18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 KASIM 2007 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Umudumuzu Asla Yitirmeyelim! Cumhuriyetin Kültür Bakanı, bir kültür kurumunu yıkma sorumsuzluğundan kurtulur, tam tersine yeni kültür kurumları hizmete açarak, Cumhuriyetin Kültür Bakanı’na yakışanı yapar. İşte o zaman, İlhan Berk’in belki de bir özlem olarak, bir resmine yazdığı “Tunç çağında memurları şiir bilgilerine göre seçerlerdi” sözü, günümüzde de farklı açılımlarla geçerlik kazanır. çözebileceği düşünülüyor!? Tunç çağından daha geriyiz, çünkü karanlık düşünen bir toplum olduk! Yoksa “Benden sonra tufan olmasın” diyemeyen yöneticilerin, hele de kendilerine “muhafazakâr” deyip de yalnızca kendi paralarını, kendi zihin yapılarını “muhafaza” edenlerin olduğu bir yerde değerlerin, çeşitli düşüncelerin korunması zor gelmemeli “muhafazakâr”lara!? Hiç değilse Tunç çağındaki aydınlık kadar bir aydınlık da “muhafaza” edilmeli! Ne diyordu Goethe, “Işık… Biraz daha ışık…”. Evet bize de ışık… Biraz daha ışık… Çok değil, biraz daha ışık… Yoksa tunç çağından daha karanlıkta yaşayacağız! Cumhuriyetimizin 84. yıldönümünü hüzünle, şehit cenazeleriyle, yüreklerimiz dağlanarak kutladık. Böyle bir ortamda AKM’yi yıkmak, büyük bir cinayet olacaktı, zorla bile olsa, iyi ki bundan vazgeçildi. Dileriz, benzer çabalar Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi için de gösterilir. O da toplumumuz, Cumhuriyetimiz yara almadan kurtarılır. Cumhuriyetin Kültür Bakanı, bir kültür kurumunu yıkma sorumsuzluğundan kurtulur, tam tersine yeni kültür kurumları hizmete açarak, Cumhuriyetin Kültür Bakanı’na yakışanı yapar. İşte o zaman, İlhan Berk’in belki de bir özlem olarak, bir resmine yazdığı “Tunç çağında memurları şiir bilgilerine göre seçerlerdi” sözü, günümüzde de farklı açılımlarla geçerlik kazanır. Umudumuzu asla yitirmeyelim!.. (1) İlhan Taşçı, “Yargı Kuşatma Altında”, Cumhuriyet, 27 Kasım 2007. PENCERE Neler mi Oluyor?.. Aklı başında, yurtsever, dünya ve Türkiye ile ilgili; ama, sıradan bir kişi bile soru işaretlerinin çengellerine takılmış soruyor: Neler oluyor?.. Yalnız sıradan kişi mi?.. Medyadaki köşe yazarı ya da başyazar da soruyor: Neler oluyor?.. Bir şeyler oluyor... ? Ana muhalefet lideri de olanbitenden habersiz ve kuşkulu... Soruyor: Neler oluyor?.. RTE’nin “dilinin altında” bakla varmış... “Otuz beşe bakla.. Ne hakla?..” ? İktidarın başı RTE geçenlerde Amerika’ya gitti, Başkan Bush’la kapandılar; bir saat gizlice konuştular... Ne konuştular?.. Ne konuştukları önemli değil... Önemli olan ne?.. O günden bu yana anlaşıldı ki, Kuzey Irak’ta PKK, Barzani, peşmergeler, falan filan, fasa fiso... Kuzey Irak’ta Türkiye’nin karşısında Amerika var... Amerika her şeye egemen... PKK araç.. PKK kullanılıyor.. Kullanıldı.. Ya Barzani?.. Güldürmeyin insanı, Barzani tam Amerikan kuklası... ? Ya RTE?.. Ya Gül?.. Ya AKP?.. Onların durumu ne?.. ? ABD hem Kuzey Irak’ta egemendir, hem Türkiye’de egemenliğini tam anlamında sürdürüyor... Amerikan denetimi altındaki Kuzey Irak’ta yapılacak bir askeri harekât “zevahiri kurtarmak” ve “psikolojik deşarj” sağlamak için “belki” gündeme girebilir, belki ertelenebilir... Amerika AKP iktidarını avucunun içinde tutarak, adım adım hedefine doğru yürümektedir... Nedir o hedef? ? Cumhuriyet gazetesinde 2006 yılında bir harita yayımlandı... Amerikan askeri strateji dergisinde çıkan bu haritaya doğru yürüyüş kimi zaman hızlı, kimi zaman ağır adımlarla sürdürülüyor... “Neler oluyor?..” diye sormak, artık Türkler için aptallığın dik âlâsıdır... Türkiye’deki dinci iktidar, iktidarını sürdürebilmek için, tam Amerika’nın güdümü altına girmiştir; bunlar için Ilımlı İslamcı Devletin sınırları önemli değildir; yeter ki amaçlarına ulaşabilisinler... ? İşgal altında yaşayan İstanbul’daki dinci iktidar ile mandacı, hilafetçi, Avrupacı, ama entelektüel geçinen Osmanlı seçkinleri her şeye razıydılar; Kemalistlere ateş püskürüyorlardı... Bugün “aynısının tıpkısını” yaşıyoruz... Neler mi oluyor?.. ABD, PKK terörünü durdurmak pahasına Ankara’dan her istediğini alıyor; AKP iktidarını desteklemek pazarlığında malum haritanın yatırımını yapıyor; Ilımlı İslam Devleti kapsamında Anadolu’yu ikiye bölüyor... Neler olduğu apaçık meydanda; ne gizlisi var, ne saklısı... Barzani, PKK, DTP, Talabani ile boşu boşuna uğraşmak abes... Muhatap ABD’dir... O ne istiyorsa, o oluyor. Bir Devrimci, Tonguç... Engin Tonguç, babasını anlattığı “İsmail Hakkı Tonguç” adlı kitabını, sevgili arkadaşımız Mustafa Ekmekçi’ye sunmuş... Köy Enstitüleri devrimini en çok yazan, en çok savunan kişiye!.. Sekiz yüz sayfalık dev bir çalışma!.. “Otlar böcekler gibiydik bozkırda/ Acılarla gökyüzü kadardık/ Bizden geçerdi zamanın karanlığı/ Yorgun öküzler karasabanlarla/ Unutulmuş, unutulmuş, unutulmuş köylerdik.” (Mehmet Başaran). Mehmet Başaran, Mahmut Makal, Talip Apaydın, daha niceleri!.. Mustafa Ekmekçi bu okullarda okumadı, ama ta yüreğinde duydu acıyı, isteği, umudu; yıllar yılı okurlarına taşıdı duyarlılığını... ??? İsmail Hakkı Tonguç’u 1960 Mayıs günlerinde tanımıştım. Milli Eğitim Bakanlığı Neşriyat Müdürlüğü’nün bir dip odasındaydı yeri... Masasında gazeteler, kitaplar, zaman zaman dostlar!.. Başaran’ın şiirindeki gibi “unutulmuş unutturulmuş” bir yalnızlığa mahkum edilmişti.. Köy Enstitüleri Atatürk Türkiyesi’nin büyük bir girişimiydi. Gerçek bir devrimdi, milyonlarca insanımıza yaşama gücünü veren, insan olmanın anlamını duyurtan, çağın uygarlığını öğreten, gelecekleri aydınlıklara kavuşturmak isteyen, ama bir süre sonra yolu kesilen bir uyanış, bir başkaldırı... ??? Tuna boyunda bir köyde doğan, kendi çabasıyla, direnme gücüyle aydınlığa koşmak isteyen, türlü olanaksızlıkları alt ederek eğitimini tamamlayan bir Rumeli çocuğu... “Bir Eğitim Devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç Yaşamı, Öğretisi, Eylemi” adlı bu kocaman, ama yoğun, yapıtı Engin Tonguç yazmış, Yeni Kuşak Köy Enstitülüleri Derneği yayımlamış... Tonguç’un çocukluğundan gençliğine, öğretmenliğine, yazarlığına, yapıcı eylemlerine, Türk eğitiminde tarihsel bir yaprağın açılmasına, yurda aydınlıklar getiren binlerce öğretmenin yetişmesine, sonra da bu büyük eğitim reformunun önlenmesine... “İlköğretimi olmayan ülkelerde ortaçağ yönetimi tüm şekilleriyle sürer. Bilmeyen, siyasi güç sahiplerinin elinde, ortaçağda olduğu gibi köle hayatı sürer. İlköğretim davası, insan olmak, ulus olmak davasıdır.” (İsmet İnönü böyle demişti 1945’te.) İşte bu koca kitap, bu büyük devrimin nasıl başladığını, nasıl sürdürüldüğünü, sonra nasıl ortadan kaldırıldığını anlatıyor... Neden hâlâ türlü gericilik, türlü ilkellik, türlü çıkmazlarda çabaladığımızı da... Hikmet ALTINKAYNAK Yıldız Teknik Üniversitesi Öğr. Gör. Ş air İlhan Berk, geçen yıl İstanbul Atatürk Kültür Merkezi galerisinde resim sergisi açmıştı. Resimlerden birinde aklımdan hiç çıkmayan “Tunç çağında memurları şiir bilgilerine göre seçerlerdi” sözü yazılıydı. Henüz yazının bile kullanılmadığı bu dönemde, böylesine seçkin bir ölçüt edinen toplum, aydınlık bir toplum değil midir? Beş bin yıl önce sanata, kültüre verilen öneme bakar mısınız? Ya şimdi, nasıl seçiyor tek parti devlet memurlarını? İmam hatip liselerini bitirenlerden!.. Yanlış anlaşılmasın. Orayı bitiren gençlerimizi horlamak aklımdan geçmez. Orayı bitirenlerin amacı bellidir. İmam hatip olmak! Ama her biri ayrı uzmanlık gerektiren tüm devlet kurumlarını orayı bitiren mezunlarla doldurmaya kalkmak, haksızlık değil midir? Bir art niyet de değilse, nedir? İşte TBB Başkanı Sayın Özdemir Özok haykırıyor: “Siyasal iktidar yargıda da kendi dünya görüşünü ve ideolojisini egemen kılmak istiyor. Yapılan tamamen yargıyı kuşatmaktır. Zaman zaman kabul etmedikleri, çoğu kez referans aldıkları Ergun Özbudun’un anayasa önerisindeki yargı düzenlemesini görünce, bu düzenlemenin iyi niyetli olduğunu söyle mek mümkün değil.” (1) Çünkü Hâkim ve Savcılar Yasası’ndaki düzenleme yasalaşır ve atamalar yapılırsa hâkim ve savcı kadrosunun yüzde 30’unu AKP atayacak demek. Bu da 4 bin 62 kadroya ‘yandaş’ atama demek! Durum böyle olunca, tek partinin AKM’nin yıkılmasını canla başla istemesi normaldi. Sonuca da hızla gitmek istedi, başaramadı. Çünkü sanat dünyasının tepkisi, DSP Genel Başkanı Sayın Zeki Sezer’in AKM önünde yaptığı basın açıklaması, birçok köşe yazarının yaptığı uyarılar, tasarının gece yarılarına kadar uzayan parlamento tartışmaları, CHPDSP dayanışması, AKM’yi yıkılmaktan kurtardı. Gerçi kimi yorumcular, tasarıdaki eski maddenin benimsenen yeni biçimiyle AKM’nin geleceği Koruma Kurulu’na bırakıldı, yıkımdan vazgeçilmedi görüşünü dile getiriyorlar; ama ben aynı kanıda değilim, bu iş sona erdi. AKM’nin yıkılması gündemden düştü! Oysa şu günler ne sorunlarla karşı karşıyayız! Bir yanda bölücü terör, ülke bütünlüğünü tehdit altında tutuyor; bir yanda ABD, AB bu ortamdan yararlanmaya çeşitli ödünler koparmaya çalışıyor. Öte yandan Sayın Dışişleri Bakanı, her şey yolunda diyor. Sayın Başbakan da yeni bir anayasa diye tutturuyor. Herhalde yeni anayasanın bu sorunları Türkİş ve Politika Yrd. Doç. Dr. Engin ÜNSAL Maltepe Üniversitesi Hukuk Fak. Öğr. Üy. K üreselleşmenin doğal sonucu olarak ülke ekonomisine çokuluslu şirketlerin egemen olması tüm dünyada sendikaların güç kaybetmesine ve etkisizleşmesine neden oldu. Güçlü şirketlerin emeğin ucuz olduğu ülkelere üretimlerini kaydırmaları Avrupa’nın birçok ülkesinde işsizliğin, dolayısı ile sosyal harcamaların artmasına, sendikaların çok önemli üye kaybına yol açtı. Ülkemizin en büyük işçi sendikaları konfederasyonu olan Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türkİş) işte böyle bir ortamda 20. genel kurulunu 69 Aralık tarihlerinde yapacaktır. Türk İş 31 Temmuz 1952’de kurulmuş ve ilk genel kurulunu aynı yıl 67 Eylül tarihlerinde İzmir’de yapmıştır. (Türkİş’in kuruluşu ve bu kuruluşta etkili olan nedenler konusunda ayrıntılı bilgiyi Cumhuriyet’in 4 Eylül 2006 tarihli sayısının ikinci sayfasındaki yazımızda bulabilirsiniz.) Türkİş yıllar dır uyguladığı partiler üstü politikanın bedelini bu genel kurulunda ödemek üzeredir. Türkİş ülkemizde kurulu bulunan üç işçi konfederasyonun içinde en eski, en güçlü ve sayısal olarak en çok temsil kabiliyetine sahip olan kuruluştur. Bu tanımlama bile Türkİş’in sosyal, ekonomik ve siyasal yaşamda etkili olmasına yetmemektedir. Bunun nedeni ülkemiz işçi hareketinin tarihsel gelişiminde bulunabilir. Türk işçi hareketi, tarihinin hiçbir döneminde sınıfsal bir nitelik taşımamıştır. Sürekli olarak siyasi iradenin verdiği ile yetinmiştir.1950’ye kadar CHP hükümetlerinin gerek gördüğü yasalar çıkarılmış, 1950’den sonra uluslararası kuruluşların baskısı yapılan düzenlemelerde etkili olmuş ve hiçbir zaman işçi hareketi istediklerini “söke söke alma” konumuna gelememiştir. Parçalı ve sorunlu Türk işçi hareketi bugün çok parçalı ve uyumsuzdur. Bu hareket üç konfederasyon ve 104 sendika tarafından temsil edilmektedir. Kendi içinde gerek sendika gerekse konfederasyon düzeyinde kıyasıya bir iç çekişme yaşamakta ve iktidardaki siyasal güç de bundan yararlanarak kendisi ile uyumlu bir sendikal düzen kurmak istemektedir. Başka bir deyişle işçi hareketi siyasal iktidarı yönlendireceğine, siyasal iktidar işçi hareketini yönlendirme hazırlığı içindedir. İşçiler ve sendikalar bu siyasal ezikliğin acısını her gün yaşamaktadır. İşçi eylemlerinde, grevlerde bürokrasi işçinin karşısında duruş sergileyebilmekte, işverenden yana tavır almakta sakınca görmemektedir. Hükümet grev ertelemelerinde cömerttir. Siyasal iktidar kendisinden yana olmayan sendikaların karşısında sendika kurdurmakta, yönetime kendi yandaşlarının seçilmesinden yana tavır koymakta pervasızdırlar. Nâzım Hikmet o güzel şiirinin bir dizesinde, “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında / Ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında” demişti. Türk işçi hareketinin durumu da aynen böyledir. Ne işçiler ve sendikalar siyasal güçlerinin farkındalar ne de özellikle muhalefetteki siyasi partiler, bu gücün ayırdına varıp bu güçle işbirliği yapabilmektedir. Türk sendikacılığını bugün genellikle, üretemeyen, siyasetten korkan düşünce tembeli sendikacılar yönetmektedir. Ulusal çıkarlar için yürekli mücadele veren sendika yöneticilerini özellikle ve saygıyla anarak, hâlâ ücret sendikacılığı ve siyasetsiz sendikacılık çemberinin dışına çıkamamış sendikacıların, sendikacılığımızı çok olumsuz bir yöne götürmekte olduğuna işaret etmek isteriz. İşçi hareketinin olası gücünün ayırdında olan AKP bu gücü denetleyebilmek için Türkİş Genel Kurulu’na müdahale etmek ve kendisine yakın sendikacılardan oluşan yeni bir yönetim kurmak çalışması içindedir. Şu anda yönetimde bulunan üç kişi şimdiki başkanı bertaraf edip, iktidarla uyum içinde olacak bir uygulama içine girmeyi planlamaktadırlar. Bunda başarılı olmaları ihtimali çok yüksektir. Bunun ardından Hakİş Konfederasyonu ile birleşmeleri ve Türkİş’i yakın bir gelecekte siyasal iktidarın güdümüne sokmaları kimseyi şaşırtmamalıdır. Bağımsız siyasallaşma Bu açmazdan çıkmanın, işçi hareketini etkili kılmanın tek yolu işçi hareketinin bağımsız olarak siyasallaşmasıdır. Sendika ve konfederasyonlarımız, özellikle Türkİş, sürekli olarak siyasetten uzak durmanın bedelini, böyle bir sonuçla, çağdışı bir siyasete teslim olarak, ağır biçimde ödemiş olacaktır. İşçi hareketimiz böyle bir sonuca ve Türkİş’i AKP’lileştirme girişimine karşı direnmelidir... Marksizmi, sosyal demokrasiyi bilmeyen sendika üyesi bilinçli üye değildir. Üyeleri bilinçli olmayan işçi hareketi siyasi iktidarın önünde sürekli yenilir ve ezilir. Ve asla güçlü sendikacılığın temel taşı olamaz. Oysa sendikacığımızın ve demokrasimizin bilinçli üyelere ve siyasetin yönettiği değil, siyaseti yönlendiren etkili sendikalara ihtiyacı vardır. Türkİş’in 20. genel kurulu, Türkİş’in 57. kuruluş yılının olgunluğu ve sorumluluğu içinde yapılmalıdır. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle