25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 ARALIK 2007 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Kültürel miraslarına sahip çıkan belediyelerimiz ‘kentler arası işbirliği’ni görüştüler 15 ODAK NOKTASI AHMET CEMAL ‘Tarihi Kentler’ Tekirdağ’daydı 1 “Işığın Derinleştiği Kent…” Bu söz Tekirdağ için söyleniyor… Ev sahipliğini yaptığı Tarihi Kentler Birliği (TKB) seminerinde dağıtılan “Resimlerle Tekirdağ” broşürünün de adıydı. Ne anlama geldiğini ise hava karardıktan sonra, kente “tepe”den baktığımızda daha “derin”lemesine kavradım. Tekirdağ’ın tarihsel dokusu, apartmanların arasında öylesine kaybolmuş ki geçmişle ancak geceleri “hayal kurarak” buluşabiliyorsunuz. Denizde yakamozlanan kent ışıklarının ardına saklanmış o eski sokakları anımsadığınızda; hele kıyıdaki, artık pek de kalmayan o görkemli yalıların soluk ama kimlikli kandillerini düşlediğinizde, bugünün parlak ışıkları sizi alıp eski “kartpostal”lardaki Tekirdağ’a götürüyor. Nitekim broşüre, fotoğraflarıyla imza atan yerel sanatçı Nijat Yavaz, çağlar içinde “Bisante”, “Rhaedestus”, “Rodosto”, “Rodosçuk”, “Tekfurdurağı” adıyla Trakya uygarlıklarına beşiklik eden Tekirdağ için “dünü ve bugünü ile görülmeye değer modern bir kenttir” diyerek ekliyor; “ve, mutlu vedalaşılan bir kenttir”. Bunun gerçekliğini de betonlaşmanın elinden kurtulabilen ne varsa “artık” yaşatmaya kararlı bir kent kültürüyle tanışarak anlıyoruz; çünkü Tekirdağ, sanıldığı gibi sadece doyumsuz rakısı, ünlü köftesi ya da kiraz festivalleriyle övünmüyor. Sayıları azalsa bile hâlâ 250’yi aşkın eski ahşap evi; 100 yaşına yaklaşan Hükümet Konağı, 100 yaşını geçmiş Belediye Konağı, binyıllar öncesinin efsanevi Odyris Kralı Kersepleptes’in mezarını ve eşyalarını da ağırlayan, 75 yaşındaki Arkeoloji Müzesi; Macar Prensi II. Ferench Rakoczi’nin anılarını yaşatan müzesi, 1840’ta Tekirdağ’da doğan Namık Kemal’in evi; 16. yy’a ait Rüstempaşa Camisi ve çarşısı, yakında yeniden yaşamla buluşmaya hazırlanan tarihi Bedesten ve diğer eski camileriyle, anıtlarıyla, geleneksel sanatlarıyla, el dokumadaha fazla yitirmemek için uğraşırken, betonlaşmak gibi bir hastalığa da artık düşmemek lazım” diyordu. Tekirdağ Valisi Aydın Nezih Doğan ise “Hepimiz, tarihi kimliğin korunmasında Metin Sözen Hoca’nın açtığı yoldan yürüyoruz...” diyerek şunları ekledi: “Artık demokrasi, sivil toplum kuruluşlarıyla yaşanıyor; bu buluşmayı gerçekleştirenlere Türkiye’nin demokrasi rejimi adına teşekkür ediyorum…” AŞKANLAR SEMİNERDE Ertesi gün, Tekirdağ Kültür Merkezi’nde gerçekleşen seminerde, kentler arasındaki yakınlaşmaların kazanımları ve deneyimler paylaşıldı. Salonu dolduran belediye başkanları ile yerel yönetim temsilcilerinin tüm konuşmaları dikkatlice izlemeleri; her aradan sonra katılımcıların azalma yerine daha da artması; TKB’nin yarattığı “bilgilenme ve bilinçlenme içinde belediyecilik” ortamının ürünüydü. TKB Danışma Kurulu üyesi Fikret Üçcan, katılımcı demokrasi ve sosyal sorumluluk için bilişim teknolojilerinden yararlanmanın önemine değinirken, Prof. Dr. Ruşen Keleş de “Avrupa Konseyi Sınır Ötesi İşbirliği Sözleşmesi”ni yorumladı. Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Gökçen Kaya ise Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politika anlayışı içinde kentler arası işbirliklerinin yerini anlattı. Panelin son konuşmacısı olan, Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye belediyelerinin üyeliğiyle kurulmuş “Trakyapolis” adlı birliğin Başkanı Dinos Haritopulos, 1999’daki kuruluş serüvenini anlatırken şunları söylüyordu: “İki ülkenin arasındaki siyasal gerilimlerin yerini kültürel işbirliğine bırakmasıyla barış ve dayanışmanın ne denli güçlenebileceğini, bizim kentler arası birliğimiz açıkça kanıtlıyor…” Evet… Ülkeleri yöneten siyasiler, halklar arasındaki yakınlaşmayı engelleyen her türlü tutumu sergileyedursunlar, aynı halkların yerel temsilcileri en içten beraberliklere imza atabiliyorlar. TKB Tekirdağ semineri, işte bunun da öğrenildiği bir uygarlık dersi olarak gerçekleşmiş oldu. ‘Heyecan’ ve ‘Yaşlanma’ Üzerine Bir Deneme… Geçen hafta, Mustafa Balbay’ın son kitabı üzerine bir şeyler yazarken kitabın başlığı olan “Heyecan Yaşlanmaz” kafama takılı kalmıştı. Sanırım beni kendime ait bir yerlere götürdüğü, özellikle de son iki yıldır yapmakta olduğum hesaplaşmaları bir kez daha düşüncelerimin gündemine getirdiği için. 2005 yılının Ocak ayından, yani kalbimin ilk kez teklemeye başlayıp beni bir haftalığına hastaneye sürüklemesinden bu yana, “bundan böyle” nelere dikkat etmem, neleri yapmam veya yapmamam gerektiği gibi noktalar “önem kazanmıştı.” Ben de bunların tümünü belki yalnız başına yaşayan, bundan ötürü de ölümden değil, fakat “elden ayaktan düşmekten” aşırı korkanlara özgü bir paniklebaşlangıçta çok, ama çok ciddiye almıştım. Ama zamanla, sağlığıma hiç kuşkusuz yararlı bu yeni yolun, başka bazı şeyleri yitirmeme yol açtığının farkına vardım. Bu yitirmekte olduklarım, beni bir bunalımın eşiğine doğru itmeye başlamıştı. Yitirme tehlikesiyle karşılaştıklarımın başında da hayatım boyunca hiç onsuz yaşamadığım bir şey, başka deyişle “heyecan” geliyordu. Sağlığıma gösterdiğim özen ve aldığım bana aldırılan türlü önlemler, bu heyecanı her alanda frenlemekteydi. Bunun sonucunda ”yaşlanma” gibi salt fiziksel bir olgunun çok ötesinde “ihtiyarlama” gibi bir duygunun ilk belirtileri yaşamımda uç vermişti. Örneğin hastaneden çıkışımı izleyen ilk yılda, Eskişehir’e, Anadolu Üniversitesi’ne gidişlerimi on beş günde bire, bazen de ayda bire indirmiştim. “İrtifa farkı” tansiyonumu tetiklemesin, o da kalbimdeki ritim bozukluğunu fişteklemesin diye! Sonuç, bu kez hayatımın hep itici gücü olmuş olan “heyecan”ın ritminin iyice düşmesiydi beni ihtiyarlık atmosferinin kapılarına getirecek kadar. İşte o noktada, kendimce yaşamımın çok önemli hesaplaşmalarından birini yaptım. Eskişehir’de, hem konservatuvarın tiyatro bölümünde, hem de Güzel Sanatlar Fakültesi’nde, yararımın dokunduğunu somut örneklerle hep gördüğüm, beni bekleyen öğrencilerim vardı. Ayrıca, yaşının benden ileri olmasına rağmen tiyatro bölümündeki öğrencilerini yarı yolda bırakmamak uğruna İstanbulEskişehir tren yolculuklarını bütün bir kış boyunca göze alan bir büyük usta, Erol Keskin vardı. Peki benim yapmakta olduğum neydi? Yaşamıma ekleneceği söylenen “meçhul” uzatmalar uğruna, elimdeki tek gerçek zaman olan şimdiki zaman’da yapabileceklerimi azaltmak; benim olup olmayacağını bilmediğim, bilemeyeceğim “yarın”lar uğruna, “bugün” ihtiyarlamaya başlamayı göze almak; gerçekten yaşayabildiğim her zaman parçasında yapabilmiş olduklarımın mutluluğunu tatmak yerine, “Daha ne kadar yaşayabileceğim” sorusunun sığlığına mahkum olmak! Böyle bir tutumun, her şeyden önce bugüne kadarki yaşam akışıma aykırı düştüğünü, o akış ile bir tutarsızlık oluşturduğunu anlamam uzun sürmedi. Çünkü hiçbir zaman, yarınlar uğruna bir şeyler “biriktirenlerden” olmadım. Bu yıl, Eskişehir’e her hafta gidiyorum. Mustafa Balbay’ın kitaba adını veren denemesinin ilk cümlesi ise bu kararı verişimden epey sonra karşıma çıktı: “Mücadele duygusundan yaşama sevincine kadar hayatımızdaki her şeyin biçimlendiricisidir heyecan. O ne kadar varsa, yaşam da o kadardır…” Bence, “Yaşamak, nedir” sorusuna verilebilecek en bilgece karşılıklardan biri. Rahmetli annemin babası İsmail Hakkı Bey, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi profesörlerindenmiş. 47 yaş gibi çok genç bir yaşta, ders verirken kalp krizinden ölmüş. Annem çok hayıflanırdı: “Kendine dikkat etseydi, daha çok yıllar yaşardı…” Anneme, ölümünden yıllar sonra, Balbay’ın “Yaşamın Yaşı Çok” adlı denemesinin sonunda, Mac Arthur’dan yaptığı alıntının “çalıntısıyla” yanıt vermek, bana kaderin tuhaf bir cilvesi gibi geliyor: “…İnsan, belirli bir süre yaşadığı için değil, bir ideale yüz çevirdiği için yaşlanır. Yıllar, kişinin yüzünü, bir ideale yüz çevirme ise ruhunu kırıştırır… Kişi inançları ölçüsünde genç, kuşkuları ölçüsünde yaşlıdır. Kendine güveni ölçüsünde genç, çöküntüsü düzeyinde yaşlı… Eğer bir gün yüreğinizi karamsarlık aşındırmaya ve bezginlik kemirmeye başlarsa, işte o gün yaşlı ruhunuza Tanrı’dan rahmet dileyin.” [email protected] 2 B 3 GEÇMİŞLE YENİDEN BULUŞABİLMEK Tarihi dokusunu apartmanlaşmaya kurban eden Tekirdağ’da geçmişi düşlemenin tek kaynağı eski kartpostallar… Resimde 1920’deki kıyı kuşağı (1). Aynı kıyıdaki bugünün “modern” yapılaşması, kentin kimlikli peyzajını da ortadan kaldırdı (2). Belediyenin Tarihi Kentler Birliği seminerine ev sahipliği de yine eski Tekirdağ fotoğrafının yer aldığı toplantı kartıyla belgelendi (3). larıyla gururlanan bir kentimiz. Keşke şu yeni liman da akıl almaz bir yer seçimiyle kentin tam “önünde” yapılmasaydı; Marmara’yla Tekirdağ arasına böylesine kültür yoksunu bir duvar çekilmeseydi. Zaten, birkaç hafta önceki yağmurları “felaket”e dönüştüren şu sel baskını da kent bilinci olmayan “altyapısız imar”cıların yüzünden değil miydi? Eskiden Tekirdağ’da da tüm kıyı kentlerimizde olduğu gibi, yağmur suları sele dönüşmeden denize akardı. Şimdi ise yine denize doğru aksa bile kıyıyı barajlaştıran geniş dolgu yollar ve yapılaşma engeli yüzünden kabardıkça kabarıp selleşiyorlar. Belediyenin, işte bu felaketin ardından en yorgun olduğu günlerde ağırladığı TKB seminerine katılanlar, Anadolu kentlerinin geçmiş olsun dileklerini de Tekirdağ’a iletmiş oldular. Yurdun tüm yörelerinden 300 kişilik bir katılımla 2325 Kasım 2007’de gerçekleşen BARIŞIN GÜVENCESİ seminerin konusu, dünyada da yaygınlaşan “kentler arası işbirliği”ydi. İlk akşam, “hoş geldiniz” yemeğinde Belediye Başkanı Ahmet Aygün dedi ki: “Bu toplantı Tekirdağ’daki kültürel mirası yaşatma çalışmalarına güç verecek…” Yörenin müzik ustası “Katil Hasan” ve ekibini herkes hayranlıkla alkışlarken, TKB Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen de şunları söyledi: “Dünyanın şaşkın olduğu bir dönemde, kentler arasındaki ilişkinin değeri daha iyi anlaşılmalı…” Bu sözün, kalıcı bir “dünya barışı” için de anlamlı olduğunu düşünüyorum; çünkü kentler barışla yaşarlar, barışla uygarlaşırlar, savaşla yıkılırlar. Kent kadar “barışçıl” ne olabilir ki? TKB Başkanı ve Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki de 2000 yılında 50 kişiyle başlatılan yürüyüşün 250 üyelik kültür ordusuna dönüştüğünü anımsatarak “Çok geç başladığımız bu yürüyüşte kentin tarihi ve kültürel mirasını KÖY ENSTİTÜLERİNİ ARAŞTIRMA VE EĞİTİMİ GELİŞTİRME DERNEĞİ (KAVEG) EDEBİYAT SÖYLEŞİLERİ “Her kişinin kendi varlığını sürdürmek için harcamak zorunda olduğu bir çaba vardır. Bu çabaya iş diyoruz. Bu çabadan aynı zamanda hayat yoluyla eğitimi de anlamamız gereklidir. ..” İsmail Hakkı Tonguç, İş ve Meslek Eğitimi, s. 28 Gelin “Edebiyat ve İş” konulu söyleşilerimize ve “hayat yoluyla eğitime” katılın. Sunan: Güler Yalçın, KAVEG Başkanı Yöneten: Sadık Albayrak, Edebiyat Eleştirmeni Söyleşi1 VEDAT TÜRKALİ Tarih: 08. Aralık. 2007, Cumartesi Söyleşi2 AFŞAR TİMUÇİN Tarih: 19. Ocak. 2008, Cumartesi Her iki söyleşi için: Saat: 16.00 Yer : Aslı Han Kat: 4 İstanbul Eczacı Odası Kültür Merkezi, Galatasaray, İstanbul Dernek iletişim: www.koyenstituleriegitim.org eposta: [email protected] Adres: İstiklal Cad. Suriye Pasaji, Kat: 4, No: 16, Vatev, Beyoğluİstanbul Tel: 0212 292 00 6970 (13.0017.00) Dernek Başkanı: 0216 346 77 17 ÇAĞIRIYORUZ... TÜRKİYE CUMHURİYETİ İÇİN, HUKUK DÜZENİ İÇİN, HAKKIMIZI ARAYABİLMEK İÇİN ADALET İSTİYORUZ. 9 ARALIK’TA ANKARA TANDOĞAN MEYDANI’NDAYIZ. HUKUKA, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE, HUKUKÇUMUZA VE ADALETE SAHİP ÇIKIYORUZ... HALK HUKUKUNA SAHİP ÇIKIYOR... Cumhuriyet idaresi ve hukuk “kimsesizlerin kimsesi”ydi. O cumhuriyetimizin kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk, öyle diyordu... Şimdi bizi kimsesiz bırakmak istiyorlar. Edirne’den Ardahan’a uyan Türkiye... Hukukumuzu, bizi biz yapan, bizi ayakta tutan adaleti çalıyorlar... Hukukun Üstünlüğü İlkesini yaşatmak için adalet istiyoruz. Halk hukukuna sahip çıkacak. Canları pahasına hukuk diyenlere, cumhuriyete, ulusa sahip çıkanlara, sahip çıkacağız. Hukukumuzun da, hukukçumuzun da sahibi: Laik cumhuriyettir. Türk ulusudur. Millet hukukuna da, hukukçusuna da dokundurtmaz. 9 Aralık’ta hukukumuzu Ankara Tandoğan Meydanı’nda koruma altına alacağız. Kimsesiz kalmamak için, 9 Aralık’ta Ankara’dayız. Vatan, namus ve ahdevefa için, hukukun üstünlüğü için herkesi herkesi herkesi, Tandoğan Meydanı’na çağırıyoruz. İZMİR CUMOK ÇAĞIRIYOR Hukukumuzu, bizi biz yapan, bizi ayakta tutan adaleti çalıyorlar... İSTANBUL CUMOK ÇAĞRISI Devletin işgalini tamamlamak için şimdi de YARGI’ya SALDIRIYORLAR. 4.000’i AŞKIN YARGICI HÜKÜMET ELİYLE SEÇECEKLER. MEŞRUİYETİ OLMAYAN BİR GECEYARISI BASKINIYLA YASA KILIĞINA BÜRÜNDÜRÜLMÜŞ BU KORSANLIĞA KARŞI ÇIKMAMAK, ONURSUZLUKTUR. 9 ARALIK 2007 ANKARA’DAYIZ ADALETE, HUKUKA, HUKUKÇUMA DOKUNMA MİTİNGİ Hukukun Üstünlüğü İlkesini yaşatmak için adalet istiyoruz ! Not: 08.12.2007 Cumartesi 22.00 Karşıyaka İkelesi Anıt önü 22.30 Sabancı Kültür Mrk önü hareket GidişDönüş ücreti 40.YTL dir. Yer ayırtmanız rica edilir Bilgi ve rezervasyon için: 0 533 765 52 67 – 532 635 66 20 www.izmir.cumok.org eposta: İ[email protected] BAĞIMSIZ YARGI YURDUN ve ULUSUN GÜVENCESİDİR. HUKUKU SAVUNMAYAN CUMHURİYETİ KORUYAMAZ! 9 ARALIK 2007 PAZAR günü Saat: 12.30’da TANDOĞAN Alanındayız. BİZ KAÇ KİŞİYİZ SİVİL TOPLUM PLATFORMU MARMARA YÖNETİMİ Gidiş Dönüş: 30 YTL Kadıköy İrtibat No: 0 555 550 75 84 Şişli İrtibat No: 0 532 344 05 18 Sen gelmezsen bir eksiğiz! İletişim: 0216.481 86 81 0505.815 10 17 0532.201 00 52 Hareket: 08.12.2007 Saat: 24.00’de KADIKÖY HALDUN TANER TİYATROSU ÖNÜNDEN LÜTFEN YER AYIRTINIZ. www.cumok.org CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle