24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 KASIM 2007 PAZARTESİ 6 DİZİ ANAP’ın cumhurbaşkanlığı önerisini geri çevirdi. Yaşamı boyunca ilkeli politikanın izleyicisi oldu Ölüm hak edilmiş dinlenmeydi rdal İnönü, siyasal yaşamı boyunca bir yandan merkez soldaki bitmek tükenmek bilmeyen birleşmeler, ayrışmalar, kurultaylarla uğraşırken; diğer yandan da DYPSHP ve DYPCHP hükümetlerinde devlet bakanı, başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı olarak görev yaptı. Erdal İnönü kendi deyişiyle “hak edilmiş dinlenme”ye uğurlanırken; siyasetteki yol arkadaşları kadar, rakipleri ve merkez sağdaki politikacılar tarafından da saygıyla anıldı. Şair Cemal Süreya, “Geçici adamın kalıcılık olasılığı: Budur Erdal İnönü” diyordu. Siyasette de, bilim dünyasında da, dostlarının yüreklerinde de “kalıcı” izler bıraktı... İnönü, 1986 yılı ara seçimlerinde İzmir milletvekili seçildi, 1987 ve 1991 genel seçimlerinde yeniden aynı kentten milletvekili seçilerek parlamentoda görevine devam etti. 1991 genel seçimlerinden sonra, SHP’nin Doğru Yol Partisi (DYP) ile kurduğu, Süleyman Demirel’in başbakanlığındaki koalisyon hükümetinde devlet bakanı ve başbakan yardımcısı olarak görev aldı. Merkez sağ bir parti ile merkez sol bir partinin 12 Eylül sonrasında kurduğu bu koalisyon, son derece “uyumlu” bir görüntü sergiledi. Öyle ki, Demirel o günleri değerlendirirken “Koalisyonduk, ama ülke sorunlarına tek parti gibi yaklaştık, birbirimizi hiç incitmedik” diyecekti. 1991 yılından 1993 yılı Haziran ayına dek süren bu koalisyon, Turgut Özal’ın ölümüyle sona erdi. Erdal İnönü, ANAP’lıların kendisine “Cumhurbaşkanlığı adaylığı” önermesine karşın bu önerileri reddederek “ortağı” Süleyman Demirel’i Çankaya Köşkü’ne çıkardı. Bu karar, bazılarınca “özveri” olarak değerlendirilirken, bazı kesimlerce sert eleştirilere hedef oldu. Demirel 9. E Erdal İnönü, 1991 genel seçimlerinden sonra, SHP’nin Doğru Yol Partisi ile kurduğu, Süleyman Demirel’in başbakanlığındaki koalisyon hükümetinde devlet bakanı ve başbakan yardımcısı olarak görev aldı. 1993’te Turgut Özal’ın ölümünün ardından İnönü, ANAP’lıların kendisine “Cumhurbaşkanlığı adaylığı” önermesine karşın bu önerileri reddederek “ortağı” Süleyman Demirel’i Çankaya Köşkü’ne çıkardı. Demirel 9. Cumhurbaşkanı olurken, DYP’nin başına geçen Tansu Çiller başkanlığında yeni bir koalisyon hükümeti kuruldu. 1993 yılında hükümet ortağı DYP’nin genel başkanı Demirel’i Çankaya Köşkü’ne gönderen İnönü, DYP’nin yeni lideri Tansu Çiller ile koalisyon kurarak 4 ay daha hükümette yer aldı. Cumhurbaşkanı olurken, DYP’nin başına geçen Tansu Çiller başkanlığında yeni bir koalisyon hükümeti kuruldu. İnönü, Çiller ile 4 ay birlikte çalışabildi. Bu süreçte, Sıvas’taki Madımak Oteli’nde yaşanan katliam, okların Erdal İnönü’ye yönelmesine yol açtı. SHP’nin CHP ile birleşmesinden sonra koalisyonun sol kanadında değişikliğe gidilirken, Erdal İnönü dışişleri bakanı oldu. 20 Eylül 1995 tarihine dek bu görevi sürdürdü. dön” çağrıları yaptılar. İnönü siyasete “zoraki” girmiş görünse de giderek ısındığı ve “ilgili” olduğu açıktı. Hatta 2001 yılında CHP’den istifa ettikten sonra yeni bir parti kurmak için kolları sıvadığı anlatılıyor. Yakın çevresine göre, partinin kurucu listesi bile hazırdı. Ancak kardeşi Selim Sohtorik’in kredi borcuna kefil olan Sevinç İnönü’nün, Erdal İnönü ile Anadoluhisarı’ndaki yalı ve Bebek’teki daireyi SevinçErdal İnönü Vakfı’na bağışlamalarının “muvazaalı işlem” olduğu, taşınmazlara ihtiyati haciz kararı koydurulduğu haberleri birdenbire basında yer alınca bu girişimden vazgeçti. Erdal İnönü’nün siyasete dönmesi için çaba gösterenlerden Fikri Sağlar, o günleri şöyle anlatıyor: “CHP, ‘Anadolu solu’ benzeri söylemlerle sosyal demokrasiden uzaklaşırken farklı arayışlar, beklentiler ortaya konuyordu. İnsanlar partiden kopuyordu, sağcılar partiye davet ediliyordu. Bu dönemde gerçek bir sosyal demokrat parti, Erdal Bey’in deyişiyle ‘Batılı anlamda bir sosyal demokrat parti’ kurulması için bir arayış başladı. Bunu oluşturacak tek kişi Erdal İnönü’ydü. Kendisi siyaseti bırakmış, anılarını yazıyordu, bilimsel çalışmalar yapıyordu. Uzak durmaya çalışıyordu. Sosyal demokratları bir araya getirecek bir öndere ihtiyaç vardı. Kapısını çalıyor, ısrar ediyorduk, esprilerle kaçıyordu. En son 2001 yılında Gülsün Bilgehan’ın evinde bir yemek yedik. Peki, dedi. Çok ciddi çalışmaya başladı. Aşağı yukarı 6 ay tüzüğü, programı, kurucuları belli olacak şekilde bir çalışma yaptı. Ama 28 Kasım’da vazgeçtiğini ilan etti. Halbuki biz ne zaman İçişleri Bakanlığı’na kuruluş için müracaat edilecek diye bekliyorduk. Bunda bazı haberlerle CHP’nin manevraları etkili oldu. Erdal Bey bıraktığını söylerken siz devam edin, dedi. Kendisi artık CHP’nin işlevini doldurduğu, demokratikleşme ve sosyal demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla oluşması için yeni bir parti gerektiği noktasına gelmişti.” ENEYSEL TEDAVİYE ‘EVET’ DEDİ D GERİ DÖN ÇAĞRILARI Erdal İnönü, aktif siyaseti bıraktıktan sonra bazı kesimler sık sık kapısını çalarak “Geri İnönü yaşamının son dönemini vakıf çalışmaları ve Sabancı Üniversitesi’nde ders vererek geçiriyordu. Hastalığını öğrendikten sonra deneysel bir tedavi uygulanmasına “evet” diyerek bir bilim insanı gibi davrandı. Ölüm fikrine gençliğinde ve yaşamının son döneminde bakışı nın nasıl değiştiğini anılarında ortaya koydu. Anılarının ilk cildinde felsefeye ilgisini anlatırken Sokrates’in yargıçlara son sözlerini aktarıyordu: “Kararınızı verdiniz. Ben ölmeye gidiyorum. Siz yaşamaya. Bunların hangisi daha iyi? Bunu ancak tanrılar bilir!” Bu kitapları 1617 yaşlarında okuduğunu vurgularken şu görüşleri dile getiriyordu: “O yaşlarda ölüm konusunda düşünürken insan salt mantık çerçevesinde bakabiliyor. Hatırlarım; benim bu çerçevede vardığım sonuç, aslında her insanın yaşamının, kendisi bakımından sonsuz olduğu şeklinde idi. Çünkü, diyordum, insan öldüğünü fark etmez ki yaşamın son bulduğunu anlasın. Yaşamla ölüm arasındaki farkı, insan ancak yaşıyorsa görebilir. İnsanın kendisi öldüğünü algılayamayacağına göre, herkesin yaşamı, kendisi için sonsuzdur. Bu usa vurma ya da mantık oyunu, gençken insanı tatmin edebiliyor; ama ileri yaşlarda ölüm ve arkasındaki yokluk düşünülünce soğuk ter basmasını, başka hiçbir şeye benzemeyen bir iç sıkıntısının belirmesini önleyemiyor.” Anılarının 3. cildinde ise kendisine yöneltilen “Ölüm fikrine yaklaşımınız şimdi nasıl” sorusuna bu kez şu yanıtı veriyordu: “Öyle görüyorum ki, şimdi üçüncü aşamaya gelmişim. Ölümü düşünmek artık korku vermiyor. Daha çok, arkadaşlarımda, yaşıtlarımda göre göre alıştığım bir doğal son, hak edilmiş bir dinlenme olarak görüyorum. Ölüm korkusu gençken ruhun canlılığıyla, yaşlıyken vücudun yorgunluğuyla aşılıyor. İkisi arasında bir sıkıntı dönemi yaşanıyor. Peygamberlerin genellikle orta yaşlılar arasından çıkmasının bir nedeni bu olmalı.” Cemal Süreya’nın kaleminden Erdal İnönü: Bilimsiyaset Demokrasimizin utangaç jokeri ilişkisi Ş E rdal İnönü, “Bilimle uğraşmak siyasette ne getirir”, “Bilim ve siyaset ilişkisi nedir” benzeri sorularla sık sık karşılaştı. Yurt gezilerinde gittiği ilçelerde, beldelerde “Burada son seçimlerde ne kadar oy aldık? En güçlü parti kim” benzeri basit sorulara yanıt alamamaktan yakınırdı. Partililer genellikle “Biz birinci partiyiz, ama hakkımızı alamadık, bunda şu kişinin görevini yapmaması, iktidarın haksız tertipleri rol oynadı” gibi yanıtlar verir, İnönü ısrarlı sorularına karşı bir türlü partinin son seçimlerde aldığı oyu öğrenemezdi. Siyasetçilerin seçimlere “tarafsızca değerlendirilmesi gereken deneyler gibi değil, parti içi tartışmalarda ya da kendi ideolojilerinde kendilerine yeni kozlar getiren olaylar” diye baktığını söylüyordu. “Siyasetçilerin gözlemleri yerine özlemlerine bağlı kalma hatasına düştüklerini” vurgularken de şu görüşleri dile getiriyordu: “Siyasete girmeden önce bilim, mühendislik, tıp gibi deneylere dayanan mesleklerde deneyim kazanmış olanların gerçekçi gözlem yapmada üstünlükleri olacaktır, diyorum. Şunu da ekleyeyim: Siyasete yeni girenler de başlangıçta daha gerçekçi gözlemler yapıyorlar. Fakat bu özellik, eğer daha önceki mesleklerinde bu yolda alışkanlık kazanmamışlarsa, çabuk kayboluyor. Bu fikirleri öne sürmekle siyasetçilere belki haksızlık ediyorum. Onların, seçimleri, bilimdeki deneyler gibi değerlendirmemesi, sadece parti içi üstünlük kaygılarından kaynaklanmıyor. Bir de davalarına içtenlikle inanmış olmanın getirdiği taraflı yaklaşım var. (...) Birçok seçimde, azınlıkta kalan bir parti, programını fazla değiştirmeden de bir gün seçimle iktidara gelebiliyor. Böyle örneklerin varlığı, seçimleri, tamamen bilimdeki deneyler gibi yorumlamanın yanlış olacağını gösteriyor. Ama kuşkusuz seçimlerden en iyi şekilde yararlanmak için önce seçimleri en objektif şekilde, hiçbir peşin hükme bağlı olmadan incelemek, yorumlamak ve ondan sonra parti programı ile ilişkisi üzerinde bir karara varmak, parti programının başarısı açısından da en verimli yoldur.” air Cemal Süreya “99 Yüz” kitabında Erdal İnönü’nün portresini de yazdı. Bu yazı şöyle: “Çevresine belirsiz bir mizah da yaymakta. Uzun vadede düzeltici, göz açıcı, yerine oturtucu bir mizahtır bu. Gülmece değil de, gülümsemece… Yarısı kendinden, yarısı hesaplanmış. Acemi görünüm, Erdal İnönü’de, yalınlığın, iyi niyetin, çıkarsız çabanın sadece kabuğu ya da süsü değil, tanıtım ilanıdır da. Kravatının öyle hafifçe yana kayıvermiş olması, yalnızca kumaşının çok hafif olmasından mıdır acaba? Demokrasimizin utangaç jokeri. Gerçek anlamda cesaret sahibi. Yasal kuruluş temsilcileri arasında, 12 Eylül uygulamalarına ve General Evren’e karşı ilk çıkışı o yaptı. İlk yarayı, daha MGK döneminde, ondan aldı Kenan Evren. Doğrudan kişiliğinden geliyor. Fotoğraflar, bir sürü fotoğraf. Yan yana çekilmiş ya da gizlice çekilmiş resimler. Erdal İnönü gri, solgun, silik, uzaklara bakıyor. Objektife sanki rüzgârgülü niyetiyle bakıyor. Fen Fakültesi’ni bitirdiği 1947 yılından bir ‘gençlik anısı’. 1952’de, Princeton’da, koyu yeşil ağaçlar altında, hüzünlü. 1959’da yine dünyanın bir ucunda, bir laboratuvarda, ‘konuk araştırmacı’ olarak elini alnına götürmüş. 1970’te, ODTÜ’de, öğrenciler arasında biraz memnun, biraz da memnun görünmek zorunda. Fotoğraflar. Yüzü balıkçıl yüzü. Biraz da turna gibi olsun isteniyor. Hem, ne olacak, ikisi de su kuşu. Özal’ın yanında: Güzel günler anteni! Hiç değilse, kötü günlerin sonu anteni! Özal onun yanında, olduğundan da acımasız, yontulmamış, yalancı görünüyor; hatta, olmadığı kadar da eğlendirici, nursuz, mevlit diskcokeyi… Ecevit’in görev tutkusundaki bencillik katsayısı fena işlemeye başlıyor. Erbakan, hiç de fenni olmayan bir sünnetçiye düşmüşçesine ağzını açıyor. Türkeş, kıymeti harbiyesine tatil hakkı tanıyor. Kısacası, Erdal İnönü, yandaşlarınca yadırganan, azımsanan bazı nitelikleriyle, başkalarının birtakım özelliğini açığa çıkardı. Politika sahnesine düzey getirdi. Mavi Melek filmini görmüş müydünüz? Yaşlı profesörle genç kızın aşkı. Ama başrolde Curd Jürgens değil de, James Stewart oynayacak… Kız, demokrasimiz gibidir, kabak çiçeği gibi… Erdal İnönü o çiçek karşısında herhangi bir sapınç göstermedi. ??? Özal, Demirel için bir bela: İnönü, Ecevit için yazgıya da dönüşebilecek bir şanssızlık. Çünkü Özal, Demirel’in karikatürüdür; onun kusurlu yanlarının da adamakıllı abartılmış imgesi… Erdal İnönü ise Ecevit’in iyi yanlarının da yansısıdır. Ecevit kendi iyi yanlarıyla savaşma durumuna düştü. Biraz da düşürüldü. Ne olursa olsun, bu tutumuyla, hele ‘pazar ekonomisi’ gibi hemen buluşturulmuş sanısı uyandıran ve kendi çizdiği çizgiyle uyuşmayan sözlerle rövanşı kolay kolay alamaz. Şu da var ama: Bir Ecevit olayı olmasaydı, bugün Erdal İnönü de olmazdı. Nasıl acımasız bir toplumuz biliyor musunuz! Ama Ecevit de sanki az mı acımasız?.. Ecevit’e gerçek anlamda elini uzatan tek SHP’li. Daha nasıl olsun? Geçici adamın kalıcılık olasılığı: Budur Erdal İnönü. Konuşma yeteneği olmadığı söylendi. TV’deki birinci referandum konuşmasına ve İzmir mitingine kadar birçok gazete yazarı o kanıdaydı. Çok daha önce gösteri dergisinde tersini düşündüğümü yazmıştım. Bir de Melih Cevdet Anday yazdı. Ne söylediğini bilen biriki politikacıdan biri de o. Boş laf etmez. Sorunlardan kaçarken bile. Coşkusuz diyorlar. Ama o istemiyor ki öyle bir coşkuyu. Hamasi olmak, öfkeli görünmek, bağırıp durmak mıdır coşku? Hem, sosyal demokratım diyen kişide o tür coşku niye olsun? Devrim mi yapacak? Yine de, Erdal İnönü’nün konuşmalarındaki tek sapma, zaman zaman başkalarının vurgularına yenildiği, onlar gibi olmak istediği anlarda ortaya çıkıyor. Demek, o yargılara yine de kulak vermiş. Erdal İnönü’yü Conrad’ın Ölüm Seferi başlığıyla dilimize çevrilen ünlü romanındaki zeki, ama idaresiz İkinci Kaptan Baker sananlar var. Kendi partisinde de var böyleleri (Hasan Fehmi Güneş vb). Oysa o, aynı romandaki Kaptan Allistoon gibi sakin ve güçlü… Ne romandır o! Gemi okyanusun ortalık yerinde birdenbire doğruluverir. Sol’a her zaman gerçek bir demokrat aydın gibi baktı. Babasına benzememek için bıyık bırakmak istemiyor. Turna işini düşünsün.” BİTTİ CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle