19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 ARALIK 2007 CUMARTESİ 6 HABERLER AKP’nin, izlediği çarpık yol haritası yüzünden, Türkiye ekonomisinin büyüme temposunu hızlandıramadığı görülmektedir AKP’nin çıkmazları... MUSTAFA SÖNMEZ CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU ‘Laik’ ve ‘Laiklik’ Üzerine... Kavramlar karışıp bulanıklaştığı, çoğu kez de özellikle bu duruma getirildiğinde, aslına başvurmak, güvenilir bir sözlüğe göz atmak iyi geliyor. Bunu bu kez “laik” ve “laiklik” (laisizm) kavramları konusunda yapmak istedim. Pek sevdiğim sözlüklerimden “Dictionnaire de la Langue Française”de (Hachette 1980), bizi ilgilendiren yönüyle “laic”in tanımı şöyle: (Dinsel yaşama karşıt olarak) sivil yaşama ilişkin olan. (Latince bir kökten gelen “sivil” kavramı, yurttaş, yurttaşlık anlamlarını içeriyor.) Yorumu bu bağlamıyla biraz daha derinleştirirsek, bizdeki yazılışıyla “laik”, sadece dinsel yetkeye değil, birey üstü bir başka yetkeye de bağımlı olmayan, bağımsız birey, özgür yurttaş demektir… Aynı sözlükte “laik kılmak, tüm dinsel niteliğini kaldırmak” cümlesinde tanımlanan “laiklik” kavramını da, yine aynı bağlamda yorumlayarak, bireyi sadece doğaüstü bir yetke karşısında değil, devlet ya da herhangi bir başka yetke karşısında da özgürleştirmek, bağımsız kılmak anlamlarıyla kavramak gerekir… Böyle bakınca da, laik eğitim, eğitimin laikleştirilmesi; onun sadece ve basitçe dinsellikten arındırılması değil, bu eğitimin, özgür akıl, özgür birey, özgür insan yetiştirmenin aracı, yöntemi olması demektir… ??? Günümüz Türkiye’sinde aklın, bireyin, bütünüyle insanın özgürleşmesinin karşısında yer alan bir yaşam anlayışı siyasal erki elinde tutmaktadır. Bu siyasal erkin temsilcileri, insanlığın özgür bireylerden değil, kullardan oluştuğu inancındadır. Onlara göre en büyük, en tartışılmaz yetke, doğaüstü olandır. Özgür ve bağımsız olamayacak bireyin uyması gereken kurallar, doğaüstü yetkenin seçtiği ayrıcalıklı kişiler (ya da kişi) aracılığı ile bildirdiği buyrukların toplamıdır. Her şey, tek tek kişilerin kendi aralarında ve bu kişilerle toplum ve kurumları arasındaki ilişkiler, bu buyruklarca düzenlenir ve yönlendirilir. Kişisel bağımsızlık, özgürlük, araştırıcılık, akıl bağımsızlığı, ancak bu buyruklara uymak koşuluyla, onların sınırları içinde(belki) söz konusu olabilir. Ne kadar abartılı görünse de, durum budur. Kilise, Batı toplumlarını yüzyıllarca bu anlayışla yönetmiştir. İslam ülkelerindeki durum da bunun benzeri olmuştur. Batı, sonraki yüzyıllardaki gelişimini, kilisenin egemenliğine son vererek sağlayabilmiştir. Bunu İslam toplumları içinde köklü biçimde başarabilen tek ülke, Batı toplumlarından birkaç yüz yıl sonra,Türkiye olmuştur. Şimdi ülkemizde yaşanmakta olan ise, laiklik karşısında kaybeden tarafın, kaybettiklerini birer birer geri alma savaşımında her an yeni bir alan daha kazanmakta oluşudur. ??? “Laik” ve “laiklik” kavramlarıyla oynamak, bu kavramları orasından burasından didikleyerek aşındırmak, Türkiye toplumunun canını dişine takarak başardığı ve ileriye götürmeye çalıştığı uygarlaşma çabasına karşı bilinçli bir ihanet değilse, akıl almaz bir bilinçsizlik, bağışlanamayacak bir sorumsuzluktur. Bazı aydın çevrelerde bunun hemen her fırsatta yapıldığına tanık oluyoruz. Laikin ve laikliğin ne olduğu apaçık ortadadır. Laik kişi, akıl bağımsızlığına sahip, özgür kişilikli birey demektir. Laiklik ise, son zamanlardaki saptırmaca yorumlarla, devletin dinsel kurumlar üzerinden elini çekmesi ya da her türden dinsel inancı ve inançsızlığı güvence altına alması olmadığı gibi; bilinen ve en yaygın anlamıyla, din ve devlet işlerinin bir birinden ayrılmasının ve dinin toplumsal kurumlar üstünde egemenliğine son verilmesinin de ötesinde, çok daha geniş anlamda bir uygarlaşma olgusudur… Yorum yapılacaksa, geriye doğru değil, ileriye doğru, bireyin sadece doğaüstü yetke karşısında değil, her türden toplumsalkurumsal baskı karşısında da özgürleşmesi yönünde yapılmalıdır… Ülkemizde son zamanlarda görülen ise, ne yazık ki, bilinen ve sıradan yobazlığın yanı başında, aydın taklidi yapan yeni yobazların da yüzeysel ve saptırmaca akıl yürütmelerle, gittikçe daha çok sayılarda yer almakta oluşlarıdır. Toplumun akıl sağlığının bütünüyle bozulmakta oluşunun başlıca nedenlerinden biri de ülkemizdeki bu aydın ilkesizliği ve kaypaklığıdır. 2007’de Türkiye ekonomisinin genel görünümü, AKP iktidarının IMF mutabakatıyla koyduğu hedeflere ulaşamadığını, bu anlamda kendi hedeflerinin de gerisine düşmüş bir iktidar görüntüsü sergilediğini ortaya koyuyor. Dahası, 2007’den 2008’e taşınan birçok sorun, AKP’nin işinin 2008’de kolay olmayacağının işaretlerini de veriyor. Biliniyor ki, Türkiye ekonomisi bir süredir büyümesini ancak sıcak para girişi ve yakın yıllarda yabancı sermaye girişi ile sürdürebiliyor. Bu dış kaynağın gelmesi için yüksek faizler veriliyor, özelleştirmelerin dibi kazınıyor, yerli sermayedarlar firma ve banka satmaya özendiriliyor, kıyı yörelerde hızla gayrimenkul satılıyor. Dış kaynak girişinin 2005’te 44, 2006’da 46 milyar dolara yaklaştığı, 2007’nin 9 ayında da 37 milyar doları bulduğu gözleniyor. tersine bir patinaja hızla sürüklediği görülmektedir. 2001 krizi sonrası girilen patika, sermaye birikimi sağlayamamaktadır. yor. İndirilemeyen enflasyon, faiz seviyesinde de etkili olmakta, reel faizi sıcak para açısından cazip tutmak için faizler düşürülememektedir. Finansman maliyetleri, 500 büyük sanayi kuruluşu başta olmak üzere reel sektörü hızla dışarıdan borçlanmaya 2007’de de itmiştir. 2007’nin ortalarında Türkiye’nin dış borçları yüzde 61’i 197.451 111.520 Not: Sermaye girişi net bir rakam olup, orta, uzun ve kısa vadeli dış borçlanma, doğrudan yabancı sermaye, portföy yatırımı, mevduat ve benzeri girişleri gösteriyor. Ancak, ilginç olan bu kaynak girişinin büyümeye yeterli bir tempo kazandıramadığıdır. 2007’nin ilk 9 ayında gerçekleşen büyüme yüzde 4’te kalmıştır ve yılın tamamında yine yüzde 4 dolayında kalacağı tahmin edilmektedir. Korkut Boratav hocanın Sol web sitesinde yazdıklarından hatırlayalım: “Neoliberal dönem 1997’ye kadar Türkiye ekonomisini yüzde 4.2 civarında bir büyüme patikasına oturtmuştur. 1997’yi izleyen ve ekonominin uluslararası finansın sıkı denetimine tabi olduğu dokuz yılın ortalama büyüme hızı ise sadece yüzde 3.2’dir. Bu büyüme temposunun yeniden yüzde 4.2’ye ulaşması için milli gelirin 2007 ve 2008’de yüzde 6’lık oranlarda artması gerekli ve yeterli olacaktır. Bunun güç olacağı anlaşılıyor. ” Dolayısıyla, sıra dışı ve şanslı bir dünya konjonktürü ile iktidarı çakışan AKP’nin, izlediği çarpık yol haritası yüzünden, Türkiye ekonomisinin büyüme temposunu hızlandıramadığı, Gayri Safi Sabit Sermaye birikiminin GSMH’ye oranı 1990’lardaki düzeyinin gerisine düşmüş, 2007’nin ilk 9 ayında da yüzde 23’ün altında kalmıştır. 2001 krizi sonrasında bütün rekabet gücü, işsiz ve örgütsüz düşmüş emeğin kaba sömürüsünden gelmekte, teknolojik bir dönüşüm gerçekleştirilememektedir. Türk kökenli sermayedarların bankalarına ve Telekom gibi özelleştirmelere gelen büyük boyutlu yabancı sermaye girişlerinin sermaye birikimini ve büyüme potansiyelini yukarı taşımadığı anlaşılmaktadır. Tersine, tüketici kredisi ve kredi kartı harcaması kışkırtmalarıyla özel tüketim artışlarına dayalı talep genişletilmiştir. Ancak burada da deniz kısa sürede tükenmenin eşiğine gelmiş ve kronik durgunlaşma belirtileri ortaya çıkmıştır. özel sektöre ait olmak üzere 226.4 milyar dolara ulaşmıştır. Bu, bir yılda yüzde 18 artış demektir. Düşük kur politikasına da güvenilerek yapılan bu olağanüstü borçlanmanın sahibi reel sektör, finansman maliyetlerini bu yolla azalttığına sevinirken, kendi kuyusunu kazan düşük kur politikasının defakto savunucusu, lobisi olmaya hızla kaymaktadır. BÜYÜME DÜŞÜYOR, CARİ AÇIK DİRENİYOR Türkiye, büyüme oranı düştüğü halde dış ticaret, giderek cari açığı gerilemeyen bir hastalığa yakalanmıştır. İlk 9 ayın büyüme oranı yüzde 4’e düşerken, 10 aylık dış ticaret açığının yüzde 12’yi geçerek 51 milyar dolara ulaşması ilginçtir. Dış ticaret açığını, daraltabilecek turizm vb. gelirlerinin de düşük seyriyle cari açığın milli gelire oranı, (düşük büyümeye rağmen) ilk 9 ay için yüzde 7.4 dolayındadır. Düşük büyümeye rağmen dış ticaret açığının ve cari açığın gerilemesinde, sanayi üretiminin artan ölçülerde dış girdi kullanması etkilidir. Enflasyonla mücadelenin ana aracı olduğu savıyla uygulanan düşük kur politikası, yerli üretimi ve istihdamı 2007’de de süründürmüş, buna karşılık ithalatı kamçılamıştır. AB ile Gümrük Birliği de özellikle Asya’dan yapılan ithalatın artmasında etkili olmuştur. Düşük kurdaki ısrar bu hastalığı yapısallaştırma eğilimindedir. DIŞ BORÇLANMADA BÜYÜK ARTIŞ 2001 sonrası oluşturulan IMF destekli yapının en kırılgan halkası cari açık, önemli bir risk olmayı sürdürmektedir. Açığın finansmanında sıcak paranın yerini doğrudan yabancı sermaye girişine bırakmasının sürdürülebilir ve kalıcı bir eğilim olduğu sanısı en büyük tehlikedir. Geçmiş yılların tortusunu oluşturan sıcak para stoku, potansiyel ve ciddi bir risk olmayı sürdürüyor. Kasım 2007 itibarıyla 102.5 milyar doları bulan bu stokun çıkışını önlemek için bir türlü azaltılamayan yüksek faizler, genel faiz düzeyini yüksek tutuyor. Enflasyonda yüzde 4’lük hedefin çok gerisine düşülerek yılın yüzde 10 dolayında bir fiyat artışıyla kapanması bekleni Bölüşümde iyileşme yok... 2007’deki bölüşüm ilişkilerine bakıldığında, önceki yıllara göre bir olumlu gelişmeden söz etmek olası değildir. TÜİK’in şaibeli gelir ve tüketim anketleri, yoksulluk analizi gibi “araştırmaları” bize bölüşüm ile ilgili güvenilir doneler vermemektedir. Ancak işsizlik, reel ücret ve tarımsal donelerden bir bölüşüm fotoğrafı çıkarmak mümkündür. Resmi açık işsizliğin, büyüme iddialarına karşın, yüzde 10’da katılaşması 2007’de de sürdü. TÜİK’in işgücü arzını düşük göstererek sakladığı gerçek işsizlik yüzde 20’leri, mutlak rakam olarak da 5 milyonu bulmaktadır. Dolayısıyla gerilemeyen işsizlik hanelere yeni gelirler getirmemiştir. İmalat sanayii reel ücretleri de gerileme eğilimini 2007’de artışa terk etmemiştir. Hükümetin seçimler nedeniyle sulandırdığı kamu maliyesi ile hanelere dolaylı bir gelir damlamışsa da akmamıştır. Tarımda büyümenin negatife dönmesi ve göçler, köylü kesiminde de önemli bir gelir erozyonu olduğunu göstermektedir. 2007’deki seçim ekonomisinin enflasyonun yeniden iki haneye tırmanmasındaki etkisi bahane edilerek yeni zam ve vergiler ise 2008’in gündemindedir. Ertelenen elektrik ve doğalgaz zamlarının yanında vergi ve harçlarda artışlar da 2008’de devreye girecek ve mali disiplinin yeniden tesisi adına kamuda kemerler hızla sıkılacak, eğitim ve sağlık başta olmak üzere sosyal harcamalar budanacak, kamu yatırımları kısılıp özelleştirmelere daha da ağırlık verilmek istenecektir. Dünyada likidite bolluğunun 2008’de yerini likidite darlığına bırakması ve sıcak paranın aralarında Türkiye’nin de olduğu riskli ülkelerden çıkma ihtimali, AKP iktidarını zorda bırakabilecektir. Böyle bir kaçış, dış borç kullanıcısı büyük firmaları, oradan da tüm sistemi bir kaosa sürükleme potansiyelini içinde taşımaktadır. Dış kaynak çekmede AB ve IMF çapalarına bel bağlayan iktidar, AB çapasının taramaya başlamasının ardından tek umudu olan IMF’nin ipine daha çok sarılıp farklı görünümlü de olsa IMF ile standby’ı uzatmanın yollarını arayacaktır. Bunun da ekonomik yapıyı düşüreceği durum, bugüne kadar ortaya çıkan durumdan anlaşılmalıdır. Özellikle düşük ve orta gelirli kesimler için ise 2008’de yeni işsizlik dalgaları ve yoksullaşmalar gündemdedir. ataol b?cumhuriyet.com.tr Faks: (0212) 343 72 64 BÜYÜKÇEKMECE 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ BÜYÜKÇEKMECE 2. ASLİYE HUKUK HAKİMLİĞİN’DEN ESAS NO: 2007/1103 Davacı BAŞAK SİGORTA A.Ş vekili tarafından, davalılar YÜCEL KAYHAN VE MAHMUT YILDIZ aleyhlerine açılan alacak davasında; Daha önce sulh hukuk mahkemesince, yapılan araştırmalar rağmen bulunamayan davalılar YÜCEL KAYHAN ve MAHMUT YILDIZ adına, dava dilekçesi ve duruşma gününün ilanen tebliğine karar verilmiş olup, Bahçeşehir/İst. Boğazköy toplu konut yapı kooperatifi 4. Eylül cad. 413 ada, 1 parsel, A blok, 1 numaralı Yeşim Kaban Aydın’a ait Yeşim Eczanesinin 380.00306138.0005 sayılı poliçe çerçevesinde, ödenen meblağın T.T.K’nun 1301. maddesinin amir hükmüne göre sigortalısına hasar tazminatı ödeyen şirketin onun haklarına kanuni helef olduğu gerekçesi ile davacı şirketin sigortalısına ödenen 5.611,60YTL’nin rücuen tahsili, sulhen halledilmediğine dair, açılan davanın mahkememiz salonunda 07/02/2008 günü, 10.10’de yapılacak duruşmada hazır olmaları veya kendilerini vekille temsil ettirmeleri (varsa delillerini dosyaya ibraz etmeleri) aksi takdirde yokluğunda duruşmaya devam edilip karar verileceği, davalılar YÜCEL KAYHAN ve MAHMUT YILDIZ ‘a ilanen tebliğ olunur. 20/11/2007 (Basın: 69321) DUYURU TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi 9. Olağan Genel Kurulu, çoğunluklu olarak 1213 Ocak 2008 tarihlerinde, Tayyareci Cemal Sok. No:3/3 Şişli/İSTANBUL adresindeki oda binasında, çoğunluk sağlanamaması halinde ise 1920 Ocak 2008 tarihlerinde yine aynı adreste, çoğunluk aranmaksızın aşağıdaki gündemle yapılacaktır. Duyurulur. Gündem: 1) Başkanlık Divanı Seçimi, 2) Şube çalışma ve mali raporlarının okunması ve değerlendirilmesi, 3) Şubenin yeni dönem yıllık bütçelerinin görüşülmesi ve değerlendirilmesi, 4) Şube Yönetim Kurulu asıl ve yedek adaylarının belirlenmesi, 5) Seçimler. TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Seri A Sıra No 38151 ve 38152 nolu fatura sayfalarımızı kaybettik. Hükümsüzdür. DÜNYA ÇİÇEKÇİLİK LTD. ŞTİ Nüfus kağıdımı kaybettim. Hükümsüzdür. EKİN BERKAY BARAN CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle