18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 ARALIK 2007 SALI 4 HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN AB’siz Yapabilir miyiz? Lizbon Zirvesi, Türkiye AB ilişkilerini anlamakta güçlük çekenlere önemli bir ipucu verdi. Kısacası AB, Türkiye’yi tam üye olarak içinde istemediğini bir kez daha belirtti. Önce bir noktayı vurgulamak gerek. Ülkemizde AB konusuna soğukkanlı yaklaşmaya çalışan görüşler ileri sürmek zor. Çünkü olaya eleştirel yaklaştığınızda, hemen “Avrupa karşıtı” olarak damgalanıyorsunuz. Konuya yandaş ve karşıt zıtlığı dışında nesnel olarak yaklaşmak mümkün ama, doğru anlaşılmak güç. Türkiye’nin AB ile ilişkilerini onurlu bir çizgide sürdürmesinden yanayım. Burada onurlu sıfatı yalnızca diğer üyelerle aynı koşullar anlamını taşıyor. Eğer Türkiye de, diğer üyelerle aynı koşullar altında ortaklığa girebilirse, bunun zarardan çok yarar sağlayacağını düşünüyorum. Sanırım kamuoyunun çoğunluğu da aynı görüşte. Ama kamuoyu bu konuda artık umudunu yitirmiş görünüyor. İlginç bir durum, hiç değilse belirli bir konuda, kamuoyu, kamuoyu oluşturma işlevini yüklenmişlerden daha gerçekçi bir tavır içinde. Yalnız, kamuoyu oluşturucuların, hatayla veya kasten yanıltması yüzünden, kamuoyu, bir konuda fena halde yanılıyor ve haksız olarak: “Avrupa bizi dışlıyor” diyor. ??? Oysa, son gelişmeler üzerine stratejik değeri daha da artmış olan Türkiye, ABD için olduğu kadar AB için de, dışlanmayacak kadar önemli bir ülke; mutlaka etki alanı içinde tutulması gerekecek kadar önemli... AB Türkiye ilişkilerine gerçekçi yaklaşımı yüzünden kimilerine çok sevimsiz görünen Erol Manisalı da, dünkü köşesinde durumu açıklıkla diye getiriyordu. Erol Manisalı’nın, hepsi de gerçekleşmiş olan öngörüleri dolayısıyla böylesine tepki görmesini anlamak çok güç. Eğer insanlar doğruyu söyleyene kızıyorlarsa, o toplumda sanıldığından da daha önemli sorunlar var demektir. Ama sanıyorum asıl sorun, “Biz AB’siz yapamayız” diyen zihniyettir. AB perspektifi olmadan ekonomik kalkınmamızı sürdüremeyiz, AB perspektifi olmadan laik sistemimizi devam ettiremez, insan hakları alanında gelişme sağlayamaz, demokrasimizi daha ileri boyutlara vardıramayız ve nihayet Batı dünyasından koparız diye düşünmek, “Biz adam olmayız abi!” demekle aynı anlama gelir. Bu Tanzimat kafasıdır ve o kafanın bir ülkeyi nerelere getirdiğini geçmişte yaşayarak gördük. Türkiye, ne Cumhuriyeti Batı istediği için kurdu ve ne de laik düzeni onların sayesinde yaşama geçirdi. ??? Türkiye, bağımsızlığını ve laik Cumhuriyetini Batı emperyalizmine karşı verdiği başarılı bir Kurtuluş Savaşı sonunda kazandı. Ama Batı’ya karşı savaşmış olmak, “Batı karşıtlığı” yaratmadı. Türkiye laik demokratik Cumhuriyeti’ni Batı’nın isteği ve yardımıyla kurmadı ki, onsuz yaşatamasın. Eğer bir ülke, kendi rejimini başkasının yardımı olmadan yürütemiyorsa, zaten işi bitmiştir demektir. Türkiye’de laik Cumhuriyet kendi iç dinamiğiyle kurulmuştur, ılımlı İslam ise, iç uzantıları olan yabancı destekli bir projedir. Şöyle bir bakalım.. Türkiye’de, laik düzen üyelik müzakereleri başladığından bu yana ilerliyor mu, alan mı yitiriyor? Ne dersiniz? AB ile müzakere sürecini kesmeyelim, sürdürelim, ancak bu müzakere süreci içinde diğer adaylardan istenmeyen taleplerle karşılaştığımız zaman bunu yerine getiremeyeceğimizi, öbür üyelerden istenen koşulları yerine getirebileceğimizi söyleyelim. Avrupalı tavır budur. Avrupalı tavır ile “Avrupacı” tavır birbirleriyle bağdaşmaz. Avrupacı tavır, Tanzimat kafasıdır. Cumhuriyet, Tanzimat kafasıyla ne geliştirilir, ne de korunabilir. Avrupa ile ilişkiyi sürdürmeye çalışalım, ama Avrupa’sız yok olmayacağımızı da artık görelim. ‘Halka duyur’ telefonu FIRAT KOZOK ANKARA İzinsiz kent dışına çıktığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şahin Filiz’i arayarak destek veren YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın, Filiz’den, bunu kamuoyuna duyurmasını istediği ortaya çıktı. Özellikle türban konusundaki görüşleriyle dikkat çeken, konuyla ilgili kent dışındaki bir konferansa izinsiz katıldığı gerekçesiy le hakkında soruşturma açılan Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şahin Filiz, geçen perşembe günü YÖK Başkanı tarafından aranmıştı. Başkan Prof. Dr. Özcan, görüşmede Filiz’e, üniversitelerde özgürlükçü bir dönemin başladığını, bundan sonra fikirlerinden ötürü hiçbir öğretim üyesi hakkında kovuşturma yapılmayacağını söyledi. Filiz’den konuyla ilgili ayrıntıları isteyen Özcan, “destek telefonunun medyaya da duyurulması ricasında” bulundu. Özcan, görüşmeden bir gün sonra da Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada, Filiz’i arayıp durumu öğrendiğini söylemişti. Öğretim üyelerinin zaman darlığı nedeniyle kent dışına çıkarken bazen izin alamadıklarını ifade eden Özcan, şöyle konuşmuştu: “Filiz Bey’in konusunda sadece izinsiz gitme yok. Birazcık kural dışı durumları olan bir öğretim üyesiymiş. Kendisi de bana ‘İşte ben ramazanda oruç tutmam’ dedi. Onun oruç tutup tutmaması beni hiç alakadar et mez, ‘kimseyi de alakadar etmez’ diye düşünüyorum. Üniversitede böyle birkaç aykırı davranış üst üste gelirse bakışlar değişiyor, negatif enerji topluyor. Kendisini belki de az cezalandırmak istenmiş olabilir, ama durum düzeldi. İnşallah bundan sonra olmayacağını düşünüyorum..’’ (Fotoğraf: YUSUF BAŞTUĞ) YÖK Başkanı Özcan, Filiz’e hakkında kovuşturma yapılmayacağını söyledi YÖK Başkanı Özcan’ın türbana ilişkin açıklamalarının ardından ÇÜ türbanlı öğrencilerle doldu. ‘İçeriği eksik yansıttı’ Filiz’in avukatı Ali Altay, YÖK Başkanı’nın görüşmenin ayrıntılarını eksik yansıttığını ifade ederek “Kendisinin müvekkilim Şahin Filiz ile görüştüğü doğrudur. Ancak, o görüşmede, kendileri müvekkilimden, ‘YÖK Başkanı beni aradı, bana destek verdi’ yönünde kamuoyuna görüşmeyi duyurmasını istemiştir. Sayın Başkan’ın, görüşmenin bu içeriğini basına ve kamuoyuna neden eksik yansıttığı tarafımızdan anlaşılamamıştır” dedi. Rektör Prof. Dr. Süleyman Okudan’ın da “Benimle ilgili yolsuzluk davalarını basına Şahin Filiz sızdırıyor” dediğini anımsatan Altay, “Buna karşın sayın rektör, hakkında bu yönde açılmış dava olduğunu söylemiyor” dedi. Üniversiteye türban girdi YUSUF BAŞTUĞ Üyelikten ayrıldı... Filiz’in, Vatansever Kuvvetler Derneği’ne üyeliği yönünde basında çıkan haberlere de dikkat çeken Altay, Filiz’in, üniversitenin izniyle derneğe üye olduğunu, ancak çalışmaları hakkında bilgilendikten sonra üyelikten ayrıldığını söyledi. Ali Altay, “Şahin Filiz’in söz konusu derneğe üyeliğine ilişkin üniversitenin bir soruşturması olmamasına rağmen, sayın rektörün, kamuoyuna soruşturma varmış gibi bir bilgi vermesi de anlaşılamamıştır” dedi. ‘Türban özgürlük değil’ Cumhuriyet Kadınları Derneği Mersin Şubesi üyeleri, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın üniversitelerde türbanın serbest bırakılması yönündeki açıklamalarını protesto ettiler. Atatürk Evi önünde toplanan göstericiler adına konuşma yapan CKD Şube Başkanı Şule Dündar, Prof. Dr. Özcan’ın görevinin “kendisini YÖK Başkanlığı’na taşıyan siyasal iktidarın simgesi olan türbanı üniversitelerde serbest bırakmak” olduğunu iddia etti. Türbanın özgürlük aracı değil, siyasi simge olduğunu ve bugün de güç simgesi olarak algılandığını belirten Dündar, “Anadolu örtünmesi değil, siyasal bir simge olan türbanın bilim yuvaları olan üniversitelere inmesi bir özgürlük olgusu değil, ikiliğin ve gericiliğin teşvik edildiği bir ortamın yaratılması demektir” dedi. (Fotoğraf: ABİDİN YAĞMUR) AKP’nin İzmir’de düzenlediği toplantı türban gösterisine dönüştü Nesiller ‘dinle’ buluşuyor EMRE DÖKER ADANA Üniversitelerde türban yasağını rektörlerin “inisiyatifine” bırakan YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın çağrısına ilk yanıt Çukurova Üniversitesi’nden (ÇÜ) geldi. . Üniversite yerleşkesinde gezen türbanlı öğrenciler, fakültelere, bölümlere, dersliklere, hatta üniversitenin idari birimlerine bile hiçbir engelle karşılaşmadan rahatça girebiliyorlar. Öğretim üyeleri ise üniversite idaresinin gerekli önlemi almamasına tepkili. Özcan’ın, “Yasaklar kendiliğinden kalkacak”, “Rektörler hoşgörü gösterecek” şeklindeki açıklamalarının ardından mahkeme kararlarıyla da sabitlenen türban yasağı, ÇÜ’de fiili olarak delindi. Türbanlı öğrenciler Çukurova Üniversitesi’nin Balcalı Yerleşkesi’nde rahatça dolaşmaya başladı. Türbanlılar üniversite yerleşkesi bir yana, dersliklere, bölümlere ve idari birimlerin bulunduğu binalara da rahatça giriyor. Üniversitenin güvenlik görevlililerin önünden rahatça geçen türbanlılar, fotoğraflarının çekilmesine de aldırış etmeden, “Bu üniversite de demokrasi var. Siz fotoğraf çekerek gerginlik yaratıyorsunuz” dediler. Öte yandan üniversite binalarına rahatça giren türbanlı öğrencilerin derslere de türbanlarıyla girmeye çalıştıkları öğrenildi. İzin vermeyen öğretim üyeleri nedeniyle türbanlıların bazı derslere giremedikleri kaydedildi. ‘Yasal değil’ Çukurova Öğretim Elemanları Derneği Başkanı Prof. Dr. Erhan Yıldırım, üniversitede türbanın yasal olmadığını söyledi. Rektörlüğü bu konuda uyaracaklarını belirten Yıldırım, “Anayasa Mahkemesi kararıyla yasaklanan türbana müsaade edilmemesi gerekiyor. Üniversitede türbanın bulunması normal bir şey değildir. Yönetim kurulumuzla toplanıp rektörlüğü bir bildiriyle uyarma konusunda yapılması gerekeni konuşacağız” dedi. Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr Ayzin Küden ise türbanlı öğrencilerin kapıda kontrol edilmesi gerektiğini belirtti. Küden, Ziraat Fakültesi’nde mahkeme kararlarıyla sabitlenen yasaklanmış şeylere izin vermediklerini vurguladı. asirmen?cumhuriyet.com.tr Çifteler Köy Enstitüsü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunu değerli büyüğümüz İZMİRAKP Genel Merkez Sosyal İşler Başkanlığı’nın düzenlediği “Nesiller Buluşuyor” toplantılarının ikincisi türban şovuna dönüştü. İzmir Tepekule Kongre Merkezi’nde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı toplantıda izleyici partili kadınların yarısından fazlasının türbanlı olması dikkat çekti. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Devlet Bakanı Mehmet Aydın, İzmir milletvekilleri ve İzmir Valisi Mustafa Cahit Kıraç’ın da eşiyle yer aldığı “parti toplantısı”nda konuşmacılardan bazıları panelin içeriğinin dışına çıkarak, konuşmalarını “vaaz” şeklinde yaptı. Doç. Dr. Nihat Hatipoğlu’nun konuşması da dini içeriğiyle katılımcıları “memnun!” etti. Hatipoğ lu’nun Hz. Muhammet’in sözlerinden alıntılar yaparak gerçekleştirdiği sunum sırasında bir çok kişi gözyaşlarını tutamazken, konuşma sık sık “amin” sözleriyle kesildi. Topkapı Sarayı Müdürü ve tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın sunumu ise tarihi alıntılar nedeniyle izleyicilerin sıkılmasına ve salonun boşalmasına neden oldu. Toplantının dini içeriğe kaymasının ardından paneli yöneten AKP Genel Başkan Yardımcısı Nükhet Hotar Göksel, izleyicilerin sorularını kâğıtlara yazarak kendilerine ulaştırılmasını istedi. Konuşmacıların sözlerinden etkilenen birçok kişinin merak ettiği konular “fetva hattı”na sorulan soruları anımsattı. Bunlardan biri, “Hıristiyan dostum öldü, ona nasıl dua edebilirim?” oldu. Göksel soru yanıt kısmını zamanın ilerlemesini gerekçe göstererek kısa kesti. YENİŞEHİR BELEDİYESİ Belediyeden 8 bin yoksula yardım DİYARBAKIR (Cumhuriyet Bürosu) Birçok sivil toplum kuruluşu ve yardımseverin yardımlarına karşın Diyarbakır’da yoksulluk sorunu halen aşılamıyor. Yenişehir Belediyesi de 2007 yılında 8 bin 13 yoksula 401 bin 350 YTL yardımda bulundu. Tüm çabalara karşın Diyarbakır’da son 10 yıldır sürekli artan yoksulluk, aşılamayan bir sorun olarak durmaya devam ediyor. Birçok kesim yoksul insana yardım eli uzatırken, belediyeler de kimi önlemlere başvuruyor. Diyarbakır Yenişehir Belediyesi Sosyal İşler Müdürlüğü yeni bir Yardımlaşma ve Dayanışma Merkezi kurdu. Yılbaşından bu yana “Bir Umut da Siz Olun” sloganıyla çalışmalar yürüten merkez, bugüne kadar yardıma muhtaç 8 bin 13 yoksula, 401 bin 350 YTL yardımda bulundu. Sorumluluk alanındaki 5 ilköğretim okuluna da toplu yardım yapan belediye, ayrıca 200 öğrenciye aylık 75 YTL burs, ilköğretime yeni başlayan 2 bin 500 öğrenciye kırtasiye, OKS ve üniversiteye hazırlanan 16 öğrenciye de maddi destek verdi. Erdoğan’ın da katıldığı toplantıda kadınların çoğunun türbanlı olması dikkat çekti. İHSAN GÜVENÇ’i 14 Aralık 2007 günü kaybettik. Derin bir üzüntü içindeyiz. Yaşamı ve yaptıkları bizlere ışık tutacaktır. Değerli eşine, kurucu üyemiz oğlu Nazım GÜVENÇ’e, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı üyelerine ve tüm Köy Enstitülülere başsağlığı ve sabır dileriz. Köy Enstitülerini Araştırma ve Eğitimi Geliştirme Derneği (KA VEG) KÜÇÜKÇEKMEÇE BİRİNCİ İCRA DAİRESİ MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN 2002/362 DÜZELTME İLANIDIR Küçükçekmece 2002/362 esas sayılı dosyasından Safra Mah. Çekmece yolu mevkiinde 26 pafta,7465 parseldeki borçlu hissesinin 18.01.2008 tarihli ikinci satış gününde satış saati sehven 14.2014.30 olarak yazılmış olmakla, satış saatinin 14.0014.10 olarak düzeltildiğine dair ilandır. Basın: 67278 İzmir’de bıçaklanan İtalyan rahip Franchini ile ilgili gazete başlıklarına yansıyan haber şöyle başlıyordu: “Olayı büyütmeyelim.” Ülkemizde sayıları 100 binin altında bulunan Hıristiyanların nüfusumuza oranı da binde birler düzeyinde. Bu oran bölgedeki ülkeler içinde en düşük Hıristiyan oranı. Yani Arap ülkeleri ve İran dahil bütün bölge ülkelerinde yaşayan Hıristiyanların oranı en az bizim on katımız. Bu köşede birkaç kez yazdım, bizden sonra en az Hıristiyanın yaşadığı ülke İran. İran nüfusunun yüzde 2’si Hıristiyan. İşin ilginç yanı, bölgedeki tek laik ülkede, yani Türkiye’de Hıristiyanlar sürekli tehdit altında. Cinayet iddianameleri yazan savcılarımız “misyonerlik tehlikesi”nden söz ediyorlar. Birçok gazetede “misyonerlerin her yana yayıldığı” haberleri gayet tahrik edici bir şekilde sunuluyor. Geçenlerde kaybettiğimiz ünlü modacı Vitali Hakko’nun ölümüne gösterilen ilgi bile bazı gazetelerde, “Büyük medyanın Yahudi merakı” başlı ‘Olayı Büyütmeyelim’ mi? ğıyla, tam anlamıyla ırkçı bir tahrik diliyle sunuluyordu. ??? İtalyan rahip, “Olayı büyütmeyelim” diyor, bizim gazetelerimiz de bu çağrıyı başlığa çıkarıyorlar. Ancak gerçekten olayı büyütmeyelim mi? Ülkemizde son yıllarda gayrimüslimlere yönelik saldırgan ve tahrik dolu tutumu büyütmeyelim ve görmezlikten gelelim mi? Diyelim ki büyütmedik ve görmezlikten geldik. Biz böyle yapsak da ülkemizde baskılar sürüyor, cinayetler ve saldırılar peş peşe geliyor. Şimdi gelin hep birlikte bu olayı büyütmekle kalmayalım, Türkiye’ye egemen olan anlayışın, kendi ülkemizin yurttaşlarına yönelik uygulamalarına da karşı çıkalım. ??? Ahmet Necdet Sezer döneminde veto edilen ve önümüzdeki günlerde Meclis’e gelmesi beklenen Vakıflar Kanunu tasarısı, işte bu anlayışın en üst düzeydeki ifadesi olarak karşımıza çıkıyor. Geçen günlerde bu tasarıya egemen olan anlayışın bazı bölümlerini sizlerle paylaşmıştım. Vakfılar Kanunu’nun arkasında yatan tarihi acıları da burada birkaç kez dile getirmiştim. Atatürk zamanında çıkarılan “1936 Vakıflar Beyannamesi”nden söz etmiştim. Bu beyanname, müslim, gayrimüslim bütün vakıfların mallarının bir dökümünü elde etmeyi amaçlayan bir beyannameydi. Bu beyannamenin çıkarılmasının amacı da daha çok Osmanlı’dan kalan Müslüman vakıflarının denetim altına alınmasıydı. ??? Gel zaman git zaman, 1971 yılında bir yurttaşın başvurusu üzerine Yargıtay, gayrimüslim vakıflarının 1936 yılından sonra elde ettikleri bütün taşınmaz mallara el konulmasını karara bağladı. Yani gayrimüslim vakıflarının 35 yıllık birikimine bir anlamda bu Yargıtay kararıyla el konulmaya başlandı. Bu kararla Ermeni ve Rum yurttaşlarımızın okullarına, yetimhanelerine el konuldu. Ben bundan on yıl önce Şişli Bomonti’deki ilkokulun sıralarının nasıl okul dışına atıldığının tanığı oldum. Bu köşede de bu ayıbı dile getirdim. ??? İnsanların en temel hakkı olan mülkiyet edinme hakkını hiçe sayan bu uygulama, Avrupa Birliği üyelik sürecinde kaçınılmaz olarak karşımıza çıktı. Bu ayıp düzeltilmeliydi. Geçen dönemde bir kanun çıkarılmak istendi, Cumhurbaşkanı çıkarılan kanunu veto etti. Şimdi bu kanun Meclis komisyonlarında duruyor. Bu kanun hâlâ gayrimüslim azınlıkları “yabancı” sayan, bu ülkenin yurttaşı kabul etmeyen bir anlayışla hazırlanmış durumda. Neredeyse ilk maddesinde, “mütekabiliyet (karşılıklılık) esasından” söz ediyor. Yani bizim yurttaşımız olan gayrimüslimler, başka bir ülkede başka bir ülkenin yurttaşına yapılacak muhtemel uygulamalara karşı “rehin” olarak görülüyorlar. Vakıflar Kanunu tasarısı daha buna benzer birçok hüküm içeriyor. Bunları büyütmezsek, yani kendi yurttaşımız olan dini azınlıkları hedef alan uygulamalara karşı çıkmaz, bu konudaki önyargılara karşı tepki göstermezsek, bu ülkede son kalan Hıristiyan ve Yahudi yurttaşlarımızı da kaçırtacağız. Tabii bu iş orada bitmez. Bugün dini farklı olana saldıran mantık, yarın mezhebi, inancı, etnik kökeni farklı olana da saldırır. Zaten geçmişte saldırmadı mı? Sıvas’ı, Kahramanmaraş’ı hazırlayan anlayışla Hrant Dink’e kurşun sıkan anlayış arasında bir fark var mı? Aynı ideoloji, aynı örgütlenme.. Rahibe sallanan bıçağı büyütmeli ve önemsemeliyiz. Tehlike çanları çalıyor. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle