10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 ŞUBAT 2007 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Musul Gerçeği!.. Türkiye’de siyasal iktidar politik getiri beklentisiyle, kamuoyunda “Kuzey Irak”la ilgili mücadelenin sürdürüldüğü intibaını yaratmaya çalışmaktadır. Ne var ki hükümet bu alanda adım atma zorluğu içindedir. Çünkü karşısındaki güç Irak değil “ABD”dir.Ve Türkiye, ABD engellemesi nedeniyle hareket edememektedir!.. Yargı ve Cumhurbaşkanı GEÇEN GÜN aramızdan ayrılan Profesör Yavuz Sabuncu’nun ders kitabında son iki anayasanın yargıya bakışı açısından ilginç bir saptama vardı: “1961 Anayasası’nın yargı alanında gösterdiği duyarlılık, yargı gücünü özellikle yürütmenin müdahalesinden kesinlikle uzak tutmak biçiminde yansımaktaydı. Yargıçların özlük işlerini yine kendilerinin seçeceği Yüksek Hâkimler Kurulu’na vermek, yüksek yargı kuruluşları üyelerini yine ilke olarak yargıçların seçimine bırakmak hep bu amaca yönelik önlemlerdi.” “1982 Anayasası’nın bu konuda gösterdiği duyarlılık ise yargı üzerinde yürütmenin etkisini kurumlaştırırken, bu etkide bulunma gücünü yürütmenin sorumlu kanadını oluşturan hükümetten çok, tarafsız cumhurbaşkanına vermiş olmasıdır. Başka bir deyişle, anayasa doğrudan halk tarafından seçilen TBMM içinden çıkacak parti ya da/partiler hükümetine güvenmemekte, buna karşılık adeta partiler dışı ve politikacı olmayan bir devlet başkanı modelini veri kabul ederek onu bu alanda yetkili kılmayı yerinde görmektedir.” itap bir ders kitabı olduğu için, Sabuncu 1982 Anayasası’nın “General Evren modeli”ni “veri” kabul ettiğini, oysa daha sonraki iki cumhurbaşkanının doğrudan doğruya politikanın içinden, hem de partilerin başından geldiklerini uzun uzadıya anlatamazdı elbet. Daha doğrusu, Özal’ın Cumhurbaşkanlığı’na getirdiği aşırı kişileştirilmiş üslubu açıklamak ve Demirel’in “partiler üstü” davranışındaki inceliği anlatmak için ayrı birer kitap yazmak gerekecekti. Bu açıdan bakınca, hiç kuşkusuz kabul edilmelidir ki, Sayın Sezer 1982 Anayasası’nın istediği devlet başkanı tipine en uygun kişi olmuş, hatta yargı bağımsızlığına saygının da ötesinde, yayımlamak zorunda kaldığı yasaların bile temel hukuka uygunluğunu sağlamak için Anayasa Mahkemesi’ni harekete geçirerek hukuk devleti anlayışına büyük katkıda bulunmaktan geri kalmamıştır. umhurbaşkanlığı ile yargı bağımsızlığı arasındaki bu ilişki herkesi derin düşünmeye sevk edecek kadar önemlidir. Herkesi, en başta da yeni cumhurbaşkanını seçmekte başrolü oynayacak olan AKP milletvekillerini. Sayın Erdoğan’ın belediye politikasından ülke politikasına sıçrayışındaki sürecin tartışmalı oluşu, onun laiklik konusuna getirdiği yorumun tek yanlılığı ve cumhuriyetin niteliğine ilişkin düşüncelerindeki bulanıklık iyi bilindiğine göre, bu milletvekillerinin karşı karşıya bulunacakları ikilem şöyle özetlenebilir: 2002 seçim sonuçlarını bir daha çıkmayacak bir piyango fırsatı sayıp Sayın Erdoğan’la ya da parti kimliğine en uygun bir başka adayla devlet başkanlığını da ele geçirerek cumhuriyetin temel niteliğini değiştirmek mi, yoksa ister istemez başkanlık sistemiyle başlayıp nerelere varacağı belli olmayan böyle bir süreç yerine anayasanın istediği tipte bir aday üzerinde karar kılıp gerilim ve bunalım uçurumlarında dolaşmayan bir Türkiye’ye yönelmek mi? [email protected] O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU zun bir süredir kamuoyunu meşgul eden “Kerkük”ün geleceğine ilişkin tartışmalar, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı’nın “Biz 1926’da Musul’u verirken tek bir Irak’a verdik. Karşımızda tek bir Irak görmek istiyoruz” (7 Şubat 2007) şeklindeki açıklamalarıyla yeni bir boyut kazandı!.. Bugün ABD’nin işgali altında olan Irak toprakları, 1. Dünya Savaşı öncesine kadar Osmanlı İmparatorluğu’na aitti. Savaşın hemen başlangıcında (Kasım 1914) Basra (Güney Irak), daha sonra Bağdat (Orta Irak) ve sonunda (15 Kasım 1918) Musul (Kuzey Irak), İngilizler tarafından işgal edildi!.. İngiltere’nin işgaldeki temel düşüncesi; Ortadoğu ve Uzakdoğu’da sömürgeci varlığını devam ettirebilmek için uygun koşullar yaratmak ve bu koşulları elde bulundurmaktı. Zengin petrol yataklarının mevcudiyeti ve gelecekte İngiltere’nin ulusal çıkarları doğrultusunda kullanabilecek nitelikteki halkların varlığı, bölgeyi İngiltere açısından çekici kılıyordu!.. U yanlar” sürmekteydi!.. Musul’a karşı girişilecek bir askeri harekât karşısında İngiliz gemilerinin yeniden Çanakkale Boğazı önlerinde demirlemesi gündemdeydi!.. Ankara Hükümeti bu zor koşullarda dahi Musul için askeri girişimlerde bulunmaktan yine de geri durmadı (Aralık 1921Nisan 1923). Lozan görüşmeleri başladığında (21 Kasım 1922) sorun hâlâ devam etmekteydi. Antlaşmalar dönemi Musul konusu Lozan’da, konferansın gündeminden hiç eksik olmadı. Türkiye çok ısrar ettiyse de sorun çözüme kavuşturulamadı. “Musul sorununun Türkiye ile İngiltere arasında bir yıl içinde barışçıl yoldan çözümlenmek üzere konferans programından çıkarılması” kararına varıldı ve antlaşmaya şu hüküm eklendi: Türkiye ile Irak arasındaki sınır; antlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak dokuz aylık bir süre içinde Türkiye ile İngiltere arasında dostça bir çözüm yoluyla saptanacaktır. Öngörülen süre içinde, iki hükümet arasında anlaşmaya varılmazsa, anlaşmazlık Milletler Cemiyeti Meclisi’ne götürülecektir (Md: 3/2). İkili görüşmelerden sonuç alınamayınca (5 Haziran 1924) İngiltere sorunu “Milletler Cemiyeti”ne götürdü. “İnceleme Komisyonu” önce iki ülke arasında geçici bir sınır belirledi (30 Eylül 1924). Ve daha sonra, Türkiye’nin Musul vilayeti topraklarını Irak’a bıraktı (16 Aralık 1925). Nihayet Türkiye, İngiltere ve Irak arasında “Ankara Antlaşması” imzalandı (5 Haziran 1926). Antlaşma; sınırın her iki tarafında 75 kilometre derinlikte bir sınır bölgesi oluşturuyor; bu bölgede yağmacılık ve eşkıyalığın önlenmesi amacıyla işbirliği yapılmasını; bölgede diğer devletin aleyhine yönelmiş hiçbir propaganda örgütüne ve topluluğa izin verilmemesini kapsıyordu (Md.10,12). Bu antlaşmanın ve sınır güvenliği ile ilgili diğer antlaşmaların hükümleri 2003 yılına kadar uygulandı. Bu tarihten sonra durum değişti. Çünkü Irak’ı işgal eden ABD, Türkiye’nin Kuzey Irak’ta askeri operasyon yapmasına karşı çıkmaktaydı!.. Sınır güvenliği ortadan kalktı. Ve işgalle başlayan istikrarsızlık sonrasında Irak’ta iç savaş yaygınlaştı!.. K Ulusal Ant ve Musul İşgal devam ederken Osmanlı Meclisi, “Ulusal Ant” ile ülkenin sınırlarını belirledi (28 Ocak 1920). Bu belirlemede, “Mondros Ateşkes Antlaşması” (30 Ekim 1918) esas alınmıştı. Ulusal Ant, “Bağdat” ve “Basra”nın geleceğini, bölge halkının özgür oylarına bağlamıştı!.. Ama “Musul Vilayeti” için durum farklıydı. Çünkü Musul, ateşkes sonrasında, antlaşmaya aykırı şekilde işgal altına alınmıştı. Ve hukuken Türk toprağı sayılmaktaydı!.. İngiltere’nin yönlendirme ve baskılarıyla yapılan tek seçenekli halkoylaması, “Bağdat, Basra ve Musul vilayetlerinin bir devlet altında yer alması ve Emir Faysal’ın kral olması”yla sonuçlandı (19191921). “Irak” devleti kurulmuştu!.. “Atatürk” Musul’la ilgili gelişmelerin olumsuz yönde seyretmesi üzerine “Ulusal Ant’ın öngördüğü belli bir sınır çizgisi bulunmamaktadır. Bu sınır güçle saptanacaktır” diyerek (16 Ekim 1921), Musul’un geleceğinin güç dengelerine göre belirleneceği işaretini verdi. 1. Dünya Savaşı sırasında ve “Ulusal Mücadele” döneminde Türkiye’nin karşısında yer alan sömürgeci İngiltere, Musul’u, himayesindeki Irak devletine katmak için diretmekteydi. Türkiye bu dönemde doruk noktasına ulaşmış olan askeri ve siyasi gücünü daha ileriye götürebilecek olanağa sahip değildi!.. “Kurtuluş Savaşı” devam etmekteydi!.. İngiliz destekli “İç İs C ğu tehlikedir. Bu tehlikenin üç boyutu vardır. Bunlardan birincisi, bölgenin bölücü/ayrılıkçı terör örgütü için hareket kolaylığı sağlaması; ikincisi, bölgede ortaya çıkabilecek bir devletin, Türkiye, İran ve Suriye’nin de üzerinde bulunduğu bir düzlemde istikrarsızlık nedeni yaratması; üçüncüsü ise, Irak’taki Türk varlığının büyük oranda baskı ve şiddete maruz kalmasıdır. Bu tehlikeler karşısında Türkiye’nin haklı endişelerini dikkate alan bazı çevreler, antlaşmalara getirdikleri yorumlarla şu noktaya varmaktadırlar: “Irak, Lozan Antlaşması’yla varlığı kabul görmüş bir devlettir. Bu devletle Türkiye arasındaki sınır sorunu, Lozan Antlaşması’nın tamamlayıcısı olan Ankara Antlaşması’yla çözülmüştür. Türkiye bu antlaşmayla, Musul vilayetinin topraklarını bir devlet olarak Irak’a bırakmıştır. Irak’ın ortadan kalkması halinde başlangıç aşamasındaki durum yeniden ortaya çıkar. Ve o zaman da, Türkiye Cumhuriyeti’nin Musul vilayeti toprakları üzerinde yeniden tasarruf hakkı doğar.” Bu mantıklı bir yorumdur. Ne var ki uluslararası ortamda her mantıklı yorumun gerçekçi ve uygulanabilir bir politika olma özelliği yoktur. Türkiye hukuka göre (de jure) tümüyle haklı olduğu Kıbrıs müdahalesinde bile, büyük zorluklarla karşı karşıya kalmıştır!.. Bugünün dünyasında uluslararası politikada, kaybedilmiş olan süreğen duruma (status quo) dönüş yerine, yaratılmış olan fiili duruma (de facto) yakın olmak, genelde daha kabul gören bir davranıştır. Dünyada Türk karşıtlığının doruğa tırmandığı bir dönemde, Türkiye’nin güç kullanımına dayalı politikalar benimseyen bir devlet konumunda olmaması ulusal çıkarları yararınadır. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ MEZUNLARI DERNEĞİ DEMOKRATİK DAYANIŞMA DERNEĞİ AYDINLANMA SÖYLEŞİLERİ Yıl: 8, No: 5 Konu SAĞLIK HİZMETİNİ KİM VERECEK? Yönetmen Doç. Dr. TONGUÇ GÖRKER Konuşmacılar Prof. Dr. FARUK ERZENGİN İst. Üniv. Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğ. Üy. Doç. Dr. İRFAN GÖKÇAY Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Eski Başhekimi Opr. Dr. KÂZIM SARI Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hast. Genel Cerrahi Klinik Şefi Tarih: 17 Şubat 2007 Cumartesi Saat 10.3013.00 arası. Yer: Levent Kültür Merkezi Levent Çarşı içi, Çalıkuşu Sok. (İş Bankası yanında) No: 2 1. Leventİstanbul İletişim: İ.Ü. Mezunları Derneği (Fatoş Taştan) 0 212 238 03 21 Aydınlık yarınlar özlemi içindeki tüm yurttaşlarımız davetlidir. Giriş serbest ve ücretsizdir. Gelinen nokta Türkiye’de siyasal iktidar politik getiri beklentisiyle, kamuoyunda “Kuzey Irak”la ilgili mücadelenin sürdürüldüğü intibaını yaratmaya çalışmaktadır. Ne var ki hükümet bu alanda adım atma zorluğu içindedir. Çünkü karşısındaki güç Irak değil “ABD”dir. Ve Türkiye, ABD engellemesi nedeniyle hareket edememektedir!.. ABD artık, Kuzey Irak’ta kendisi için yeni bir müttefik ülke oluşumunun altyapısını tamamlamıştır. Kerkük’te yapılacak halkoylaması da bunun bir parçasıdır!.. Genel resme bakıldığında şu sonuç ortaya çıkmaktadır: Türkiye, atması gereken adımları atmakta çok geç kalmıştır!.. Gerçekler bugün Türkiye’yi, Irak’ın toprak bütünlüğünün muhafazası ve bölgede Türk varlığının korunması için, barışçıl gayret göstermekten öteye bir hareket tarzından alıkoymaktadır!.. KÖY ENSTİTÜLERİNİ ARAŞTIRMA VE EĞİTİMİ GELİŞTİRME DERNEĞİ ETKİNLİKLERİ KÖY ENSTİTÜLÜ ÖĞRETMENLERLE SOHBET TOPLANTILARI (ŞUBAT) REFET ÖZKAN, EMEKLİ ÖĞRETMEN/YAZAR KONU: Gönen Köy Enstitüsü’nde Ekip Çalışmaları ve Yurt Gezileri GÜN: 17 Şubat 2007, Cumartesi SAAT: 12.30 YER: Nâzım Hikmet Kültür Merkezi Sanatçılar Sokağı (Ali Suavi Sokak), No: 7 BAHARİYE İstanbul OSMAN ŞAHİN, YAZAR KONU: “Sonuncu İz” son öykü kitabı üzerine söyleşi GÜN: 24 Şubat 2007, Cumartesi SAAT: 15.00 YER: Eczacı Odası Kültür Merkezi Aslı Han Kat: 5 GALATASARAY İstanbul İletişim: Köy Enstitülerini Araştırma ve Eğitimi Geliştirme Derneği (KAVEG) İstiklal Caddesi, Suriye Pasajı, Kat: 4, No:1516 VATEV Tünel, Beyoğlu Tel: 0212 292 00 69 Faks: 0212 292 00 70 (sekreter pazar pazartesi hariç saat: 13.0017.00) Dernek Başkanı: Doç. Dr. Güler Yalçın Tel: 0216 346 77 17, 0543 795 37 54 [email protected] eposta: [email protected] www.koyenstituleriegitim.org Yeni durum Türkiye’nin bugün Irak’ta karşı karşıya olduğu sorun, “Kuzey Irak”ın Türkiye’nin güvenliği açısından yaratmış oldu Hevesli ve istikrarlıysanız garanti benden... Westminster University ve Premier College sertifikalarına sahip, London School of Business Administration’da master yapmış, ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH Gramer, iş İngilizcesi, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık Acıbadem/İstanbul 0536 225 07 80 301 Tartışmalarında Gözden Kaçan... Alpay KABACAL1 T ürk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. maddesi üzerindeki tartışmalara katılacak değilim. Bu konuda çok önemli bir ilkeyi anımsatmakla yetinece ğim. Ama önce, on beş kadar davada 301’in eski TCK’deki karşılığı olan 159’dan yargılanmış bir kişi olarak aşağıdaki “örnek olay”ı sunacağım. Sözünü ettiğim davalardan birinde. Ant dergisindeki bir yazı ile “devletin emniyet ve muhafaza kuvvetlerini tahkir ve tezyif etmek’’ten sanıktım. İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nin karşısına sanık olarak çıkarılmama yol açan yazı şuydu: “Uşaklığın Ücreti! / Dolmabahçe rıhtımında bulunan asker ve inzibatlar, bütün günü, güneş altında ekmek ve beyaz peynir yiyerek geçirirken Amerikan uçak gemisinden bir motorla, rıhtımda bulunan Türk polisine ‘Turkish Police Only’ (Yalnız Türk Polisi İçin) yazılı bir paket içinde kumanya gönderilmiştir. Polis öğle yemeğini bu kumanyadan yemiştir. (19.7.1968 tarihli gazetelerden)” Bu yazı “6. Filo Olayları” sırasında yayımlanmıştı. O tarihte İstanbul’a gelmiş olan Amerikan 6. Filo’su gençler tarafından protesto ediliyor; dönemin toplumsal olaylarını bastırmakla görevli “Toplum Polisi” bu gençlere pek acımasız davranıyordu. 17 Temmuz 1968 akşamı Teknik Üniversite’yi basmış, Vedat Demircioğlu’nu pencereden atarak öldürmüş; 32 öğrenciyi giyinmelerine izin vermeden “atletli, pijamalı, külotlu” olarak gözaltına alıp mahkemeye götürmüşlerdi. Demircioğlu’nun ölümü ve bu sert tutum geniş tepki görmekteydi. Başlığındaki iki sözcüğün suç oluşturduğu öne sürülerek mahkemeye verilen yazı da bu tepkileri yansıtıyordu. Savunmam kısaca şöyleydi: 159. maddeye göre devletin “askeri veya emniyet ve muhafaza kuvvetleri” bir bütündür. Bunlardan bir kesiminin eleştirilmesiyle suç oluşmaz. Karar günü yargıçlar duruşmaya iki saati aşkın bir süre ara verdiler. Belli ki içerde tartışıyorlardı. Heyecanla bekliyordum. Sonunda karar bildirildi: Mahkeme Başkanı Ramiz Emre’nin katılmadığı, iki yargıcın oyuyla verilen karar şöyleydi: “Bir yıl altı ay hapis, bir yıl Kadıköy’de emniyeti umumiye nezaretinde bulundurma” (sürgün) cezası. Yasada öngörülen cezanın alt sınırı verilmiş, sürgün yerinin seçiminde de oldukça hoşgörülü davranılmıştı. Başka bir sanığa bu kadar hafif “sürgün” cezası verilmiş midir bilmem... Yargıtay kararı bozdu; yazıda sert bir eleştiri yapıldığını, ancak eleştiri sınırlarının aşılmadığını belirtti; aklandım. 159’dan açılan hiçbir davadan mahkum olmadım. Öteki davalarda da yukarıdakine benzer savunmalar yapmıştım. Ama, açık söyle mek gerek, eski TCK’nin yürürlükte bulunduğu yaklaşık seksen yıl (19262005) boyunca böylesi savunmalar yaparı herkesin aklandığını söyleyemeyiz. Uygulama, dönemden döneme, yargıçtan yargıca değişmiştir. Yargıtay kararları incelenerek bunun pek çok örneği ortaya konulabilir. Bugün 159’un yerini alan 301 tartışılırken, maddeden “aşağılama” sözcüğünün çıkarılıp yerine eski TCK’deki eski dildeki aynı anlama gelen “tahkir ve tezyif”in konulmasını isteyenlerin bulunduğunu görerek şaşkınlığa düşmemek elde değil. Sudan birtakım gerekçelerle, maddedeki kimi sözcüklerin değiştirilmesinden umar bekleyen hukukçulara da rastlanıyor. “Uygulamada hoşgörülü davranılırsa sorun kalmaz” diyen siyasetçiler bile var! Oysa, ceza yasalarındaki bütün maddeler için geçerli olmakla birlikte, özellikle 301. madde ve onun gibi toplumun hoşgörü ve demokratik gelişmişlik düzeyiyle, yaşanan siyasal çalkantılarla doğrudan ilişkili maddeler söz konusu olduğunda, önceliği hukukun üstünlüğüne vermek, hukuk devletine yaraşır düzenlemeler yapmak gerekir. Bunun için de suçun “unsurları” birer birer belirtilmelidir. Bırakınız “Türklük” gibi soyut, her türlü yoruma elverişli bir kavramı, yukarıdaki örnek olayda görüldüğü üze re, “devletin emniyet ve muhafaza kuvvetleri” (301’e göre “Emniyet Teşkilatı”) sözünün bile açıklanması (başka bir deyişle, suçun, bu teşkilatın tümünün hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak yolda aşağılanması halinde oluşacağının belirtilmesi gerekir. Kısacası, TCK’nin tümündeki, ama oldukça duyarlı bir konu olan “Millete ve Devlete Karşı Suçlar” başlıklı dördüncü kısımdaki suçların unsurlarının herhangi bir duraksamaya yer bırakmayacak biçimde belirlenmesi zorunludur. Bunu kavrayamazsak, havanda su döver gibi bugün 301’i tartışırız, yarın başka bir maddeyi... 68’LİLER BİRLİĞİ VAKFI VE CUMOK’LARDAN KANLI PAZARI ANMA TOPLANTISINA ÇAĞRI 16 Şubat 1969 yılında ABD emperyalizminin 6. Filosunu protesto amacıyla yürüyüşe geçen devrimci yurtsever topluluğun üzerine saldıran irtica odaklarının yarattığı ve tarihimize Kanlı Pazar olarak geçen olayları anmak için toplanıyoruz. Bugün de potansiyel bir tehlike olan irtica ve gericiliğin yeni Kanlı Pazarlar yaratmasına karşı durmak için 16 Şubat 2007 Cuma günü saat 12.00’de Taksim Atatürk Anıtı önünde düzenleyeceğimiz açık hava basın toplantısına, duyarlı olan tüm toplum kesimlerini, siyasal partileri, sendikaları, oda ve meslek kuruluşlarıyla demokratik kitle örgütlerini katılmaya çağırıyoruz. 68’liler Birliği Vakfı Yönetim Kurulu CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle