türü. 4/ Güvence. 5/ 4 L A K A N A Yapısına girdiği söz 5 E R K E A R D A cüğe “kendi kendine” 6 A R E S E Ş anlamı katan yabancı 7 B U R A K S K İ önek... Bir seslenme 8 U Ğ U T S İ ON ünlemi. Bir bağlaç. 6/ 9 N U M A N U S T A Lantan elementinin simgesi... Sarp geçit. 7/ 106 taşla oynanan bir oyun... Temiz, berrak. 8/ Bir topluluk içinde bir kimsenin durumu ya da kazandığı saygınlık... Bir renk. 9/ Cezayir’de doğan ve Arap müziğiyle Batı müziğinin karışımı olan müzik türü... “Maun” da denilen bir ağaç. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir adayı anakaraya bağlayan kıyı dili ya da kıyı oku. 2/ Büyük erkek kardeş... Pulu yapıştırılmadan gönderilen mektup için, alıcının cezalı olarak ödediği posta ücreti. 3/ Lokantada garsonların vazgeçilen yemeği mutfağa bildirmek için söyledikleri söz... Hitit. 4/ On dört dizeden oluşan bir Batı şiiri türü... Avuç içi. 5/ Erkekliğini gidermek, iğdiş etmek... Uzaklık işareti. 6/ Bir vadi ya da bir nehir üzerine kurulan yüksek ve uzun köprü. 7/ Yardım eden, yardımcı... Bir gösterme sıfatı. 8/ Rütbesiz asker... “Sayı farkı” anlamında kullanılan spor terimi. 9/ Bir cins çörek... Yüce, yüksek. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle