10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 ŞUBAT 2007 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Hükümet, Ulus ve Devlet!.. Başbakan, ülkeyi bugünlere getiren politik uygulamalarla ortaya çıkan sonuçların “siyasal sorumluluğundan kaçmak” için, ilgisi olsun ya da olmasın her olayı yapay bir şekilde “ulusçuluk”la ilişkilendiriyor!.. “Devlet”e duyulan güveni sarsmak için, “derin devlet”in varlığına işaret ediyor!.. Aslında Başbakan, Türkiye’de devletin yerine hükümetin egemen olmasını amaçlıyor!.. Cumhurbaşkanlığı, yüksek yargı organları, yükseköğretim kurumları ve Silahlı Kuvvetler başta olmak üzere, özerk kurum ve kuruluşların devlet içinde farklı konumda olmalarının asıl nedeni bu!.. Şu ‘Çılgın Türkler’ mi? Şu çılgın Türkler! Bu, bir övgü mü? Atatürk, “Ey Türk Övün, Çalış, Güven” dememiş miydi? Bu sözü Ankara’nın Güven Parkı’nda anıtlaştırmamış mıydık? Niye ‘övün’ demiş önce? Tartışılmıştı, neden övünülsün. Önce çalışmak, güvenmek gerekmez mi? Kuru kuru övünmek saçmalık sayılmaz mı? Niye ‘övün’ diyor Atatürk? Bizlerin her şeyden önce Türk kimliğini taşıyan bireyler olmamız, kendimizi bilmemiz, kendi niteliğimize inanmamız için!.. Tek başına övünmek yetmez! Kendimize güveneceğiz, çalışacağız!.. Türklüğü; yüzyıllardır ezilmiş, horlanmış, yöneticilerce aşağı görülmüş bir kimliği yücelteceğiz.. övünerek, güvenerek, çalışarak!.. ??? Mustafa Kemal Atatürk’ten önce Türk ulusu var mıydı? Vardı elbet! Ama adıyla sanıyla, gerçeğiyle var mıydı? Yüzyıllarca egemen olan padişahlar, paşalar, beyler, ağalar dönemlerinde varsa yoksa Osmanlılıktı anılan, benimsenen... O günlerde üst kimliğimiz Osmanlılıktı. Türklük bir alt kimlikti; “Şu Orta Anadolu’da yaşayan yoksul, görgüsüz bir halk yığını” sayılan atasözlerinde bile horlanan bir insanlar topluluğu!.. “Al Türk’ü vur turpa, yine yazık turpa”... Bu da Osmanlı Ermenilerinin yakıştırdığı bir söz işte!.. Daha niceleri var, Türk’ü, Türklüğü aşağılayıcı... “Bir Millet Uyanıyor”... Bu bir filmdi. Çocukluğumda gördüğüm, ama hiçbir zaman unutamadığım bir destan! Uyuyan, uyutulması istenen, dost düşman herkesin hatta kendi içimizdeki birtakım şaşkınların, çıkarcıların özlemle yaşattığı bir büyük uyku! “Bir Millet Uyanıyor”dan “Şu Çılgın Türkler”e sürüp gelen uzun yıllar... Bir ulus olduğumuzu güçlükle öğrendik. Savaşlar, yenilgiler, yengiler, nice uğraşlar, acılar sonunda! Ama galiba iyice öğrenememişiz, koca koca adamların “Artık ulus devlet yok”, “Artık ulus da yok” dercesine yazdıkları, konuştukları bir ortama geldik! Ulus olmak için çırpınan halklar dururken, Almanı, Fransızı, İtalyanı ulusallıklarıyla övünürken, nice etnik topluluklar devlet olmayı beklerken, içimizden bazılarının ulusallığımızı yadsımaya kalkması, dünya gerçeklerine aykırı değil mi? “Şu Çılgın Türkler” ne çabuk “Şu Şaşkın Türkler” olduk! Bu gidişle sevgili Özakman yeni bir kitap yazmalı, “Şu Şaşkın Türkler” diye!.. Ulus ve hükümet Türkiye bugün, ülkeyi dinsel bir ideolojiyle şekillendirmek ve de laik rejimi dinsel eksenli yönetime dönüştürmek isteyen bir hükümet tehdidiyle karşı karşıya!.. “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” her şeye rağmen tüm kurum ve kuruluşlarıyla, hükümetin sistemli şekilde sürdürdüğü antidemokratik girişimler önünde bir engel manzumesi gibi ayakta dimdik duruyor!.. Ne var ki; Türkiye’de “ulus” yerine “ümmet”i, “yurttaş” yerine “dindaş”ı, “laiklik” yerine “şeriat”ı egemen kılmak isteyenler, amaçlarına ulaşabilmek için sonu görünmese de her yolu, akla uygun gelmese de her yöntemi denemekten vazgeçmiyorlar!.. Siyasal yönetimin bu alanda son yaptığı, yurttaşların hükümetten esirgediği ve fakat devlete karşı beslediği güveni sarsmak, hükümetin önünde engel gibi görülen devlet kurum ve kuruluşlarını etkisiz kılmak için girişimlerde bulunmak olmuştur. Başbakan; “içinde yasadışı oluşumların yuvalanmış olduğu bir devlet” resmi çizerek, toplumu adeta bir korku tüneli içine sokmuş; yurttaşların “devlet”in yanında değil , “hükümet”in yanında yer almalarını sağlamaya koyulmuştur!.. “Ulusçuluk” ya da “Atatürk milliyetçiliği”ni, tüm yurttaşları kapsayan “tümcül” ve “bütüncül” anlamından arındırarak, ona “ırksal” anlamlar yükleyen bir düşüncenin altyapısı, Türkiye’de bu Başbakan tarafından bu siyasal iktidar döneminde oluşturulmuştur. Alt kimlik öğeleri ön plana çıkarılarak yurttaşlar farklı aidiyet ve mensubiyet odaklarına yönlendirilmiş; sonra da Başbakan bu yanlış anlayışın doğurduğu sonuçların sorumluluğundan kurtulabilmek için son örneğinde olduğu gibi ortaya çıkan resmi tersine çevirerek, bir şekilde ulusçuluğu “ırkçı”, “ayrımcı” ve “kafatasçı” olarak nitelemeye koyulmuştur!.. O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU ağdışı “siyasal İslam” ideolojisinin sarmalı ve hukuk dışı “siyasal yönetim” düzeneğinin baskısı altında kıvranan Türkiye, yeni doğan her güne yeni sorunlarla başlıyor!.. Son olarak, içinde değişik birçok etmenin yer aldığı bir cankıyım (cinayet) sonrasında ortaya çıkan gerçekler, ülkemizin ne kadar kapsamlı sorunlarla iç içe yaşadığını gözler önüne serdi!.. Siyasal yönetimin uygulamalarına direnç gösterdi diye, asılsız suçlamalarla gözaltına alınan rektörlerin konumlarına bakılmaksızın bileklerine kelepçe vurulduğu bu ülkede; artık ellerine Türk bayrağı tutuşturulmuş katiller, objektiflerin, kameraların önüne çıkarılıyor!.. Olan biten her olumsuzluğu, siyasal yönetimin dışında kalan kişi, kurum ve kuruluşlarla ilişkilendirme alışkanlığı içinde olan Başbakan ise bu gelişmeler karşısında, “devlet içindeki kurumlarda art niyetlilerin varlığı”ndan bahsederek, bir kısmıyla belirlenebilmiş karanlık ilişkileri yüzeysel bilgileriyle açıklamaya yelteniyor!.. Başbakan, ülkeyi bugünlere getiren politik uygulamalarla ortaya çıkan sonuçların “siyasal sorumluluğundan kaçmak” için, ilgisi olsun ya da olmasın her olayı yapay bir şekilde “ulusçuluk”la ilişkilendiriyor!.. “Devlet”e duyulan güveni sarsmak için “derin devlet”in varlığına işaret ediyor!.. Aslında Başbakan Türkiye’de devletin yerine hükümetin egemen olmasını amaçlıyor!.. Ç luluk anlayışıyla bu kurumlardan yararlanmak yerine, onları tümüyle gündem dışında tutuyor!.. Ve ne acıdır ki “gensoru” ve “istifa” bugün Türkiye’de siyasal kimlikli yöneticiler tarafından ciddi olmayan birer kurum gibi algılanıyor!.. Başbakan, “Bu ülkede iki konu çok hafife alınıyor!.. Biri istifa; diğeri gensoru!..” derken, aslında başında bulunduğu yönetimin bu iki kuruma olan bakış açısını da sergiliyor. Hükümet, birçok örneğiyle ortaya koyduğu gibi, siyasal sorumluluğu bulunması nedeniyle muhatap olduğu bir gensoru önergesiyle Yüce Meclis’te halkın temsilcileri önünde hesap vermek ya da bu alanda siyasal sorumluluk sahibi olan bakanın istifasını istemek yerine; yalnızca bürokrat konumunda olan kişileri görevlerinden uzaklaştırmakla yetiniyor!.. Hükümet siyasal alanda yaptığı yönetimsel yanlışların sorumluluğunu devletin görevlilerine yüklüyor!.. Hatalarını üstlenmekten kaçınıyor!.. Devlet ve hükümet Devlet bir kurum ve kuruluşlar bütünü!.. Devletin içinde doğal olarak hükümet de yer alıyor. Ne var ki hükümet, anayasa gereği, devletin tüm kurum ve kuruluşlarına egemen değil!.. Çünkü bir kısım kurum ve kuruluşlar devlet içinde hükümet denetiminin dışında kalıyor!.. Siyasal iktidar ise dinsel ölçülere göre şekillendirebilmek için devletin tüm kurum ve kuruluşlarını ele geçirmek istiyor!.. Türkiye’de bugün Başbakan’ın “derin devlet”i gündeme getirmesinin asıl nedeni bu!.. Amaç; devleti mevcut haliyle tartışılır hale getirmek; sonra onu güçsüzleştirerek etkisizleştirmek ve nihayet ele geçirerek ona yeni bir şekil vermek!.. Bu ülkenin başbakanı bugün, yurttaşlar tarafından hükümete duyulan güvensizliği devlete doğru yönlendirebilmek için, “derin devlet” göndermesinde bulunarak içine düştüğü siyasal sorumluluk açmazından kurtulmak istiyor!.. Başbakan’a göre hükümetin egemenliği devletin bazı kurumları tarafından engellenmekte!.. Bu doğru!.. Çünkü devletin tüm kurum ve kuruluşlarında bu ülkenin geleceğine ilişkin değerlendirmeler, politik tercihlere ve gerekçelere göre değil, gerçeklere ve ulusal çıkarlara göre yapılıyor!.. Ve tabii ki devletin anayasal kurum ve kuruluşları, zamanı geldiğinde bunu dikkate almayan siyasal yönetimlerin karşısına dikiliyor!.. Siyasal sorumluluk ve hükümet Dünyada gelişmiş demokrasilerin yerleşik olduğu ülkelerde, siyasal yönetimde başarısız olan hiçbir iktidar, sorumluluk üstlenmekten kaçınmıyor!.. Ortaya çıkan sorunun, parlamentoda görüşülmesine engel olmuyor!..Tam tersine bu isteğe destek veriyor!.. Tartışma sonrasında ihmali belirlenen ya da kusurlu görülen sorumlular hakkında işlem yapılıyor. Konuyla ilgili siyasal sorumluluğu olan bakan ya da başbakan bile olsa sonucu beklemeden, daha başlangıçta onurlu bir davranışla istifa ediyor!.. Türkiye’de de toplum artık bu erdemli siyasal olgunluğu ülkenin siyasal yöneticilerinden bekliyor!.. Ne var ki Türkiye’de siyasal yönetim, 2002’den bu yana, siyasal sorumluluğun iki temel kurumu olan “gensoru” ve “istifa”dan özellikle uzak durmaya adeta özen gösteriyor. Hükümet, demokratik bir tavırla ve sorum Gelinen nokta Başbakan’ın Türk ulusal kimliğini yok edebilmek için üretmiş olduğu “anlamsız”, “saçma” ve “içi boş” terimler henüz belleklerden silinmiş değildir!.. Onun esas amacı; “Atatürk”ün bu ulusa kazandırdığı “ulusal kimliği” yani “Türk kimliği”ni yok etmek, ve yeniden “ümmet” anlayışını geri getirmektir!.. Ama artık “Türk ulusu tehlikenin farkına varmıştır!..” Yurttaşlar her yerde Türkiye’yi “İslam Cumhuriyeti”ne dönüştürmek isteyenlerin karşısına çıkmaktadır!.. Vatandaşlar, Türkiye’nin anayasal niteliklerini değiştirmek için yola koyulanların önünde, setler oluşturmaktadır!.. “Kurtuluş uzak değil yakındır!..” Bizim de Bir Ermenimiz Vardı! ESAS: 2007/7 Davacı DPÜ vekili tarafından davalılar Fatih Öncül, Hasan Gündoğar, Fikret Öncül ve Tahsin Uluboyar aleyhine mahkememize açılan 2001/692 esas sayılı alacak davasının yapılan açık yargılaması sonunda verilen karar, Yargıtay 18. H.D.B’nin 19.09.2006 tarih ve 2006/37726545 sayılı ilamı ile bozulmakla tashihi karar edilmemesi nedeniyle yeni esasa kaydı yapılarak verilen tensip kararı gereğince, Tüm araştırmalara rağmen bulunamayan davalı Tahsin Uluboyar’ın duruşma günü olan 14/03/2007 günü saat 09.45’te duruşmada hazır bulunması veya kendisini vekil vasıtasıyla temsil ettirmesi, aksi takdirde duruşmanın yokluğunda devam edeceği ve yokluğunda karar verileceği tebliğ yerine geçmek üzere İLAN olunur. (Basın: 4514) KÜTAHYA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN Rasim AKKAYA T İLAN ADANA TÜKETİCİ MAHKEMESİ Esas No: 2006/39 Davacı Gökay Tekbaşlı, vekili Av. Raşit Yılmaz tarafından davalılar Sabiha Sağlambilek, Selahattin Akray, Sahar Bendin, Müzeyyen Pekduraner ve Uğur Özgen aleyhlerine açılan Ferağa İcbar ve Hükmen Tescil davasının yapılan yargılamasında verilen ara karar gereğince; Davalı SELAHATTİN AKRAY’ın bildirilen T. Özal Bulv., Kerim Akray Apt. K: 2/2 ADANA ve davalı UĞUR ÖZGEN’in Reşatbey Mah., 5 Ocak Cd., Solmaz Apt. No: 2 ADANA adresine çıkartılan duruşma günü tebliğ edilememiş, adresleri görevsizlik kararı veren mahkemece de yapılan emniyet araştırmasına göre tespit edilemediğinden duruşma gününün ilanen tebliğine karar verilmiş olmakla, davalılar SELAHATTİN AKRAY VE UĞUR ÖZGEN’in duruşma günü olan 13.03.2007 Günü saat 09.15’te bizzat mahkememizde hazır bulunmaz veya kendilerini bir vekille temsil ettirmedikleri takdirde, yargılamaya yokluklarında devam olunarak karar verileceği hususu, duruşma günü tebliği yerine geçerli olmak üzere davalı SELAHATTİN AKRAY ve UĞUR ÖZGEN adına ilanen tebliğ olunur. 25.01.2007 (Basın: 4888) KADIKÖY İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ KADIKÖY İFLAS DAİRESİ MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN EK SIRA CETVELİ İLANI Dosya No: 200213 İflas Müflisin adı, soyadı, adresi: AKKUŞ SANDALYE VE MOBİLYA SAN. VE TİC. A.Ş. Müflis hakkında alacak ve istihkak iddialarının tahkik ve tetkik işlemi bitmiş, İ.İ.K’nun 206 ve 207 maddeleri gereğince düzenlenen alacaklılar ek sıra cetveli incelenmek üzere Daire’ye bırakılmıştır. Sıraya ait şikâyetin ilan tarihinden itibaren 7 gün içinde İcra Tetkik Mercii’ne, alacağın esasına ve miktarına ilişkin itirazların ise ilan tarihinden 15 gün içinde Asliye Ticaret Mahkemesi’ne İ.İ.K’nun 235. maddesine göre yapılması gerekir. Alacağı kısmen veya tamamen reddedilen alacaklıların 2. alacaklılar toplantısına katılabilmeleri için kayıt kabul davası açtıkları Asliye Ticaret Mahkemesi’nden toplantıya katılma kararını dosyaya ibraz etmeleri gerekmektedir. İ.İ.K’nun 232., 234. ve 235. maddeleri gereğince tebliğ ve ilan olunur. 11.01.2007 Basın: 5315 ürk’tük... Çocukluğumuzdan itibaren bildiğimiz kadarıyla Hanefi mezhebine bağlı bir Müslümandık... Hanefiliğin ne demek olduğunu da tam bilmezdik, ama bize 4 mezhep olduğu ve bunların Hanefi, Hambeli, Maliki ve Şafii mezhepleri olduğu söylenirdi. Ülkemizin adı Türkiye, başkenti Ankara olup 67 ilimiz vardı... Mustafa Kemal adlı, akıllı, çalışkan ve duyarlı bir asker; ülkesini parçalanmaktan kurtarmak ve gidişata dur diyebilmek için kendisi gibi inançlı ve duyarlı bir arkadaş grubunu harekete geçirmiş, tüm ulusu arkasına alarak vatanı kurtarmış, Cumhuriyetimizi kurmuştu... Biz hepimiz Atatürk’ü çok seviyorduk... Andımızı ve ay yıldızlı Türk bayrağına bakarak İstiklal Marşımızı coşkuyla söylüyor, milli ve dini bayramlarımızı çocuksu duygu ve heyecanlarla kutluyor, ne güzel sevinçler yaşıyorduk... Yurdumuzu çağdaş uygarlığın üstüne çıkaracaktık... de yoksulluğumuza çare arıyorduk. Birdenbire üç şak olduk; sağcı, solcu ve selametçi olarak! Daha dün Ankaralının, Anadolulunun ve dahi Trakyalının böyle bir derdi yoktu... Çocukluğumuzun Türkiyesi elimizden çıkıyordu... Zamanla etrafımızda Kürt, Laz, Çerkez, Yörük, Türkmen, Abaza, Arnavut, Tatar, Boşnak ve daha başka kimlikli insanların olduğunu öğrenmeye başladık. Onlar okullardaki öğretmenlerimiz, öğrenci ve asker arkadaşlarımız ve işyerimizdeki meslektaşlarımızdılar... Düşünce arkadaşlarımız, tavla, okey, briç ve çeşitli kâğıt oyunlarında yenip yenildiğimiz dostlarımızdılar. Avrupa markası Kahramanmaraş ve Çorum’da halk birbirine girmiş... Büyük şehirlerde de bölünmüşler mahalle mahalle, AleviSünni diye... Alevilik, Şii mezhebinin bir kolu imiş ve Hz. Muhammet’in ehli beytine, yani sülalesine dahil kişilermiş ve ülkemizin bazı yerlerinde yaşarlarmış... Biz de böylelikle Sünni olduğumuzu öğrendik! Neyse biz bunları öğrendikçe kültürleniyorduk... Yalnız el oğlu Ay’a çıkmıştı; sanayide, bilim ve teknikte ilerlemişler neler neler üretiyordu. Kaliteyi göstersin diye adına “Avrupa” dedikleri marka malları üretip satıyorlardı bize... Elektriği bulmuşlar, radyo, televizyon, müzik ve ev aletleri, üretim makineleri, arabalar, trenler, uçaklar, deniz ve uzay araçları yapıyorlardı... Hatta bizim elimize ve evlerimize oyuncaklar sunmuşlardı; telefon, internet, fotoğraf makinesi ve dijital bilmem neler... Ama Sağcılık solculuk Yoksulluğumuzdan gayrı bir derdimiz yoktu. İleriye bakıyorduk; okuyup, büyük adamlar olup, ailemize ve yurdumuza yararlı insanlar olacaktık. Hani yoksulluk dedik ya, üç aşağı beş yukarı birazcık fark da olsa hepimiz yoksulduk... Sadece eşraftan sayılan ve 3 5 aileden oluşan varsıllar vardı etrafımızda... Birazcık büyüyünce, bizim neden az paramız var, ayakkabımız delik, takım elbisemiz, iskarpinimiz yok demeye başladık. Bunları irdelerken birden sağcılık solculuk türedi ülkemizde. Biz sadece masumane bir şekil KADIKÖY İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ KADIKÖY İFLAS DAİRESİ MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN İFLASA İLİŞKİN İLAN DOSYA NO: 20071 İflas MÜFLİSİN ADI, SOYADI VE ADRESİ: SAY KOM SAYISAL TELEKOMİNİKASYON PAZARLAMA VE TİCARET ANONİM ŞİRKETİ Selmanağa Mah. Selmani Pak Cad. No.35/20 Üsküdar İstanbul Ticaret Sicil Memurluğu’nun sicil 435375/382957 sayısında kayıtlı yukarıda adı, soyadı ve adresi yazısı şirketin Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2006826 esas sayılı dosyasından 25.01.2007 günü saat 15.15’ten itibaren iflasına karar verilmiştir İ.İ.K. 166. maddesi gereğince keyfiyet tebliğ ve ilan olunur. 30.01.2007 Basın: 5322 bunlar bizi ilgilendirmiyordu... Sonraları ülkemizde bir de gayrimüslim Rumlar ve Ermenilerin yaşadığını öğrendik. Biz anladık ki Türkiye ortak bir yurttur, içinde Müslüman ve gayrimüslim insanlar yaşar. Vatandaş olarak hepsi Türk’tür, ancak etnik ve ırki ayrılıkları vardır. Ne yalan söyleyelim bu durumdan rahatsız olanların olduğunu, kimi zaman örgütlü, kimi zaman bireysel tartışma isteklerinden veya insan canına kıymaya kadar varan eylemlerden anladık. Biz birbirimize karşı önceden de mi eldik, yoksa sonradan mı el ettiler bilinmez, karşılıklı “eller armut toplamamaya” başlamıştı yıllar öncesinden... Vuruşuyorduk artık, “bizbize” derdimiz neyse? Yurdumuzda bir Ermeni yurttaş Hrant Dink’i vurdular. Hem o güvercinli yazısı, hem de o altı delik ayakkabısı yok mu, bizi yüreğimizden yaraladı... Ne kadar da bizden olduğunu ve bize benzediğini anladık, güvercin masumiyeti içinde ayakkabısını görünce... Duygusallığımız ve yoksulluğumuz bizi vurmuştu! Esas kavga, yoksulluk üzerine idi ama, başka kavgaları sundular bize akıllı dünyalılar! Kavganın aslını unuttuk biz, AB ile oyalanmaktan... Ülkemiz insanlarına; AleviSünni, etnik ya da azınlıklar var diyerek, uyduruk kavgaları hatırlatıp duruyorlar “sizin asıl kavganız budur” diye, kapitalist ve emperyalist amaçları için... Yutmayacağız Yutmayacağız artık! Ülkemizde her çeşit yurttaş ortaklarımız olduğunu öğrendik, kabul ettik. Evet Rumumuz da, Ermenimiz de vardır ve bizimdir. Türkiye miz yaşasın, gönüllerimiz bir olsun. Mesleğimizde bizim de bir Ermenimiz vardı! İstanbul’un 300 ilköğretim müfettişinden birisi de Barur Ersaraç isimli bir Ermeni arkadaşımızdı. Şimdi emekli oldu. Barur, yaptığımız ilköğretim müfettişleri kurul toplantılarının her defasında mutlaka söz alır, öğretimeğitim ve meslek sorunlarımız hakkında konuşurdu... Onu sempati ve ilgi ile dinlerdik... Onun konuşmalarından hiç yüksünmediğimiz gibi, “Barur konuşsun” diye özellikle beklerdik. O bizim kurulumuzun ve mesleğimizin gönülden zevki ve güzelliği idi, o bizim Ermenimizdi... Hrant Dink, bizim her şeyi beraber teneffüs ettiğimiz yurttaşımızdı, zaten toprağımızdı, toprağımız oldu... Evet, Hrant Dink öldürüldü. Kimileri gibi Ermeniyim demiyorum... Ben Türk’üm ve biz Türkiye’yiz. Acıya ortak olmak, bir kimliğin mensuplarını rencide ederek mi, yoksa o insanlık dışı olaya karşı duruş sergileyerek mi daha etkili olur? Türklerin insanlıklarını göstermeleri için mutlaka başka kılığa mı girmeleri gerekmektedir? Biz kimliğimizle üzülemez, acıyamaz mıyız? Biz insan değil miyiz? Türk soyunu insanlık dışı olarak somutlaştırmaya çalışan bu yaklaşım, empati amaçlı da olsa dışlayıcı ve horlayıcı değil mi? Bu cinayeti ne amaçla ve kimin adına yaptığı bile belli olmayan bir caninin yanına itilmeye, niçin alet olunmuştur? Türk’ün engin insanlığında herkese yer vardır. Suçluyu ve suçu kınamak için Türklüğü rencide etmeye gerek var mıydı? Esas kanına dokunmak bu değil mi? Hevesli ve istikrarlıysanız garanti benden... Westminster University ve Premier College sertifikalarına sahip, Londra’da Master Yapmış ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH gramer, iş İngilizcesi, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık Acıbadem/İstanbul 0 536 225 07 80 GÜZEL SANATLARA BİREBİR HAZIRLIK RESİM YAĞLIBOYA KARAKALEM VE HOBİ AMAÇLI KADIKÖY’DE ATÖLYE ORTAMINDA RESİM DERSİ VERİLİR 0 535 794 09 85 T.C. KADIKÖY İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ TASFİYE TATİLİNİN İLANI KADIKÖY İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN DOSYA NO: 200616 İflas Müflisin adı,soyadı ve adresi: GESİ TAŞIMACILIK VE TİCARET LTD.ŞTİ. MaltepeBağdat Cad. Maltepe Kapalı Çarşısı No.179/263 İstanbul Yukarıda adı ve adresi yazılı müflisin masaya ait hiçbir malı bulunmadığından İcra ve İflas Kanunu’nun 217. maddesi uyarınca tasfiyenin tatiline karar verilmiştir. İşbu ilan tarihinden itibaren 30 gün içinde alacaklılar tarafından gideri peşin verilerek (5.000,00YTL.) iflasa ilişkin işlemlerin devamı istenmediği takdirde iflasın İİK 254 maddesine göre kapatılacağı hususu tebliğ ve ilan olunur. 19.01.2007 Basın: 5320 CUMHURİYET 02 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle