13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 ŞUBAT 2007 ÇARŞAMBA 6 DİZİ Feodal yapıya karşı olan sanatçıların eserlerinde özgürlük, eşitlik, kardeşlik, yurtseverlik ilke oldu AVRUPA GÜRAY ÖZ Notalarla ses bulan mücadele V atanseverlik duygularının müzik ile gelişmesine ve desteklenmesine önce Batı dünyasından, bilahara kendi tarihi geçmişimizden bazı örnekler vererek bu kavramın estetik ve duygusal zenginliğini sizlere ifade etmeye çalışacağım. Yüzlerce yıllık müzik tarihinde vatanına bağlı, onu seven ve gerektiğinde onun için elinden gelen her şeyi yapacak olan hiç kuşkusuz yüzlerce besteci vardır. Ama besteleri yoluyla bunu tüm dünyaya ilan etmiş Beethoven, Chopin, Verdi, Wagner, Rus Beşleri, Dvorak, Smetana, Prokofiev ve Şostakoviç ilk anda akla gelen en önemlileridir. Ulusalcılığın kökeninde, Aydınlanma ve Fransız Devrimi’nin tüm dünyaya yayılmış “ özgürlük, eşitlik, kardeşlik” üçlemesinden oluşan ilkeleri bulunmaktadır. 1789 Devrimi Beethoven’i derinden etkilemiştir. Avrupa’daki politik gelişmeleri yakından izleyen Beethoven, 1800’lerin başından itibaren Fransız Devrimi’nin liberal, antifeodal ve demokratik ruhunun temsilcisi olmayı benimser. Beethoven büyük bir heyecan ve tutkuyla 3. Senfoni’sini Napolyon’a adar, ancak Napolyon’un kendisini imparator ilan etmesiyle büyük bir üzüntü ve hayal kırıklığı içinde eseri “isimsiz bir savaş kahramanına” adıyla değiştirir. Bu dönemde yazdığı Fidelio Operası ve Egmont Uvertürü de yurtseverlik ve zorbalığa karşı kazanacağı zafer inancıyla yazdığı eserlerdir. İnsanlığa olan sarsılmaz inancını ve sevgisini ise 9. Senfoni’sinde Schiller’in “Neşeye Övgü”süyle ve onun nakaratı olan “Bütün İnsanlar Kardeştir”in müziğinde büyük bir coşkuyla ilan eder. 1842 yılında Milano’da ilk temsili yapılan Verdi’nin Nabucco operasında “zulme başkaldırış” konusunu işler. ATATÜRK’ÜN MÜZİĞE BAKIŞI Ulusal değerde çağdaş müzik A BASKI REJİMİNE KARŞI BAŞKALDIRI . yy. ’ın Rusya’daki en büyük iki bestecisi Prokofiev ve Şostakoviç, Stalin rejiminin ağır baskısı altında müzik yapmış olsalar da, her iki bestecinin de halklarına büyük saygı besledikleri ve sosyalizme inandıklarını görürüz. Prokofiev: Aleksandr Nevski, Savaş ve Barış Operası, Şostakoviç: Leningrad Senfonisi bu konunun güzel örnekleridir. Leningrad Senfonisi; İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler’le savaşmakta olan Sovyetler Birliği genelinde o kadar büyük başarı kazandı ki, tıpkı Miaskovski’nin “Kirov Bizimle” kantatı gibi Sovyet halkının kahramanlık duygularını yansıttığı için yapıta 1941’de Devlet Ödü 20 Y URTSEVER NOTALAR Chopin’in eserlerindeki vatanseverlik Beethoven ya da diğer bestecilerin anlatmak istediklerinden oldukça farklıdır; çünkü onun müziğinde, ilk kez özgürlüğü uğruna savaş veren, ezilen bir ulusun anlatımı simgelenmektedir. Fransız bir baba ve Polonyalı bir anneden doğan Chopin, 1830’da sanatını kanıtlamak için gittiği Viyana’da Rusların Varşova’yı işgal ettiği haberini almış, Schumann’ın sonradan “Çiçekler arasına saklanmış toplar” dediği o meşhur “İhtilal” etüdünü yazmıştı. Polonya’nın hem köylü hem de aristokrat müziğine özgü kalıplardan kaynaklanan Mazurka ve Polonezler, ülkesine olan özlemini anlattığı eserlerdir. Polonyalı ozan Mickiewicz’e göndermeler içeren fa minör baladı, Polonya’nın tarihsel özgürlük mücadelesinin etkisiyle yazılmış bir başka önemli eseridir. Yaşamı boyunca İtalya’nın bağımsızlığı ve köylülerin esenliği için çalışan Verdi ulusunun bağımsızlık yolundaki mücadelesine operaları ile katkıda bulunmuştur. 1842 yılında Milano’da ilk temsili yapılan Nabucco operası, konu olarak “zulme başkaldırışı” işler. Verdi, o dönemde ülkesinin içinde bulunduğu durumla bu konu arasında benzerlikler olduğunu düşünerek bu opera üzerine çalışmış ve opera İtalya’da büyük bir olay yaratmıştır. lü verildi. Çek ulusal müzik okulunun kurucusu ve öncüsü Smetana’nın 1863’te yazdığı Brandenburglular adlı operası, ulusal akımı durdurmak isteyen dış güçler tarafından engellenmek istenir ama bu niyet başarıya ulaşamaz. Besteci bu eserin ardından Ma Vlast (Vatanım) adlı anıtsal Senfonik şiirini yazar. Smetana’nın yanı sıra bir diğer ünlü Çek besteci Dvorak önceleri Alman geleneğini takip eder, müzik çevrelerinde adını ilk kez duyurması Brahms’ın tavsiyesi ile bestelediği Slav Dansları ve Mora Düetleri ile olmuştur. Ancak Dvorak hiçbir zaman Smetana’nın Vatanım adlı senfonik şiiri gibi görkemli eser yaratmayı amaçlamamıştır. Cemal Reşit Rey tatürk’ün genel anlamda müziğe bakışını şekillendiren üç özellik; insan sevgisi, ulus sevgisi ve çağdaşlıktır. Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleştirilen Türk Müzik Devrimi’nin ancak ulusal değerler korunarak evrensel normlar ile çağdaşlaşabileceği görüşü benimsenmiş ve bu yönde çalışılmıştır. Bugün bu alanda kazandığımız değerler, Cumhuriyetin, ilk yıllarındaki Türk müzik devriminin olumlu sonuçlarıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki çoksesli müzik, her sahada olduğu gibi Büyük Atatürk’ün gösterdiği istikamette gelişmiştir. Bu bakımdan öncelikle Atatürk’ün müziğe bakışını, Türk Müzik Devrimi’nin temel taşlarını açıklamak istiyorum. Çağdaş klasik müziğin kurumsallaşmasının öncüsü Büyük Atatürk “Bir ulusun değişikliğinde ölçü musikide değişikliği algılayabilmesidir” demek suretiyle müziğe bakışını çok veciz bir şekilde ifade etmiştir. Sanatı, “Güzelliğin Anlatımı” olarak tanımlayan Atatürk, 1933 yılında ünlü 10’uncu Yıl Nutku’nda güzel sanatlar ile ilgili olarak “Türk milletinin tarihi bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onu yükseltmektir. Bunun içindir ki milletimiz, yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, yaradılıştan gelen zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik ruhunu sürekli ve her türlü vasıta ve tedbirlerle başlayarak geliştirmek milli ülkümüzdür” demiştir. MÜZİKTE ULUSALLIK Adnan Saygun 1933 yılında Cumhuriyetin onuncu yılında yaptığı tarihi konuşmada müzik konusundaki düşüncelerini çok net bir şekilde açıklama imkânı bulmuştu. “Ulusal ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişler, söyleşileri toplamak, onları bir an önce genel musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu sayede Türk Ulusal Musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir.” 1923’ten sonra yurtdışından dönüp Darü’l Elhan’a hoca olan Cemal Reşit Rey’in, 12 Anadolu Şarkısı’nı bestelemesi ve bunu ilk kez Paris’te seslendirilmesi Cumhuriyetin ilk yıllarına rastlar. Hasan Ferid, Türk müziği teorisyeni Saadettin (Arel) Bey’in desteğiyle Viyana’ya müzik tahsiline gitmiş, öğrendiği Batı müziği tekniğiyle, geleneksel müzik birikimini kanun konçertosu yazarak birleştirmiştir. Ulvi Cemal Erkin’in İrticaller ve Köçekçeler’i, Adnan Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu bu etkileşim kaygısını bugüne taşıyan eserlerdir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken, Türkiye’de tartışmanın zirvesindeki iki kavram dincilikmukaddesatçılık ile milliyetçilik oldu. Her iki kavramın da sahipleri var. Sol ise etkin olmadığı, ortalıkta görünmediği için kendi geçmişinde ciddi bir yer tutmuş olan ulusalcılıktan bucak bucak kaçıyor. Yurtsever olduğunu bile yarım ağız söylüyor. Neden? Kavramlar da tarihseldir, zamana ve zaman içindeki yorucu yolculuğa tabidirler de ondan. ??? Milliyetçilik burjuvazinin yükselme dönemine aittir. Milli devletler kuracaksın, pazarını koruyacak, ötekilerle savaşacak, halkla birleşebiliyorsan ulusal demokratik devrimler gerçekleştirecek, işgalcilerle kapışacaksın. Küreselleşme ise çürüme döneminin kavramıdır. Bu dönemin burjuvası ötekiyle birleşerek, asli karakteri olan sömürüden uluslararası planda daha çok pay almanın peşine düştü. Bir zamanlar emperyalist sömürge imparatorluklarından ayrılmanın kendi ulusal devletini kurmanın ideolojisi olan milliyetçilik, bugün emperyalist parçalamanın ideolojisine dönüşme aşamasındadır. Irak o nedenle parçalanıyor. Yugoslavya o nedenle parçalandı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının somut sonucu aynıdır. Şimdinin “milli” devlet kurma niyetlileri, örneğin Barzani, bulundukları coğrafyayı emperyalistlerin desteğiyle parçalayarak amaçlarına ulaşmayı deniyorlar. Olamaz mı? Olabililir. Emperyalistlerle birlikte “ulusal devlet” ne kadar olabiliyorsa o kadar olabilir. Bizim ülkemizin tarihine bakanlar, emperyalistlerle işbirliğinin sonuçlarını kolayca kavrayabilirler. Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla kavuştuğumuz bağımsızlığımızı, ABD ve AB’ye karşı zaman içinde nasıl kaybettiğimizi enine boyuna düşünmek, ulusal devleti kurarken emperyalistlerle kapışmanın bile yeterli olmadığını, sonrasında da bağımsızlık için titizlenmek gerektiğini bize iyi anlatır. Bugün de şoven Türk milliyetçiliği ile Kürt milliyetçiliği, ABD’nin Ortadoğu için öngördüğü parçalama planlarına cuk oturmaktadır. Bunu anlamak için stadyumlarda cinayete sahip çıkanlarla, “alışacaksınız” diyen Barzani’ye kulak vermek yeterlidir. ??? Günümüzün Türkiyesi’nde kavramların biraz daha karıştığını kabul etmeliyiz. Tartışma zorunluluğu da buradan doğuyor. Sol, kendi kavramlarını küreselciliğin kavramlarına neden hızla terk ettiğini sorgulamadan günümüzü anlayamaz, ona uygun politikalar geliştiremez. Peki, sol neden yıllar boyu emek verdiği milli, ulusal, demokratik programları kolayca bırakıyor? Neden ulusalcılıktan kurtulmaya çalışırken, küreselciliğe teslim oluyor? ??? Nedeni, geçmişte bu kavramları sömürüye karşı mücadeleyle, solun kendi karakterini oluşturan kavramlarla birleştirme çabasına ağırlık vermemesidir. Bunun bedeli ağır oldu. Bugün de bu kavramlara soldan bakmamanın bedeli ağır olur. Bugün sol, ulusalcılıktan kendini kurtarmak isterken, şovenmilliyetçi mukaddesatçılıkla küreselciliğin tuzağına düşüyorsa, iki cephede birden savaşmanın erdemini keşfedemiyorsa, vay halimize! Çağımızın kavramı yurtseverliktir. Yurtseverlik, bulunduğunuz toprakları insanlarıyla birlikte sevmektir. İnsanları sevmek, farklılıkların zenginliğine inanmakla olur. Eğer farklılıkları görmezden gelirseniz, emperyalistin sizden daha iyi göreceğinden ve bölmek, parçalamak için kullanacağından emin olabilirsiniz. Irak’ta olan budur. Türkiye için hazırlanan planın özü de budur. Harita mı? Haritayı zaten biliyorsunuz. eposta: [email protected] Kavramlar Labirentinde Yurtseverliğin Yeri Eserlerde vatan, millet, yurtseverlik kavramlarının ön plana çıkarılması gerekiyor Sanat ‘ortak bilinci’ yaratmalı umhuriyetin ilk yıllarında Milli Mücadele ve onu temsil eden ruh dünyasının anlatılması ve yaşatılması konusunda ortak bir bilincin oluşması söz konusudur. Daha sonraki dönemde gerekçeleri faklılaşmakla, bir ideolojik temel üzerine oturtulmakla birlikte yine bir gayret söz konusu olmuştur. Ancak bütün bu çabalara rağmen, aradan yıllar geçtikten sonra bile Cumhuriyet tarihini ve toplumsal hayatını romanlarda arayan incelemecilerin birçoğu, Cumhuriyet’in ilk yıllarının güçlü bir biçimde yazıya dökülememişliği konusunda birleşirler. Taner Timur’a göre, edebiyat tarihimizde Mustafa Kemal’i ve Kurtuluşçu cepheyi devrimci bir yaklaşımla gerçekçi bir şekilde veren, değeri herkesçe teslim edilmiş bir romanın yokluğu dikkat çekicidir. Tahir Alangu, bu yokluğu edebiyatın, henüz halka mal olmamış devrimlerin propagandasını yapmaya memur edilmesinde arar. Alemdar Yalçın ise; “(1). Dünya Savaşı’ndan yüzlerce roman çıkaran Batı, Vietnam Savaşı’ndan yüzlerce film çıkaran Amerikalı aydın, kendi meselesine sahip olmanın, onlara ciddiyetle yaklaşmanın zevkini, verdiği kaliteli eserlerde tatmaktadır. Bizim, her biri acıtatlı binlerce olayın destanı olan tarihimiz ise, kendi aydını tarafından keşfedilmeyi beklemektedir” şeklinde bu konudaki eksikliğimizi dile getirmektedir. Çalışmamızın başından bu yana görüleceği üzere “vatan, millet ve vatanseverlik” gibi kavramlar, devletin ve genel anlamda vatanın birtakım iç ve dış tehditler neticesinde tehli Sağlık ocaklarına sahip çıkacaklar ? İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) İzmir Sağlık Platformu üyeleri, yurttaşların katılımıyla sağlık ocaklarına sahip çıkacak. Platform üyeleri, 1 Mart’ta Bornova Atatürk Mahallesi, Çimentepe, Aydınlıkevler, Yüzbaşı Şerafettin sağlık ocaklarında aile hekimliği sisteminin İzmir’e yarar getirmeyeceğini vurgulayacaklar. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Üyesi Mustafa Vatansever, İzmir halkının sağlık ocaklarını benimsediğini söyledi. C keye düştüğü, toplumsal ayrışma ve buhranların baş gösterdiği dönemlerde daha derin ve yoğun bir biçimde işlenmiştir. Edebi eserler, bu buhranlı dönemlerde kimi zaman toplumun, vatandaşların hissiyatına tercüman olmuş, kimi zaman aydın kesim ile toplum arasındaki uçurumun ortadan kaldırılması görevini üstlenmiş, kimi zaman da karşılaşılan tehdidi ortaya koyup bu tehdit karşısında topyekun bir mücadelenin gerekliliğini vurgulayarak toplumu oluşturan bireylerin kaynaşma noktasını teşkil edecek “vatan, millet, vatanseverlik” kavramları üzerinde yoğunlaşmıştır. T ÜRKİYE ATEŞ ÇEMBERİNDE yada yukarıda izah edilen değişik gerekçelerle çatışmalar, iç savaşlar, toplumsal ayrışmalar yaşanmaktadır. Çevremizde kopan bu fırtınanın etkileri ülkemize de sirayet ettirilmek istenmekte ve toplumsal ayrışma noktaları kaşınmak suretiyle bir parçalanma senaryosu sahnelenmek istenmektedir. Tarih göstermiştir ki bu tarz parçalanmalar, hiçbir dönemde olumlu sonuçlar ortaya çıkarmamış ve o toplumlara mutluluk ve huzur getirmemiştir. Bu gün komşumuz Irak’ta yaşanan değişik köken farklılıklarına dayalı iç çatışma ve savaşın sonucunda da hiçbir taraf mutlu olmayacak, akıtılan kan ve gözyaşı bu acı senaryonun parçası olanların yanına kâr kalacaktır. Günümüzde de hızla değişen dünya düzeni, stratejik dengeler, ekonomik ve siyasal faktörler, küreselleşmenin milli kültürler üzerindeki yıpratıcı etkileri gibi değişik etkenler neticesinde pek çok toplumda ayrışma hareketleri baş göstermiş, mikro milliyetçilik akımları, ideolojik parçalanmalar devletleri ve toplumları yeni parçalanmaların eşiğine sürüklemiştir. Türkiye Cumhuriyeti, içinde bulunduğu jeopolitik konumu nedeniyle bu ayrışma, parçalanma ve çatışma noktalarının tam da göbeğinde bulunmaktadır. Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu ve Orta Asya, yaşadığımız yüzyılın en önemli çatışma noktalarını oluşturmaktadır. Türkiye, adı geçen bölgelerle tarihi, siyasi, coğrafi ve kültürel bağları sebebiyle bu çatışma noktalarının hepsiyle doğrudan ilişkilidir. Türkiye’nin bulunduğu coğraf SAVAŞI RUHU K URTULUŞ YENİDEN CANLANMALI Bu vatan üzerinde yaşayan, bu vatan benimdir diyen herkesin sahnelenen bu acı senaryonun farkında olmasına ve bizi biz yapan değerlerle, bu değerleri özgürce yaşayabilmemizi sağlayan kutsal vatan toprağına daha bilinçli ve kararlı bir şekilde sarılmasına ihtiyaç vardır. Yani asıl itibariyle, bugün ülkemizin içinde bulunduğu sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel şartlar, Kurtuluş Savaşı yıllarında ortaya çıkan şartlardan daha ağırdır; bu bakımdan milletin huzur ve saadeti için o yıllarda verilen mücadeleye denk, aynı milli şuur milli birlik ve iradeye sahip bir “Milli Mücadele”ye ihtiyaç vardır. Öyleyse o günün koşullarında Anadolu insanını hiçbir ayrışma noktası gütmeksizin bir araya getirip “bu ahval ve şe rait içinde dahi” Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmasını sağlayan şuur nasıl oluşturulduysa şimdi de aynına daha fazlasıyla ihtiyaç vardır. Bu çerçevede çalışmanın bütününde edindiğimiz izlenime dayanarak; edebiyatın, sinemanın, tiyatronun hatta müziğin sosyal faydacılık anlayışına bürünerek bu şuurun tesisinde ve “vatan, millet, vatanseverlik” kavramlarının tüm toplum kesimlerinde bir kez daha canlandırılmasında yeniden görev üstlenmesine ihtiyaç vardır. Edebiyatın ve sanatın diğer dallarının bütün bütün bu bilinç ve sorumluluktan uzak olduğunu söyleyemesek de içinde bulunulan şartların ağırlığına nispetle yeterli bir gayret içinde olduğunu söylemek de güçtür. Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan, vatanını ve milletini seven herkesi aynı çatı altında buluşturacak en güçlü değer olan “vatan” kavramının daha canlı tablolar halinde genç nesillere anlatılmasına ve onların “Karnımın doyduğu yer vatanımdır” anlayışından sıyrılarak daha bilinçli vatanseverler kılınmasına katkıda bulunacak her türlü sanat eserine ihtiyaç vardır. “Memleket bitti, yine bitmedi hâlâ sen ben Bize bu hâl ile bizden büyük olmaz düşmen.” (2) Namık Kemal (1) Alemdar Yalçın, Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı, Günce Yay., 1998, (2) Hikmet Dizdaroğlu, a.g.e., s. 50. Hasan Âli Yücel anılıyor ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Çağdaş eğitimin ve Cumhuriyet aydınlanmasının öncü isimlerinden Hasan Âli Yücel, ölümünün 46. yılında düzenlenen çeşitli etkinliklerle anılıyor. Köy Enstitüleri’nin kurucusu, ilk Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Âli Yücel için dün, adını taşıyan Hasan Âli Yücel İlköğretim Okulu’nda bir tören gerçekleştirildi. Eryaman 3. Etap’taki okulun konferans salonundaki törene, Yücel’in kızı Canan Yücel Eronat da katıldı. Törende anasınıfı öğrencileri Yücel’den şiirler okudu, üst sınıf öğrencileri de Yücel’in sevdiği eserlerden olan “Yemen Türküsü”nü seslendirdi. TOKİ işgaline tepkiler sürüyor ? ADANA (Cumhuriyet Bürosu) Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Pamuk Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin kullandığı 1200 dönüm 1. sınıf verimli tarım toprağı üzerinde TOKİ aracılığıyla yapılması planlanan hastane, okul, cami ve konutların inşaatına başlanmasına tepkiler sürüyor. ÇÜ Ziraat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. İbrahim Ortaş, “Birinci sınıf tarım arazilerinin bu şekilde amaç dışı kullanımına karşıyız” dedi. SÜRECEK CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle